Çocuklar masum tehlike büyük

K-Pop, BTS, Army… Son günlerde sıkça duyduğumuz bu kavramlar özellikle gençler arasında çok yaygın olan Kore müziğiyle ilgili. Gençler masumiyetle ‘sadece müzik’ dinliyoruz diyorlar. Ama K-Pop gruplarının sahne şovlarına, cinsel tercihlerine, kıyafetlerine baktığımızda masum yüzlerinin altında büyük tehlikeler yattığını da görebiliyoruz.

Merve Akbaş  24 Şubat 2019, 04:00  Yeni Şafak

FOTOĞRAF: SEDAT ÖZKÖMEÇ

BTS, EXO, Big Bang, Twice, SHINee Bu isimlerin K-Pop gruplarına ait olduğunu bana Üsküdar’daki bir ortaokulda öğrenci olan R.M., J.K., T.A. söyledi. Onlar Kore müziği hayranı 14 yaşında çocuklar. Daha sohbete başlamadan ilk sözleri şu oluyor; “Nasihat mi edeceksiniz?” K-pop’la ilgili dışardan gelen eleştirilere biraz kapalılar. Kendilerine ‘army’ diyorlar. BTS grubunun hayranlarına verilen isim bu. Ama sasaeng (kendine ve gruba zarar verecek düzeyde büyük bir hayranlık için bu kelime kullanılıyor) olmadıklarının da altını çiziyorlar. Yanlarında gelen birkaç arkadaşları daha var. Ama bunlar BTS veya diğer k-pop gruplarını dinlemiyor. Onlara, “Siz antisin” diyorlar. “Aileniz army olmanıza ne diyor?”diye soruyorum. Biri, “babam en başta çok kızdı” diyor. Bir diğeri annesinin de onunla beraber grupları takip ettiğini söylüyor.

BİZE GÜÇ VERİYORLAR

“Peki ya eleştirilere tepkiniz ne?” diye soruyorum. Öncelikle cinsiyetsizlik konusuna inanmadıklarını söylüyor hepsi bir ağızdan. “Yanlış anlaşılıyor, onlar sadece kusursuz görünmeye çalışıyorlar” cevabını alıyorum. Kusursuz olmalarının kontratlarının bir parçası olduğunu söylüyorlar. “Peki buna neden katlanıyorlar sizce?” diyorum genç arkadaşlara. “Bizim için” diyorlar ve devam ediyorlar: “Biz olmasak onlar buna katlanamaz. Onlar bize güç veriyorlar, biz onlara.” 14 yaşındaki bu üç çocuk, oldukça iyi niyetli, saf, çocuksu duygularla yaklaşıyorlar konuya ve saf bir bağlılık sunuyorlar BTS’ye. Gruplara ve hayranlarının davranışlarına baktığımızdaysa K-pop’un sunduğunu yaşam tarzının tehlikelerle dolu olduğunu görüyoruz. Peki nasıl tartışmalar ve sorunlar var?

ELEŞTİRİYE KAPALILAR

Sempatikler, uyuşturucu kullanmıyorlar, yardım kampanyaları düzenliyorlar Genelde tek bir star yok. Gruplardan oluşuyorlar. Erkeklerden oluşan gruplar daha meşhur ama kızların olduğu gruplar da var. Aileler onların bu masum yüzüne aldanabiliyor. Ancak madalyonun öteki yüzünde farklı tehlikeler var. Çocukların gruplara adeta ‘kör bir bağlılık’ hissetmesi eleştirilerin temellerinden. Army, en ufak bir eleştiriyi bile duymaya tahammülsüz. Grupları, üyelerini çok seviyorlar, onları korumak için sosyal medyada örgütleniyorlar. Bu tür bir bağlılığın nasıl sağlandığı ise ayrı bir soru işareti.

TEK BAĞ MÜZİK DEĞİL

Bu grupları, diğerlerinden ayrışan nokta hayranlarla kurulan ilişkinin sadece müzik üzerinden olmaması. Hayranlarına sürekli mektuplar gönderiyor, online olarak bunları yayınlıyorlar. Bağlılığı canlı tutacak ‘yardım’ kampanyaları düzenleyerek, hayranların toplu hareket etmelerini istiyorlar. Kore’ye gitme hayali olan, kaçmaya çalışan, eğitimini orada sürdürmek isteyen, bu nedenle ailesiyle ciddi sorunlar yaşayan çocuklar olduğu söyleniyor.

