28 ŞUBAT POSTMODERN ASKERİ DARBESİ 1000 YIL SÜRMESİN

28 Şubat 2021 17:30

Türkiye’de, 1960 yılından itibaren, neredeyse her on yılda bir darbe gerçekleştirilmiştir. Demokrasinin askıya alındığı bu darbeler sonucu TBMM ve siyasi partiler kapatılmış, millet iradesi hiçe sayılmış, başta yaşam hakkı olmak üzere, temel insan hakları çiğnenmiştir. Bu darbelerden birisi de pek çok insan hakları ihlali ile sonuçlanan ve yüzbinlerce insanın mağdur olmasına neden olan ve diğer klasik anlamdaki darbelerden farklı özellikleri bulunması nedeniyle “Postmodern” olarak adlandırılan denilen 28 Şubat Askeri Darbesidir.

1993 Karanlık olaylar yaşandı. 28 Şubat darbesinin Başlangıç Sesleri 1993 Yılında Duyulmaya başlandı.

Ülkemiz 1990lı yıllarda demokrasisi ve insan hakları açısından bir cadı kazanına dönüşmüştü. 17 Nisan 1993 te Turgut ÖZAL’ın ani ölümünden önce de ülkemizde çok sayıda karanlık cinayetler işlendi ve suikastlar gündem oldu. “Son Darbe 28 Şubat” kitabında Mehmet Ali BİRAND bu cinayetleri sayar. Özellikle 1993 yılında işlenen cinayet ve suikastlar yeni bir dönemin başlangıcını haber veriyordu. 24 Ocak 1993, Uğur MUMCU evinin önünde öldürüldü, 28 Ocak 1993, Jack Kamhi roketle saldırıya uğradı ölümden döndü. Yine Turgut ÖZAL’ın ölümünden iki ay önce 17 Şubat 1993 te Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref BİTLİS içinde bulunduğu uçak düşerek öldü. Mehmet Ali BİRAND’a göre “17 Nisan 1993 te Turgut Özal’ın ani ölümünden sonra ülke 28 Şubat sürecine doludizgin sürüklenecekti..”, 28 Şubat 1997 günü alınan MGK Kararları Türkiye’nin siyasi tarihini uzun yıllar olumsuz yönde etkilemiştir.

Muğla Cumhuriyet Başsavcısı Ertem Türker’in Okuduğu “Savcılar Laiklik Bildirisi” süreci başlatan işaret fişeğidir.

Milletin iradesi ile seçilmiş meşru Hükümeti alaşağı etmeyi hedefleyen 28 Şubat Postmodern Darbe Sürecinin gerçekte ne zaman başladığı konusu ile ilgili çeşitli görüşler öne sürülmüş olsa da dikkate alınması gereken önemli bir tarih de 23 Nisan 1994 tür. Bu tarihte, Adalet Bakanlığı’nca Antalya’da düzenlenen “Yargı ve Cezaevleri Sorunu” konulu toplantıya katılan 76 il cumhuriyet başsavcısı, 8 DGM başsavcısı ve terör cezaevi bulunan 8 ilçenin cumhuriyet savcısının oy birliğiyle ‘Laiklik Bildirisi’ yayımlanmıştır. Bu bildiri sonrasında dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Doğan GÜREŞ Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bildiriden duyduğu memnuniyeti dile getirmişti. Bu ve benzeri açıklamalar Yargının açıkça nasıl baskı altına alındığını, siyaset ve yargı camiasından bazı isimlerin de bu baskıyı kabullendiğini göstermektedir.

Darbeciler yargılandılar ve yargı süreci halen devam ediyor.

28 Şubat 1997 tarihinde yayınlanan Postmodern bir Darbenin fitilini ateşleyen bildiri üzerinden 23 yıl geçti. Darbe sorumlusu sanıklar hakkındaki soruşturma tamamlanıp 22 Mayıs 2013’te dava açılmıştır. Ankara 5 inci Ağır Ceza Mahkemesince görülen 28 Şubat dönemine ilişkin 103 sanıklı davada, dönemin Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı ve Genelkurmay 2. Başkanı emekli Orgeneral Çevik Bir’in de aralarında bulunduğu 21 sanığın müebbet hapse çarptırılması, 68’inin beraatı, 14 sanık hakkındaki davanın ise düşürülmesine ilişkin gerekçeli karar 3 Temmuz 2018 de açıklandı. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 21. Ceza Dairesi, 28 Şubat davasında Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesince verilen hükmü hukuka uygun buldu. 28 Şubat davası dosyası halen Yargıtayda bulunuyor.

28 Şubat Postmodern darbe sürecinin en önemli aktörlerden biri de 15 Temmuz Hain Darbe girişiminde bulunan Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) dür.

FETÖ, 28 Şubat Darbesine her yönüyle lojistik ve maddi destek vererek toplum üzerinde yerleşmesi ve etkisini daha fazla göstermesi için gerekli tüm çalışmaları onlarla birlikte yapmış bir örgüttür. 28 Şubat Darbesi ile 15 Temmuz Darbe girişimini gerçekleştirmek isteyen güçler ve amaçları açısından ciddi benzerlikler vardır. 16 Nisan 1997’de FETÖ lideri Fetullah Gülen, 16 Nisan 1997 tarihinde katıldığı bir televizyon programında 28 Şubat Darbesini yapanları “Asker daha demokrat.” ifadelerini kullanarak övmüş ve desteklemiştir.4 Zamanın meşru hükümeti için “emaneti iade edin, çekilin!”, darbeciler için ise “asker daha demokrat.” beyanında bulunan, anti-demokratik MGK Kararları için de “İslami usullere göre değerlendirildiğinde bu bir içtihattır, hata yapsalar bile sevap alırlar” zırvalığını yapan da bizzat örgüt lideri olmuştur.

