Köpek sorunu ile mücadele hukuku

Öne çıkan

6701 Sayılı Kanunda Engelli Hakları ve Başıboş Köpek Sorunu

2. Madde i) Makul düzenleme: Engellilerin hak ve özgürlüklerini tam ve diğer bireylerle eşit şekilde kullanmasını veya bunlardan yararlanmasını sağlamak üzere belirli bir durumda ihtiyaç duyulan, mali imkânlar nispetinde, ölçülü, gerekli ve uygun değişiklik ve tedbirleri,
Ayrımcılık yasağının kapsamı
MADDE 5- (2) Birinci fıkrada belirtilen hizmetlerin planlanması, sunulması ve denetlenmesinden sorumlu olan kişi ve kurumlar, farklı engelli grupların ihtiyaçlarını dikkate almakla ve makul düzenlemelerin yapılmasını sağlamakla yükümlüdür.
Not1: Belediyeler engellilerin ihtiyaçları doğrultusunda, başta görme engelli ve fiziksel engelli kişilerin ayrımcılık görmemesi için sokakta başıboş köpekleri toplamakla, kaldırım ve yollarda rastgele besleme yapılmasını engellemekle yükümlüdür.
Not2: Belediyelerin başıboş köpeklere mama temin etme yükümlülüğü yoktur.

5996 VETERİNER HİZMETLERİ, BİTKİ SAĞLIĞI, GIDA VE YEM KANUNU

Kanun Numarası : 5996 Resmî Gazete Tarihi: 13.06.2010 Resmî Gazete Sayısı: 27610 https://www.mevzuat.gov.tr/mevzuat?MevzuatNo=5996&MevzuatTur=1&MevzuatTertip=5

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

Hayvan Refahı ve Zootekni Hayvan refahı

MADDE 9- (1) Hayvan sahipleri veya bakımından sorumlu kişiler, hayvan refahının sağlanması amacıyla, hayvanların barınma, bakım, beslenme, sağlık ve diğer ihtiyaçlarını karşılamak, sorumluluklarındaki hayvanların insan, hayvan ve çevre sağlığı üzerinde oluşturabilecekleri olumsuz etkilere karşı gerekli önlemleri almakla yükümlüdür.

(2) Hayvanların kesimi ve hastalık kontrolü amacıyla itlafı, hayvanlarda heyecan, acı ve ıstırap oluşturmadan, uygun araçlar kullanılarak yerine getirilir.

(3) Hayvanlara ötenazi yapmak yasaktır. Ancak,

a) Hayvanlara acı ve ıstırap çektiren veya iyileşme durumu bulunmayan hastalık durumlarında,

b) Akut bulaşıcı bir hayvan hastalığının önlenmesi ya da eradikasyonu amacıyla veya insan sağlığı için risk oluşturan durumlarda,

c) Davranışları insan ve hayvanların hayatı ve sağlığı için tehlike teşkil eden ve olumsuz davranışları kontrol edilemeyen durumlarda,

veteriner hekim tarafından ötenazi yapılmasına karar verilebilir. Ötenazi işlemi veteriner hekim tarafından veya veteriner hekim gözetiminde yapılır.

(4) Hayvanların barınma, nakil, kesim öncesi ve kesimi sırasındaki hayvan refahı esasları Bakanlıkça belirlenir. Hayvan kesimlerinin Bakanlıktan onaylı kesim yerlerinde yapılması zorunludur.

(5) Bu maddenin uygulanması ile ilgili usul ve esaslar Bakanlıkça çıkarılacak yönetmelik ile belirlenir.

5199 sayılı kanunun 5996 sayılı kanun ruhu ile özdeş olacak şekilde hayvan refahı, insan ve çevre sağlığı hijyeni esas alınarak yeniden düzenlenmesi gerekmektedir. Aslında 5199 un 4g maddesi bu ilkeyi ortaya koymaktadır. Ancak bu ilke gözetilmeksizin belediyeler iline geldiği için 6. Maddeye istinaden başıboş köpekleri sokakta tutmaya beslemeye ve bu durumu normal göstermeye devam ediyor. İşin aslı sahipli hayvanlar ve köpekler için 5996 da bu kadar kısıtlama varken sokakların başıboş köpekler tarafından işgal edilmesine seyirci kalınması büyük bir çelişkidir.

Yargıtay kararı

Belediyenin hizmet kusuru

Avukat Algur, ”Bunlar idarenin kusura dayanan sorumluluk halleri ile idarenin kusursuz sorumluluğudur. Kusursuz sorumluluk halinde, idarenin kusurlu olup olmadığına bakılmaksızın zarardan doğan mağduriyetin karşılanması sağlanırken, kusura dayanan sorumluluk hallerinde idarenin sağladığı hizmetin hiç işlememesi, geç işlemesi ya da kötü işlemesi hallerine dayanılmaktadır. Danıştay’da sahipsiz bir köpeğin vatandaşa vermiş olduğu zararı belediyenin köpek üzerindeki denetim yükümlülüğünü gereği gibi yerine getirmemiş olduğu gerekçesiyle idarenin hizmet kusuru saymış ve ilgili belediyenin kamu hizmetinin işleyişindeki yetersizlik, aksaklık ve düzensizliğinin hizmet kusuru oluşturduğu gerekçesiyle tazminat sorumluluğu bulunduğuna karar vermiştir. Bu nedenle sahipsiz bir köpeğin saldırısına uğrayan mağdur kişi idari hizmetin hiç işlememesi, geç işlemesi ya da kötü işlemesi şeklindeki hizmet kusuru hallerine dayanarak idari hizmette yetersizlik, eksiklik ve düzensizlik bulunduğu gerekçesiyle, idarenin hizmet kusurunun bulunduğunu iddia ve ispat ederek idareye karşı maddi ve manevi tazminat davası açabilecektir” dedi.
https://m.star.com.tr/guncel/sokak-kopegi-saldirisinda-yaralanalar-kime-dava-acabilir-haber-1490880/

DANIŞTAY SAHİPSİZ KÖPEK SALDIRISINDA İDARENİN SORUMLULUĞUNA HÜKMETTİ

Danıştay 8. Dairesinin, sahipsiz köpekler tarafından saldırıya uğrayan davacının ısırılıp yaralandığı ve kuduz tedavisi gördüğü olayda idarenin hizmet kusurunun bulunduğu iddiasıyla ikame edilen manevi tazminat talep edilen 2020/7528 Esas dava dosyasında vermiş olduğu 2021/1532 sayılı ve 12.3.2021 tarihli kararı 01.07.2021 tarihli Resmî Gazete’de yayımlandı.

Danıştay 8. Dairesi, mevzuat hükümlerini değerlendirerek sahipsiz hayvanların, başta köpekler olmak üzere, korunması, bakım ve gözetimi, saldırgan olanların eğitilmesi ve sahiplendirilmesi, hayvan bakımevlerinin kurulması vb. birtakım görev ve sorumlulukların valiliklere, büyükşehir ve ilçe belediyelerine ait olduğu tespitini yapmış ve akabinde kamu idarelerinin yapmakla yükümlü bulundukları hizmetleri gereği gibi ifa etmekle beraber bu hizmetin işleyişini sürekli olarak kontrol etmek ve hizmetin yürütülmesi sırasında gerekli önlemleri almakla da yükümlü olduğu, idarece bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi suretiyle hizmetin kötü veya geç işlemesi ya da gereği gibi işlememesi sonucunda bir zarara sebebiyet verilmiş olmasının, idareye hizmet kusuru nedeniyle meydana gelen maddi veya manevi zararları tazmin sorumluluğu yükleyeceği kanaatine varmıştır.

 Kaynak: https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2021/07/20210701-14.pdf

Sahipsiz köpeklerin saldırması sonucunda yaralanan kişiye karşı belediyenin maddi ve manevi tazminat sorumluluğu vardır.

Danıştay 8. Daire
2010/3241 E. 2010/3782 K.

Danıştay: Köpek saldırısında valilik ve belediyeler sorumlu

Danıştay 8. Dairesi, sokak köpekleri tarafından bir vatandaşın ısırılmasında, ilçe belediyesinin yanı sıra büyükşehir belediyesi ile valiliğin de sorumlu olduğuna hükmetti.

Konya’nın Karatay ilçesinde yaşayan bir kişi, sahipsiz köpekler tarafından saldırıya uğradı. Köpeklerin ısırdığı kişi, kuduz tedavisi gördü.

Yaşanan olay nedeniyle idarenin hizmet kusuru bulunduğunu ileri süren kişi, Karatay Belediye Başkanlığı aleyhine Konya 1. İdare Mahkemesi’nde 3 bin lira manevi tazminat istemiyle dava açtı.

Yargılama sonucunda mahkeme, olayda ilçe belediyesinin hizmet kusuru bulunduğuna, başı boş köpeklerin saldırması sonucu yaralanan ve tedavi gören davacının yaşadığı acı, elem ile üzüntüsünün hafifletilebilmesi amacıyla 3 bin lira manevi tazminat ödenmesine hükmetti.

Yerel mahkemenin kararında, insan ve çevre sağlığı açısından tehdit mahiyetinde bulunan sokak hayvanlarını toplayıp rehabilite etme konusunda davalı idarenin görevini gereği gibi yapmadığı ve kusur sorumluluğu bulunduğu belirtildi.

Danıştay Başsavcılığı ise kararı kanun yararına temyiz talebiyle Danıştay 8. Dairesi’ne taşıdı.

Başsavcılığın temyiz isteminde, köpek saldırısını ve tedaviyi doktor raporuyla ortaya koyan davacıya manevi tazminat ödenmesinde hukuka aykırılık bulunmadığı ancak Konya Valiliği ve Konya Büyükşehir Belediye Başkanlığının da hasım konuma eklenmeden sadece Karatay Belediye Başkanlığı husumetiyle karar verilmesinde hukuka uyarlık görülmediği ifade edildi.

Hukuki sonuçları kalkmamak koşuluyla kanun yararına bozuldu

Dosyayı görüşen Danıştay 8. Dairesi, Başsavcılığın kanun yararına temyiz istemini kabul ederek, hukuki sonuçları ortadan kalkmamak üzere kararı bozdu.

Dairenin kararında, Karatay Belediye Başkanlığı’nın yanı sıra olayın özelliğine göre müteselsilen sorumluluğu bulunan valilik ile büyükşehir belediye başkanlığının da hasım konumuna eklenmesi gerekirken, sadece Karatay Belediye Başkanlığı husumetiyle karar verilmesinin yürürlükteki mevzuata aykırı olduğu belirtildi.

Büyükşehir Belediyesi Kanunu, Belediye Kanunu ve Hayvanları Koruma Kanunu’nun ilgili maddelerine atıfta bulunulan kararda, mevzuat hükümleri gereğince, başta köpekler olmak üzere sahipsiz hayvanların korunması, bakım ve gözetimi, saldırgan olanların eğitilmesi ve sahiplendirilmesi, hayvan bakım evlerinin kurulması gibi birtakım görev ve sorumlulukların valiliklere, büyükşehir ve ilçe belediyelerine ait olduğuna işaret edildi.

Kararda, hizmetlerin gereği gibi ifa edilmesinin yanı sıra hizmetin işleyişinin kontrol edilmesi ve gerekli önlemlerin alınmasının da kamu idarelerinin yükümlülükleri arasında yer aldığı aktarıldı.

İdarece, söz konusu yükümlülüklerin yerine getirilmemesi suretiyle hizmetin kötü veya geç işlemesi ya da gereği gibi işlememesi sonucunda bir zarara sebebiyet verilmiş olmasının, idareye hizmet kusuru nedeniyle meydana gelen maddi veya manevi zararları tazmin sorumluluğu yükleyeceği belirtilen kararda, bunun idare hukukunun yerleşmiş ilkeleri arasında yer aldığı vurgulandı.