Peki bu bağlılık çocukların neleri görmelerini engelliyor? En büyük sorun cinsiyetsizlik konusu. Bu grupların sahnedeki dans şovlarından giysilerinde kullandıkları renklere kadar her detay yapım şirketleri tarafından planlanıyor. Kliplerin her biri temelde birbirine benziyor. Renkli saçlar, özenli kıyafetler, kusursuz ciltler, rengarenk hatta cıvıl cıvıl sayılabilecek arka planlar tam da 12-18 yaş grubunun beğenilerine hitap ediyor. Ancak bu hal ve tavırlarıyla aynı zamanda cinsiyetsiz bir profil de çiziyorlar.

CİNSİYETSİZLİĞE DOĞRU

Tabi onların bu tavırlarının dünyada karşılıkları var. Çoğu Hollywood ünlüsü artık çocuklarını cinsiyetsiz yetiştirdiklerini açıklıyor. Yani belli bir yaşa gelince çocuğun kendi cinsiyetini seçmesini bekleyeceklerini söylüyorlar. İsveç diline giren ‘hen’ kelimesi de çocuklara kız veya oğlan şeklinde hitap edilmesinin önüne geçmesi beklenen yeni bir kavram olarak sunuluyor. Fransa’da artık anne ve baba kelimeleri yerine ebeveyn1 ebeveyn2 ifadelerinn kullanılacak olması da son günlerde önümüze düşen haberlerden. Bu durumda BTS ve benzeri grupların cinsiyetsiz tutumunun tek başına bir hareket değil, bir dizayn girişiminin parçası olduğu söylenebilir.

KORE’NİN OLUMLU İMAJI

Uzun yıllardan bu yana gençlerin, çocukların yönelimleri üzerine çalışan akademisyen Mücahit Gültekin, özellikle II. Dünya Savaşı’ndan sonra cinsiyet ve cinsellik konusu Batı merkezli teoriler tarafından hararetli bir şekilde tartışılmaya başlandığını hatırlatarak şunları söylüyor: “Bugün bu zihinsel ve psikolojik iklimin dominant olduğu bilgi ve varlık anlayışı çocuklarımızı şekillendirmeye devam ediyor. Bu açıdan bakıldığında sorunun daha derinlerde olduğunu görebiliriz. Bugün artık verili ve doğal kabul edilen “erkek-kadın”, “insan-hayvan” gibi sabiteler sorgulanıyor. Bu sorgulama ilahi ve müdahale edilemez olarak gördüğümüz “varlık hiyerarşisini” çözmeyi hedefliyor. Sadece K-Pop değil, bugün popüler kültürün bütün araçları tarafından cinsiyet ve cinsellik sözünü ettiğim sorgulamanın taşıyıcılığını yapıyor.” Gültekin, Güney Kore’nin tarihteki olaylar nedeniyle duygusal hafızamızda olumlu imajının bu gruplar için bir avantaj sağladığını söylüyor. Gültekin şunları anlatıyor: “Seküler değerlerin yerli değerlere “ilişerek” gelmesi itibarını kaybetmiş ya da çok lekeli olan Batılı söylemlere yeniden bir canlılık kazandırıyor. Ama diğer taraftan Güney Kore hakkında pek konuşmadığımız gerçekler de var. Örneğin Güney Kore intiharın en fazla olduğu ikinci ülke. Bu ülkede her 100 bin kişiden 40’ı intihar ediyor. İntihar edenlerin yaş ortalamaları 20-25 ve her 40 dakikada bir kişi intihar ediyor. Peki neden? Bu sorunun kapsamlı bir araştırması gerekiyor.”