Pek çok hak ihlalleri giderildi, mağduriyetlerin bir kısmı halen devam ediyor.

28 Şubat Postmodern Darbe sürecinde hak ihlalleri yaşanmış, vatandaşlarımız eğitim, özlük, ticaret, memuriyet hakları başta olmak üzere birçok haktan mahrum bırakılmıştır. Son on yılda, Yükseköğrenimde ve kamuda kılık kıyafet yasağı gibi hak ihlallerinin ortadan kaldırılması için önemli adımlar atılmıştır. Ancak akademisyen, yazar, sendika, sivil toplum kuruluşları ile TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu TİHEK ve Kamu Denetçiliği Kurumu (KDK) gibi kurumların da vurguladıkları gibi tarafından o dönemde yaşanan insan hakları ihlalleri ve ayrımcılık yasağı ihlallerinden kaynaklı mağduriyetlerin halen devam ettiği ifade edilmektedir.

Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumunun 27 Şubat 2020 tarihli basın açıklaması da bu manada çok önemli öneriler içermektedir.

TİHEK adına REFAHYOL Döneminin Başbakanı rahmetli Necmettin Erbakan’ın da Müsteşar yardımcılığı ve bir süre müsteşarlığını da yapmış olan Sayın Mesut KINALI’nın açıklamasına göre 28 Şubat mağduriyetlerin giderilmesi ile ilgili bu güne kadar yapılanları sıraladıktan sonra yapılması gerekenleri de şu şekilde belirtmektedirler: “Son yıllarda Yükseköğrenimde ve kamuda kılık kıyafet yasağı gibi bazı hak ihlallerinin ortadan kaldırılması için önemli adımlar atılmıştır. Örneğin; okullarda ve kamuda başörtüsü yasağı kaldırılmış, 5525 Sayılı yasa ile bir bölüm memurun işine geri dönmeleri sağlanmıştır.”

Tüm bu olumlu gelişmelere rağmen halen hakları ihlal edildiğini söyleyen bir kısım mağdurların taleplerine de kulak vermek ve bu taleplerin gereğini yerine getirmek başta yargı, yürütme ve yasama olmak üzere herkesin üzerine düşen önemli bir görevdir. 28 Şubat Post-Modern Darbesinin neden olduğu insan hakları ihlalleri ve halen devam eden mağduriyetlerin bir an önce giderilmesinin de bir insan hakkı talebi olduğu kuşkusuzdur.

Mehmet ALTUNTAŞ
Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurulu Üyesi


“Hayvan Hakları Yasası” mı? Atilla Yayla

Kaynak=>http://www.hurfikirler.com/hayvan-haklari-yasasi-mi/

TBMM’de bir süredir hazırlıkları yapılan ve “Hayvan Hakları Yasası” adı verilen bir kanun teklifinin bu hafta gündeme getirilmesi bekleniyor. Bildiğim ve takip edebildiğim kadarıyla bu yasaya şu veya bu şekilde itiraz eden bir kişi ve kuruluş yok. Herkes yasayı sabırsızlıkla bekleme havasında. Ancak, bana göre, bu kanun teklifinin ve ardında yatan anlayışın bazı ciddî problemleri var.

Hâlihazırda zaten bir Hayvanları Koruma Kanunu var. Bazı yönetmelikler de mevcut. Bunlar özellikle belediyelere hayvanlara ilişkin olarak görevler yüklüyor. Gündemdeki teklif 24/06/2004 tarihli ve 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu’nun isminin “Hayvan Hakları Kanunu” olarak değiştirilmesini öngörüyor. Yasa çalışmasının belki de en can alıcı noktasını ise hayvanların, “eşya, mal” değil, “canlı” olarak tanımlanıp, hayvanlara karşı işlenen suçların Türk Ceza Kanunu’na göre cezalandırılmasının yolunun açılması oluşturacak. Yeni kanunda en çok dikkat çeken ilk husus hak kavramının üstüne basa basa kullanılması ve böylece adeta insan haklarıyla hayvan hakları arasında bir benzerlik kurulması. İkincisi, hayvanlara kötü muameleye ilişkin olarak ceza getirilmesi.

Benim itirazım zaten bir kanun var iken kanunun adının değiştirilmesine ve bu kanunda hak kavramının ısrarla ve inatla kullanılmasına. Bu bakış birçok hatayı içermekte. Bir kere hak sahibi olan varlık insanlardır, başka herhangi bir varlık değil. Hak kelimesinin itibarından yararlanmak için onu gelişigüzel ve keyfî olarak kullanma arzusu ve çabası insan haklarının altını oymakta. Özellikle iktisadî ve sosyal haklar kavramıyla zaten anlam erozyonuna uğramış hak kavramının bu kanun yüzünden daha fazla erozyona uğrayacağına kesin gözüyle bakabiliriz. Oysa talep edilen şey hayvanların kötü muameleye maruz bırakılmaması ve bu iş sadece bir mevzuat meselesi olmaktan ziyade bir zihniyet ve bir imkân meselesi. İnsan haklarının her zaman ve ortamı kapsayacak olmasına, yani her insanın hiçbir temelde ayrım gözetilmeksizin sırf insan olduğu için haklara sahip olduğunun varsayılmasına karşılık hayvan haklarının aynı şekilde bir karşılık bulması ihtimâli zayıf.

