Başıboş Köpek Sorunu Türkiye Hindistan Karşılaştırması

1 km² ye düşen köpek sayısında ülkemiz 13 köpek sayısı ile 12 olan Hindistan’ı geçmiş durumdadır. 100 kişiye düşen köpek sayısında ülkemiz 8,4 iken Hindistan 3,3 olmuştur.

Türkiye’de ise, sahipsiz köpek sorunu ciddi bir milli güvenlik ve halk sağlığı problemi olarak varlığını sürdürmekte ve etkisini giderek artırmaktadır. Hindistan, Pakistan, Bangladeş başta olmak üzere şehirleri medeni olmayan ve sahipsiz, başıboş köpek sorunu ile boğuşan ülkeler gibi Türkiye’de de sahipsiz köpek sayısı çok hızlı bir şekilde artmaktadır.
Çok ilginçtir 1 km² ye düşen köpek sayısında ülkemiz 13 köpek sayısı ile 12 olan Hindistan’ı geçmiş durumdadır. 100 kişiye düşen köpek sayısında ülkemiz 8,4 iken Hindistan 3,3 olmuştur.
Amacımız sokakta başıboş beslenen köpeklerin sağlıklı bir ortamda tutulması ve insan yaşamının ve özellikle çocukların can güvenliğinin sağlanmasıdır.
Türkiye’de sokaklarda yaşayan, sahipsiz ve başıboş köpekler sorunu, ciddi ancak yeterli ilgiyi görmemiş bir sorundur. Başıboş köpeklerin vatandaşlara ve tüm topluma verdiği zarar medya, hayvan hakları aktivistleri ve yetkililer tarafından gözlerde küçültülmüş, görmezden gelinmiş ve reddedilmiştir.
Ülkemizde uzun yıllardır “sokak hayvanları” diye ajite edilen fakat insanların canına, malına, vücut bütünlüğüne ve halk sağlığına karşı önemli zararlar veren ağırlıklı olarak köpeklerin oluşturduğu tehdit ve tehlikelerle boğuşmaktadır. Özellikle 2004 den sonra çıkan sözde hayvanları koruma kanununun neticesinde bu olaylar hızla artmış hayvanları koruması için yapılan yasanın hayvanları koruması bir yana insan hayatı için yüksek riskler barındıran “kısırlaştır aşıla yaşat” yöntemiyle sorun içinden çıkılmaz bir hal almıştır.
Özellikle köpekler;
Doğrudan insanlara saldırıp yaralayabilmekte, kalıcı travmalara yol açabilmekte ve parçalayarak ölümüne sebep olabilmektedir. Boğazı parçalanan Mete Durna ya da okuldan evine dönerken parçalanan Mehmet Özer gibi.
Dolaylı olarak kovalayıp araçların altında kalarak veya otoyollarda araçların aniden önüne çıkarak insanlarımızın ölümlerine, yaralanmalarına ve maddi hasarlara sebep olmaktadır. Evinin önünde oynamaktan başka suçu olmayan 10 yaşında ki Mahra Melin Pınar ya da sadece okuluna gitmeye çalışan üniversite öğrencisi Rabia Kallı gibi.
Her gün mütemadiyen köpek nedenli kazalarda yaşamını yitiren insanlar olduğunu haber bültenlerinde görüyoruz. Nişanlısıyla düğün alışverişinden evine dönerken benzer bir kazada hayatını kaybedip gelinliğini hiç giyemeyen Gönül Karaoğlu gibi.
Özellikle engelli veya köpek korkusu olan insanlar dışarıda gezerken, evlerine, işlerine veya okullarına giderken kaygı ve stres yaşamakta ve bu insanlar sosyal yaşamını köpeklere göre ayarlamak zorunda bırakılmaktadır.
Köpek ısırığıyla kuduz gibi bulaşıcı, çok tehlikeli ve tedavisi olmayan ölümcül bir hastalığı yaymaktadırlar.
Sayın genel başkanında daha önce söylediği gibi hiçbir medeni ülkede başıboş köpek göremezsiniz. Çünkü medeni ülkeler de “köpek mi değerli insan mı? Köpeğimi koruyalım yoksa insanı mı?” diye bir soru işareti belirmemiş, öncelik her insan olmuştur. Zaten çene yapısı ve kuvveti itibariyle kemik kırma kabiliyetine sahip bir hayvanı korumak yerine insanı korumak gerektiği de aşikardır.
İnançlarımızı ve vicdan algılarımızı manipüle eden bir lobinin faaliyetleri yüzünden bugün biz ülkemizde insanlara zarar veren hayvanları koruyarak insanları ölümle burun buruna bir yaşama mahkûm etmiş bulunuyoruz.