Danıştay 8. Dairesi’nin kararında, “Olayda, ilgili mevzuat gereği sahipsiz hayvanların kontrolünü takip etmek, sahipsiz hayvanlarla ilgili sorunların tespiti ve bu sorunların çözümlerini karara bağlama konusunda görevli ve yetkili bulunan Konya Valiliğinin ve sahipsiz hayvanlara barınak yapmak, yaptırmak ve işletmek, işlettirmek görev ve sorumluluğu bulunan Konya Büyükşehir Belediye Başkanlığının da hasım mevkiine alınması gerekmektedir.” denildi.

https://www.trthaber.com/m/?news=danistay-kopek-saldirisinda-valilik-ve-belediyeler-sorumlu&news_id=592471&category_id=1

Sayıştay’dan sokak köpekleri raporu

Sayıştay’dan sokak köpekleri raporu
10.12.2021 – 00:29 Murat YILMAZ
Sayıştay denetçileri, “Sahipsiz sokak hayvanları sorunu belediyelerin en önemli sosyal sorunlarından biri haline gelmiştir” dedi ve Çankaya Belediyesi’ni örnek gösterdi. Köpek saldırıları ve ısırmaları nedeniyle belediye aleyhine sonuçlanan davalara dikkat çeken Sayıştay, Çankaya Belediyesi’nin 2015’ten bugüne 92 bin 968 TL tazminat ödediğini belirtti.

https://www.hurriyet.com.tr/yerel-haberler/ankara/sayistaydan-sokak-kopekleri-raporu-41957501

https://www.sabah.com.tr/ankara/2021/12/13/sokak-hayvanlari-icin-tazminat

Çankaya Belediyesi; sahipsiz sokak hayvanlarının saldırısı sonucunda vatandaşlara 92 bin TL tazminat ödedi. Sayıştay’ın 2020 denetim raporunda; sokak hayvanlarının verdiği zararlar nedeniyle açılan davaların Çankaya Belediyesi’ne mali yük getirdiğine dikkat çekildi. Raporda; “Yapılan denetimde sahipsiz sokak köpeği saldırısı ve ısırma vakalarından dolayı belediyeye davalar açıldığı; 2015’ten bugüne kadar belediyenin 92 bin 968 TL tazminat ödediği görülmüştür” denildi.

Rapor şöyle:* Çankaya Belediyesi sınırları içinde oluşan köpek saldırıları ve ısırmaları nedeniyle davalar açıldığı ve belediye aleyhine sonuçlanan bu davaların mali yük oluşturduğu görülmüştür. 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu ve Hayvanların Korunmasına Dair Uygulama Yönetmeliği’nin 7. Maddesinde de kanundaki gibi sahipsiz veya güçten düşmüş hayvanların toplatılması, kısırlaştırılması, aşılanması, gerekli tıbbî bakımlarının yapılması, işaretlenmesi ve alındığı ortama geri bırakılması, sahiplendirilenlerin kayıt altına alınmasıyla ilgili hususlarda belediyeleri gerekli tedbirleri almakla yükümlü kılmıştır.
* Bu düzenlemeler çerçevesinde belediyelerin Veteriner İşleri Müdürlüğü Sokak hayvanları için ‘Kısırlaştır, Aşıla ve Yerinde Yaşat’ çalışması yapmak zorunda kalmakta; belediye sınırları içinde yaşayan ilçe sakinlerinin maruz kaldığı hayvan saldırıları ve ısırmalarda etkin mücadele sağlayamamaktadır. Sokak hayvanlarının kısırlaştırılması, aşılanması ve rehabilite edilmelerinden sonra ‘alındıkları ortama’ yani sokağa salıverilmeleri bir kanun hükmü olduğu için belediyelerin bu hayvanları alıkoyma yetkileri bulunmamaktadır.
* Sahipsiz sokak hayvanları sorunu belediyelerin en önemli sosyal sorunlarından biri haline gelmiştir. Bu sorunla baş etmede artan köpek popülasyonunun dengelenmesi, mevcut kanundaki eksikliklerin (alındığı ortama bırakılması yerine kamu kurumları ve sivil toplum kuruluşlarıyla işbirliği içinde uygun ortama bırakılması gibi) giderilmesi, hayvan severlere de yerel yönetimler gibi sorumluluk yüklenilmesi, hayvan edinilmesi ve salıverilmesinin disiplin altına alıcı önlemler alınması zorunluluğu doğduğu müşahede edilmiştir.
* Çankaya Belediyesi Veteriner Müdürlüğü bünyesinde bu sorunları gidermeye yönelik çalışmalar yürütülmekle beraber il düzeyinde bütüncül bir mücadele olmadığı için yetersiz kaldığı görülmüştür. Yapılan denetimde sahipsiz sokak köpeği saldırısı ve ısırma vakalarından dolayı belediyeye davalar açıldığı; 2015 den bu güne kadar belediyenin 92.968,60 TL tazminat ödediği görülmüştür.
* Sahipsiz sokak hayvanlarının korunması kadar aynı çevrede yaşayan halkın da başıboş sürü halinde gezen hayvanların saldırısından korunmaya; can güvenliği ve huzur içinde yaşamaya hakkı bulunmaktadır. Bu mücadelede gerek Bakanlık gerekse büyükşehir ve ilçe belediyeler arasında karşılıklı iletişim, işbirliği ve koordinasyona dayalı daha etkin bir yöntem geliştirilmesi için gerekli çalışmalar yapılarak, uygulamaya konulması gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK BORÇLAR KANUNU MADDE 67
Bir hayvanın bakımını ve yönetimini sürekli veya geçici olarak üstlenen kişi, hayvanın verdiği zararı gidermekle yükümlüdür.
https://t.co/dSCoH59hju

Çevre Kanunu 20. Madde Çevreye Karşı Suçlar

İl Çevre ve Orman Müdürlüğü’nden verilmiş bir YHKG kimliği olmadan hayvan beslemesi yapmak suçtur. İki yıla kadar hapis cezası vardır.
Çevre Kanunu 20. Md. S fıkrasında umuma açık yerlerde HER NE ŞEKİLDE OLURSA OLSUN çevreyi kirletenelere 1362 TL ceza verileceği yazılmıştır.

https://t.co/eNCNxi4l3o

Türk Ceza Kanunu Madde 177

Hayvanın Tehlike Yaratabilecek Şekilde Serbest Bırakılması Suçu
TCK Madde 177
(1) Gözetimi altında bulunan hayvanı başkalarının hayatı veya sağlığı bakımından tehlikeli olabilecek şekilde serbest bırakan veya bunların kontrol altına alınmasında ihmal gösteren kişi, altı aya kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır.

Gözetimi altındaki köpeği serbest bırakan birine bu ceza veriliyorsa insanlara zarar vereceğini bile isteye kasti olarak sokakta onlarca hatta yüzlerce başıboş köpeği çiğ et ve “mama” adıyla hayvan yemi ile besleyen insanların durumu ne olur artık orasını düşünmek lazım. Bu kişilerin verdiği zararları, özellikle feci biçimde ölümlü olayları düşününce TCK 81e göre müebbet hapis cezası gerekir.

5199 baştan sona insan haklarına aykırı bir düşüncenin ürünü olduğu söylenebilir. Kanunun temel yaklaşımı çarpıktır çünkü “hayvan” olarak tamımlanan köpekleri insandan üstün tutmaktadır.

Kasten Öldürme Suçu Nedir? (TCK 81)
Kasten insan öldürme suçu, bir başkasının hayatına kasten son verilmesidir. Kasten öldürme suçunun temel şekli TCK md. 81’de, nitelikli şekli de TCK md.82’de düzenlenmiş olup suç ile korunan hukuki değer kişilerin yaşam hakkıdır.

İnsan yaşamına trafik kazası, iş kazası, doktor hatası vb. gibi nedenlerle taksirle son verilmesi halinde taksirle öldürme suçu meydana gelir. Kasten öldürme suçunun meydana gelebilmesi için failin bilerek ve isteyerek bir insanın yaşamına son vermesi gerekir.

5237 sayılı TCK’nın 81. maddesine göre, kasten adam öldürmenin basit şeklinin cezası müebbet hapis cezasıdır.

Anayasamız Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir. Demektedir

Vatandaş olarak başıboş köpek severlere bu uyarıyı yaparak onlarla mücadele edin!

https://t.co/PhiJNv5tRt

“Hayvan Hakları Evrensel Beyannamesi” yalanı

İtperestlerin sakız gibi çiğnediği, @TBMMresmi nin 5199 sayılı kanunun gerekçesine yazdığı ve dayanak gösterdiği “Hayvan Hakları Evrensel Beyannamesi” hukuken geçerli bir belge değildir. Bu da @TC_Disisleri nin resmi #cimer cevabı. https://t.co/2gLB6vlblN

5996 Sayılı kanunun ÜÇÜNCÜ BÖLÜM Hayvan Refahı ve Zootekni Hayvan refahı MADDE 9- (1) Hayvan sahipleri veya bakımından sorumlu kişiler, hayvan refahının sağlanması amacıyla, hayvanların barınma, bakım, beslenme, sağlık ve diğer ihtiyaçlarını karşılamak, sorumluluklarındaki hayvanların insan, hayvan ve çevre sağlığı üzerinde oluşturabilecekleri olumsuz etkilere karşı gerekli önlemleri almakla yükümlüdür. (2) Hayvanların kesimi ve hastalık kontrolü amacıyla itlafı, hayvanlarda heyecan, acı ve ıstırap oluşturmadan, uygun araçlar kullanılarak yerine getirilir. (3) Hayvanlara ötenazi yapmak yasaktır. Ancak, a) Hayvanlara acı ve ıstırap çektiren veya iyileşme durumu bulunmayan hastalık durumlarında, b) Akut bulaşıcı bir hayvan hastalığının önlenmesi ya da eradikasyonu amacıyla veya insan sağlığı için risk oluşturan durumlarda, c) Davranışları insan ve hayvanların hayatı ve sağlığı için tehlike teşkil eden ve olumsuz davranışları kontrol edilemeyen durumlarda, veteriner hekim tarafından ötenazi yapılmasına karar verilebilir. Ötenazi işlemi veteriner hekim tarafından veya veteriner hekim gözetiminde yapılır.

Ev Hayvanlarının Korunmasına Dair Avrupa Sözleşmesi Madde1) Tanımlar 5. Başıboş hayvan, evi olmayan veya sahibinin veya bakıcısının evinin sınırları dışında
bulunan ve herhangi bir sahibin ya da bakıcının kontrolü veya doğrudan denetimi altında bulunmayan ev hayvanını ifade eder.

Hazırlayan: Mehmet Altuntaş

Rabia’nın annesini, Pınar’ın babasını ikna edin de görelim!

13 Mar 2022, Pazar Ersin ÇELİK Yeni Şafak

Köpek saldırıları… Geride bıraktığımız aralık ayında iki yazı yazmıştım, bu üçüncüsü. Umarım son olur. Çünkü saldırılar seri vahşete dönüştü artık. Sokaklar hiç tekin değil. İnsanların canı yanıyor. Anneler, babalar evlat acısı yaşıyor. Ömür boyu tekerlekli sandalyeye mahkûm olanlar var. Ya 4 yaşındaki Asiye’ye olduğu gibi ısırılarak parçalanma vakaları yaşanıyor ya da insanlar köpek saldırılarından kaçarken araçların, kamyonların altında kalıyorlar.

Isparta’da 20 yaşındaki üniversite öğrencisi Rabia Kallı’ya arkadaşıyla yürürken sokak köpeği saldırdı. Köpekten kaçmaya çalışan Rabia’ya otomobil çarptı. Ağır yaralanan ve altı gün boyunca yaşam savaşı veren genç kız 11 Mart günü hayatını kaybetti. Antalya’nın Serik ilçesinde ise köpekten kaçarken yola çıkan 10 yaşındaki Mahra Pelin Pınar’a kamyon çarptı. Ağır yaralanan Pınar’ın sağ bacağı hastanede kesildi. Pınar günlerdir yoğun bakımda ve makine yardımı olmadan nefes alamıyor.

Bir ana kuzusu hayatının baharında soldu, bir diğer ana kuzusu yaşam savaşı veriyor. Çok acı örnekler var. Cumhurbaşkanı Erdoğan üç ya önce hayvanseverlere ve belediyelere çağrı yapıp ‘tedbir alın’ demişti. Tehlikeli ırklarla ilgili yasal düzenleme de yürürlüğe girdi. Ancak sokaklar vahşi köpeklerle dolu. 2022 yılının şubat ve mart ayının ilk on gününde medyaya yansıyan köpek saldırılarını taradım. Onlarca saldırı var.Birkaç vakayı sizlere aktarmak istiyorum. Yaşananlar korkunç.

13 Şubat: Bingöl’de imamlık yapan Mehmet Çakar, sabah namazının ardından evine dönerken sokak köpeklerinin saldırısına uğradı. Bacağından yaralanan Çakar, kendi imkanlarıyla köpeklerden kurtularak Bingöl Devlet Hastanesi’ne gitti. Sokak köpeklerinin aynı saatlerde aynı mahallede bir hastane personeli ile bir kadına daha saldırdığı öğrenildi.