Her canlının yaşama ortamı kendisine mahsus bir işleyişe sahip. Hayvanlar dünyası da böyle. Söz konusu kanun insan-hayvan ilişkisini düzenlemeye yönelik ama hayvanlar aleminde zaten yırtıcı bir varlık mücadelesi her an cereyan etmekte. Yani hayvanlar hayvanları öldürüyor, hayvanlar birbirine devamlı zarar veriyor. Bunu yanlış bulmak ve buna müdahale etmek elbette saçma ve yapılamayacak bir iş olacaktır. Bu yüzden, hayvan hakları kanunu hayvanlar alemine değil insanın hayvanla ilişkisine bir müdahale. Diğer taraftan hayvan haklarının hangi hayvanları kapsayacağı da çok mühim bir problem. Rothbard’ın bir yazısında sorduğu gibi, meselâ hamam böcekleri de bu kanun kapsamında olacak mıdır? Veya sivri sinekler? Olmayacaklarsa niçin? Bu çizgide bakmaya devam edince asıl meselenin genel olarak hayvanlar olmaktan ziyade insanla yakın ve yoğun ilişki içinde olan kedi, köpek, evcil kuş ve bazı bölgelerde hâlâ yoğun bir şekilde kullanılan at, katır ve eşek gibi gücünden yararlanılan hayvanlar olduğu anlaşılacaktır. Ancak burada da problemler var. Meselâ kedi ve köpek eti yemeyi normal karşılayan bir kültürde bu tür bir kanun saçma görülecektir. Hindistan gibi ineklere bir tür kutsallık atfedilen bir kültürde ise inekleri koruyacak çok özel düzenlemelere ihtiyaç hissedilmeyecektir.

Diğer taraftan tüm hayatın mevzuatla ve kamu zoruyla tanzim edilmesi gerektiği ve bunun mümkün olduğu inancına dayanan bu tür uygulamalar niyetlenmemiş sonuçlardan etkilenecektir. Hayvan edinmenin idarî işlemlerle, kayıt mecburiyetleriyle, sağlık gerekleriyle ve ağır cezalarla zorlaştırılması toplumdaki hayvan sahiplenme arzusunu azaltacak ve olağan şartlarda sahiplenilebilecek hayvanların sahipsiz kalmasına, başka bir deyişle sokak hayvanı olmasına yol açacaktır. Bu durumda iş belediyelere havale edilecektir. Ancak, hayvanlara bir kamu kurumu tarafından bakılması o kadar da kolay bir iş değildir. Toplumun bu işe ciddî kaynak ayırması ve insan ve malzeme tahsis emesi gerekecektir. Gerekli kaynaklar ise ancak ve ancak vatandaşlardan ve zorla çekilebilecektir.

Bu yasayı savunanların bazılarının bir diğer hatası hayvanları adeta kusursuz varlıklar gibi görmeye meyilli olmaları ve böylece hayvanlardan insanlara gelen zararları görmezden gelmeleridir. Sokak köpeklerinin saldırısı yüzünden hem de kalıcı şekilde zarar görmüş olan çok sayıda insan var. Ayrıca virüs üretmeleri durumunda da hayvanların insanlara ağır zararlar vermesi söz konusu olabilmektedir. Bu yüzden meselâ kuş gribi yüzünden kanatlı hayvanlar, virüs yüzünden samurlar kitleler hâlinde imha edilebilmektedir. Bu gibi durumlarda ne olacaktır? Bir başka problem hayvanların adeta insanların kölesi olarak tutulması, böylece doğal hayatlarından kopartılması ve dört duvar arasına mahkûm edilmesi. Tam bir hayvan hakları savunucusunun kedi köpek gibi hayvanların insanların aracı hâline getirilerek doğal hayat tarzlarından kopartılmasına da karşı çıkması gerekmez mi?

Elbette hayvanlara eziyet edilmemeli. Hayvanlara dayak atmak, onları aç ve susuz burkmak, güçlerini aşan işlerde çalıştırmak yanlış, ayıplanması ve kınanması gereken davranışlar. Ancak, hayatı sadece kanunlar ve daha alt dereceli bir mevzuatlar silsilesi meselesi olarak gören ve ahlâkı, töreyi, gelenekleri, maşeri vicdanı, hayırseverliği, iyilikseverliği, bireysel vicdanı yok sayan düzenlemelerle bu meselede ciddî bir mesafe alınamaz. Koruma kanunun adını Hayvan Hakları Kanunu olarak değiştirmek ise kaçınılmaz olarak insana ait bir değer olan hak kavramının altını oymaya katkıda bulunur.

http://www.hurfikirler.com/hayvan-haklari-yasasi-mi/

HAYVAN HAKLARI YASA DEĞİŞİKLİĞİ ÖNERİSİ ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME

https://islamianaliz.com/m/3636/hayvana-siddet-haberleri-ne-anlama-geliyor-yukselen-hayvan-sevgimizin-psiko-politik-bir-analizi