Hayvanlar içgüdüleriyle hareket ederler, bir köpeğin de güdüsü beslenmek, üremek ve kendini korumak üzerinedir. Bu alanda kendisine tehdit olarak gördüğü her canlı insan da dâhil saldırma potansiyeline sahiptir. Köpeklerin bilimsel olarak tespit edilmiş 17 farklı saldırganlık türü olduğu bilinmektedir. Bunlardan başlıcaları alan koruma ve av güdüsüdür.
Buradan öncelikle sizleri ve tüm kamuoyunu uyarmak istiyoruz. Bir örnek vererek durumun ne kadar vahim olduğunu sizlere anlatacağım.
13 Temmuz 2023 yılında Şanlıurfa’da daha 28 yaşında genç bir mühendis olan Lütfü Seray kuduzdan hayatını kaybetti. Lütfü Serayı kuduz yapan köpek kendi köpeğiydi ve daha önce kuduz aşısı yapılmıştı. Buna rağmen dışarıdaki bir köpekten kuduzu kaptı ve sahibine bulaştırdı. Rahmetli de 4 doz kuduz aşısını yaptırmasına rağmen hayata tutunamadı.
Sokaklarımızda milyonlarca köpek ömrü boyunca şanslıysa bir kere ya da hiç kuduz aşısı olmadan hayatlarını devam ettirmekteler. Köpeklerde bu aşının her yıl tekrar edilmesi gerekiyor. Tekrar edilmediğinde Rahmetli Lütfü Seray da olduğu gibi kuduz kapma ihtimalleri yükseliyor. Serbest gezen bir popülasyonda her yıl köpekleri yakalamak ve tek tek kuduz aşısı yapmak imkânsızdır.
Ülkedeki köpek sayısının bile bilinmediğini, var olduğu düşünülen 15 milyon üzerinde köpeğimiz olmasına rağmen tarım orman bakanlığı tarafından yılda yalnızca 300-500 bin sahipsiz hayvanlar için kuduz aşısı temin edildiğini tarım orman bakanlığının faaliyet raporlarından anlamaktayız.
Şuan bu anlattıklarım size korkunç ve ihtimal dışı gelebilir ancak ülkemiz bir biyolojik bombanın üzerinde oturuyor ve bu bombanın her an patlamaması için hiçbir neden yok.
Elbette ki sorun kuduzla sınırlı değil, köpeklerin neden olduğu onlarca zoonoz hastalık ve dışkılarındaki milyonlarca parazit halk sağlığını çok ciddi tehdit etmektedir.
Önlenebilir her ölüm cinayettir. Bu nedenle vefat eden her insanın vebali bu sorunu bilip de susanların, çözme konusunda yetkisi olup da çözmeyenlerin üzerinedir. Bizim bu sorunun çözümü sonrasında hiçbir çıkarımız yoktur. Mücadelemiz Allah rızası için başka canlar gitmesin hiçbir eve köpekler yüzünden ateş düşmesin, insanlar bu sorun nedeniyle hayatlarını kaybetmesin diyedir. Bir köpek öldüğünde yalnızca bir köpek ölür ama bir insan öldüğünde bu ölen yalnızca bir insan değildir. Birinin evladı, annesi, babası, teyzesi, dayısıdır.
Başıboş köpek savunucularının ülkede taciz var, tacavüz var ne olmuş birkaç insan da köpekler yüzünden ölmüşse yaklaşımları bizi bir felakete sürüklemekte sorun her geçen gün içinden çıkılmaz bir hal almaktadır.
Şunu ifade etmeliyim ki böyle bir feci salgın kapıya dayandığında bugün köpeklerin dışarıda kalmasını savunanlar sorumlu olarak yine devleti ve yetkili organlarını suçlayacak. Kısırlaştırma ve aşılama yapılmadığı için bu hale geldiğini dile getirerek kendileri bütün sorumlulukları üzerlerinden atacaklardır. Ancak üreme hızları ve kontrolsüz besleme yüzünden sürekli sayılarının katlanarak arttığı bu ortamda bu yöntemin başarı şansı zaten yoktur. Hiçbir ülke bu yöntemle bu sorunu aşamamıştır. Benzeri Hindistan da uygulanan bu yöntem nedeniyle Hindistan da yılda 20 bin insan kuduz nedeniyle hayatını kaybetmektedir.
Merhamet öncelikle akıl sahibi olan insana gösterilmeli, köpekleri değil insanları korumalı ve bu yolda adımlar ivedilikle atılmalıdır. Unutmayın bir sonraki kurban siz ya da bir sevdiğiniz olabilir.

