TÜRKİYE TARİHİNE KARA BİR LEKE 28 ŞUBAT POSTMODERN DARBESİ

Öne çıkan

Devlet ile Vatandaşı arasında bir sözleşme olan Anayasanın büyük bölümü insan haklarının korunmasına ayrılmış olup Devletlerin en temel vazifesi hak ve özgürlüklerin korunması ve geliştirilmesidir. Vatandaşları arasında ayrımcı uygulama yapmaması da bu temel görevin bir gereğidir. Milli iradeye dayanmayan güçlerin bizzat veya baskısı ile Devleti oluşturan Yasama Yürütme ve Yargı organları zaman zaman devre dışı bırakıldığı darbe süreçleri ile ülkemiz meclisi, hükümeti ve yargısı ipotek altına alarak devre dışı bırakılmıştır. Malum olduğu üzere 1960 yılında yapılan darbesi, 12 Eylül Askeri Darbesi ve 28 Şubat Post Modern Darbesi ile ülkemizde hem demokrasi akamete uğratılmış hem de insan hakları ihlalleri hat safhaya ulaşmıştır.  1960 ve 1982 Askeri Darbeleri ile Anayasa lağvedilmiş, Milli İrade hiçe sayılmıştır. Yine 28 Şubat Post-modern Darbesi ile Milli irade hiçe sayılarak insan haklarına aykırı uygulamalar yapılmış ve algı operasyonları ile Milletimizin bir kısmı diğer kısmı ile düşman haline getirilmeye çalışılmıştır.
2016 yılı 15 Temmuz gecesi ve 16 Temmuz günü milletçe yaşamış olduğumuz emperyalist güç odaklarının desteği ile hain FETÖ Darbe girişimi Cumhurbaşkanımız ve Başkomutanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın “Halkın gücü üzerinde başka bir güç tanımam.” diyerek milletimizi darbecilere karşı durmak üzere hava meydanlarına ve meydanlara çağrısı üzerine milletimizin basireti ve cesareti ile darbe girişimi bastırılmıştır.
Uluslararası emperyalist güçleri, Türkiye’yi iç karışıklığa sürüklemek, milletin birlik ve beraberliğini parçalamak için desteklediğini Silahlı Kuvvetler içerisinde yuvalanan FETÖ mensuplarını harekete geçirerek ülkemizde bir darbe girişiminde daha bulunmuş ve 15 Temmuz darbe girişimine direnen 251 vatandaşımız şehit, 2 bin 734 vatandaşımız da yaralanarak gazi olmuştu. Bu insanlık dışı darbe teşebbüsü temel insan haklarının en önemlisi olan yaşama hakkını da ortadan kaldıran bir vahamete ulaşmıştır. Halkına ihanet eden darbeciler, elinde yalnızca bayrağıyla ihanete karşı duran sivillerin hayat hakkını acımasızca ellerinden almaktan kaçınmamışlardır. Başta TBMM olmak üzere pek çok kamu kurumunu bombalamış, ülkemizi milyarlarca lira zarara uğratmışlardır.
28 Şubat 15 Temmuz Bağlantısı
Şunu açıkça ifade etmek gerekir ki; 28 Şubat Post-modern darbesi de halkımız tarafından engellenebilseydi, darbeye destek veren tüm güçler kısa sürede yargılanabilseydi 15 Temmuz gecesi yaşanan hain FETÖ Darbe girişimi yaşanmayabilirdi.  O yüzden 28 Şubat Post-modern darbesinin tüm mağdurları ve hukuksuzluklarının bir kısmı giderilmiş olsa da halen Darbenin faillerinin tamamen yargılanması tamamlanmadığı sürece 15 Temmuz FETÖ darbe girişimi gibi darbe teşebbüslerinin önü tamamen kesilmeyecektir.
