İnsan Hakkı İhlallerinin Diğer Adı 28 Şubat Post-Modern Darbesi

28 Şubat 2019

TİHEK in 2019 yılı açıklaması..

28 Şubat süreci, insan hakkı ihlallerinin çokça yaşandığı post-modern bir darbe sürecidir. Bu süreçte bir çok vatandaşımız inançları nedeniyle haksız uygulamalara maruz kalmış, din ve vicdan hürriyetleri ihlal edilmiştir. Bu haksız uygulamalar sonucu okullarından uzaklaştırılmak veya fırsat eşitliği ortadan kaldırılmak suretiyle eğitim hakları ellerinden alınmıştır. Bir çok kamu personeli görevlerinden alınmak, işe alımlarda eğitim ve inanç temelli ayrımcılığa tabi tutulmak suretiyle çalışma, sosyal güvenlik ve kamu hizmetlerine girme ve bu hizmetlerden yararlanma haklarından yoksun kılınmıştır. Yine bir çok sivil toplum örgütünün kapatılmak ya da faaliyetleri sınırlandırılmak suretiyle örgütlenme ve ifade özgürlüğü hakları engellenmiş, en küçük sermaye sahipleri dahi kategorize edilerek üretim ve mülkiyet hakkı sınırlanmıştır. Yapılan fişlemeler ile özel hayatın gizliliği yok edilmiştir. Seçilmiş iktidarı uzaklaştırma ve parti kapatma uygulamaları ile seçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakları ihlal edilmiştir. Her biri ayrı ayrı insan hakkı ihlali olan ve milyonlarca mağduru bulunan bu uygulamaların etkileri önemli ölçüde giderilmiştir. Bu husus hem mağdurlar adına hem de ülkemizin insan hakları alanındaki gelişmeleri adına sevindiricidir. Bu ihlallerin neden olduğu dolaylı sonuçların bertaraf edilmesi yönünde de çalışmalar yapılması gerektiği haklı  bir beklenti olarak karşımızda durmaktadır.

Mahkumların ifadeleri ile “delil yerine kanaate dayalı kararlar” ile verilen uzun süreli tutukluluklar ve mahkumiyetler ile bir çok vatandaşımız kişi hürriyeti ve güvenliği hakkından mahrum bırakılmıştır. Çok sayıdaki hükümlünün infazı aradan geçen 22 yıla rağmen halen devam etmektedir. Ülkemizin insan hakları alanındaki sevindirici gelişmelerinden biri olan bireysel başvuru hakkından süre kıstı nedeniyle yararlanamadıkları için de mağduriyetlerinin artarak ve uzayarak devam ettiği yönündeki düşünceleri devam etmektedir. Adil bir şekilde yeniden yargılanma talepleri hakkında da henüz bir çözüm üretilememiştir. Mahkumiyetle sonuçlanan ve infazları “kendilerini yargılayanlarla” birlikte devam eden bu grupta yer alanların  “28 Şubat bizim için hiç bitmedi” yönündeki sessiz feryatlarının çığlığı her geçen gün temiz vicdanlarda yankılanarak yükselmeye devam etmektedir. Bunun en azından haklı bir serzeniş olup olmadığını ortaya koyma imkânı verecek olan yeniden yargılanma yolunun açılması yönündeki mevzuat değişikliği çalışmalarına umut bağladıkları da yetkili makamların ve kamuoyunun malumudur.

Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu’nun kuruluş amacı ve varlık nedeni, insan onurunu temel alarak insan haklarının korunması ve geliştirilmesi, kişilerin eşit muamele görme hakkının güvence altına alınması, hukuken tanınmış hak ve hürriyetlerden yararlanmada ayrımcılığın önlenmesi, işkence ve kötü muameleyle etkin mücadele etmektir. Bu kapsamda TİHEK “28 Şubat Post-Modern Darbesinin Neden Olduğu İnsan Hakları İhlalleri ve Halen Devam Eden Mağduriyetlerin İncelenmesi ve Araştırılması” için bir çalışma komisyonu oluşturmuştur. Bu çalışma sonucunda yapılan tespitler ve varılan sonuçlar ilgili makamlar ile paylaşılacaktır.

Kamuoyuna arzolunur.