Avrupa kimliğini nasıl tanımlayabiliriz ve bu kimlik içinde Türkiyenin Türklerin yeri nedir?

Konu: “Avrupa kimliğini nasıl tanımlayabiliriz ve bu kimlik içinde Türkiye’nin, Türklerin yeri nedir?”

Hazırlayan: Mehmet ALTUNTAŞ

Öğrenci No: 142179201

Öğretim Görevlisi: Doç Dr. M. Murat Erdoğan

1 Mayıs 2015

Avrupa kimliğini nasıl tanımlayabiliriz ve bu kimlik içinde Türkiye’nin, Türklerin yeri nedir?

Avrupa Kimliği

Avrupa kimliğini tanımlayabilmek için tarihi evreleri ve süreçleri ele almak zorundayız. Dünya tarihinde ilk medeniyetlere beşiklik eden Mezopotamya ve Mısırın ulaştığı düzey daha sonra felsefeciler aracılığıyla önce Girit ve Yunan adları üzerinden Ege bölgesinde (İyonya) yeni devletlerin kurulmasına buralarda medeniyetin gelişmesine sebep olmuştur. Daha sonra bu süreç Avrupa Kıtasına geçmiş bu günkü Yunanistan coğrafyasında antik Yunan diye bilinen devletlerin ve medeniyetlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Aristo, Sokrates ve Platon gibi felsefeci ve bilginlerin Mısır ve Mezopotamya’dan neşet eden bilim ve anlayıştan etkilendikleri tarihçiler tarafından da kaydedilmektedir. İşte Antik Yunan ve daha sonra Roma şehir devletlerinde ortaya çıkan uygarlıklar ve elbette Hıristiyanlık inancı bu günkü Avrupa kimliğine kaynaklık etmektedir. Sömürgeci ve dinsel bir temele sahip olmakla birlikte Yüzyıl savaşları adı verilen mezhep savaşları, yine batılı Avrupa devletlerince çıkartılan 1. Dünya savaşı ve özellikle 2. Dünya savaşı hem dünya da hem de Avrupa’da büyük bir yıkıma neden olmuştu. Japonya’ya atılan nükleer bombalardan Nazi Kamplarında yürütülen soykırım hadiselerine kadar bir yığın günahı bulunan batı bir deyişle bu yaşadıklarından bir ders çıkarttı desek yeridir. 1945 te BM nin kurulması ve 1948 de BM İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ile dünyaya bir bildirge dönemi başladı. Bu şu demek artık savaş ile sömürü canımıza tak etti zulüm ve insanlık dışı muamelelere sebep olmayalım. Biz birbirimize sebep olmayalım. Tabiri caizse batılı devletler “ben senin ayağına basmayayım sen de benim ayağıma basma” anlayışı ile birbirileriyle kıyasıya savaş eden Fransa ve Almanya arasında işbirliğine gidildi. Diğer ülkeler de bu ekonomik amaçlı birliğe katıldılar. AKÇT Anlaşmasına Almanya, Fransa, İtalya yanında Belçika, Lüksemburg ve Hollanda’dan müteşekkil BENELÜX ülkeleri denilen devletler de katıldılar. Avrupa kültürü veya kimliği böylece tamamlanmış oldu. Bu kültür bir yanıyla insan haklarını savunurken diğer yandan Bosna’da Sırp katliamına soykırımına sırf Müslüman oldukları için göz yuman, bir yandan da ülkemizi “Ermeni Soykırımı” iddiası ile suçlarken el birliği ile İsrail’in Ortadoğu’da yaptığı zulme katliamlarına destek veren bir kimlik olarak algılanmaktadır.