15 Temmuz darbe girişiminden sonra FETÖ üyelerine yönelik operasyonlarda ortaya çıkan somut bilgilere göre bu kararları veren yargıçların büyük çoğunluğu ya FETÖ üyesi olmaktan tutuklanmış ya da tutuklanmamak için yurtdışına kaçmıştır. Ayrıca bizzat Gülen’in 28 Şubat’ın jakobenlerini desteklemek için Refah-Yol Hükümetini hedef alarak söylediği “Beceremediniz, artık bırakın” ifadesinin dönemin darbeci medyası tarafından manşetlere ve ekranlara taşınması da sürecin ittifaklarını göstermesi açısından somut bir veridir. 28 Şubat darbesi Jakoben antidemokratik ve hukuksuzluğu ilke edinmiş kesimlerle işbirliği yapan FETÖ üyeleri tarafından örtülü şekilde belirli bir uyum içinde gerçekleştirilen bir darbedir. Hedefinde ise dindar ve muhafazakâr insanların varoluşsal değerleri vardır.
Bu ülke üzerinde emelleri olan darbeciler bütün bu yaşananlardan sonra yeni darbe stratejileri ve yöntemleri geliştirdiler. Darbeciler milleti bir arada tutan değerler yıpratılmadan ve sadece siyasete değil bütün kurumlara duyulan toplumsal güven yıkılmadan bu ülkede istedikleri hedeflere ulaşamayacaklarını düşündüler. Bu yüzden yeni dinamikler ve aktörler devreye sokularak başka bir yöntemle yapılacak 28 Şubat darbesi planlandı ve adım adım uygulandı. Öncelikle belirtmek gerekir ki 28 Şubat ilk bakışta göründüğü gibi sadece toplumun bir kesimine (dindarlara) karşı değil top-yekûn bu millete karşı yapılmıştır. Çünkü amaçlanan nihai hedef toplumu kutuplara ayırarak çatıştırmak ve oluşan kaos sonucu ülkeyi tamamen ele geçirmektir.
28 Şubat darbesinin hedeflerinden biri de o dönemde kendilerini darbenin faili zanneden yargı, medya, üniversiteler, sendikalar, meslek odaları ve ordudur. Bu kurumların hepsi millete karşı olan bir sürecin parçası olarak kendilerine duyulan toplumsal güveni kaybettiler. Darbeyi planlayanların istediği tam olarak buydu. Ama darbecilerin asıl kayıpları bu değildi. Dindar olanları tasfiye ettiklerinde yerine kendinden olanları yerleştirerek kadrolaşmalarını gerçekleştireceklerini sanıyorlardı. Hiç de öyle olmadı. Bütün kurumlarda boşalan kadrolar adeta bukalemun gibi renk değiştirebilen FETÖ yandaşlarınca dolduruldu. Acaba Çevik Bir, bin yıl sürmesini planladığı darbesinin geleceğini FETÖ’cülerin yuvalandığı bir orduya emanet etmeyi planlamış mıydı?
Yine 28 Şubat Döneminde FETÖ elebaşının 28 Şubat’ın başaktörlerinden birisi olan Çevik BİR’e yazdığı utanç verici mektubuyla “tüm okullarını ne zaman istenirse devretmeye hazırız” demesi yine FETÖ ile 28 Şubat arasındaki ve 15 Temmuz FETÖ darbe girişimi arasındaki bağlantı için önemli bir işarettir.
21 yıldır 28 Şubat hukuksuzluğu sürmektedir.
28 Şubat Post Modern Darbe’nin üzerinden tam 25 yıl geçti. Darbenin baş aktörlerinden de olan dönemin generallerinden biri “gerekirse bin yıl sürecek” diyerek ifade ettiği 28 Şubat Post Modern Darbesi; ülkemizin sosyal, kültürel, eğitim, ekonomik ve siyasi hayatına ağır bedeller ödetmiştir. Milletimizin hafızasında acı ve silinmez insanlık dışı izleri hâlâ devam etmektedir.