28 Şubat Basın Açıklaması

27 Şubat 2020

Değerli Basın Mensupları

Ülkemiz çok partili hayata geçtikten sonra neredeyse her on yılda bir darbe veya muhtıralara sahne olmuştur. Bunun sonucu olarak da TBMM ve siyasi partiler kapatılmış, millet iradesi hiçe sayılmış, başta yaşam hakkı olmak üzere temel insan hakları çiğnenmiştir. Bu darbelerden birisi de pek çok insan hakları ihlali ile sonuçlanan ve yüzbinlerce insanın mağdur olmasına neden olan ve diğer klasik anlamdaki darbelerden farklı özellikleri bulunması nedeniyle “Postmodern” olarak nitelenen 28Şubat (1997) darbesidir. Bu farklılığın diğer bir nedeni de şudur; Daha önceki darbeler, anarşi, ekonomik bunalım ve kötü yönetim gibi nedenlere dayandırılırken, 28 Şubat darbesi doğrudan halka ve onun yaşam biçimine karşı yapılmıştır. Bu darbenin diğer bir farklılığı da darbecilerin sadece tankları yürüten militarist güçlerden ibaret olmamasıdır. Zira darbe ortamını hazırlayıp algı oluşturan medya, kendilerini toplum mühendisi yerine koyarak toplumu ve siyaseti dizayn etmekle görevli addeden karanlık odaklar, bazı sendika ve meslek kuruluşları ve rantçı sermaye grupları, YÖK ve yüksek yargı mensupları da bu karanlık sürecin faili olmuşlardır.

Yine belirtmeliyiz ki 28 Şubat Postmodern darbe sürecinin en önemli aktörlerden biri de 15 Temmuz Hain Darbe girişiminde bulunan Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) dür. FETÖ, 28 Şubat Darbesine her yönüyle lojistik ve maddi destek vermiş, toplum üzerindeki etkisini arttırmak için onlarla birlikte çalışmış bir örgüttür. Zamanın meşru hükümeti için “emaneti iade edin, çekilin!”, darbeciler için ise “asker daha demokrat.” beyanında bulunan, anti-demokratik MGK Kararları için de “İslami usullere göre değerlendirildiğinde bu bir içtihattır, hata yapsalar bile sevap alırlar” zırvalığını yapan da bizzat örgüt lideri olmuştur.

Her darbe döneminde olduğu gibi bu dönemde de birçok vatandaşımız inançları nedeniyle haksız uygulamalara maruz bırakılarak din ve vicdan hürriyetleri ihlal edilmiş, binlerce başörtülü öğrenci okullarından uzaklaştırılarak ve katsayı uygulamasıyla fırsat eşitliği ortadan kaldırılmak suretiyle eğitim hakları ellerinden alınmıştır. Yine birçok sivil toplum örgütünün kapatılmak ya da faaliyetleri sınırlandırılmak suretiyle örgütlenme ve ifade özgürlüğü hakları engellenmiş, en küçük sermaye sahipleri dahi kategorize edilerek üretim ve mülkiyet hakkı sınırlanmıştır. Yapılan fişlemeler ile özel hayatın gizliliği yok edilmiştir. Seçilmiş iktidarı uzaklaştırma ve parti kapatma uygulamaları ile seçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakları ihlal edilmiştir.

Değerli Basın Mensupları

Amaç ve odağı ne olursa olsun tüm darbeler insanlığa, onun iradesine ve onun haklarına karşı yapılmış zorbalıklardır. 28 Şubat Postmodern Darbesi toplumun bir kesimine karşı yapılmışsa da yıkıcı sonuçları tüm toplumu derinden etkilemiştir. Örneğin; 28 Şubat süreci neticesinde oluşan 2001 krizinde içi boşalan bazı bankalara el konularak borçları devlete yüklenmiştir. Bankaların borçları ve ekonomik krizin devlete maliyetinin 390 milyar doları bulduğu ifade edilmiştir.

Yine İmam hatip Liselerinin önünü kesmek için çıkarılan katsayı uygulaması da tüm meslek liselerini ciddi şekilde etkilemiştir. Örnek olarak belirtmek gerekirse; 1997 yılında Hukuk Fakültelerine yerleşen öğrencilerden meslek lisesi mezunlarının oranı %23 iken bu oran katsayı adaletsizliğinden sonra hızla düşmeye başlamış ve 2009 yılında bu oran %1’in de altına inmiştir. Ayrıca meslek liselerine talebin azalması sonucu sanayide ihtiyaç duyulan ara eleman sıkıntısı da had safhaya ulaşarak kalkınmayı olumsuz yönde etkilemiştir.

Değerli Basın Mensupları

28 Şubat sürecinin mağdur ettiği ve hatta hayatlarını kararttığı diğer bir kesim de öğrenciler olmuştur. Bu dönemde başörtülü öğrenciler üniversitelere alınmamış hatta “ikna odaları” kurularak öğrencilerle yapılan özel görüşmelerle üzerlerine psikolojik baskı oluşturulmuştur. Öğrencilere iki seçenek bırakılarak, ya başlarını açarak yükseköğrenimlerini sürdürebilecekleri ya da açmayarak üniversite hayallerine son vermeleri istenmiştir.

Ayrıca kamuda “başörtüsü yasağı” getirilerek birçok kamu görevlisi hakkında soruşturma açılmış, hatta bazılarının işlerine son verilmiştir. Üstelik bu yasak sadece kadınları değil eşi başörtülü erkekleri de etkilemiştir. Sayısı tespit edilemeyen çok sayıda erkek, eşi başörtülü olduğu için veya “irticai fikirleri ya da faaliyetleri” nedeniyle işten atılmış, kişiler eşleri ve işleri arasında tercih yapmaya zorlanmıştır.