16 Şubat: İstanbul Beyoğlu’nda ağızlıksız gezdirilen Pitbull cinsi köpek sokakta yürüyen Muzaffer Akçayır’a saldırdı. Ayağından, ellerinden ve sırtından ısırılan Akçayır’ı kurtarmak için gelen iki kişi daha köpek tarafından ısırıldı.

16 Şubat: Mardin’in Derik ilçesinde okuldan dönen 4 öğrenci ile yoldan geçen 3 kişiye sokak köpekleri saldırdı. Köpeklere mahalle halkı müdahale etti. Çeşitli yerlerinden ısırılan yedi kişi de hastaneye kaldırıldı.

18 Şubat: Ankara’nın Yenimahalle ilçesinde sabah okula gittiği sırada başıboş köpek sürüsünün saldırısına uğrayan 11 yaşındaki Ali Yağmur’u o esnada arabasıyla yoldan geçen bir kişi kurtardı.

19 Şubat: Tokat’ın Sulusaray ilçesinde ekmek almak için fırına giden 12 yaşındaki Berat Sunar sokak köpeğinin saldırısına uğradı. Yüzü kanlar içinde kalan çocuk kuzeninin köpeğe müdahalesi ile kurtuldu.

Oturup liste yapsam sayfa yetmez. Haber merkezimize hemen her gün en az bir köpek saldırısı haberi düşüyor. Vahşet anlarının görüntüleri yayınlanıyor. Türkiye’de son 6 ayda 100’e yakın köpek saldırısı yaşanmış. İnsanlar canlarından olmuşlar. Hayatlarının geri kalanlarını engelli bir şekilde devam edecek olanlar var.

Tablo ortada ve nedense kimseler oralı olmuyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan en yüksek perdeden söyledi. Belediyelere talimat verdi lakin görülüyor ki uygulamada sorunlar var. Nedeni ise baskı ortamı. Hayvansever dernekleri sokak köpeklerine yönelik tedbirler alan yetkilileri hedef gösteriyor. Bana da yazılarımdan sonra onlarca mesaj gönderdiler. ‘Cani’ ilan ettiler. Görseniz ne beddualar yazıyorlar. İnsan hayatının her şeyin üzerinde olduğunu anlatmaya çalışanı hayvan düşmanı ilan ediyorlar. İstanbul’da sokak köpeklerini barınağa götürmek için toplayan bir ilçenin belediye başkan yardımcısını hazırladıkları ‘katil’ yazılı afişlerle tehdit ettiler. Akıl almaz bir baskı var. Belediyeler sosyal medyaya düşmekten çekiniyorlar. Bu lobinin taarruzlarıyla uğraşmak istemiyorlar. Diğer taraftan “bu kadar saldırı var neden kamuoyu oluşmuyor” deniliyor. Oluşmaz tabi. Aksine kamuoyu, baskı altına alınmış vaziyette. Öyle bir sindirme ki bu, yetkisi olanlar bile “sokak köpeklerini toplarsak hayvan hakları savunucularının hedefi oluruz” korkusundan adım atamıyorlar.

Genç kızlar köpek saldırı yüzünden ölüyorlar. Çocuklar ağır yaralanıyorlar. Travmayı, şoku, dehşeti, vahşeti herkes izliyor. Ajanslara düşen haberler ve sosyal medyada birkaç tepki paylaşımı dışında gündeme gelmiyor köpek saldırıları. Televizyon programlarına çıkan hayvan hakları savunucuları, insanların köpek saldırılarından kaynaklı ölümlerini konuşmak bile istemiyorlar. O konulara hiç girmiyorlar ve aksine ‘sokak köpekleriyle neden yaşamamız gerektiğini’ güzel güzel anlatıp, vicdan satıyorlar.

Geçtiğimiz günlerde İsmail Kılıçarslan da yazmıştı. Sokak köpekleri meselesine sadece hayvansever hassasiyetiyle bakmamalıyız. Bu köpekler bir yandan da sektöre dönüştürüldü. Çıkarılan yaygaranın altında ekonomik rant var. ‘Mama lobisi’ denilen mekanizma sokaklara, vicdanlara ve hatta belediyelere çökmüş vaziyette. Bu mesele kontrolden çıkmaya başladı. Sosyal medyada linç edilmeyi göze alarak yazıyorum; Türkiye kamuoyu ve yerel yöneticileri sokakları yaşanmaz hale getiren sokak köpeği lobilerine teslim olmuş durumda. O önlenemez, bastırılamaz, insandan yüce tuttukları köpek sevgilerini; Rabia’nın yüreği kor ateş gibi yanan annesine, Pınar’ın bir nefes sıhhat bekleyen babasına anlatsınlar, acılarını dindirsinler de görelim. Maalesef umurlarında bile değil. Bu ülkede bir genç kız sokak köpeklerinden kaçarken hayatını kaybetti. Birileri çıkıp ‘artık yeter, bu vahşetler son bulsun’ demeli.

Kaynak: https://www.yenisafak.com/yazarlar/ersin-celik/rabianin-annesini-pinarin-babasini-ikna-edin-de-gorelim-2062266

ÇİNGENELERİN ANAYASADAN BEKLENTİLERİ

Anayasa temel hukuk kurallarını ve kişilerin hak ve özgürlüklerini belirleyen toplumsal bir sözleşmedir. Umarım, yeni anayasa siyasi değil toplumsal bir anayasa olur.
Çeşitli sivil toplum örgütlerinin bu konudaki taleplerinin değerlendirilmesi gerektiğini düşündüğüm için, araştırmacı yazar ve onursal başkan olarak, Çingene toplumunun sıkıntılarını ve taleplerini açıklamak istiyorum.
SIKINTILARIMIZ
MEB’nin ve TDK’nın Türkçe sözcüklerinde bile, Çingeneler cimri,elisıkı,hasis,arsız,yüzsüz,çığırtkan olarak tanımlanmış; onur kırıcı deyimler ve anlamları yazılmış!..
MEB’ye ait Türk-İslam Ansiklopedilerinde bile inançsız,nikâhsız,hırsız, ahlaksız kişiler olarak tanıtılmış!..
Bir yasa maddesinde, yabancı Çingeneler casuslarla ve anarşistlerle eş değerde gösterilmiş, göçmen olarak kabulleri yasaklanmış!..
Bir başka yasa maddesinde yabancı Çingenelerin, gerektiğinde yurtdışı edilecekleri bildirilmiş!..
Bir talimatnamede, esaslı bir işi olmayan Çingeneler hırsız zanlısı olarak tanıtılmış!..
Nüfus ve Emniyet Müdürlükleri’ne ‘gizlidir’ kaydıyla gönderilen uygulama emrinde, Çingene olan ve Çingenelikle ilişkisi bulunan yabancıların Türk vatandaşlığına geçmeleri yasaklanmış!..
Bir profesörün yazdığı ve Kültür Bakanlığı’nın yayımlayıp sattığı bir kitapta Çingeneler; inançsız, hırsız,dolandırıcı, gaspçı, vurguncu olarak tanıtılmış;”karıları kocalarını aldatır” şeklinde yazılmış!!! Ayrıca 15 il ve 5 ilçe merkezindeki Çingene mahallelerinin isimleri de yazılmış! Yargı bu suçlama yazılarını ‘onur kırıcı’ nitelikte bulmadı!..
05 Ocak 2011’ de, Manisa’nın Selendi ilçe merkezindeki Çingene mahallesine taşlı sopalı gece baskını yapıldı evleri, iş yerleri, arabaları, yakıldı, Gördes’e Salihli’ye sürgün edildiler!..
Ülkemizde halk arasındaki söylemlerle Çingene toplumuna, insanlığa ve İslam’a uygun olmayan ağır suçlamalar yapılmaktadır!..
Durum böyle olunca eğitim, sağlık, emniyet ve benzeri hizmetlerde önyargılı olan bazı görevlilerin Çingenelere engel çıkardıkları gerçeği de kabul edilmelidir…
İşte bu yüzden Bakanlık, Başbakanlık yapan, bilim adamı ve bürokrat olan, sanatın zirvesine ulaşan Çingeneler bile özkimliklerini gizlediler, gizliyorlar!..
Oysa özkimliklerine saygılı olmaları, Çingene isminin hakaret içermediğini bilmeleri ve özkimliklerine sahip olmaları gerekirdi. Çünkü suç ve cezalar bireyseldir. Kimse anasını babasını kendisi seçmiyor. Çingeneler tarihin hiçbir döneminde devlete sıkıntı yaratmadı. Fuhuş, uyuşturucu vb. şebekelere katılmadı. Soyguncularla, mafyacılarla birlikte olmadı. Onlar da ülkemiz için savaştılar, onlarda vatanımız için şehit oldular.
Bu yazılanlar ve bu yapılanlar insan hakları ihlali değil mi? Ayrımcılık, bölücülük yapmak, insanlık suçu işlemek değil mi? Toplumlar arasında huzursuzluk yaratmaz mı? Toplumsal barışı bozmaz mı?
30 kadar ünlü Çingene’nin isimlerini kitabımda yazınca; ünlü bir hanım sanatçı telefon ederek, teşekkürlerini bildirdi. Fakat iki ünlü kişi, Çingene isminin hakaret içerdiğini sanarak, dava açmak istediler ama açamadılar…

2000’li yıllarda dernekleşme çalışmaları başlayınca bazı Çingene kardeşlerimiz, maksatlı kişilerin telkiniyle Roman sözcüğüne sığınmaya başladılar! Bu suretle, Çingenelere yapılan haksız suçlamalardan kurtulacaklarını sandılar! Roman sözcüğünün etnik köken ismi olmadığını, Çingenelere yapılan suçlamaların, yarın Roman ismine de yapılacağını düşünemediler!..
Ne yazık ki , kendi çıkarlarını düşünen bazı siyasiler ve basın bile aynı hatayı sürdürüyor!.. Bu yüzden, Çingeneler arasında yaşanan sıkıntıların ileride beklenmeyen olumsuzluklara ve yeni sorunlara sebep olacaklarını düşünmüyorlar!..

Sorumluluk duygusu taşıyan, TC vatandaşı ve katıksız bir Çingene olarak , bu duruma seyirci kalamazdım.İlgili devlet kurumlarında 10 yıl süren dirençli ve özverili uğraşlarımla;
Söz konusu dışlayıcı, onur kırıcı ve suçlayıcı yazılar kitaplardan ve yasa maddelerinden çıkartıldı.
İçişleri Bakanlığı’nın gizli genelge emri uygulamadan kaldırıldı.
3- Hurafelere dayalı suçlamaların önlenmesi için, Diyanet’te fetva genelgesi çıkartıldı. Gerekli eğitimin yapılması için müftülüklere gönderildi.
4- 16 yıldır konuyla ilgili eğitim çalışmalarımı sürdürüyorum. Çeşitli üniversitelerde, sivil toplum örgütlerinde ve barolarda konferans veriyorum. Televizyon programlarında, panellerde konuşuyorum. Kitap yazıyorum. Gazete ve internet sitelerine yazı gönderiyorum.

BEKLENTİLERİMİZ
I. Her türlü vatandaşlık görevini yerine getiren Çingene toplumuna, her türlü vatandaşlık haklarını kullanmaları da kolaylaştırılmalıdır. Bazı devlet kurumlarında yaratılan önyargılı engeller bir genelgeyle çözümlenmelidir.
II. Sözlüklerde, ansiklopedilerde, araştırma kitaplarında, dergi, gazete, internet sitelerinde ve televizyon dizilerinde Çingenelerin yanlış tanıtılması, aşağılayıcı dışlayıcı, suçlayıcı yazıların yazılması, ‘yakıştırmalı’ söz ve kıyafetlerin kullanılması önlenmelidir.
III. Yaratılması muhtemel sıkıntıların ve yeni sorunların yaşanmaması için, roman sözcüğünün Çingene isimi yerine kullanılmaması; Çingenelerin kendi özkimliklerine sahip olmaları, anayasada güvence altına alınmalıdır.
IV. Kişilerin hak ve özgürlükleri genişletilmeli, korunmalı, toplumsal barış güçlendirilmelidir.