Kadınların başörtüsü olduğu için okullara sokulmadığı, dinini vecibelerini yerine getirmek isteyen insanların adeta kamusal alandan silindiği, var olan toplumsal düzeni korku ve tehlike mantığına endeksleyen kararların kâğıda döküldüğü günün adıdır 28 Şubat. Türkiye’nin yakın tarihine kara bir leke düşüren 28 Şubat Post-modern darbesi, küresel şer odaklarının Anadolu topraklarında her şeyden önce İslam’ı ve Müslümanlığı boğarak ülkenin yönetimini dizayn etme çabasının ürünüydü. Askerî vesayetin toplum iradesini ipotek altına aldığı süreçte halkın oylarıyla işbaşına gelen Necmettin Erbakan, Başbakanlık koltuğundan indirildi.
28 Şubat Post-modern darbesini yaşayan toplum medyada manipülasyon ve dezenformasyon içeren haberlerle halkın algısı biçimlendirilmeye çalışıldı, psikolojik harp taktikleri bir bir uygulandı. Sincan’da tanklar yürütülerek antidemokratik biçimde, irtica bahanesiyle Refahyol Hükümeti silahlı güçler tarafından istifaya zorlandı, milyonlarca insan fişlendi, yerinden yurdundan edildi. Başörtülü kadınların okuması, çalışması engellendi. İşten atılanlar, sürgün edilenler, işkenceye uğrayanlar, cezaevlerine konulanlar oldu. Siyasi, sosyal ve ekonomik boyutlarını da içinde barındıran bu darbe milyonlarca insanı mağdur etti, derin izler bıraktı. 28 Şubat Post-modern darbesinin bu yıl 25 inci yılı. Yıllar içinde birçok mağduriyet giderildi ama darbenin etkisi hâlâ devam ediyor. Bu etkinin bir boyutu da cezaevlerinde yaşanıyor. 28 Şubat mahkumları denilen, 90’lı yıllarda cezaevine konulan yüzlerce mahkum bulunuyor. Darbenin 25 inci yıldönümünde 28 Şubat’ın cezaevindeki mağdurları “Bu son 28 Şubat olsun!” diyorlar. Sayıları azalmış olsa da halen mağdur durumda cezaevlerinde hapis yatmaktadırlar. Hatta bazıları kendilerini mahkum eden FETÖ cü hakimlerle aynı cezaevinde kalmaktadırlar.
28 Şubat Yargı Kararları İptal edilmelidir.
Post-modern Darbe olan 28 Şubat döneminde algı operasyonları ile bağımsız yargıya yakışmayacak şekilde anti demokratik güç odaklarından brifing alan bir takım yargıç ve savcılar 15 Temmuz Hain FETÖ Darbe girişimi sonrası FETÖ üyesi olmakla yargılanmış ve mahkum olmuşlardır. Bu sebeple 25 inci yıldönümünde lanetle andığımız 28 Şubat 1997 tarihinde başlayan 28 Şubat Post-modern darbe sürecinde işkence ve kötü muamele gören, haksız yargı kararlarıyla kamudan ihraç edilen kamu görevlileri ve mahkum edilen siviller için yeniden yargılanma yolu açılmalıdır. Bu yolun açılabilmesi için öncelikle halen hapiste olan mazlumların yeniden yargılanabilmesi için bir kanun maddesi ile Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkı tanınmalıdır.
28 Şubat mağdurlarının dosyaları yeniden incelenip adaletin tesisi için çok geç de olsa bir adım atılmalıdır.
28 Şubat 2022
Mehmet Altuntaş