Yine bu sürecin en büyük fakat pek dikkate alınmayan mağdurlardan biri de o dönemde görev yapan bürokratlardır. Bu bürokratların hemen hemen tümü ya görevleriyle ilgisi olmayan birimlere atanmış, ya ailesinden çok uzak bölgelere sürülmüş ya da işgal ettiği makamlarla uzaktan yakından ilgisi olmayan rütbe tenziline uğratılmışlardır.  Dahası hak arama mercii olarak gördükleri mahkemelerde görevli brifingli yargıçlar tarafından ve daha sonra büyük çoğunluğu Fetöcü oldukları gerekçesiyle görevlerinden uzaklaştırılanlar tarafından davaları reddedilerek mağduriyetleri daha da arttırılmıştır. Söz konusu görevlilerin çoğu baskı, haksız tayin ve makam tenzili nedeniyle ya emekli olmuş ya da görevlerinden ayrılmak zorunda kalmışlardır. Aileleri de perişan olan bu kesimin de mağduriyetleri henüz giderilmiş değildir. Mağdurların Aileleri, işkence altında kabul ettirilen suçlar için yeniden yargılamanın önünün açılmasını talep ediyor. Aileler, yıllara uzanan bir sürece dönüşmeden, hızla mağduriyeti gidermesini istiyor. Çarpıcı bir örnek vermek gerekirse 28 Şubat mağdurlarından olan ve bugün yaşasaydı cezaevinde olacak olan Halil Kantarcı, 15 Temmuz’da darbecilere karşı koyarak şehit düşmüştü.

28 Şubat Postmodern mağdurlarının avukatları, işkence raporlarıyla yeniden yargılama talebinde bulunsa da, Anayasa Mahkemesi’ne başvuru için ‘Eylül 2012’den sonra kesinleşen kararlar’ kriteri mağduriyetlerin giderilmesine engel oluyor. Halen devam eden adil yargılanma hakkı ihlalinin ele alınabilmesi için bireysel başvuru yolunun kullanılabilmesi aktif hale getirilmesi mümkün hale getirilmelidir.

Kabul etmek gerekir ki 28 Şubat sürecinin en derinden etkileyip mağdur ettiği kesim şu anda bile cezaevlerinde bulunan kesimdir. Çoğu başörtü eylemlerine katıldıkları, bu eylemlerde pankart açtıkları, camilerde Kur’an dersi verdikleri için ceza almışlardır. Dolayısıyla bu kişiler suçsuz yere 20-25 yıldır cezaevlerinde tutulurken aileleri cezaevi yollarında ömür tüketmekte, çocuklar babasız, anneler çocuklarına hasret bir ömür sürdürmek zorunda kalmaktadırlar.         

Değerli Basın Mensupları

Hukuk devletinde benzeri hukuksuzluk ve hak ihlallerinin giderildiği yer normalde yargı mercileri olmaktadır. Ancak bu süreç yargıyı da yozlaştırarak adeta ihlalleri onayan noter konumuna getirmiştir. Brifing ve talimatlarla harekete geçirilen yargı erki silah olarak kullanılmış; adalet dağıtması gereken hâkimler ve mahkemeler hukuk dışı kararlara imza atmışlardır. Mahkumların ifadeleri ile “delil yerine kanaate dayalı kararlar” ile verilen uzun süreli tutukluluklar ve mahkumiyetler ile bir çok vatandaşımızın kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ihlal edilmiştir. Bu dönemde verilen yargı kararlarının neredeyse tamamı sübjektif ve ideolojik temelli olmuştur. Gerçekten de bu dönemde yargıçlara Genelkurmayda brifingler verilmiş, Adalet Bakanlığı’nca Antalya’da düzenlenen “Yargı ve Cezaevleri Sorunu” konulu toplantıya katılan cumhuriyet başsavcısı ve savcıları ‘Laiklik Bildirisi’ yayımlamış, ayrıca bu bildiri zamanın Genelkurmay Başkanınca övgüye mazhar bulunmuştur. Tüm bu gelişmeler Yargının açıkça nasıl baskı altına alındığını, bu şartlar altında gerçekleştirilen yargılamanın da adil ve tarafsız olamayacağını göstermektedir. Gerçekten de süreç mağdurlarının bu dönemde açtığı davaların istisnalar dışında tamamına yakını reddedilmiştir.

Değerli Basın Mensupları

Son yıllarda Yükseköğrenimde ve kamuda kılık kıyafet yasağı gibi bazı hak ihlallerinin ortadan kaldırılması için önemli adımlar atılmıştır. Örneğin; okullarda ve kamuda başörtüsü yasağı kaldırılmış, 5525 Sayılı yasa ile bir bölüm memurun işine geri dönmeleri sağlanmıştır. Ancak bu olumlu gelişmelere rağmen yukarıda da zikredildiği gibi henüz mağduriyetleri giderilmeyen on binlerce kişi bulunmaktadır.

Özellikle cezaevlerinde bulunanlar ile işten atılmasa da istifaya zorlamak için sürgüne gönderilerek perişan edilen, hak etmedikleri kıdem ve rütbe tenzili yapılarak çok büyük maddi ve manevi kayıplara uğrayan, sınavları kazanarak atama beklerken hala atamaları yapılmayanların veya ataması yapıldığı halde daha sonra işten atılanların bir an önce mağduriyetlerinin giderilmesi gerekmektedir.