0537 345 55 10 Mustafa AKSU
0312 251 78 45 Araştırmacı-Yazar
(Çingene Kültür Dernekleri Onursal Başkanı)

1980 Askeri Darbesini Selamlama Herhalde En İyi Böyle Olur…

1980 Askeri Darbesini Selamlama Herhalde En İyi Böyle Olur…

Kamuoyuna darbe karşıtı imiş gibi görünen Fetullah Gülen’in 12 Eylül askeri darbesini desteklediğini okuyunca şaşıracağınız bir makale, bizzat kendi kaleminden…

Son Karakol
Fethullah Gülen   
01.10.1980

“ve işte şimdi, binbir ümit ve sevinç içinde, asırlık bekleyişin tulûu saydığımız, bu son dirilişi, son karakolun varlık ve bekâsına alâmet sayıyor; ümidimizin tükendiği yerde, hızır gibi imdadımıza yetişen mehmetçiğe, istihâlelerin son kertesine varabilmesi dileğimizi arz ediyoruz” 


Karakol, sükûnetin, huzurun ve emniyetin remzidir. Ondaki düzen, huzur ve orada gözlerin uyanık oluşu, umumî emniyet ve muvâzenenin en büyük teminâtıdır. Ondaki kargaşa ve bunalımlar ise, arkasındaki topluluklar için en büyük felâkettir.

Anadolu, yıllar yılı kendine bağlı dünyalara karakolluk vazifesini gördü. Geçmiş asırlarda dünya emniyet ve muvâzenesinde, en şerefli vazifenin ona ait olduğunda hiç şüphe yoktur.

Sonra, sırasıyla, onun livâları, sancakları birer birer kopup gitti. Fakat o, bütün rasânetiyle mevcudiyetini muhafaza etti ve yerinde kalabildi. Değişen bayraklar, yırtılan sancaklar yanında, asâlet ve özünü koruma sadece ona müyesser oldu.

Evet, bütün bir geçmişiyle, ellibin defa, temiz bünyesine mikroplar saçıldı. Ve gülendam kâmeti yüzlerce defa ırgalandı; ama o, hiçbir zaman tamamiyle yerinden sökülemedi ve mağlup edilemedi.

Haçlı zihniyetinin hortlatılmasından, cizvit papazlarının zehirleyici ve öldürücü gayretlerine kadar, bu karakolu yıkma ve karakol erkânını uyutma adına ne kadar oyun varsa hepsi denendi; ama, hasımlarımız hesabına beklenen netice kat’iyyen elde edilemedi. Düşman cefâdan usanmıyor; karakol da ‘bu can bu uğurda’ deyip dayanıyordu…

Bu mücadeleler karşısında onun sarsılmadığını iddia edemeyiz. Bu ulu ağaç birkaç defa hazan gördü ve kurtlanan koca gövdesi birkaç defa kabuğunu yeniledi; fakat, hiçbir zaman devrilmedi. Semâsının kararıp, bağrına üst üste hançerlerin saplandığı günlerde dahi, millî ruh kadranında, kendine ait zaman anlayışı ve onu gösteren rakamlar daima duru ve seçkin olarak okunabildi…

Bu efsânevî ruh, asırlarca, bünyesini tahrip etmek isteyen binbir paradoks karşısında, yerinden oynamamış ve hep Malazgirt’teki, Kosova’daki ve Çanakkale’deki aşılmazlığıyla kendini korumuştu. Onun bu heybetli görünümü -az dahi olsa- ruhuna cemre düştüğü ve köküne yabancı bir kurdun, bir ‘dabbetü’l-arz’ın musallat olduğu kadar da devam etmişti. O günden sonra ise, artık o, içten içe yanan ve kömürleşen bir ulu çınar haliyle, kendini yenileyemiyor ve dirilemiyordu. Yaşlanmıştı. Vefasız dostları, amansız hasımları vardı.

‘Dost bî-pervâ, felek bî-rahm, devran bî-sükûn;

Dert çok, hemdert yok, düşman kavi, tali’ zebûn’ (Fuzulî)

Tam bu binbir kâbusun kol gezdiği dönemde idi ki; ortalığı bütün şiddetiyle beşinci kol faaliyetleri kapladı. Erotik düşünceye masumiyet hil’ati giydirildi. Şehvet, en merğub bir meta haline getirildi ve gençlik âdeta bir hezeyan topluluğu oldu. Artık kendi ruh köküne bağlı olanlar ‘dogmatist’ ve ‘formalist’ diye damgalanıyor; millet ve vatanını sevmek ayıp sayılıyordu. Bir ‘Şirzime-i kalil’ her Allah’ın günü, çalakalem, millî ruhu ibtizal edici yazılar yazıyor, milleti kendinden kaçar ve kendine yabancı hâle getiriyordu.

Bu olup bitenler karşısında, temiz Anadolu halkı, ya kendine has sabır ve tahammül içinde beklemede veya hüsn ü niyetin verdiği duru anlayışla, bütün bu acâiblikleri ‘bir suskunluk içinde’ karşılamaktaydı.

Birer ruh sefâleti ve aşağılık duygusu timsali sayılan zavallı ‘entelijansiya’ mızın durumu ise, bütün bütün yürekler acısıydı. Ona göre şahsiyet gamzeden öze ait her nağme ordubozanlık; müstağriblik hesabına söylenen her türkü, Türk’e yücelik kazandıran bir madalyaydı!

Bu türlü kendinden kaçışlar ve haricî asimilasyonlarla iç değişiklikler, endişe verici buudlara ulaşmıştı. Ve artık, millet teknesi, sağa-sola yalpa yapan bir vapur gibi, batması, her an mukadder görünüyordu. Dillerde binbir yabancı türkü, dudaklarda binbir öldürücü şarap.. kimi erotizimle sarhoş; kimi libido ile, kimi eksistansiyalizmden medet umuyor; kimi hezeyan felsefesine dilbeste, durmadan mihrap değiştiriyor ve ma’buddan ma’buda (!) koşuyordu. İşte tam bu esnada, yabancı bir kısım eller, ‘hipnoz’ görmüş bu ruhları metrolara bindirip harıl harıl kendi dünyalarına taşımaya başladılar. Cinnet nöbetleri içinde bütün bir nesil, Hasan Sabbah’ın yalancı cennetlerine benzeyen bu cennetlere davet ediliyordu.!

Dün bir şaşkınlık içinde ‘Mehlika Sultan’a aşık’ toy delikanlılar yerinde, bugün eli kan, üstü kan, bağrı kan ve ne yaptığını çok iyi bilen kanlıdeli bir nesil vardı. Artık dıştaki kargaşa ve hercümerce başka sebep aramaya gerek var mı? Tatmin edilememiş, doyurulamamış ve hatta terk edilmiş bir neslin, çeşitli kamplara ayrılması ve birbirini kıran kırana öldürmesi gayet normal değil mi…? Bugüne kadar onun iç inkırazını sezebildik mi? Onu soysuzlaştıran sebeplere inebildik mi? Halbuki, ona canavarlık öğreten tiranlar karşısında, siyanet meleği gibi onun yanında olmalı değil miydik? Heyhat..! Binbir vahşet senaryosunun sahnelendirilmesi karşısında, sessiz ve infialsiz kaldık…

Evet.. bütün bir millet olarak arenalardaki kavgayı seyreder gibi, bu kanlı boğuşmadan hiç mi hiç bir şey anlamadık.

Sahnenin bu rengârenk aldatıcılığı, ortalığı inleten valsin korkunç uyutuculuğu ve kostümün gözbağlayıcılığı karşısında, oynanan oyunun gerçek yüz ve vahşetini ilk sezen, son karakolun kahraman bekçileri oldu. Bu sezme, ümit dünyamızda yeniden kendimize gelmemizi ve kendi kendimizi idrak etmemizi te’min etti. Aslında buna bir sezme demek de uygun değildir. Bu, düşmanı kıskıvrak yakalama ve bir zaferdir. İçtimâî bünyenin, haricî bir kısım erâciften temizlenme, arındırılma ve aslına ircâ zaferi. Bu zafer, kendinden ümit edilenleri getirdiği takdirde, Türk’ün zaferler hanesinde en muallâ yeri işgal edecektir. Böyle bir ilk tefahhüs ve sezişe, başka bir yazımızda selam durulmuş ve gaziler ocağının yiğit eri mehmetçiğe teşekkürler sunulmuştu.

Ne var ki, yıllardan beri, binbir saldırı ile rahnedar olmuş bir bünye, böyle hemen bir mualece ile iyi edilemeyeceği de muhakkaktı. Daha köklü ve daha gönülden bir hareket gerekliydi ki, millî bünyeyi kemiren yıllanmış seretanlar bertaraf edilebilsin…

Ve işte şimdi, binbir ümit ve sevinç içinde, asırlık bekleyişin tulûu saydığımız, bu son dirilişi, son karakolun varlık ve bekâsına alâmet sayıyor; ümidimizin tükendiği yerde, Hızır gibi imdadımıza yetişen Mehmetçiğe, istihâlelerin son kertesine varabilmesi dileğimizi arz ediyoruz.

Sızıntı, Ekim 1980, Cilt 2, Sayı 21
http://tr.fgulen.com/content/view/10747/3/

http://tr.fgulen.com/content/view/10747/3/adresini referans göstererek yazının Gülen’e ait olduğunu söylüyor.

Yazının sızıntı dergisindeki linki şöyle: http://www.sizinti.com.tr/konular/ayrinti/son-karakol.html

Bu son dirilişi, son karakolun varlık ve bekasına alamet sayıyor; ümidimizin tükendiği yerde, Hızır gibi imdadımıza yetişen Mehmetçiğe bir kere daha selam duruyoruz.

1 temmuz ’97 tarihli Zaman gazetesi var. 28 Şubat sürecinin doğurduğu Yılmaz hükümetine “hayırlı olsun” manşetiyle zarf atıyor.

Yine facebook’ta bir video.. (http://www.facebook.com/video/video.php?v=303448768679) ve bakıyorsunuz ki fetvalar bile zamana göre değişirmiş. Aslında yukarıdaki link, manşet ve video bize Müslümanda olmaması gereken zayıf noktayı işaret ediyor. “Gelen Ağam Giden Paşam” ya da “Kral Öldü, Yaşasın Yeni Kral”

İSLAM VE HAYAT DERSİ NOTLARI

İSLAM VE HAYAT DERSİ NOTLARI Yazan: Doç.Dr. Mehmet Sami YILDIZ

Din Nedir?

Din kelimesi Arapça bir kelime olup[1] Türklerin İslam Dinini kabul etmeleri ile Türkçeye geçmiştir. Adet, durum, ceza, mükâfat, itaat, hesap dâhil olmak üzere otuza yakın sözlük anlamı vardır.[2]

Kur’an’da din sözcüğü 92 yerde geçmektedir. Yol, hüküm, itaat, karşılıklı bağlanma anlamalarında kullanılmıştır.

Kur’an’da hak ve muteber dinin, ilahi vahye dayanan tevhit, haniflik olduğu bildirilmekle birlikte din sözcüğü genel bir anlamda ele alınmıştır. Puta tapanların inanç sistemleri hakkında bile din kelimesi kullanılmıştır. Örneğin Kafirun Suresinin son ayetinde “De ki: sizin dininiz size benim dinim de bana” ifadesi vardır.

Dinin kavram olarak tanımına gelince değişik tanımlar yapılmıştır. Hz. Peygamber: “Dinimi, Rabbim’den gelenler oluşturur”.[3] Buyurmuştur.  Seyyid şerif cürani: “din, akıl sahiplerini, peygamberlerin, bildikleri gerçekleri benimsemeye çağıran ilahi bir kanundur[4] diye tarif etmiştir.

Diyanetin hazırlamış olduğu ilmihalde ise din: Akıl sahiplerini kendi hür iradeleriyle en iyiye, en doğruya, en güzele ulaştıran ilahi bir kanundur’’[5]şeklinde tarif edilmiştir

Batılı din bilginleri ve sosyologlar da dine değişik tanımlar getirmişlerdir. Bunlardan Emile Durkheim:’’Kutsal veya kutsallaştırılmış eşyalarla ilgili inançlardan oluşan bir sistem olarak tanımlar”[6].

A -İnsanlık tarihinde din nasıl başlamıştır?

Bu olaya iki açıdan bakabiliriz

1-batılı bilim adamlarının yaptığı araştırmalara göre

2-İslam’a göre

1-Batılı bilim adamlarına göre dini hayat, ruhlara, putlara çeşitli eşya ve tabiat olayların tapmakla başlamıştır.