Saygılarımızla

Süleyman ARSLAN TİHEK Başkanı    

28 Şubat mağdurları: Af değil yeniden yargılama istiyoruz

28 Şubat sürecinde müebbet hapse mahkum edilenlerin yakınları, yeniden yargılama talep ediyor. Abdullah Deniz’in ablası Hacire Deniz “28 Şubat’ın yarasını ömrümüz boyunca içimizde taşıyacağız. 28 Şubat mağdurları olarak ağabeyimin tekrar yargılanmasını istiyoruz” dedi. Mustafa Dayan’ın kardeşi Hanifi Dayan ise “Kardeşimi yargılayan savcı ve hakimlerin hepsinin, FETÖ’cü olduğu ortaya çıktı” dedi.

27.2.2018 12:02

28 Şubat sürecinde müebbet hapse mahkum edilenlerin Diyarbakır’daki yakınları, yeniden yargılama yapılmasını istiyor.

Ağabeyi Abdullah Deniz 22 yıldır cezaevinde olan Hacire Deniz, AA muhabirine yaptığı açıklamada, “28 Şubat’ın yarasını ömrümüz boyunca içimizde taşıyacağız. 28 Şubat mağdurları olarak ağabeyimin tekrar yargılanmasını istiyoruz.” dedi.

Ağabeyinin üniversite sınavı sonucunu öğrenmek için evden çıktığı sırada gözaltına alındığını belirten Deniz, “Bir ay boyunca ondan haber alamadık. 30 gün boyunca işkence görmüş. O dönem, suçlu suçsuz herkesi içeriye aldılar. Onların suçla ilişkilendirdiği tarihlerde ağabeyim okulda veya evdeydi.” diye konuştu.

Abdullah Deniz’in o tarihlerde olay yerinde olmadığının kanıtlandığını vurgulayan Deniz, “Ağabeyim 28 Şubat mağdurlarından biriydi. Adil bir yargılama yapılmadı. Asılsız iftiralarla, yalanlarla kumpas kurdular. Birçok kişiyi bu şekilde cezaevine attılar. Ağabeyim de onlardan biri. Bilim adamı olmak istiyordu. Cezaevinde iki üniversite bitirdi. Beş dili, anadili gibi konuşuyor. 28 Şubat’ın yarasını ömrümüz boyunca içimizde taşıyacağız. 28 Şubat mağdurları olarak ağabeyimin tekrar yargılanmasını istiyoruz.” ifadelerini kullandı.

HANİFİ DAYAN: “AĞABEYİMİN DOSYASI AÇILSIN, YENİDEN YARGILANSIN”

Cezaevinde 23. yılını dolduran Mustafa Dayan’ın kardeşi Hanifi Dayan, ağabeyinin gözaltına alındığını 21 gün sonra öğrendiklerini söyledi.

Ailece büyük üzüntü yaşadıklarını anlatan Dayan, şöyle devam etti:

“İslami kimlikleri yüzünden cezalandırıldılar. Mahkemeye gelen tanıklar, kardeşimle yüzleştirildi. Tanıklar, kendilerine saldıran kişinin kardeşim olmadığını söyledi. Kardeşimi yargılayan savcı ve hakimlerin hepsinin, FETÖ’cü olduğu ortaya çıktı. Ağabeyimin dosyası açılsın ve yeniden yargılansın. Af istemiyoruz, merhamet istemiyoruz, yeniden yargılama istiyoruz.”

Dayan, ağabeyinin tıp okumayı hayal ettiğini ancak hayalini gerçekleştiremediğini aktardı.

68 yaşındaki anne Azize Dayan ise cezaevinde oğlunu evlendirdiğini, torunuyla teselli bulduğunu belirterek, “Eşim üzüntüden felç geçirdi ve oğlunu ziyarete gidemedi. Tek talebimiz yeniden yargılama.” dedi.

“İSTEĞİMİZ ADİL BİR ŞEKİLDE YARGILANSINLAR”

Oğlu Mustafa Ozan 22 yıldır cezaevinde olan Veli Ozan, oğlunun yargılanmasının 28 Şubat döneminde talimatla yapıldığını savundu.

Ozan, şu an 40 yaşında olan oğlunun, 1998 yılında Dicle Üniversitesi’nde birinci sınıfta okuduğunu, eve gelirken gözaltına alındığını belirterek, “Mahkemede hakimin ilk sorusu, ‘Camiye gidip kimlere ders verdin?’ oldu. Onlar için bu büyük suçtu. Dindar bir aile olduğumuz için başımıza bu geldi. Mahkemesi yaklaşık 10 yıl devam etti.” diye konuştu.

65 yaşındaki acılı baba, “İsteğimiz adil bir şekilde yargılansınlar. Çocuklarımızı yakalayan polisler, savcılar, hakimler cezaevinde. Kazdıkları çukura kendileri düştü.” dedi.