28 Şubat Post Modern darbe sürecinde özellikle FETÖ yönlendirmesi ile yapıldığı iddia edilen yargılamalar sonucu yüzlerce mahkûmun hapiste olduğu bilinmektedir. Bu mahkûmların özellikle bir kısmı cezaevinde kalmaya uygun olmayan yaşlı ve ağır hastalardır. Bu yaşlı ve hasta mahkûmlardan ceza ehliyeti bulunmadığından dolayı bırakılmış olanlar bulunsa da Adli Tıp süreçleri tamamlanmadığı için halen hapiste tutulmaya devam edenlerin mağduriyetleri devam etmektedir.

28 Şubat sürecinde tutulan istihbarı hafıza halen temizlenmemiş olup o dönemki kayıtlar halen yargılamalarda delil olarak kullanılmaya devam etmektedir. 28 Şubat fişlemeleri baz alınarak yapılan güvenlik soruşturmalarından vazgeçilmelidir.

Kısacası hakları ihlal edilen tüm 28 Şubat mağdurlarının taleplerine kulak vermek ve bu talebin gereğini yerine getirmek başta yargı, iktidar ve TBMM olmak üzere herkesin üzerine düşen önemli bir görevdir.

Değerli Basın Mensupları

28 Şubat post-modern darbesinin mahkeme tarafından mahkûm edilmesine, bu süreçte görülen yargılamanın tarafsız olmadığı açık delillerle ortaya konulmasına rağmen bu sürecin mağdurlarından büyük bir bölümünün hala mağduriyetleri giderilmiş değildir. 15 Temmuz FETÖ hain darbe girişimine karşı tanklar önüne yatarak şehit ve gazi olan kahramanlar nasıl övgüye layıksa 28 Şubat sürecinin acımasızlığına göğüs gererek direnenler de övgüye layıktırlar. Zira çoğu kişinin kutsal değerleri bile ayaklar altına alarak paye kapma yarışına girdiği bir dönemde bu kişiler maddi kayıplara ve psikolojik travmalara rağmen onurlu duruşlarını sürdürmüşlerdir. Bu nedenle 28 Şubat sürecinde maddi ve manevi kayba uğrayan bütün kesimlerin mağduriyetleri bir an önce giderilmelidir. Bunun için gerekirse yasal düzenlemeler yapılarak en azından baskı altında taraflı yargı tarafından yargılananlar için yeniden yargılama yolu açılmalıdır. Sosyal hukuk devletinin gereği de budur. Zira her sene 28 Şubatın yıldönümünde hamasi nutuklar atarak darbecileri lanetlemenin mağdurlar için hiçbir yararı bulunmamaktadır.

Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu’nun kuruluş amacı ve varlık nedeni, insan onurunu temel alarak insan haklarının korunması ve geliştirilmesi, kişilerin eşit muamele görme hakkının güvence altına alınması, hukuken tanınmış hak ve hürriyetlerden yararlanmada ayrımcılığın önlenmesi, işkence ve kötü muameleyle etkin mücadele etmektir. Bu kapsamda TİHEK olarak “28 Şubat Post-Modern Darbesinin neden olduğu insan hakları ihlalleri ve halen devam eden mağduriyetlerin bir an önce giderilmesinin de bir insan hakkı talebi olduğuna inanıyoruz.

Saygılarımla…

Mesut Kınalı
TİHEK 2. Başkanı

28 Şubat döneminin sembol isimlerinden refahyol hükümetinin müsteşar yardımcılığı ve bir süre müsteşarlığını da yapan TİHEK 2. Başkanı Mesut Kınalı’nın yukarıda yeralan açıklamalarından sonra Başbakanlık İnsan Hakları eski Başkanı ve TİHEK Kurul üyesi Mehmet ALTUNTAŞ da şu açıklamayı yaptı.

Değerli konuklar ve basın mensupları

28 Şubat Darbesi sonrası kılık kıyafet gerekçesiyle okullarından uzaklaştırılan öğrencilerin özellikle eğitim fakültelerinden mezun olmaları halinde doğrudan öğretmenlik mesleğine atanacakları gerekçesiyle hak kaybına uğradığı öne sürülmektedir. 28 Şubat Öğrencileri Derneğinin başvuru dilekçesinde de belirtildiği iddialara (KDK) Kamu denetçiliği Kurumu tarafından da incelenerek bir tavsiye kararı[1] http://28subatogrencidernegi.org/2019/03/03/tbmm-kamu-denetciligi-kurumunun-ombudsmanlik-kamu-kurumlarina-tavsiye-karari/ (Erişim tarihi: 29 Aralık 2019)] verilmiştir. Söz konusu tavsiye kararının hayata geçirilmesi için ilgili idarenin gereğini yapması beklenmektedir.

Mağdurların Aileleri, işkence altında kabul ettirilen suçlar için yeniden yargılamanın önünün açılmasını talep ediyor. Aileler, yıllara uzanan bir sürece dönüşmeden, hızla mağduriyeti gidermesini istiyor. Çarpıcı bir örnek vermek gerekirse 28 Şubat mağdurlarından olan ve bugün yaşasaydı cezaevinde olacak olan Halil Kantarcı, 15 Temmuz’da darbecilere karşı koyarak şehit düşmüştü.

28 Şubat Postmodern mağdurlarının avukatları, işkence raporlarıyla yeniden yargılama talebinde bulunsa da, Anayasa Mahkemesi’ne başvuru için ‘Eylül 2012’den sonra kesinleşen kararlar’ kriteri mağduriyetlerin giderilmesine engel oluyor. Halen devam eden adil yargılanma hakkı ihlalinin ele alınabilmesi için bireysel başvuru yolunun kullanılabilmesi aktif hale getirilmesi mümkün hale getirilmelidir.