2-İslam’a göre beşeriyetin ilk din beşerî dinler değil tevhit dinidir. Yani tek Allah inancına dayanan Hak Dinidir. İlkel dinler insanoğlunun Hak dinden sapmasıyla ortaya çıkmış batıl dindir.[7]

Bilimsel araştırmalar gösteriyor ki din duygusu insanlıkla başlamıştır. Tarihin hiçbir derinde dinden habersiz bir topluma rastlanmamıştır. Nerede bir insan varsa orada doğru veya yanlış bir din olmaya devam etmiştir.

Bu şunu gösteriyor ki birilerin dediği gibi din: insanlığa sonradan aşılanmış ve onların, sosyal ve fikri açıdan uyuşturulup köleleştirilmesini hedef alan bir takım boş inançlar ve aldatmalar topluluğu değildir.

Dinler tarihi: Bilginlerden Benjamin Konstanat: Dini hisler tabiatımızın ezeli bir vasfı, ayrılmaz bir özelliğidir’’. Diyor. Yine Auguste SABATİLER: ’’Dinler felsefesi adlı kitabında: ¨”ben ne için dinliyim, sualini kendine sorar sormaz şu cevabı alıyorum. Ben dindarım çünkü başka türlü olmaya muktedir değilim. Dindar olmak, varlığım ve benim için zaruri bir ihtiyaçtır.[8]

Ahmet Hamdi Akseki bu konuyu şu 3 madde ile özetliyor.

1-Din, Ahlak, Allah fikirleri insanda fıtridir. İnsanla beraber doğmuştur.

2-Beşer, maddi alanda ne kadar ilerlese ilerlesin hiçbir zaman din siz yaşayamayacaktır.

3-Sırf beşerî aklın mahsulü olan ve ilahi vahye dayanmayan bir din sistemi. Adı ne olursa olsun din değildir. O, felsefi veya uydurma bir mezheptir. Beşerî din konusunda ne kadar salim bir akıl ve güzel maksatla araştırma yaparsa, salim bir fikirle düşünürse o oranda İslam’a yaklaşmış olacaktır.[9]

Aynı şekilde Arnold Toynbe’de

Önümüzdeki zaman süreci içinde insanlık mutlu bir gelecek için yeniden büyük dinlerin bıraktığı mirasa dönecektir. Diyor Fransız düşünür Andre Maroux de” Önümüzdeki yüzyıl ya dinler yüzyılı olacak ya da hiçbir şey”[10]

Modern psikoloji, davranış psikolojisinin son psikiyatri denemeleri, inançsız insanın bir boşlukta olduğunu göstermiştir. Kuran’ı Kerim’de ise şöyle buyrulur: Kim Allah’a şirk koşarsa sanki o kendini gökten düşüyor da kuşlar kapıyor veya rüzgâr bir uçuruma sürüklüyor gibi hisseder.[11]

A- İSLAMA GÖRE ALLAH-İNSAN İLİŞKİSİ

Konunun Önemi:

İnsan anlam vererek yaşayan, tavır geliştiren bir varlıktır. Tabiattaki en gelişmiş varlık olan biz insanların her şeyi doğru, anlama ve bu anlayışa göre her şeye karşı doğru tavır geliştirmek durumundayız. Bizim çevremizdeki varlıkları yanlış okumamız ve onlara karşı yanlış bir tavır içinde olmamız her şeyden önce biz insanlara zarar verir. Varlığı doğru okuma zorunluluğu olan biz insanların her şeyden önce içinde bulunduğumuz âlemdeki bütün varlığın sahibi olan Allah’ı doğru tanımamız, O’nunla sağlık bir ilişki kurmamız gerekir. Yaratanıyla sağlıklı bir iletişim içinde olan İnsan, kendisi ve içinde bulunduğu yaratılan âlemle ilişkisini de bu ilişki çerçevesinde değerlendirecektir. İçinde bulunduğu kâinatla olan ilişkisini kâinatın yaratanından aldığı talimat doğrultusunda gerçekleştiren insan hem Yaratanla hem de yaratılanlarla barış ve huzur içinde bir hayat yaşayacaktır.

Hayattaki ilişkileri bir gömleğin düğmelerine benzetirsek bu düğmeleri de doğru iliklemek istiyorsak ilk düğmeyi doğru iliklememiz çok önemlidir. Çünkü ilk düğmeyi yanlış ilikleyen kimse diğer düğmelerin hepsini yanlış ilikleyecektir. İnsanın Allah ile ilişkisini diğer ilişkileriyle kıyasladığımız da Yaratanı ile olan ilişkisi ilk ve en önemli düğmedir. Diğer bütün ilişkilerinin doğru ve huzur getirici bir ilişkiye dönüşmesi için kişinin Yaratanı ile olan ilişkisi doğru olmalıdır. Bu ilişkinin doğru olabilmesi için İnsanın Yaratanını yani Allah’ı (c.c.), kendisini ve içinde yaşadığı âlemi diğer bir ifade ile evreni doğru en doğru bir kaynaktan en güzel bir şekilde tanıması gerekiyor. Biz de şimdi bu üçünü en güzel kaynak olan Allah’ın kitabı Kur’an’ı Kerim’den alacağımız bilgilerle sırası ile tanıyalım:

  1. İSLAM ALLAH’I NASIL TANITIR?

Allah Teâla’yı bize yine en iyi kendisi tanıtır. O’nun hakkında en doğru ve sağlıklı bilgiyi yine O’nun kitabından alırız. Kur’an’ı Kerim’de Allah kendini birçok ayeti kerimede anlatmıştır. Biz burada birkaç ayeti kerimeyi anlamaya çalışacağız:

a- İhlâs Sûresi  (1 – 4)

De ki: “O, Allah’tır, tektir. (1)   Allah sameddir. (2)   Doğurmamış ve doğmamıştır. (3) 

 O’nun hiçbir dengi yoktur.” (4) 

b- Haşr Sûresi  (22 – 24)

O, kendisinden başka tanrı olmayan Allah’tır; duyular ve akılla idrak edilemeyeni de edileni de bilir. O rahmandır, rahîmdir. (22) 

 O, kendisinden başka tanrı olmayan Allah’tır; egemenliğin mutlak sahibidir, her türlü eksiklikten uzaktır, esenlik verendir, güven sağlayan ve kendisine güvenilendir, görüp gözeten ve yönetendir, üstündür, iradesine sınır yoktur, büyüklükte eşi olmayandır. Allah onların yakıştırdıkları ortaklardan tamamıyla münezzehtir. (23) 

 O, takdir ettiği gibi yaratan, canlıları örneği olmadan var eden, biçim ve özellik veren Allah’tır. En güzel isimler O’nundur. Göklerdekiler ve yerdekiler hep O’nu tesbih ederler. O üstündür, hikmet sahibidir. (24)

c- Bakara Sûresi  (255)

Allah, O’ndan başka tanrı yoktur; diridir, her şeyin varlığı O’na bağlı ve dayalıdır. Ne uykusu gelir ne de uyur. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. O’nun izni olmadıkça katında hiçbir kimse şefaat edemez. Onların önlerinde ve arkalarında olanları O bilir. O’nun ilminden hiçbir şeyi -dilediği müstesna- kimse bilgisi içine sığdıramaz. O’nun kürsüsü gökleri ve yeri içine almıştır. Onları korumak kendisine zor gelmez. O yücedir, mutlak büyüktür. (255)

  • İSLAM’A GÖRE İNSAN KİMDİR VE BU DÜNYAYA NİÇİN GELMİŞTİR?

a- Bakara Sûresi  (30 – 39)

Hani rabbin meleklere, “Ben yeryüzünde bir halife (Allah adına emirlerini uygulayan) yaratacağım” demişti. Onlar, “Biz seni övgü ile tenzih ederken ve senin kutsallığını dile getirip dururken orada fesat çıkaracak ve kan dökecek birini mi yaratacaksın?” dediler. Allah “Şüphe yok ki, ben sizin bilmediklerinizi bilirim” buyurdu. (30) 

 Ve Âdem’e bütün isimleri öğretti. Sonra bunları meleklere gösterip “Sözünüzde doğru iseniz şunların isimlerini bana söyleyin” dedi. (31) 

 “Seni tenzih ederiz! Bize öğrettiğinden başka hiçbir bilgimiz yoktur. En kâmil ilim ve hikmet sahibi şüphesiz sensin” cevabını verdiler. (32) 

 “Ey Âdem! Bunların isimlerini onlara bildir” dedi. Âdem bunların isimlerini onlara bildirince de “Size ben göklerin ve yerin gizlisini kesinlikle bilirim; yine sizin açıkladığınızı da gizlediğinizi de bilirim demedim mi!” buyurdu. (33) 

 Meleklere, “Âdem’e secde edin” dediğimizde İblîs dışındakiler derhal secde ettiler; o direndi, büyüklendi ve kâfirlerden oldu. (34) 

 “Ey Âdem! Sen ve eşin cennette oturun, orada istediğiniz yerden rahatça yiyip için ve şu ağaca yaklaşmayın; yoksa zalimlerden olursunuz” dedik. (35) 

 Şeytan oradan onların ayağını kaydırdı da bulundukları yerden onları çıkardı. Biz de “Birbirinize düşman olmak üzere inin! Bir zamana kadar sizin için yeryüzünde kalacak bir yer ve ihtiyaç maddeleri vardır” dedik. (36) 

 Bunun üzerine Âdem’e rabbinden bazı sözler ulaştı (bunlarla tövbe etti); rabbi de onun tövbesini kabul buyurdu. Şüphesiz O, tövbeleri kabul buyuran ve rahmeti sınırsız olandır. (37) Onlara şöyle dedik: “Oradan hepiniz inin! Benden size muhakkak bir rehber gelecektir.” Kim benim gönderdiğim rehbere uyarsa artık onlara ne korku vardır ne de üzüleceklerdir. (38) 

 İnkâr eden ve ayetlerimizi yalan sayanlara gelince onlar cehennemliklerdir ve orada devamlı kalıcıdırlar. (39)

b- A’râf Sûresi  (23 – 23)

Dediler ki: “Ey rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz, bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz!” (23)

c- Mülk Sûresi  (2)

Hanginizin davranışça daha iyi olduğunu deneyerek göstermek için ölümü ve hayatı yaratan O’dur. O, güçlüdür, çok bağışlayıcıdır. (2)

Yukarıdaki ayetlerden anlıyoruz ki insan bu dünyaya diğer varlılar üzerinde ve kendisinde Allah’ın buyruklarını uygulamakla görevli bir varlık olarak gönderilmiştir. Bu görevini yerine getirip getirmeme konusunda imtihan edilmektedir. İnsan bu görevinin ne olduğunu Allah Teâlâ’nın kendi içlerinden seçmiş olduğu peygamberler ve onlarla gönderilen kitaplardan almaktadır. Diğer bir ifade ile bütün peygamberlerin ve ilahi kitapların biz insanlara ulaştırdığı İslam dininden almaktadır.

Allah-İnsan ilişkisinde;

1-Allah ilahtır. Yani kendisine tapınılan, gönlün meylettiği, diri olan, her şeyi yaratan bilen, gören, duyan, hiçbir şeye muhtaç olmayan, her şeyin kendisine muhtaç olduğu, bir olan, eşi ve benzeri olmayan, her bir şeyin O’nun dilemesiyle gerçekleştiği, ol demesiyle varlığın meydana geldiği, ezeli ve ebedi olan varlığı zorunlu bir varlıktır.

2-İnsan ise Allah’ın kuludur. Yani bütün yapıp ettiklerini Allah’ın buyrukları çerçevesinde yerine getirir. Aklı başında iken, herhangi bir tehdit ve zorlama olmaksızın hür iradesi ile taşıdığı niyet, ifade ettiği düşünce, söz ve eylemlerinden Allah’a karşı sorumludur. Bütün söz ve eylemleri kayıt altına alınmaktadır. Dolayısıyla insan gerek Allah ile olan ilişkilerinden gerek tabiat ile olan ilişkilerinden gerekse diğer insanlarla ve kendi nefsi ile olan ilişkilerinden Allah’a karşı sorumludur.

3- İSLAM’A GÖRE ALLAH’IN İNSANA YAKINLIĞI NASILDIR?