Yayımlayan => https://www.kayserianahaber.com/mehmetaltuntankaleminden-darbelervensanhaklarhlalleri-_d16650.html

https://www.kayserianahaber.com/mehmetaltuntankaleminden-darbelervensanhaklarhlalleri-_d16650.html

MAJİT YAKYAHANİ, MEHMET ÖZER VE ASİYE’YE NE OLDU BİLEN VAR MI?

Öne çıkan

27 Mart 2012 yılında “Eryaman’da sabah sporu yapmak için sokağa çıkan İran uyruklu Majit Yakyahani sürü halinde gezen köpeklerin saldırısına uğradı. Yakyahani’nin yakınları yaşananlara isyan etti.” başlıklı haberi okuyunca çocuklarımı düşünerek çok korktuğumu hatta ürperdiğimi hatırlıyorum. Neden ürperdim ve korktum biliyor musunuz? Çünkü Eryaman Tunahan Mahallesi’nde sabah 08.00 sıralarında spor yapmak için dışarı çıkan ve bir anda karşısına çıkan 8-9 adet başıboş sokak köpeklerinin saldırısına uğrayan 60 yaşındaki İran uyruklu emekli öğretmen Majit Yakyahani’nin feci şekilde can verdiği mahalle benim oturduğum mahalleye çok çok yakındı.

Gaziantep‘te 2 pitbullun saldırısında ağır yaralanan ve sevk edildiği Antalya‘daki Akdeniz Üniversitesi Hastanesinde iki operasyon geçirdi.

Bu olayın üzerinden hemen hemen on yıl geçmişti. Geçen haftalarda yazılarımızı yayınlayan Kamu kamugundemi.com internet sitemizin değerli editörü Rıza Ceylan Bey kardeşimle eski günlerden havadan sudan sohbet ederken bir site içinde başıboş köpek besleyen bazı insanlar yüzünden sıkıntı yaşandığına şahit olduğunu ve bu sorunu çözmek için site yönetimi ve belediyeyi aramalarına rağmen çözüm bulunamadığını anlatınca biran İran Uyruklu 60 yaşında ölen emekli öğretmeni hatırladım. Ufak bir araştırma sonucunda bu başıboş köpek sorununun 5199 sayılı hayvanları koruma kanunun 6ncı maddesi yüzünden çözümsüz kaldığı kanaatine ulaştım.

Şimdi sizlere kısaca bu sorundan ve ilgili kanun maddesinden bahsedeceğim. 5199 sayılı kanun iyi niyetlerle hayvanlara eziyet edilmesini önlemek ve hayvanların korunması amacıyla uluslararası standartları yakalamak hedefi ile uzun uğraşlar sonucu bazı hayvan sever (!) derneklerin tek yanlı yönlendirmesi ile 2004’te çıkarıldığını; geçen sene de benzer dernekler tarafından Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonunu etki altına alınarak hazırlandığı iddia edilen bir rapor doğrultusunda revize edildiğini işte bu revizyon sırasında sokaklarda insanların sık sık yaralanmasına hatta parçalanıp ölmesine yol açan başıboş köpekler konusuna çözüm bulunamadığı, kamusal alanlarda köpeklerin tasmalı ve ağızlıklı gezdirilmesinin istisna haline getirildiğini görüyoruz.

14 Temmuz 2021 tarihli ve 31541 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 5199 sayılı kanunda değişiklik yapan 7332 sayılı kanunla bir dizi değişiklik yapıldı ve hayvanlar mal olmaktan çıkarılıp can denildi. Daha sonra hayvan candır mevzusuna başka bir yazımızda dönmek üzere burada bırakarak 5199 un altıncı maddesi ne diyor bir ona bakalım:

Sahipsiz ve güçten düşmüş hayvanların korunması Madde 6- Sahipsiz ya da güçten düşmüş hayvanların, 3285 sayılı Hayvan Sağlığı Zabıtası Kanununda öngörülen durumlar dışında öldürülmeleri yasaktır. Güçten düşmüş hayvanlar ticarî ve gösteri amaçlı veya herhangi bir şekilde binicilik ve taşımacılık amacıyla çalıştırılamaz. Sahipsiz hayvanların korunması, bakılması ve gözetimi için yürürlükteki mevzuat hükümleri çerçevesinde, yerel yönetimler yetki ve sorumluluklarına ilişkin düzenlemeler ile çevreye olabilecek olumsuz etkilerini gidermeye yönelik tedbirler, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığı ile eşgüdüm sağlanarak, diğer ilgili kuruluşların da görüşü alınmak suretiyle Bakanlıkça çıkarılacak yönetmelikle belirlenir. Sahipsiz veya güçten düşmüş hayvanların en hızlı şekilde yerel yönetimlerce kurulan veya izin verilen hayvan bakımevlerine götürülmesi zorunludur. Bu hayvanların öncelikle söz konusu merkezlerde oluşturulacak müşahede yerlerinde tutulması sağlanır. Müşahede yerlerinde kısırlaştırılan, aşılanan ve rehabilite edilen hayvanların kaydedildikten sonra öncelikle alındıkları ortama bırakılmaları esastır.