28 Şubat mağduru kamu görevlilerinin kamu görevinden çıkarıldıkları tarih ile kamu görevine yeniden atandıkları veya emeklilik hakkının elde ettikleri tarih arasında, kadro unvanları itibariyle ödenmesi gereken maaş, ücret, ek ödeme, özel hizmet tazminatı, ilave tazminat vb adlar altındaki mali hakları ile paraya taalluk eden sosyal haklarının karşılıklarının ödenmesi gerekmektedir.

Değerli misafirler

23/4/1999 ile 14/2/2005 tarihleri arasında, tabi oldukları personel mevzuatına göre almış oldukları disiplin cezası sonucu memuriyetleri sona erip, 22/6/2006 tarihli ve 5525 sayılı Kanun uyarınca haklarında verilmiş disiplin cezaları bütün sonuçları ile ortadan kaldırılanlara tanınan hak, bu süreçte istifa etmek zorunda kalanlara/müstafi sayılanlara da tanınmalı ve bu kişilerin boşta geçen sürelerini emekliliklerine sayılması sağlanmalıdır. 6353 ve 6495 sayılı Kanunlardaki düzenlemelerden de açıkça anlaşılacağı üzere 5525 sayılı Kanunu sadece bir disiplin cezalarının affı şeklinde bir kanuni düzenleme olarak görmemekte; haksız, hukuksuz ve mesnetsiz olduğu kabul ve ikrar edilen uygulamaların sonuçlarını hukuk âleminden ortadan kaldıran ve mahrum kalınan hakların iadesine zemin teşkil eden bir kanun olarak görmektedir. Bu düzenlemeler, 28 Şubat sürecinin mağdurları olarak istifa etmek zorunda kalan veya müstafi sayılan memurlar için herhangi bir hak doğurmamıştır. İstifa etmek zorunda kalanlar ve müstafi sayılanlarla ilgili yeni bir süreç başlatılıp haklarını alabilecekleri bir düzenleme yapılmalıdır. Nitekim Kamu Denetçiliği Kurumu’nun 16.5.2019 tarihli ve 2019/7723 başvuru nolu tavsiye kararında bu husus vurgulanarak, Türk Silahlı Kuvvetleriyle ilişiği kesilenler yönünden 6191 sayılı Kanunla getirilen çalışıl(a)mayan sürelere ilişkin geçmişe dönük mali ve sosyal hakların, diğer kamu görevlileri için de tanınmasının sosyal devlet ilkesinin ve hakkaniyetin gereği olduğu ifade edilmiştir. Bu konuda gerekli düzenlemelerin yapılması düzenleme konulması için gerekli girişimlerde bulunulması gerekmektedir. Ayrıca davaları kazandıkları halde bakanlıklar tarafından atamalarını yapmadığı kişilerin atamaları yapılmalıdır.

28 Şubat sürecinde Devlette Memur olarak çalışmakta iken disiplin cezaları ile memurluktan atılmış kişilerin sayısı Sosyal Güvenlik Kurumunun Af sonrası 2006/5525 sayılı kanun kapsamında geri dönenlerin sayısı kanunun çıktığı 22/06/2006 tarihinden bu yana (SGK) Sosyal Güvenlik Kurumu kesin verilerine göre 1430 kişidir. Başörtüsü,  haklar, özgürlükler, hukuk, mevzuat, kimlik, milli duruş konularında 28 Şubat süreci ve sonrasında, maruz kaldıkları haksız ve hukuksuz uygulamalara karşı mücadele etmişler,  tüm zorluklara karşı direnmişler ve bu uğurda memuriyetten atılmayı göze almışlardır. Bunu yaparken düzgün duruşları devam etmiş ve sabırlı davranmışlardır. Bu gruba 2006/5525 sayılı kanunla af getirilmiş ve memuriyete geri dönmelerinin önü açılmıştır. Daha sonra açıkta gecen surelerle ilgili emeklilik keseneklerinin karşılığı da ilgili kurumları tarafından kanunun çıktığı  (görevden alındıkları süre ile 2006 arası) tarihe kadarki boşluk ödenmiştir. Ancak açıkta gecen sureye ilişkin terfi kademe ve maaş hakları mağdurlara ödenmemiştir. Günümüzde gelinen bu noktada bu gruptaki mağdurlara ödenmemiş özlük hakları terfi, kademe ilerlemesi ve maaş haklarına ilişkin bir çalışma yapılmalı ve hakları verilmelidir diye düşünülmektedir. Bu kişiler kendisini mağdur olarak tanımlamaktadırlar. Bu mağdurların kayıtları Sosyal Güvenlik Kurumu kayıtlarından teyit edilerek alınabilir. Zira kayıtlı mağdurların hakları her zaman kişilere Devletimiz tarafından iade edilmektedir.  Bu grup1430 kişiyi geçmeyecek küçük bir grup olmakla birlikte adaletin herkes için tecelli etmesi gerektiğini göstermesi bakımından mağduriyetlerinin giderilmesi çok önemlidir.