Şurası da var ki Ortadoğu’ya ve diğer coğrafyalara bakıldığında insanların birbirlerini katlettiği bir dünyada Avrupa Kültürü ve kimliği uluslararası evrensel demokratik ve insan hakları standartları gelişmiş olduğunu da itiraf etmemiz gerekiyor. Avrupa da halen ırkçı çevreler kadar vicdanlı ve dünyada yaşanan zulümlere tepki gösteren bireyler de bulunmaktadır.

Bu çerçevede ele almak gerekire Avrupa kimliği denilen kavram, bilhassa Avrupa Birliği öncesi Avrupa Topluluklarında dile getirilmeyen yeni bir olgudur. Avrupa Birliği, temellerini, Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu’nda atmış, ilerleyen süreçte bu topluluğun kapsamı ve üyeleri genişlemiş, daha sonra da bu topluluğun devamı niteliğinde birçok yeni ve geniş topluluklar kurulmuştur. Önceleri sadece ticari anlamda herhangi bir topluluktan hiçbir farkı olmayan topluluğun kapsamı genişletilmiş ve üyelik kriterleri oluşmuştur. Birlik büyüdükçe, Avrupalılık kavramı tartışılmaya başlanmış ve Avrupa kimliği üzerine araştırmalar yapılması birlik tarafından teşvik edilmiştir. Avrupa kimliği düşünceleri temelde, Avrupa Birliği’ne dahil olan farklı ırklara ve farklı dillere sahip ülkelerin, ortak düşünceye sahip olmalarını sağlamaktır. Bir bakıma her ülkenin müşterek bir paydada birleşmesini sağlayabilmek, ortak bir Avrupalılık kavramını geliştirip bu olgunun uluslar-üstü bir kavram haline dönüştürmek amaçlanmıştır. Avrupa Birliği’ne üye olan ülkeler, toprak bütünlüğü, ulusal kimlik ve milli değerler gibi kavramları, Avrupalılık kavramından sonra ele almaya özen göstermekte ve bu da Avrupa kimliğinin, ulusal kimlikten ayrışmasına yol açmaktadır.1

Türk kimliği

Gelgelelim Türk kimliğine; Orta Asya’dan göç etmek suretiyle yeni vatan olarak Anadolu ve Balkanları yurt tutan Türkler İslam inancı ile kadim gelenek ve töresini mezcederek Ortadoğu ve Asya’nın vazgeçilmez gücü haline geldi. Önce Selçuklu Devleti daha sonra Osmanlı Devleti ile Avrupa ve Asya’nın birleştiği geniş topraklarda Bağdat’tan Fas’a, Kırım’dan Yemen’e, Batum’dan Viyana’ya kadar uzanan bir coğrafyada adalet ve hakkaniyetle hâkimiyet sürmüş bir millettir. Selçuklular ve özellikle de Osmanlılar sömürge amacı gütmeden hakim olduğu toprakları imar etmiş halkları kendi dil ve inancında serbest etmiş, bu yüzden barış getirdiği topraklarda 2. Roma benzetmesine hak kazanmıştır.

Ne var ki sanayileşme ve yeni kıtaların keşfi ile yeni insan ve varlık gücünü ele geçiren Avrupa sömürge zihniyeti ile önce Amerika kıtasını, daha sonra Afrika ve Ortadoğu’yu parsel parsel işgal ederek sömürgeleştirmiş, o ülkelerin zenginliklerini Avrupa’ya taşımıştır. Afrika’dan Amerika’ya ve Avrupa’ya köle olarak getirilen insanlar zenginliğin önemli bir kaynağı haline gelmiştir. Bununla yetinmeyen Avrupalı sömürgeci güçler İngiltere, Fransa, İspanya, Almanya başta olmak, üzere bu günün Avrupa Birliğini oluşturan devletler zenginliklerini ve sanayileşme hamlelerinin kaynağını bu sömürgeci karakterlerine borçlular.

17 ve 18. Yüzyılda Batılı devletlerin atılımları karşısında Osmanlı Devleti zayıflamış ve askeri güç olarak geri kalmıştır. Güçlenen Rusya’nın işgalci iştahları karşısında İngilizler ve Fransızlarla ittifak yapması gerekince ilk defa Avrupa kavramı ile Türkler karşı karşıya kaldılar. Yapılan ilk ittifak anlaşması 1856 da yapılan Paris barış antlaşmasıdır.