  1. Allah İnsanla Her Yerde Beraberdir:
  1. Hadîd Sûresi  (4)

Gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra arşa istivâ eden O’dur. Toprağa giren ve ondan çıkan, gökten inen ve ona yükselen her şeyi bilir. Nerede olursanız olun O sizinle beraberdir. Allah yaptıklarınızı görmektedir. (4)

  • Mücâdele Sûresi  (7)

Farkında değil misin, Allah göklerde olanı da yerde olanı bilmektedir! Gizli gizli konuşan üç kişi yoktur ki dördüncüleri O olmasın; beş kişi yoktur ki altıncıları O olmasın. Bundan az veya çok olsunlar ve nerede bulunurlarsa bulunsunlar mutlaka Allah onların yanındadır; nihayet kıyamet günü onlara yapıp ettiklerini bildirecektir. Çünkü Allah her şeyi bilmektedir. (7)

  • Yûnus Sûresi (61)

Ne zaman sen bir faaliyet göstersen, Kur’an’dan bir bölüm okusan ve siz ne zaman bir iş yapsanız, o işe koyulduğunuzda muhakkak ki biz üzerinizde gözetleyici oluruz. Ne yerde ne de gökte, zerre miktarı bir şey bile rabbinin bilgisi dışında kalmaz; bundan daha küçük veya daha büyük ne varsa istisnasız apaçık bir kitapta yazılıdır. (61)

 B- Allah Teâla İnsana Şah Damarından Daha Yakındır:

İnsanı biz yarattık ve elbette içinden geçenleri biliriz; sağında solunda oturmuş iki alıcı (yaptığını) alıp kaydederken biz ona şah damarından daha yakınız. Kâf Sûresi  (16)

4- İNSAN RABBİNE NASIL YAKLAŞMALIDIR?

  1. O’nun her türlü eksiklikten, yanlış yapmaktan, acizlikten, insanların onun hakkında uydurmuş olduğu, sözlerden, ona koşmuş oldukları ortaklardan, denkliklerden ve benzerliklerden uzak olduğunu, düşüncede kabul ederek, sözde ve eylemde onu bu düşünce ile uyumlu olarak.
  2. O’nu severek, çünkü kişiye sahip olduğu her bir güzel şeyi O vermiş devamı da ancak O’nun istemesiyle mümkündür.
  3. Onu överek, çünkü övülmeyi hak eden ne varsa ancak O’nun yaratmasıyladır. O, bütün özelliklerinde, fiillerinde ve isimlerinden en iyidir.
  4. Onu sayarak, çünkü bütün güç ve kuvvet O’nundur. Mutlak iktidar sahibi O’dur.
  5. Ona minnet duyarak, mevcut varlığımız ve devamı ancak O’nun istemesiyle mümkündür.
  6. O’na inanarak ve güvenerek, onun kitabına ve elçisine inanmak ve güvenmek O’na güvenmekten kaynaklanır.
  7. O’na teslim olarak, aynı şekilde o’nun buyruklarına teslim olmak O’na teslim olmaktır.
  8. O’na dua ederek, çünkü her bir şey için O’na muhtacız.
  9. O’nun sevgisini kazanmaya gayret göstererek, çünkü Allah kişiyi sevmez ise ona nimetinin devamını sağlayacak bir güç yoktur. Bu konuda şu ayet dikkat çekicidir:

Görmez misin göklerde ve yeryüzünde bulunanlar; güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanların birçoğu hep O’na secde etmektedir! Niceleri de azabı hak etmiştir. Allah’ın hakir kıldığı kimseyi onurlandırabilecek birisi yoktur. Kuşkusuz Allah dilediğini yapar. Hac Sûresi (18)

5- KUL ALLAH İLE OLAN İLİŞKİSİNDE KİMİ ÖRNEK ALMALDIR?

De ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir.” (Âl-i İmrân Sûresi 31)

A) Peygambere Nasıl Tabi Olunur?

Hz. peygambere hayatı onun gibi yaşayarak yani onun ahlakı ile ahlaklanarak tabi olunur. Onun ahlakı ne idi? Hz. Ayşe annemiz (r.a) “onun ahlaki yaşayan Kur’an’dı” buyurmaktadır. Hz. Peygamberin ahlaki, Allah ile olan ilişkisi, kendisi ile olan ilişkisi, tabiat ile olan ilişkisi ve diğer insanlar ile olan ilişkisi hep Kur’an’a göre şekillenmiştir.

Bu durumda Kur’an’ın mesajlarını doğru anlayarak Hz. Peygamberi (s.a.v) de örnek alarak Allah’ın sevdiği bir kul olabiliriz. Kur’an rehberliğinde Hz. Peygamberin hayatı nasıl model alınır? Alak suresi örneği:

ا

“Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı bir alekadan (embriyodan) yarattı. Oku! Rabbin sonsuz kerem sahibidir. O Rab ki kalemle yazmayı öğretti. İnsana bilmediği şeyleri öğretti.” Alak Sûresi  (1 – 5)

Dikkatlice okuduğumuzda bu ayetlerde ele aldığımız konu ile ilgili mesajlar olduğu anlaşılacaktır. Bu mesajları şu şekilde sıralamak mümkündür:

  1. Kur’an’ın ilk kelimesi insanlara okumayı emretmektedir. Fakat neyi okuyacağını belirtmemektedir. Yani cümlede nesne düşmüştür. Hâlbuki “okuma” fiili geçişlidir ve mutlaka nesne alır. Buradaki neyi oku? Sorusuna müfessirler, yorumcular “her şeyi oku anlamı vermişlerdir. Bu da yukarıda açıkladığımız gibi insanın hayatını gerçekleştirmeye obje ile ilişki kurarak başlar ve bu objeye doğru anlam verirse onunla doğru bir bağlantı kurar ve ona karşı doğru bir tavır geliştirir.
  2. Nasıl oku? Sorusuna cevap vererek okunan şeyin ne olduğundan daha çok, nasıl okunacağının daha önemli olduğuna dikkat çekilmiş ve Allah’ın adıyla oku dememiş de “Yaratan Rabbinin adıyla oku!  Şeklinde cevabı verilmiştir. Rab: Sahip olan, terbiye eden, ihtiyaçlarını gözeten, yaşamasının devamını sağlayan…gibi anlamlara gelmektedir. Böylece insanın Allah ile ilişkisini özetleyen, ona olan ihtiyacını hatırlatan bir ismini hatırlatmıştır.
  3. Okumaya da ilk olarak insanın kendisinden başlaması istenmiş ve şöyle buyrulmuştur: O, insanı bir alekadan (embriyodan) yarattı. . Oku! Rabbin sonsuz kerem sahibidir. O Rab ki kalemle yazmayı öğretti. İnsana bilmediği şeyleri öğretti.

Herhangi bir adresi araştıran kimse bu araştırmaya önce kendi konumunu bularak başlar. Burada Yüce Allah alemi tanımak/anlamlandırmak isteyen kişiye bu tanıma işine önce kendisini tanıyarak başlamasını istemiştir.

  • İnsanın ilk hali hatırlatıldıktan sonra yani diğer varlıklar gibi embriyodan yaratıldığı vurgulandıktan sonra onu kalemle bilgi sahibi kıldığını, ona bilmediğini öğrenme yeteneği vererek onu diğer varlıklara üstün kıldığına, onların üzerinde yönetici konumuna getirdiğine işaret etmiştir.
  • Ayrıca burada “Rabbin kerem sahibi, diğer bir ifade ile Rabbin varlığa değerini verendir.” Buyurarak insanın diğer varlıklardan üstün olan yeteneklerini Allah’ın verdiğini, bu yeteneklerle insanı onların üzerine yönetici(halife) konumuna getirdiğini ima etmiştir.

Görüldüğü gibi bu ilk ayetler, Yüce Allah’ın insanın anlam arayışına bir cevabı niteliğindedir. İnsanı tabiata halife/yönetici olarak gönderen Yüce Allah ona kendisini ve tabiatı nasıl anlamlandırması gerektiğini dini ile bildirmiş yeteneklerini, Allah ile kendisiyle ve tabiat ile ilişkilerinde nasıl kullanacağı konusunda ona rehberlik etmiştir.

İnanan insana Hz. Peygamberi model alarak Allah ile ilişki kurmasını emreden İslam İnsanın Allah ilişkisini sağlamlaştırmak ve diri tutmak için birtakım ibadetler emretmiştir. Bu ibadetlerden bazıları:

  1. Namaz kılmak: İslam’ın beş şartından biri olan namaz vakitleri belli, kesin bir şekilde Allah tarafından emredilen emirlerdendir. Allah kul ilişkisinin zirvesini oluşturur. Kişiyi kötülüklerden alıkoyan namaz, aynı zaman kulun Rabbine ihtiyaçlarını arz ettiği bir makamdır. Terk eden günahkâr olur. Allah ile olan ilişkisi zayıflar, kişi namaz kılmamaya devam ederse bu durum o kişinin Allah’ın rahmetin mahrum kalmasına vesile olabilir. Kur’an-ı Kerim’de namazı emreden 90’dan fazla ayet vardır. O ayetlerden bazıları:

“Kitaptan sana vahyedilenleri oku, namazı özenle kıl. Kuşkusuz namaz hayasızlıktan ve kötülükten meneder. Allah’ı anmak her şeyden önemlidir. Allah yaptıklarınızı bilir.”  (Ankebût; 45)

“Ey iman edenler! Sabır ve namazla yardım dileyin. Şüphesiz Allah sabredenlerin yanındadır.”  (Bakara; 153)

“Münafıklar Allah’a oyun etmeye kalkışıyorlar. Halbuki Allah onların oyunlarını kendi başlarına çevirmektedir. Onlar namaza kalktıklarında üşenerek kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar, Allah’ı da pek az hatıra getirirler.”  (Nisâ; 142)

  •  Oruç tutmak, Allah-insan ilişkisini kuvvetlendiren ibadetlerden ikincisi ise oruç ibadetidir. Dinen orucu tutmamayı meşru kılan bir gerekçesi olmayan kişinin Ramazan ayında oruç tutması Allah’ın emirlerindendir. Yerine getirmeyen kişi günahkâr olur bu fiili o kimsenin Allah’ın rahmetin mahrum kalmasına vesile olur. Oruç ibadetinin insana kazandırmış olduğu birçok fayda vardır. Bu faydaların başında, kişinin Allah’ın gazabından korunması rahmetinden mahrum kalmaması için içten gelerek Allah’ın emir ve yasaklarını yerine getirmede duyarlı ve sorumlu davranmasını sağlayan “takva” özelliğinin kişiye kazandırılması gelir. “Takva” özelliğini kazanan kişi bütün yaptıklarını Allah’ın belirlemiş olduğu sınırlar içinde kalarak Hz. Peygamberi örnek almak suretiyle gerçekleştirir ki bu özellik kişiye Allah katında yüksek dereceler kazandırır.

Her ibadette olduğu gibi oruç ibadetinde de hem gecesinde hem gündüzünde Hz. Peygamberi örnek alan Müslüman büyük sevaplar kazanır.

  • Zekât vermek, “Belli bir malın belli bir kısmını Allah’ın belirlediği belli bir şahsa Allah rızası için temlik etmektir, diğer bir ifade ile sahip kılmaktır.”

 Zekâtın isteyerek, gönül hoşnutluğuyla ve önündeki bütün engelleri aşarak verilmesi. Çok önemlidir. Zekât vererek kişi, bir taraftan her bir şeyin sahibinin Allah olduğunu hatırlayıp O’na şükre yönelirken, O’nunla bağını güçlendirirken, cimrilik hastalığından kurtulduğu gibi diğer taraftan toplumda fakir ile zengin arasında bir sevgi, saygı ve dayanışma köprüsü oluşturmaktadır.

Konu ile ilgili âyetler:

“O halde Kur’an’dan kolayınıza geleni okuyun, namazı kılın, zekâtı verin, Allaha gönül hoşnutluğu ile ödünç verin. Kendiniz için önden (dünyada iken) ne iyilik hazırlarsanız Allah katında onu bulursunuz; hem de daha üstün ve mükâfatça daha üstün olmak üzere. Allah’tan mağfiret dileyin, şüphesiz Allah çok bağışlayıcı çok esirgeyicidir.” ( Müzzemmil 20)

“O kimseler, namazı kılarlar, zekâtı verirler, onlar ahirete de kesin olarak iman ederler.” (Lokman 4)

  • Haccetmek: İslam’ın şartlarının besincisi hacdır. Hac, belli zamanda, belirli yerleri özel bir şekilde ziyaret etmektir. Hac hem mal hem de beden ile yapılan bir ibadettir. Belirli şartları taşıyan Müslümanların ömründe bir defa hacca gitmesi farzdır. Allah’ın her emrinde olduğu gibi haccın farz kılınmasında da birçok hikmetler ve faydalar vardır. 