28 Şubat Post Modern darbe sürecinde özellikle FETÖ yönlendirmesi ile yapıldığı iddia edilen yargılamalar sonucu yüzlerce mahkûmun hapiste olduğu bilinmektedir. Bu mahkûmların özellikle bir kısmı cezaevinde kalmaya uygun olmayan yaşlı ve ağır hastalardır. Bu yaşlı ve hasta mahkûmlardan ceza ehliyeti bulunmadığından dolayı bırakılmış olanlar bulunsa da Adli Tıp süreçleri tamamlanmadığı için halen hapiste tutulmaya devam edenlerin mağduriyetleri devam etmektedir.

28 Şubat sürecinde tutulan istihbarı hafıza halen temizlenmemiş olup o dönemki kayıtlar halen yargılamalarda delil olarak kullanılmaya devam etmektedir. 28 Şubat fişlemeleri baz alınarak yapılan güvenlik soruşturmalarından vazgeçilmelidir.

Mehmet Altuntaş
Kurul Üyesi

27 Şubat 2020 Ankara Alba Otel


15 Temmuz Hain Darbe Girişimi Basın Açıklaması

15 Temmuz Hain darbe Girişimine İlişkin Basın Açıklamasına TİHEK Başkanı Süleyman Arslan, Kurul Mehmet Emin Genç ve Mehmet Altuntaş katıldılar.

Kıymetli Basın Mensupları ve Değerli Vatandaşlarımız

Bu gün burada Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumunu temsilen 15 Temmuz Hain FETÖ Darbe Girişimi sanıklarının yargılandığı mahkemeyi takip etmek üzere bulunuyoruz.

Başbakanlık ile ilişkili olarak sivil toplum ile Kamu arasında köprü vazifesini üstlenen ve yeni bir kurum olan Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu 6701 sayılı kanunla kurulmuştur. 15 Temmuz Darbe girişimi sebebiyle kurumumuz 1 yıl gecikmeyle teşkilatlanmasına başlamış olmasına rağmen ve kısa sürede ikincil mevzuatını hazırlayarak çalışmalarına başlamıştır.

Başkanlığını yaptığım Kurum Türkiye’de insan haklarının korunması ve geliştirilmesi, işkence ve kötü muamelenin önlenmesi ve ayrımcılıkla mücadele başlıkları altında toplanan belli başlı görevleri vardır.

Malumları olduğu üzere 1960 yılında yapılan darbe girişimi ile 12 Eylül Askeri Darbesi ve 28 Şubat Post Modern Darbesi ile ülkemizde hem demokrasi akamete uğratılmış hem de insan hakları ihlalleri hat safhaya ulaşmıştır. Bu darbe girişimlerinin destekleyicisi uluslararası emperyalist güçler yine ülkemizi bir iç karışıklığa sürüklemek ve milletimizin birlik ve beraberliğini parçalamak için 2016 yılı 15 Temmuzunda silahlı Kuvvetler içerisinde yuvalanmış bir grup FETÖ Terör Örgütünü harekete geçirerek ülkemizde bir darbe girişiminde bulunmuş 250 vatandaşımız şehit olmuş, darbeciler tarafından başta TBMM olmak üzere pek çok kamu kurumu bombalanmış ve ülkemiz milyarlarca lira zarara uğratılmıştır.

İşte biz Kurum olarak FETÖ Darbe Sanıklarının yargılanmış olduğu bu mahkemeyi izlemek üzere buradayız. Konun sonuna kadar takipçisi olacağız.

Daha önce de belirtmiştik. 15 Temmuz gecesi Sayın Cumhurbaşkanımızın Başkomutan olarak “Halkın gücünün üstünde bir güç tanımadım. Milletimi hava meydanlarına ve meydanlara davet ediyorum.” çağrısı uyarak veya daha önceden sokaklara çıkarak darbecilerin tankları, uçakları ve silahları önüne set olmuş şehitlerimiz ve gazilerimizin ve milletimizin hakkı için buradayız.

Takip ettiğimiz davaların adil bir yargılama ile yürütüldüğü hususunda şüphemiz yoktur.

Emperyalist güçler tarafından 15 Temmuz Hain FETÖ darbe girişimi ile Ülkemizin karışıklığa uğratılması akamete uğrayınca bu sefer de Suriye ve Irakta PKK ve DEAŞ gibi terör örgütleri desteklenerek saldırılarını devam ettirdikleri görülmektedir. Bu sebeple baskı ve zulüm altında kalıp ülkemize sığınan milyonlarca sığınmacının ve roket saldırıları ile can veren vatandaşlarımızın yaşadığı sıkıntıların önlenmesi için uluslararası mevzuata uygun biçimde yürütülen ve Silahlı Kuvvetlerimizin Zeytin Dalı Harekâtını da desteklediğimizi açıkladık. Kilis ve Hatay illerimize yaptığımız ziyaretlerde Harekâta olan desteği bildirmiş ve özellikle camiye ve sivil kişilerin kaybına sebep olan saldırıları da kınamıştık.

Bu gün burada yeniden tekrar ediyorum ki; 15 Temmuzdan sonra Türkiye’nin adı Kahraman Türkiye’dir. Kurumumuz 15 Temmuz Darbe Girişiminin karşısında duran tüm sivil toplum örgütleri ve vatandaşlarımızla işbirliğine hazırdır. Özgürce yaşadığımız bu vatan hepimizindir. Vatanımıza birlik ve beraberliğimize sahip çıkmalıyız.

Sözlerimi Mehmet Akif Ersoy’un bir dizesi ile bitirmek istiyorum.

Sahipsiz olan memleketin batması haktır;
Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır.

Saygılarımla.

Süleyman Arslan