Yukarıda bir kısmını aldığım maddenin en can alıcı noktası “Müşahede yerlerinde kısırlaştırılan, aşılanan ve rehabilite edilen hayvanların kaydedildikten sonra öncelikle alındıkları ortama bırakılmaları esastır.” kısmıdır. Hâlihazırda uygulamada kısırlaştırma, aşılama işlemleri mali imkânsızlıklar nedeniyle yeterli düzeyde yapılamadığı gibi insanların başıboş köpek saldırılarından şikâyet etiği köpekler alınıp bir süre müşahede altında tutulduktan sonra aşılanarak öncelikle alındıkları yere bırakıldıkları görülüyor. Nedense kısırlaştırma konusunda gerekli özeni göstermeyen belediyeler insanların evlerinden çıkamaz hale geldikleri, çocukları okula gidemez hale gelmelerini belediyelere iletmelerine rağmen başka bir işlem yapılmadığı kamuoyuna yansıyan haberlere konu oluyor. En son Gaziantep’te Asiye adında küçük bir kız çocuğunun başıboş tehlikeli ve yasak ırk iki pitbul köpek tarafından parçalanması üzerine sayın Cumhurbaşkanımız halkın isyanını duyarak başıboş köpeklerin barınaklara toplanmasını, yeterli barınak yapılmasını tavsiye etti. Ne olduysa işte ondan sonra oldu.

Yakyahani’nin öldürüldüğü 2012 yılından bu yana 10 yıl geçmiş pek bir şey değişmemiş hatta son yıllarda özellikle Ankara Gölbaşı, Çankaya, Yenimahalle, Etimesgut, Pursaklar ve Altındağ ilçeleri başıboş köpek saldırı haberleri ile anılır oldu. Bu sorunun takipçisi olan @kopeksorunu twitter hesabına bakılırsa 300.000 den fazla insan mağdur olmuş. 4 Ocak 2019 tarihinde 14 yaşında lise öğrencisi Mehmet ÖZER’in 25 başıboş köpek tarafından parçalanarak öldürülmesi bence dönüm noktası oldu. Ancak kamuoyunda şiddetli biçimde yankı bulması 22 Aralık 2021 günü Gaziantep’te bir sitede apartman görevlisi olarak çalışan Hüseyin Ateş’in kızı Asiye, bahçede oyun oynarken başıboş 2 pitbull cinsi köpeğin saldırısına uğraması ve Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip ERDOĞAN tarafından başıboş köpekler toplansın çağrısı ile oldu.

Bu olay üzerine yüzbinlerce vatandaşımız zaman zaman sosyal medyada #KöpeklerToplansın, #KöpekSorunu ve #KöpekTehlikesi gibi konu başlıkları ile yaptıkları kampanyalarda yaşadıkları sorunları ve çözüm önerilerini dile getirdiklerine şahit oldum.