 İslam dininin cihana yayılmaya başladığı kutsal yerleri görmek ruhlara manevi bir heyecan verir, dini duyguları kuvvetlendirir. Kutsal yerlerde insan kendisini Allah’a daha yakın hisseder, yaptığı ibadetlere kat kat fazla sevap verilir. Allah rızası için hac vazifesini yapan ve insanlara kötülük etmekten sakınanların (kul hakları hariç) birçok günahı bağışlanır.

Kişide hac ibadeti ile kardeşlik duyguları gelişir, kibir vb. kalbi hastalıların iyileşmesine neden olur. Hac esnasında Rabbinin birtakım ayetlerini görüp üzerinde tefekkür eden kişinin Rabbine karşı imanı güçlenir.

Bu konuda Kur’an’da şöyle buyrulmaktadır:

Gerçek şu ki, insanlar için yapılmış olan ilk ev, âlemlere bir hidayet ve bir bereket kaynağı olan Mekke’deki evdir. Orada apaçık deliller, İbrâhim’in makamı vardır. Oraya giren emniyette olur. Gitmeye gücü yetenin o evi ziyaret etmesi, Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim inkâr ederse bilmelidir ki, Allah bütün âlemlerden müstağnidir. Âl-i İmrân Sûresi (96 – 97)

B-İSLAM’A GÖRE ALLAH-TABİAT İLİŞKİSİ

Allah her şeyin yaratıcısı olduğu gibi tabiatın da yaratıcısıdır. Kur’an-ı Kerim her şeyin yaratıcısının Allah Teâla olduğunu bildirmiş ve bu gerçeği birçok ayetinde, farklı bağlamlarda değişik üsluplarla ifade etmiştir:

Gökleri ve yeri yaratan O’dur. Size kendinizden eşler, hayvanlardan da çiftler yarattı. Bu şekilde çoğalmanızı sağlamaktadır. O’na benzer hiçbir şey yoktur. O her şeyi işitir, her şeyi görür. (Şûra;11) Göklerin ve yerin anahtarları O’nundur. Rızkı dilediğine bol, dilediğine de ölçülü verir. Çünkü O her şeyi bilmektedir. (Şûra;12)

Yüce Allah her yarattığı varlığa, yaratılışta, onların özüne, niçin yaratıldığı programını bildirmiş (vahyetmiş) onların bu programlara uymasını da zorunlu kılmıştır. Bu konuya işaret eden bazı ayetler:

“O ki, her şeyi yaratmakta ve amacına uygun şekiller vermektedir; O ki, bütün mevcudatın tabiatını belirlemekte ve onu hedefine doğru yöneltmektedir.” (Ala; 2,3)

“Rabbin bal arısına da ilham etmiştir ki, «Dağlardan ve ağaçlardan ve çardaklardan evler edin.» (Hicr; 68)

Sonra duman halinde bulunan göğe yöneldi, ona ve yeryüzüne: «İsteyerek veya istemeyerek buyruğuma gelin» dedi. «İsteyerek geldik» dediler. Böylece onları, iki gün içinde yedi gök var etti ve her göğün görevini bildirdi. (vahyetti). Yakın göğü ışıklarla donattık ve bozulmaktan koruduk. İşte bu bilen, güçlü olan Allah kanunudur. (Fussilet; 11,12)

“Biz gökleri, yeri ve bunlar arasındakileri oyun olsun diye yaratmadık.”  (Enbiyâ; 16)

Allah Teâlâ yeryüzü ve içinde bulunanları insan için yaratmıştır ve şöyle buyurmuştur:

“Yeryüzünde ne varsa tamamını sizin için yaratan, sonra göğe yönelerek onları, yedi gök olarak tamamlayıp düzene koyan O’dur ve O, her şeyi hakkıyla bilmektedir.”  (Bakara; 29)

Tabiatı insan için yaratan Allah Teâlâ onu belli kanunlara tabi kılmıştır. Biz bunlara tabiat kanunları diyoruz.

C-İSLAM’A GÖRE İNSAN-TABİAT İLİŞKİSİ

                  Tabiatta insanı halife diğer bir ifadeye göre buyruklarının uygulayıcısı olarak yaratan Allah Teâlâ, tabiatı belli kanunlara tâbi kılınca insanlara da bu kanunları keşfetme ve o kanunlar yoluyla eşyaya hükmetme yeteneği vermiştir. Böylece insan tabiat için bir yönetici iken Allah için ise O’na karşı sorumlu bir kuldur. Bu durumda insan Allah’ın verdiği akıl yeteneğini kullanarak tabiatta bulunan varlıkların tâbi oldukları kanunları keşfederek o varlıklardan faydalanır. Diğer taraftan da Allah’a karşı sorumlu olduğu için Allah’tan aldığı direktifler doğrultusunda ve O’nun gösterdiği amaca uygun olarak bu kanunları kullanır ve eşyadan yararlanır.

İnsanın tabiat ile ilişkisini şu şekilde formüle edebiliriz:

Müslüman aklı Allah’ın gösterdiği amaca yönelerek, O’nun gösterdiği prensipler çerçevesinde eşyanın tabi olduğu kanunları kullanarak eşyadan faydalanır. Bu durumda Müslüman aklı, dinden gaye ve prensipleri öğrenirken tabiattan da akıl yoluyla eşyanın tabi olduğu kanunları keşfetmelidir. Müslüman aklında hem vahyi hem de tabiat bilimleri aynı anda bulunmalıdır ki Allah’a sorumluluğunu yerine getirecek şekilde eşyadan faydalansın ve onu insanlığın hizmetine sunabilsin.

                  Aklıyla tabiatın kendine kusursuz bir şekilde hizmet ettiğini gören her bir şeyin kendi hayatının var olması ve sürdürebilmesi için planlandığının farkına varan vahiyle de bunun boşuna yaratılmadığını her bir şeyin kendisi için kendisinin de bu dünyaya imtihan için geldiğini öğrenen insan kendine bu imkanları ve bu imkanları en iyi şekilde yönetecek akıl, özgür irade gibi özellikleri veren Rabbine şükreder.

Şükrün tam anlamıyla gerçekleşmesi için şu özellikleri taşıması gerekir:

1- Nimetin nimet olduğunun farkına varmak ve onu nimet olarak kabul etmek,

2- Nimetin sana ulaşma sürecinin doğru okuyarak kaynağını öğrenmek,

3- Niçin verildiğini bilmek,

4- Nimeti verene minnet duymak, şükretmek ve sebep olan teşekkür etmek,

5- Veriliş amacına uygun olarak nimetten faydalanmak.

Bu prensipleri her bir nimet karşısında hatırlayıp dikkate alan Müslüman, her bir nimeti yerinde kullanır, onda asla israf ve cimriliğe gitmez, aracılara teşekkür ederken yaratana minnet duyarak şükreder. Her bir nimetle olan ilişkisinde insaflı olmaya gayret eder. Bütün nimetlerin kaynağının Allah’ın katında olması, O’nun yaratması ve istemesi sonuca kendisine ulaştığın bilincinde olan Müslüman her bir nimetten istifadesinde Allah’ı hatırlar ve O’na karşı, sevgi, saygı ve teati/ibadeti artar. O’nun razı olması için bütün gücüyle gayret gösterir.

İslam’ın Işığında En Yüksek Seviyede Salih Amel (Pozitif Değer) Üretmek İçin Bütün İmkânları Değerlendirir:

Dünyaya imtihan için gelmiş olduğuna ve bu imtihanı Allah’ın kendisine vermiş olduğu nimetleri doğru ve yerinde kullanarak kazanabileceğine inanan Müslüman, zaman imkânı başta olmak üzere her bir imkânını en verimli şekilde değerlendirmeye çalışır. Bu şekilde bütün ömrünü ve imkanları pozitif değer üretmekle değerlendirir. Çünkü boşa giden değerlendirmediği her bir imkân onun için zarardır. Kur’an’ı Kerim’de buna şu şekilde işaret edilir:

Asra yemin ederim ki, İnsan gerçekten ziyandadır. Ancak iman edip iyi dünya ve âhiret için yararlı işler yapanlar, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler başkadır. (Asr; 1,2,3)

C-İSLAM’A GÖRE İNSAN-İNSAN İLİŞKİSİ

Allah katında bütün insanların statüsü eşittir ve hepsi yaratılmış ve kuldur. Bir tarağın dişleri gibi eşittirler. İnsanların arasında bulunan yaratılıştan gelen özellikler onları üstün kılmaz. Ne kadın, kadın olduğu için ne de erkek, erkek olduğu için üstündür. Hiçbir ırkın başka bir ırka üstünlüğü yoktur. Hiçbir kabilenin diğer kabileye üstünlüğü yoktur. Ne zenginin fakire karşı ne de fakirin zengine karşı bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük her kim Allah’ın rızasını gözeterek Allah’ın emrettiği çizgiler içinde kalarak kendisine verilen görevi en iyi şekilde Peygamberi örnek alarak yerine getirirse o üstün olur. Bu durum Kur’an-ı Kerim’de şu şekilde anlatılır:

“Ey insanlar! Şüphesiz sizi bir erkek ile bir dişiden yarattık, tanışasınız diye sizi kavim ve kabilelere ayırdık, Allah katında en değerli olanınız O’na itaatsizlikten en fazla sakınanınızdır. Allah her şeyi hakkıyla bilmektedir, her şeyden haberdardır.”  (Hucurât; 13)

Allah insanları 4 bağ ile bağlamıştır:

1- Adalet bağı, Müslüman bütün insanlığa ve varlığa karşı adil olmak zorundadır. Hangi dine mensup olursa olsan, kim olursa olsun hiç kimsenin hakkına tecavüz edemez. Ederse günahkâr olur. Bu konuda Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulmaktadır:

Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutun, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Herhangi bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi adaletsiz davranmaya itmesin. Adaletli olun; bu, takvâya daha uygundur. Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır. (Mâide : 8)

2- Din kardeşliği bağı, Allah Teâlâ bütün inanları kardeş kılmıştır. Her bir mümin kardeşliğin gereği olarak diğer mümin kardeşi ile arasını düzeltmeli onu sevmek için elinden geleni yapmalıdır. Bunun için İslam dini selamı, hediyeleşmeyi, ziyaretleşmeyi, iyilikte dayanışmayı emrederken, günahta ve düşmanlıkta dayanışmayı yasaklamıştır. İnsanların arasını bozan, kardeşliği zarar veren kendini beğenme, alaya alma, çirkin lakapla çağırma, ayıplarını araştırma, gıybetini yapma, laf getirip götürme gibi birçok fiilden Müslümanları men etmiştir. Fasık birinin yani rahatça günah işleyen kimselerin getireceği bir habere araştırmadan inanmamayı emretmiştir. Diğer Müslümanlara araları açık olan, dargın olan Müslümanların arasını düzeltme emri vermiştir. Bu konuda Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulur:

Müminler ancak kardeştirler, öyleyse iki kardeşinizin arasını düzeltin, Allah’a itaatsizlikten sakının ki rahmetine mazhar olasınız. (Hucurât : 10)

3- Kan bağı diğer bir ifade ile akrabalık ağı, İslam dini yakın akrabaya çok önem vermiş mirası yakın akrabalardan başlayarak taksim etmiş gerek nafakada gerek sadakada gerekse her türlü iyilikte akrabalığı göz önünde bulundurmak öğütlenmiş akrabaları ile ilişkilerini kesenler çok ciddi bir şekilde uyarılmışlardır. Bu konuda Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmaktadır:

Allah’a kulluk edin ve ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Anne babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yakın arkadaşa, yolcuya, ellerinizin altında bulunanlara iyi davranın. Allah kendini beğenen ve böbürlenip duran kimseyi asla sevmez. (Nisâ : 36)

4- Nikah bağı, İslam dini nikah akdine çok önem vermiş, eşlere çok ciddi sorumluluklar yüklemiş eşleri birbirlerine mirasçı kılmıştır. Eşleri birbirlerinin elbiseleri gibi nitelemiş yani onlara gelecek bir lekenin ve zararın aslında kişinin kendisine geldiğini ima etmiştir. Erkek ve kadın arasında meydana gelen sevgiyi Allah’ın bir ayeti olarak nitelemiş ve evliliği teşvik etmiştir. Topluma bekarların evlendirilmesi konusunda sorumluluklar yüklemiştir.