Neredeyse mahkumiyet

Kore için K-Pop oldukça ciddi bir sektör olduğunu vurgulamak gerek. Müziklerin alt yapısı Amerikanvari pop tınılarını taşıyor. Tabi grup üyelerine de bakmak gerekiyor. K-Pop gruplarının üyeleri zorlu süreçlerden geçiyorlar ve genç yaşta başladıkları eğitimlerin ardından bu alanda çalışan şirketler tarafından seçilerek profesyonel olabiliyorlar. “Kusursuzluk” imajını yakalamak için giydikleri kıyafetlerden mimiklerine, günlük hayatlarındaki davranışlarından aile ilişkilerine kadar kontrol altında bulunuyorlar. Diyet yapmaları da zorunluluk. Üstelik grup üyelerinin kendilerine ait sosyal medya hesapları olması yasak. Gruba ait sayfalar var sadece. Grup dışında hareket alanları yok. Tüm kontrolü ise yapım şirketleri sağlıyor. Anlatılanlara bakarak grup üyelerinin neredeyse bir mahkumiyet hayatı yaşadığı düşünülebilir.

Gangnam’ın gerçek stili

Akademisyen Mücahit Gültekin, geçen yıl bir k-pop grubu olan SHINee’nin üyesi Kim Jong-hyun Gangnam’da kaldığı rezidansta ölü bulunduğunu hatırlatarak şunları anlatıyor: “27 yaşında hayatına son veren Kim’in kız kardeşine yazdığı son mesajı oldukça anlamlıydı: “Çok zordu. Beni artık oyundan atın. Herkese zor zamanlar geçirdiğimi söyle. Bu benim vedam.” Gangnam’a (Güney Kore’nin popüler kültür üretim merkezi) gelen yıldız adaylarının ailelerinden koparılarak çok zorlu ve “profesyonel” bir hazırlanma sürecinden geçirildiğini biliyoruz. Yani o meşhur şarkıda da ifade edildiği gibi “Gangnam Style”ın ne olduğu hakkında daha fazla araştırma yapmaya ihtiyacımız var.”

Kaynak: https://www-yenisafak-com.cdn.ampproject.org/v/s/www.yenisafak.com/amphtml/hayat/cocuklar-masum-tehlike-buyuk-3448089

Memur-Sen Kadınlar Komisyonu’ndan İstanbul Sözleşmesi Çağrısı

Memur-Sen Kadınlar Komisyonu’ndan İstanbul Sözleşmesi Çağrısı

12 Temmuz 2019, Cuma

Son günlerde tartışmaların odağı haline gelen İstanbul Sözleşmesi’ne ilişkin bir çağrı da Memur-Sen Konfederasyonu’nun Kadınlar Komisyonu’ndan geldi. Memur-Sen Kadınlar Komisyonu Başkanı Sıdıka Aydın yayımladığı yazılı bir açıklama ile İstanbul Sözleşmesi’nin iptali için Meclis’e çağrıda bulundu.    “Toplumsal yaşamımıza etkisi ve Sözleşmenin sonuçları itibariyle çok yönlü ve nitelikli bir tartışmayı beraberinde gerektirmektedir. Türkiye’nin en büyük konfederasyonunu Memur-Sen’in Kadın Komisyonu olarak görüşlerimizi kamuoyu ile paylaşmayı toplumsal bir sorumluluk ve taşıdığımız değerlerin bir gereği olarak görüyoruz” ifadelerinin yer verildiği açıklamada sözleşmenin bazı ülkeler tarafından kabul görmediği hatırlatıldı. 

2011 yılında İstanbul’da imzaya açıldığı için İstanbul sözleşmesi olarak anılan “Kadına Yönelik Şiddetle ve Aile İçi Şiddetle Mücadele ve Önleme Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nin hazırlık sürecinde yaşanan tartışmaları, ülkelerin argümanlarını ve ülkelerin tavırlarını hatırlamak gerektiğinin vurgulandığı açıklamada “Sözleşme bugüne kadar 46 ülke tarafından imzalanmıştır. Birleşik Krallığı’nda içerisinde yer aldığı 11 ülke sözleşmeyi imzalamış fakat onaylamamıştır. Yine Azerbaycan ve Rusya Federasyonu sözleşmeyi ne imzalamış ne de onaylamıştır. Bulgaristan, Hırvatistan, Çek Cumhuriyeti, Macaristan, Letonya, Litvanya, Polonya, Romanya ve Slovak Cumhuriyeti İstanbul Sözleşmesine karşı çıkan ülkelerdir. Türkiye ise sözleşmeyi kamuoyunda yeterince tartışmadan, hukuki ve toplumsal yapımızı denkleme katmadan, çekincesiz olarak imzalayarak onaylayan ilk ülke olmuştur” ifadelerine yer verildi. 