Özetle hayvan düşmanı olmadıklarını dile getiren ve her kesimden her düşünceden siyasi görüşten vatandaşlarımız, “sokakta, mahallede başıboş köpek olmayacağını, köpeklerin kurt ırkından tabiatı gereği saldırgan hayvan olduğunu muhakkak sahipli ve tasmalı olması gerektiğini çocukların, kadınların ve yaşlı insanların başıboş köpek saldırılarından ölümcül yaralar aldıklarını ve öldüklerini, ciddi yaralanmalara sebep olduğunu yaralanma olmasa bile çok ciddi travma geçirdiklerini, başıboş köpeklerin rastgele beslenmesinin çözümsüzlüğün ve sorunun temel sebebi olduğunu toplanan saldırgan köpeklerin tekrar aynı yere bırakılmasının çok yanlış olduğunu sözde hayvan sever ancak aslında sadece köpekleri dikkate alan kedilerin hatta sahipli evcil köpeklerinin dahi parçalandığını anlatan hayvan severlerin bulunduğu bundan çok şiddetli biçimde bizar olduklarını anlattılar. Çözüm olarak da 5199 sayılı kanunun 6ncı maddesinin acilen değiştirilmesi gerektiğini söylediler. Sanırım Cumhurbaşkanımız, Ak Partisi ve MHP milletvekillerine bu mesajlarını duyurmuş oldular.

Pek çok batı ülkesinde olduğu gibi başta can ve mal güvenliği olmak üzere eğitim hakkı, sağlıklı çevrede yaşam hakkı gibi insanların haklarını da dikkate alan bir düzenlemeye acil ihtiyaç bulunmaktadır. Başıboş köpeklerin sokaklardan alınıp temiz ve düzenli sağlıklı barınaklarda tutularak kayıt altına alınmasını, oradan sahiplendirilmesini teminen makul bir düzenleme ihtiyaçtır.

Umarız yüce meclisimiz her partiden milletvekilleri bir araya gelerek halkın bu acı çığlığını duyacaktır.

Mehmet ALTUNTAŞ

insanhaklarim@gmail.com

https://www.kamugundemi.com/majit-yakyahani-mehmet-ozer-ve-asiyeye-ne-oldu-bilen-var-mi-20014

KIZILAY BÖLGESİNDE FRANSIZ MUTFAĞI OLUR ANCAK SOMALİ SOFRASI OLMAZ MI?

Dünya Beşten Büyüktür

Son on yılda ülkemiz hem sığınmacı ve göçmen akınına uğramış hem de Afrika başta olmak üzere mazlum ülkelerle dayanışma ve işbirliğinin güçlendiğini söylemek mümkün. Hem ekonomik boyutu hem de dış politika boyutu ile Suriyeli, Iraklı, Afgan,   Orta Asyadan, İran’dan gelen sığınmacı, göçmen ve batılı ülkelere doğru mülteci olmak isteyen mazlum göçmenlerin uğrak noktası ve sığınma merkezi olan Türkiye bir yandan da Libya, Sudan, Somali, Filistin, Bosna Hersek, Kosova ve Myanmar’a kadar uzanan Müslüman ülkelere, Afrikanın diğer ülkelerine ziyaretler yapıyor Cumhurbaşkanlığı düzeyinde diplomasi atağına geçiyor, bir dizi ekonomik ve “soft power” olarak adlandırılan bir yöntem gereği hibe ve yardım anlaşmaları imzalanıyor. Son yıllarda Türk soylu ülkeler arasında kurulan Türk Konseyi ile Türkiye dış politikada dünyanın dominant ülkelerine ben de varım, diyor. Bu tespitin manşet ifadesi Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın BM kürsüsünde haykırdığı “Dünya beşten büyüktür” cümlesidir. Tüm bu gelişmelere rağmen ülkemizde garip biçimde sığınmacılara anlamsız saldırılar ve medyatik linç girişimleri ile son zamanlarda Ankara Kızılay’da Somalili insanlara yönelik Türkiye’nin dünya çapında üslendiği değeri artan role gölge düşüren hatta mide bulandıran garip uygulamalar olmaktadır.