Kur’an-ı Kerim kadın ve erkek arasında oluşan sevgi hakkında şöyle buyurur:

“Onlara ısınıp kaynaşasınız diye size kendi türünüzden eşler yaratıp aranıza sevgi ve şefkat duyguları yerleştirmesi de O’nun kanıtlarındandır. Doğrusu bunda iyi düşünen kimseler için dersler vardır.”  (Rûm; 21)

İslam dinine göre bütün bu bağları korumak ve gözetmek gerekir meşru bir yolla bu bağların kuvvetlendirilmesi her fırsatta tavsiye edilmiş ve gözeten insanlar övülmüştür. Gözetmeyen bu bağların zayıflamasına hizmet eden eylemler kınanırken kişiler de uyarılmıştır.

Ayrıca İslam komşuluk ilişkilerini de çok önemsemiştir.

İnsan-insan ilişkisinde İslam dininde kul hakkı vardır. Bu, şu anlama gelmektedir. Şayet bir insan başka bir insanın hakkına tecavüze emiş ise bu yapılan haksızlığın yapanın yanına kâr kalması yani yapan kimsenin cezalandırılmaması imkansızdır. Çünkü haksızlığa uğrayan kimse Allah’ın kuludur ve O’ndan da hiçbir şeyi gizlemek ve kaçırmak imkansızdır. Bu durumda Müslüman kimse karşıdaki kişi ne kadar zayıf olursa olsun o kimsenin hakkına en güçlü insanın hakkına saygıda kusur etmediği gibi etmez çünkü hakkı alacak olan yüce Allah herkesten daha güçlü ve daha bilgilidir.

 Müslüman insan mal-mülk, mevki, bilgi ve diğer dünyevi imkânların imtihan için olduğunun farkındadır.

Asla elde ettiği mal mülk veya bulunduğu mevkiden dolayı başkalarına karşı bir üstünlük taslamaz. Bunların bir sorumluluk olduğunun farkındadır. Bunlarla Allah’ın rızasını kazanmaya çalışır. Pozitif değer üretme gayreti içindedir. Kur’an’da buna işaret eden ayetler:

Çoklukla övünme yarışı sizi kabirlere varıncaya kadar oyaladı. Hayır! Yakında bileceksiniz! Hayır, hayır! Elbette yakında bileceksiniz. Hayır! Keşke kesin bir bilgiyle bilmiş olsaydınız! Yemin olsun, cehennemi mutlaka göreceksiniz! Sonra kuşkusuz onu gözünüzle ayan beyan göreceksiniz. Nihayet o gün nimetlerden elbette sorguya çekileceksiniz. (Tekâsür; 1-8)

“De ki: “Ey mülkün gerçek sahibi olan Allah’ım! Mülkü dilediğine verirsin, dilediğinden çekip alırsın. Dilediğini yüceltirsin, dilediğini de alçaltırsın. Her türlü iyilik senin elindedir. Hiç kuşku yok sen her şeye kâdirsin.””  (Âl-i İmrân; 26)

Müslüman diğer insanların yaşam hakkı başta olmak üzere doğuştan gelen haklarına saygı duymanın önemini kavramıştır.

İslam’ın değerler eğitimini alan bir kimse her bir insanın en iyi şekilde yaşaması için azamı gayret gösterirken, hangi dinden ve inançtan olursa olsun haksız yere bir insanın öldürülmesini tasvip etmediği gibi bu durumu bütün insanların öldürülmesi gibi okur ve bütün insanların insanca yaşaması için gayret eder. Çünkü Kur’an’a göre bir insanın yaşamasını sağlamak bütün insanlığı yaşatmak gibidir. Bir insanın ise haksız yere ölümüne sebep olmak bütün insanlığı öldürmüş gibidir. Bu gerçek Kur’an’da ifadesini şöyle bulmaktadır

“İşte bundan dolayı İsrâiloğulları’na şöyle yazmıştık: “Bir cana kıymaya veya yeryüzünde fesat çıkarmaya karşılık olması dışında, kim bir kimseyi öldürürse bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir can kurtarırsa bütün insanların hayatını kurtarmış gibi olur.” Şüphesiz peygamberlerimiz onlara apaçık deliller getirdiler. Ama bundan sonra da onların çoğu yeryüzünde taşkınlık göstermektedirler.”  (Mâide; 32)

İnanç konusunda da insanlar özgürdür. Onlara baskı yapılamaz. İslamî değerleri doğru anlayan ve özümseyen kimse bunun farkındadır. Bu konuya şu ayet işaret etmektedir:

“Eğer rabbin dileseydi, yeryüzünde bulunanların hepsi topluca iman ederdi. Hal böyleyken, mümin olsunlar diye sen tutup insanları zorlayacak mısın?”(Yûnus; 99)

Bu durumda bütün mal ve mülkü gerçek sahibinin Allah olduğunu bizim elimizde imtihan için bulunduğunu bilen Müslüman insan malından dolayı bir büyüklenmeye kapılmaz diğer taraftan da bütün hazinelerin Allah’ın elinde olduğunu bilen Müslüman elinden geleni yaptığı halde kendine verilen rızkın azlığından dolayı bir aşağılık kompleksine kapılarak eziklik hissetmez, yerinmez. Nihai anlamda hiç kimsenin hiçbir kimsede hakkının kalmayacağını bunu takip edenin her şeye güç yetiren, her şeyi bilen Allah olduğunun farkında olan Müslüman kimsenin hakkına tecavüz etmez bu durumda Müslüman insanlar arasındaki ilişkinin şu üç özelliğinden bahsedebiliriz:

1- Müslüman asla bir kibre kapılıp başkasına karşı böbürlenip öğünmez,

2- İçinde bulunduğu imkansızlıktan dolayı yerinip aşağılık kompleksine kapılmaz,

3- Hiçbir ilişkiyi sömürmez.

SONUÇ

İslam, diğer bir ifade ile tek yaratıcı olan, bilgisiyle her şeyi kuşatmış olan, bütün güç ve kuvveti elinde bulunduran, her yaptığı işi yerli yerince yapan kısacası bütün güzel isimlerin sahibi (esmâü’l-Hüsnâ) Allah Teâlâ’nın biz insanlara, Kendisi, görünmeyen dünya, biz ve içinde bulunduğumuz evren hakkında bilgi vermesi, çok önemlidir. Çünkü insan bilgiye ulaşmak için bütün imkânlarını kullanmış olsa dahi görünmeyen dünyayı bir tarafa bırakalım görünen dünya hakkında dahi çok az bilgi sahibi olabilirdi. Kendisinin ve bütün bu yaratılanların yaratılış amacını kavrayamazdı. Dolayısıyla da varlıklar hakkında bilgileri birbirine bağlayan, genel ve kuşatıcı bilgiden yoksun olurdu.

Nitekim son vahiy olan Kur’an’ı Kerim de İnsanın yeryüzündeki görevini halifelik yani yeryüzünü yönetme olarak açıkladı ve bu görevde insanın başarılı olması için de ona verilen en önemli yeteneğinin bilgiye ulaşma ve bilgi üretme yeteneği olduğuna işaret etti.

Allah Teâlâ, görünmeyen âlemden, görünen âlemde yaşayan insanlar arasından seçmiş olduğu insanları elçi kılarak, vahiy yoluyla insanlığa seslenişe devam etmiştir. Bu seslenişler de onlara niçin yaratıldıklarını, niye dünyaya geldiklerini sonuçta onları nelerin beklediğini, Yaratıcı ile kendi aralarında ve içinde bulundukları çevre ile nasıl bir ilişkide olmaları gerektiğini bildirmiştir. Vahyin ışığında yol alanları güzel bir sonuçla müjdelerken onunla gelen emir ve yasaklara uymayanları, onun ışığına sırtını dönenleri veya gözünü kapayanları ise kötü bir sonuçla uyarmıştır. Devam ede gelen bu seslenişin son hitabı Kur’an’ı Kerim ve bu vahyi ulaştırmak için seçmiş olduğu son peygamber de Hz. Muhammed’dir (sav). Bu vahiyle inşa edilen din ise İslam dinidir. İlk muhatapları da Hz. Peygamber döneminde yaşayan ve Hz. Peygamberin davetine icabet eden ashap ile onun davetini kabul etmeyen diğerleridir. Allah katında yegâne geçerli din de İslam dinidir.

Kur’an’ı Kerim ilk muhatabı olan Hz. Peygamber’den son muhatabı olacak en son insana kadar, yaratılıştan gelen insanı/fıtrî donanımlarını, yetilerini yitirmemiş, gerçek anlamda aklını kullanan bütün insanları en doğruya, en güzele, en faydalıya, en adil olana götürme potansiyeline sahiptir ve bütün insanlık için indirilmiştir.

Dolayısıyla, Kur’an’ı Kerim çağımıza biz insanlara ulaştığına göre elbette ki onu, doğru anlayıp, Hz. Peygamber ve arkadaşlarını örnek alarak uyguladığımız takdirde bizleri de öncekileri başarıya ulaştırdığı gibi eğitim başta olmak üzere bütün alanlarda başarıya götürme potansiyeline sahiptir.

İslam’ı kabul etmiş olan Müslüman, Halife/Allah’ın hükümlerini uygulayıcı olarak görevlendirildiği ve imtihan içinde bulunduğu bu âlemde bu görevini icra etmek için bilgiye olan ihtiyacının farkındadır. Bilgiye ulaşmak için kendisine verilen en önemli donanımın akıl yetisi ve beş duyu olduğunun farkına varır. Aklını kullanarak kendisi, içinde yaşadığı sosyal çevre ve evren hakkında doğru bilgiler elde etmeye çalışır, diğer bir ifade ile beşerî bilimler ve tabi bilimlere ulaşmak için azami gayret gösterir. Elde ettiği bu bilgileri vahyin ışığında tutarlı bir şekilde düşünerek değerlendirir.

Allah ile olan ilişkisinde kul, tabiat ile olan ilişkisinde Allah’a karşı sorumlu bir yönetici, insanlar ile ilişkisinde bütün insanların eşit olduğunu kabul edip her bir insanın hakkını gözeten ve toplumdaki üstlendiği rolü dikkatli ve sorumluluk bilinci içinde en iyi şekilde yerine getiren Müslüman insan hem Rabbi ile hem kendisi ile hem tabiat ile hem de diğer insanlar ile tam bir barış içindedir. Allah’ın gönderdiği kurallar çerçevesinde tabiat kanunlarından faydalanarak tabiattan istifade ettiği için iyi bir çevre dostudur. Bütün insanların haklarını gözettiği için insanlar arasında barışın garantisidir. Bütün potansiyeli ile üretip ihtiyacı kadar tükettiği, kalan ürün fazlasını başkaları ile paylaştığı için kardeşlik ve akrabalık bağlarının güçlü ve sürekli olmasını sağlayan bir aktördür. Ailenin Allah’ın biz insanlara verdiği en güzel nimetlerden biri olduğunun farkında olan Müslüman aile içindeki üstlendiği rolü bir ibadet anlayışıyla en güzel şekilde yerine getireceği için aile içi sevgi, saygı, anlayış, dayanışma vb. güzel özelliklerin en güzel temsilcisidir.

Bütün bunlar gösteriyor ki İslam, insan onuruna yakışan hayatın, Allah tarafından gönderilmiş ve onaylanmış yegâne programıdır.

Doç.Dr. Mehmet Sami YILDIZ


[1] Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C, 9, s 312

[2] İbni Manzur, Lisanu’l –Arap, Beyrut, C, 1, s 1044,1045

[3] Ahmet b. Hanbel, Müsned, Mısır 1333 c, 5 s 287

[4] Sarıkoyuncu, Ali, Atatürk Din veDin Adamları, Türkiye Diyanet Vakf Yayınları, Ankara 2006, s 2

[5] Şentürk, Lütfi, Yazıcı, Seyfettin, İslam İlmihali, Ankara 2005, s 9

[6] Sarıkoyuncu, Ali, a,g,e, s 3

[7] Gürtaş, Ahmet, Atatürk ve Din Eğitimi, Ankara, 1999, s 1

[8] Gürtaş, Ahmet, a.g.e, s 2,3

[9] Gürtaş, Ahmet, a.g.e, s 6.

[10] Özbuğday Şükrü, “Din ve Toplum” Diyanet Aylık Dergi” Sayı: 74 Şubat 1997 s 15.

[11] Gürtaş, Ahmet, a.g.e, s 7.