Türkiye Büyük Millet Meclisine İstanbul Sözleşmesi’nin iptal edilmesi çağrısında bulunularak son bulan açıklamanın tam metninde şu ifadeler yer alıyor:

“Sözleşmeyi Çekincesiz İmzalayan Türkiye Temel Sorunları Tartışmadı” 

“İstanbul sözleşmesi kadına karşı şiddetin önlenmesinde cinsiyeti merkeze alan, hukuki anlamda bağlayıcı ilk uluslararası metindir. İstanbul sözleşmesinin hazırlık aşamasında yapılan en önemli tartışmalardan birisi ulusal mevzuatların uzlaştırılmasıyla ilgilidir. Bu durum hali hazırda sözleşmeyi çekincesiz imzalayan ve onaylayan bir ülke olarak halen önümüzde duran temel sorunlardan biridir. Zira sözleşme kadına karşı işlenen suçu devlete karşı işenmiş bir suç olarak nitelemektedir ve sözleşmeyi onaylayan devletlerin tüm hukuk yapısında toplumsal cinsiyet eşitliğini merkeze alan bir restorasyon yapmayı zorunlu tutmaktadır.” 

“Sözleşmenin orijinal metninde “aile” ibaresi geçmediği halde sözleşme Türkçeye çevrilirken sözleşmenin adı “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi” olarak çevrilmiştir. Sözleşmenin çevirisinde gözetilen “aile” hassasiyeti maalesef sözleşme imzalanırken gözetilmemiştir.”

“Sözleşmede Yer Alan Kavramlar İnsanın Varoluşuna Saldırıdır” 

“Açıklıkla söyleyebiliriz ki; Batı’da üretilen kadın söyleminin temelinde kadınların evrensel endüstriyel düzene entegre edilmesine yönelik stratejiler vardır. İstanbul Sözleşmesi müzakerelerinde Türkiye delegesinin beyan ettiği üzere, İstanbul sözleşmesinin gündeme ve vücuda gelmesinde önemli motivasyonlardan birisi finansal kaygılardır. Hatta Türkiye delegesi, Avrupa Konseyinin kadına karşı şiddeti bu kadar gündeme getirmesinde kadının şiddet gördüğünde ortaya çıkan iş gücü kaybının etkisinin oldukça fazla olduğunu beyan etmiştir.”

“Sözleşmeyi kadına karşı şiddetin önlenmesinin tek yolu olarak göstererek layüselleştiren zihniyetin gözden kaçırdığı nokta şu ki bu sözleşme halen birçok ülkede oldukça sıcak bir şekilde tartışılmaya devam etmektedir. Tartışmaların odağında duran “toplumsal cinsiyet eşitliği” ,“cinsel yönelim”, “cinsel eğilim”, “toplumsal cinsiyet kimliği” gibi kavramlar dün olduğu gibi bugün de aynı tartışmaların merkezinde yer almaktadır. Çünkü bu kavramlar sadece biyolojik cinsiyete değil adeta insanın varoluşuna saldıran bir zemini inşa etmektedir.”