Fransız Tv5 kanalında konuşan Türkiye uzmanı Fransız akademisyen Jean Marcou:”Türkiye, Afrika’daki nüfuzunu arttırıyor. Türkiye’yi Latin Amerika, Malezya, Hindistan, Endonezya, Pakistan, Suriye, Sudan ve Somali’de görüyoruz, Etiyopya’da da görüyoruz. Her yerdeler!” diyor. Millî Savunma Bakanlığı @tcsavunma twitter hesabında “Somali Türk Görev Kuvveti Komutanlığı tarafından “Sivil Asker İş Birliği Faaliyetleri” kapsamında, Anadolu Kışlası yakınında bulunan Abdullahi Wayeell ve Muhammud Hilowle okullarına gıda ve kırtasiye yardımı yapıldı.” haberinin yeraldığını memnuniyetle müşahade ediyoruz. Allah ordumuzdan razı olsun, verin helâl olsun “kara kurtlara”, diyerek yorum yapan vatandaşımızın dediği gibi mutluyuz ancak yine de Somalili insanlara hitaben “kara” kelimesini dikkatli kullanmak durumundayız. Çünkü İngilizce “negro” ifadesi afrika kökenli insanları aşağılamak ve damgalamak için kullanılan bizde “zenci” kelimesine yakın bir kelimedir. Yakın diyorum çünkü bizim “zenci” kelimesinde siyahlık vurgusu olmakla birlikte aşağılama ve dışlama unsuru ve iması bulunmadığını söyleyebiliriz.

Somali Sofrası da büyüktür: Sümer Sokakta, Somali Sofrası ve SAAB Afrika Yemekleri, Afrika Berberi

Gelelim asıl mevzuya.

Bundan iki ay önce salgın sebebiyle uzun süredir uğramadığım Kızılay’a Mazlumder üyesi bazı dostlarımızın daveti ile gittiğimde beni derin bir hüzne sokan bir olayla karşılaştım. Anlatıldığına göre Kızılay’da Sümer Sokakta yaklaşık 9 civarında işyeri açan Somalili misafirlerimiz oluşan bazı anlamsız tepkiler üzerine levhalarını indirmek kimisi dükkânlarını kapatmak zorunda kalmışlar.

Bu anlamsız ve saçma tepki, tarihsel misyonumuza, örf ve adetlerimize uymadığı gibi yukarıda izah etmeye çalıştığım dünya genelinde oluşan ülkemizle ilgili mevcut olumlu kamuoyu algısına ve uluslararası konumumuza da tamamen terstir. Ben şimdiye kadar gittiğim pek çok ülkede ülkenin tamamında Türk lokantalarında yemek yedim. Avrupa’da 4 milyon Türk var ve önemli bir bölümü dükkân açmış. Fransa, Almanya, İngiltere, İsveç, Danimarka, Amerika’da özellikle New Jersey’de bırakın bir sokakta 9 dükkân açmayı Türklerin mahalleler oluşturduğu bir gerçektir.

Şundan emin olun bu durum insani ve vicdani bir durum değildir. Ülke olarak sığınmacı ve göçmen konusuna suhuletle yaklaşmam6z getekiyor, Bu sürecin bir imtihan olduğunu düşünüp bu imtihanı geçersek çok güçlenmiş olacağız. Yok aksine saldırgan ve ırkçı iptidai duygu, tavırlar ve uygulamakar yüzünden daha da zayıflayacağız. Tercih bizim elimizde değil. İnsanların haklarına saygılı olmak zorundayız. Irkı, dili, dini, mezhebi ve renginden dolayı kimseye ayrımcılık yapmamalıyız.

Ayrıca merak çok ediyorum! Kızılay AVMnin girişinde yabancı marka İngilizce burger dükkânları var bunların küresel tabelaları kimseleri rahatsız etmezken niçin Somali sofrası ve SAAB Afrika Yemekleri tabelalıları rahatsız ediyor? Somali kelimesine tahammül edilemedi ve böylece 10 yıldan fazla ülkemize öğrenci olarak gelip üniversite bitirip doktora yapan Mohamed Isa ABDULLAH ile eşi Etiyopyalı bir vatandaşımızın ortaklaşa açtığı kafe lokantanın “Somali sofrası” olan ismi “Güzelyurt sofrası” oldu. Merak ettim, bu lokantanın ismi “İtalyan Mutfağı” veya “Fransız Restaurant” olsaydı ne olurdu? Ankara Kızılay’da Sümer Sokakta bulunan bu mütevazı kafe lokanta arası bir mekânın isminde bulunan “Somali” kelimesi Afrika’ya işadamlarını götüren Türkiye’nin çok iyi dostu olan bir ülkenin adı değil miydi? 