Avrupa Kimliği ve Bu Kimlik İçinde Türklerin Yeri

Viyana surlarına dayanan Türk batılının kafasında bir barbardır. Ayrıca yok edilmesi gereken bir vahşi düşmandır o. Güçlü döneminde fermanla Paris’te oynanan bir tiyatroyu dahi etkileyen ve oyundan kaldıran devlet idi Osmanlı. Avrupa Devletleriyle denge güden Osmanlı zayıflayınca Rusya’ya karşı Avrupa devletlerini yanına almaya çalıştı. Bu çerçevede bir anlaşma yapıldı. Paris anlaşması ile Osmanlı bir Avrupa devleti sayıldı.

Paris Antlaşmasının önemi Avrupa’da barış ve karşılıklı işbirliği arayışlarından birisi olmasından kaynaklanır ve en önemli özelliği o dönemin “ortak düşmanı” haline gelen Rusya karşısındaki ittifak yapan ve galip gelen grubun içinde Osmanlı Devletinin de varlığıdır.

Anlaşma Kırım Savaşını kazanan Osmanlı Devleti, İngiltere ve Fransa ile Rusya arasında 30 Mart 1856’da imzalanan bir barış anlaşmasıdır ancak gelecekteki bir Avrupa Bütünleşmesi düşüncesine yönelik ipuçları vardır.

Anlaşmanın 2. maddesi şöyledir:

Osmanlı Devleti Avrupa devletler topluluğunun bir üyesidir, toprak bütünlüğü ve bağımsızlığı Avrupa devletlerinin ortak garantisi altınadır.”

Avrupa Birliği

Avrupa Birliği kavramına gelecek olursak, 2009 itibariyle, 27 üye ülkeden oluşan, ticari, siyasi ve sosyal anlamda bir örgütlenmeden ve geniş bir oluşumdan bahsetmemiz gerekir.

Öncelikle 1951 yılında Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu adı altında birleşen Avrupa ülkeleri, Roma Antlaşması ile Avrupa Topluluklarını kurdular. Fransa, İtalya ve Benelüks (Belçika, Hollanda ve Lüksemburg) ittifakında yola çıkan Birlik, yeni katılımlarla ve yeni ticari açılımlarla sürekli genişlemiş ve halen de genişlemesini sürdürmektedir. Avrupa Birliği’ne giden süreçte, Avrupa’nın hemen hemen bütün ülkeleriyle yakın ilişkiler içerisinde olan Avrupa Topluluğu, sınırını ve “Avrupalılık” kavramını şöyle sınırlamıştır:2

1) Demokratik açıdan güvenlik: Üye ülkenin parlamenter demokrasiye ve insan haklarına saygı duyması ve sivil toplum örgütlenmelerine özgürlük vermesi öncelikli şartlar arasındadır.

2) Müktesebat (Acquis communautaire): Üyenin ekonomik olgunlukta, ekonomik ve parasal geçiş istikrarına sahip, siyasal ve idari altyapıların birbiriyle uyumu olması kuralına tabi, siyasal kadro hazırlığını yapmış ve Birliğin siyasi müktesebatını kabul etmiş ve uygulamaya geçirmiş olması gerekir.

3) Siyasal şeffaflık: Üye, birlik yetkileri genişlemesi ve kurumsal reformlar konusunda birikimli olması bununla birlikte milli çıkarlara açıklık getirmesi şarttır.

4) Avrupalılık: Üye olacak olan devletin Avrupa içindeki coğrafi konumu, ortak kültür mirası ve Avrupa Birliği ve Avrupa kimliği ruhuna sahip olması zorunludur. Yukarıda da belirtildiği gibi AB, üye olacak devletlerde birtakım şartlar aramaktadır.”