“Sözleşmeye Yönelik Tepkiler Haklı Gerekçelere Dayanmaktadır” 

“Sözleşmenin tartışıldığı toplantılarda ülkemizi temsil edenlerin oldukça alışık olduğu bu tartışmaların bugün ülkemizde geniş bir kamuoyu nezdinde yapılmasından duydukları rahatsızlığı anlamak da mümkün değildir. Oysa Rusya, ‘partnerler arası şiddet’ ifadesinde partnerler aynı cinsten olabilir diyerek sözleşmeye karşı çıkarken, Vatikan ‘toplumsal cinsiyetin’ uluslararası hukukta karşılığı olmayan bir tanım olduğu gerekçesi ile itiraz etmiştir. İsveç ve İngiltere’nin ise, kadına uygulanan her şiddeti insan hakları ihlali olarak görmenin sakıncalı olduğuna dair şerhlerini hatırlamak gerekir. Bulgaristan geçen yıl sözleşmenin anayasalarına aykırı olduğuna hükmetti. Aynı süreçte Hırvatistan, sözleşmenin eşcinsel evliliklerini legalize etmeye imkan tanıyacağı, ‘cinsiyet ideolojisi’ üretmek istediği ve Hıristiyan değerlerine aykırı olduğu gerekçesiyle güçlü bir direniş göstermişti.” 

“Almanya, mevcut hukuklarında, ailenin önemi ve insani nedenlerle oturma izinlerini önkoşulları ve yasal sonuçları farklılığı gerekçesi ile madde 59’u uygulamama hakkını saklı tutarak sözleşmeyi ancak Şubat 2018 de imzalamıştır. Polonya Cumhuriyeti, sözleşmeyi ancak Polonya Cumhuriyeti Anayasası ilkelerine ve hükümlerine uygun olarak uygulayacağını beyan etmiştir.” 

“Genelde sözleşmeye getirilen eleştirilerin odağında farklı cinsel yönelimlerin meşrulaştırılması ve aile kurumunun zayıflatılması yer almıştır. Bir tarafta aileyi Türk toplumunun temeli olarak tanımlayan anayasa, öte tarafta çiftleri, aynı evde yaşayan ve cinsiyetlerine bakılmaksızın şiddete karşı korumayı esas alan uluslararası bir metin. Bu iki metnin hukuki olarak da toplumsal olarak da çatışma üretmemesini beklemek mümkün değildir. Bu yönü ile kamuoyunda sözleşmeye; aileyi zayıflatan, farklı cinsel yönelimleri akredite ederek nesli ifsat eden bir anlaşma olarak tepki gösterilmesi haklı gerekçelere yaslanmaktadır.”

sidikaaydin1

“Toplumsal Cinsiyet Kavramı Kültürel Değişimin Aracıdır”

“Bu bağlamda Memur-Sen olarak bugüne kadar İstanbul sözleşmesinin tematik yapısından, bağlayıcı bir hukuk metni olarak içerdiği muğlak kavramlarına, hukuk sistemimizde meydana getireceği sorunlardan, aile yapısında yaratacağı sosyal maliyetlere kadar bu meseleyi çok yönlü olarak birçok platformda dile getirdik. Bu çalışmalarımıza örnek olarak dönemin Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı KSGM’ne, İstanbul Sözleşmesine dair ilettiğimiz değerlendirme ve eleştirilerimizi ve ayrıca “2018-2023 Kadının Güçlenmesi Strateji Eylem Planı”na dair ortaya koyduğumuz değerlendirmelerimizi anabiliriz.” 

“İstanbul Sözleşmesine dair eleştirilerimizde: “toplumsal cinsiyet” kavramının diğer tüm kavramlar kadar kültürel değişimin aracı olarak kullanıldığını belirtmiştik. İstanbul sözleşmesinde cinsiyete dayalı şiddetin önlenmesi için toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması düşüncesinin diğer cinsel yönelimlerin birer kimlik olarak akredite edilmesi, meşrulaşmaya araç kılınması riskini barındırdığı uyarısında bulunmuştuk. Buna mukabil, Sözleşmede şiddet sorununa cinsiyet temelli yaklaşımın merkezileştirilmesine dikkat çekmiş, şiddetin nedenlerinin din, gelenek ve örfe indirgenmesini eleştirmiştik.”

“Kadının güçlenmesi 2018-2023 Strateji Belgesi ve Eylem Planı taslak metninde belirlenen altı temel politika başlığının her birinde toplumsal cinsiyet eşitliğinin anaakımlaştırılmasına dair bariz etkiyi görmüş ve eleştirilerimizi ifade etmiştik.”