Yakışmadı bu bize yakışmadı!

Mehmet ALTUNTAŞ

İnsan Hakları Uzmanı

insanhaklarim@gmail.com

Not: Bir insan hakları derneği olan Mazlumderin Ankara Şubesi konuyla ilgili kendilerine yapılan başvuru üzerine yaptıkları görüşmeler araştırma ve incelemeler üzerine bir açıklama yaptıklarını gördüm. Bu açıklamayı şu linkten okuyabilirsiniz.

https://ankara.mazlumder.org/tr/main/faaliyetler/basin-aciklamalari/1/kizilay-bolgesinde-somalililere-karsi-ayrimci/14117

Ankara MAZLUMDER’in açıklaması:

KIZILAY BÖLGESİNDE SOMALİLİLERE KARŞI AYRIMCILIK KABUL EDİLEMEZ

Derneğimize yapılan başvurular, basın ve sosyal medya hesaplarına yansıyan haberler üzerine alanda inceleme yaptık.

2021 Eylül ayı başından beri Ankara’nın merkezinde Kızılay’da Somalililere renklerinden, Afrikalı kimliklerinden dolayı ayrımcı uygulamalar yapılmaktadır.

Kızılay Sümer sokakta işyeri olan Somalililer işyerlerini Çankaya dışına taşımaları konusunda baskıya maruz kaldılar. Nitekim bir kısmı işyerini kapatıp ülkemizden ayrıldılar. Kapanmayan işyerlerinin adları değiştirilsin diye baskı yapıldı. Örneğin Somali Sofrası, Güzelyurt Sofrası oldu. Saab Afrika Yemekleri tabelasını indirdi. Tabela değişikliklerine rağmen baskılar devam ediyor. Hemen her gün kolluk güçleri işyerlerine uğrayıp siyahilere kimlik uygulaması yapıyorlar. Siyahilerin bazısını ekip arabasına alarak alıkoyup herhangi bir işlem yapmadan bir kaç saat sonra bırakma şeklinde uygulama yapıyorlar. Son günlerde bu uygulamalar sadece Sümer Sokakta değil, Kızılay AVM önünde, GMK Bulvarında da yapılmaya başlandı.

Somalililerle yapılan görüşmelerde, bazı kamu kurumlarına başvuru yaptıkları halde uygulanmalarda bir iyileşme olmadığını ifade ettiler.

Anayasa, uluslararası sözleşmeler ve kanunlarımızda ayrımcılık hukuka aykırı olarak tanımlanmış, yasaklanmıştır ve suç olarak kabul edilmiştir.

Mazlumder olarak;

– 2022 yılında Ankara’nın merkezinde Somalililere uygulanan ayrımcılığa bir an önce son verilmesini,

– Ayrımcılık iddialarının ivedilikle araştırılarak sorumlular hakkında etkin soruşturmalar yapılmasını,

– Somalililere ülkemizde huzurla yaşayabilecekleri, hiçbir ayrımcılığa ugramayacakları ortam oluşturulmasını talep ederiz.

MAZLUMDER ANKARA ŞUBESİ

Kaynak: https://ankara.mazlumder.org/tr/main/faaliyetler/basin-aciklamalari/1/kizilay-bolgesinde-somalililere-karsi-ayrimci/14117

Yayınlanyan => https://hertaraf.com/haber-kizilay-bolgesinde-ingiliz-burgeri-olur-ancak-somali-sofrasi-olamaz-mi-mehmet-altuntas-8541