Avrupa Birliği ve Türkiye İlişkileri

AB-Türkiye ilişkilerine kısaca göz atmakta fayda var. Kuruluşuyla birlikte muasır bir medeniyete sahip olma hedefi Türkiye Cumhuriyeti’nin öncelikli hedefi olmuştur. Türkiye, günümüzde en ileri ve gelişmiş ülkeler olarak kabul edilen Batılı devletlerin bir parçası olma yolunu kendine benimsemiştir. Bu bağlamda Türkiye, Batılı ülkelerin içinde yer alan Avrupa Birliği’ne dahil olma amacını taşıyarak, 1950’li yıllardan beri Avrupa Toplulukları ile yakın ilişkide bulunma siyasetini sürdürmektedir. Bu süreci zaman zaman iç-dış etkenler nedeniyle dondurmak zorunda kalsa da, Türkiye, hedefini gerçekleştirmek için birçok anayasal değişiklikler yapmış ve hemen hemen her konuda geniş ve kapsamlı reformlar gerçekleştirmiştir. Bu reformlar günümüzde de devam etmektedir.

Sonuç: Avrupalılık Kimliği Türkiye’ye, Türkiye Avrupa Birliğine Ne Katar?

Ülkemizde Avrupa Birliğinin Türkiye’nin hayrına olduğunu savunan Sağcı, Liberal ve bazı sol çevreler olduğu gibi aksini iddia eden AB karşıtı milliyetçi, ulusalcı ve dindar kesimler de bulunmaktadır. Türkiye’nin, hem coğrafi konum hem de Avrupalılık kavramı bakımından Avrupa Birliği’nde yerinin olmadığını savunan birçok Avrupa ülkesi vardır. İç işlerinde bağımsız dış işlerinde Avrupa Birliği’ne bağlı olan üye ülkeler, Avrupa’nın bir kimlik değerinin olduğunu, bu değere Türkiye’nin dahil olamayacağı üzerinde durmaktadır.

Türkiye, Avrupa kimliğine coğrafi konum ve reformların yeterince ve kurallara uygun uygulanması konusu haricinde, AB’ye üye ülke olmaya muktedirdir. Bununla birlikte, Türkiye’nin Avrupa kimliği içinde etkin bir role sahip olduğunun da altı çizilmelidir. Türkiye’nin AB’ye üye olması, AB’nin zenginliğine ve çeşitliliğine katkıda bulunacaktır. Kültürel zenginlik bakımından oldukça ileride olan Türkiye, AB’nin tek sesliliğini değiştirmeye imkan sağlayabilir.

Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana reformlardan ve değişimden yana olan liberal ve sağ gözüken ANAP ve AK Parti3 AB üyeliğini desteklemiş ulusal ve milliyetyçi çevreler ise statükodan kaynaklı olarak karşı çıkmışlardır. AB Müktesebatı ve evrensel standartları kazanmak Türkiye AB ye üye olmasa da gerekli özellikler ve kazanımlar olacaktı. Demokratik ve insan haklarına dayalı bir Türkiye AB ye üye olmasa da çevresinde saygın ve örnek alınır bir ülke olacaktır.

Türkiye, hedeflediği çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmak için kendisine örnek aldığı ülkelerin anayasalarına göre yetersiz kalan yürürlükteki 1982 Anayasası yerine katılımcı ve özgürlükçü bir anayasa hazırlamalıdır. Yeni anayasa güçlü bir toplumsal dayanağa sahip, başta Avrupa Birliği kriterleri olmak üzere uluslararası normlara uygun, bireyin hak ve özgürlüklerini üstün tutan, çoğulcu ve katılımcı demokrasiyi esas alan demokratik hukuk devleti anlayışını yansıtan, kısa, açık ve anlaşılır şekilde olmalıdır. İşte bu hedefe ulaşabilmek de ancak Avrupa kimliği ve AB üyeliğini benimsemiş bir Türkiye gerekleştirebilecektir.4

1 http://turkiye-ab.blogspot.com.tr/2009/04/avrupa-kimligi-ve-turkiye.html

2 http://turkiye-ab.blogspot.com.tr/2009/04/avrupa-kimligi.html

3 NOT: Prof.Dr.İdris KÜÇÜKÖMER in Düzenin yabancılaşması kitabında da belirttiği gibi aslında sağcı gözüken partilen reformcu ve değişimci Avrupa Birliği yanlısı partilerdir denilebilir.

4 Türk Anayasalarında İnsan Hakları, Başbakanlık Uzmanlık Tezi, Mehmet ALTUNTAŞ, 2002, http://www.tihk.gov.tr/tr/basbakanlik-insan-haklari-baskanligi/akademik-calismalar (1.05.2015)