“Hali hazırda uygulanmaya devam eden Strateji Belgesi ve Eylem Planında, kadınların eğitim ve sağlık sektörlerine gösterdikleri mesleki ilgi bir sorun olarak tespit edilmekte, kadın ve erkeklerin mesleklere eşit oranda pay edilmesi ideal durum olarak resmedilmekte idi. Ailevi sorumluluklar kadının güçlenmesinin önünde bir engel olarak zikredilmekte, kadının güçlenmesi ve cinsiyetçiliği ortadan kaldırmanın ölçüsü olarak eşitlik kavramı merkeze alınmakta idi.”

“Eşitlik fetişizmi karşısında adalet kavramını, toplumsal yaşamın dinamiklerini tahlil ederken de cinsiyete dayalı toplumsal rolleri analiz ederken de merkeze almanın daha uygun olduğu kanaatimizi beyan etmiştik. Ayrıca toplumsal cinsiyet gibi muğlak bir kavram ile toplumsal yaşam içerisinde cinsiyet temelli ayrımcılığın ve şiddetin ortadan kalkacağı ve adaletin tesis edileceği ön savına da şüphe ile baktığımızı deklare etmiştik.”

Birçok platformda dile getirdiğimiz gibi bu belgedeki kadını aileden yalıtarak var etme bilincinin problematiğine işaret etmiş, ‘Toplumsal rollerin dağılımındaki fıtri farklılıkları görmezden gelerek salt eşitlik arayışı içinde değerlendirmenin aile kurumunun geleceğine dair kaygı uyandırmaktadır.’ tespitinde bulunmuştuk.

“Her Alanda Uygulanmaya Çalışılan Bu Sözleşme Durdurulmalıdır”

“İstanbul sözleşmesini münferit birkaç sonuç üzerinden tartışmak bizi doğruya ulaştırmaz. Zira bu sözleşmeyle, tümüyle yeniden restore edilecek bir hukuk yapısından ve her sene İstanbul Sözleşmesi Uzmanlar Komitesi tarafından sigaya çekilecek bir idari mekanizmadan bahsediyoruz. Bugün göçten, örgütlenmeye, eğitimden, istihdama, er erbaşlara verilen “Mehmetçik İçin Yurttaşlık Eğitimi”nden, KASAUM’lara, kamu görevlilerine verilen hizmet içi eğitime değin hemen her alanda anaakımlaştırılan bu sözleşme derhal durdurulmalıdır. İstanbul sözleşmesi kadına yönelik şiddetin önlenmesinde alternatifsiz ve vazgeçilemez bir anlaşma değildir. Küresel bir sorun olan şiddete karşı geleneği, örfü, dini olağan şüpheli ilan etmek bizi hiçbir yere vardırmayacaktır.”

“İstanbul Sözleşmesi İle Ulaşılmak İstenen Sonuç Son Derece Yıkıcıdır. Türkiye İstanbul Sözleşmesinden Çekilmelidir”

“Toplumu ifsad eden, aileyi hedef alan İstanbul sözleşmesi ile ulaşılmak istenen sonuç son derece yıkıcıdır. Tıpkı 15 Temmuz’da olduğu gibi milletçe bu büyük ve kapsamlı saldırıyı önlemek için harekete geçilmelidir. Cinsiyetsizleştirmeden eşcinselliğe kadar her türlü sapkınlığı kadına karşı şiddeti önleme parantezine alarak meşrulaştırmak bu topluma yapılacak en büyük kötülüktür. O nedenle Türkiye Büyük Millet Meclisini bu konuda göreve çağırıyoruz. Türkiye İstanbul Sözleşmesinden çekilmelidir. Sözleşmeyi dayanak kılarak çıkarılan ve bahsettiğimiz sakıncalı sonuçları doğuran düzenlemeler de iptal edilmelidir. Kadına karşı şiddeti ve kadınların yaşadığı her türlü sorunu çözmek için istişareye dayalı çalışmalar yapılmalı, sosyal tarafların görüş ve önerileri alınmalıdır.”

Yazının aslı için aşağıdaki bağlantı adresini tıklayın http://www.memursen.org.tr/memur-sen-kadinlar-komisyonundan-istanbul-sozlesmesi-cagrisi