“TEK BEKLEDİĞİMİZ ADALET”

Ömür boyu hapis cezası verilen ve 23 yıldır cezaevinde bulunan 42 yaşındaki Mehmet Aksa’nın babası Naif Özboğa da, oğlunun camide ders verdiği sırada gözaltına alınıp tutuklandığını söyledi.

Eşinin üzüntüden kansere yakalandığını ve 2005 yılında vefat ettiğini anlatan Özboğa, şöyle konuştu:

“Oğlum Mescid-i Aksa’ya olan sevgisinden dolayı kendisinden izin alarak cezaevinde soyadını ‘Aksa’ olarak değiştirdi. Bugüne kadar Allah’a çok şükür ne devlet hakkında ne de millet hakkında bir hainlik yapmadım. Benim evladım 23 yıldır cezaevinde. Kimseyi öldürmedi, kimsenin malına zarar vermedi. Oğlumun üzerine suç atıldı. Birisini yaraladığını söylemişler. O kişi mahkemeye geldi ve ‘Beni yaralayan bu çocuk değil, siz masum insanları getirmişsiniz.’ dedi. Oğlumun dünyası yıkıldı.” diye konuştu.

Oğlunun Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) mağduru olduğunu savunan Özboğa, “Oğluma ceza veren FETÖ’cü hakim ve savcıların bağlı olduğu hain yapı, Meclis’i bombalayacak kadar bu ülkeye düşman. Bunlara ceza verenler de FETÖ’cülerdi.” dedi.

Sur ilçesinde terör mağduru olduğunu, terör örgütü PKK‘nın saldırıları nedeniyle evinin yıkıldığını aktaran Özboğa, “Tek beklediğimiz adalet. Tek isteğimiz oğlumu adaletle yargılasınlar. Adalet olursa benim oğlum zaten dışarı çıkar.” ifadelerini kullandı

Kaynak: https://www.sabah.com.tr/gundem/2018/02/27/28-subat-magdurlari-af-degil-yeniden-yargilama-istiyoruz

28 Şubat mağdurları serbest bırakılsın

28 Şubat mağdurları serbest bırakılsın

Türkiye Yazarlar Birliği Genel Başkanı Bıyıklı, “28 Şubat mağdurlarını içeri atan hakimler şu an hapishanelerde. Oyunları gün yüzüne çıkmıştır. 28 Şubat mağdurları dışarı çıkmalıdır.” dedi.

Türkiye Yazarlar Birliği (TYB) Genel Başkanı Mahmut Bıyıklı, yazarlar, 28 Şubat mağduru aileler ve vatandaşlar ile Üsküdar Mihrimah Sultan Camisi önünde basın açıklaması yaptı.

Bıyıklı, yeni 28 Şubat’ların yaşanmaması için Hükümet’in çalışmalarını desteklediklerini belirtti. Şu an 600’e yakın kişinin 28 Şubat dönemi yargılamaları sonucunda halen hapiste olduğunu kaydeden Bıyıklı, “28 Şubat mağdurlarını içeri atan hakimler şu an hapishanelerde. Oyunları gün yüzüne çıkmıştır. 28 Şubat mağdurları dışarı çıkmalıdır.” diye konuştu.

28 Şubat mağdurları arasında 15 Temmuz darbe girişimine direnenlerin olduğunu da hatırlatan Bıyıklı, bunların en önemli örneklerinden birisinin şehit Halil Kantarcı olduğunu anımsattı.

Akademya dergisi adına açıklama yapan Kubilay Karadeniz de 28 Şubat mağdurları için yeniden yargı yolunun açılması gerektiğini söyledi. Bu konuda bir imza kampanyası başlattıklarını da bildiren Karadeniz, 2 milyon imzaya ulaşmayı hedeflediklerini vurguladı.

Muhabir: Ünal Gündoğdu

10.03.2018

İSTANBUL

Erdoğan 28 Şubat mağdurları için konuştu

Erdoğan 28 Şubat mağdurları için konuştu

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Senegal’in başkenti Dakar’da heyette bulunan gazetecilerle bir araya geldi. Erdoğan, 28 Şubat mağdurlarından FETÖ ile mücadeleye kadar gündeme ilişkin gazetecilerin sorularını cevapladı.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, halen cezaevinde olan 28 Şubat mağdurlarıyla ilgili Adalet Bakanlığı’nın çalışma yürüttüğünü söyledi. FETÖ ile mücadelenin sekteye uğraması gibi bir durumun söz konusu olmadığını da ifade eden Erdoğan, konunun takipçisi olduklarını kaydetti.

Afrika turuna devam eden Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Senegal’in başkenti Dakar’da aralarında İnternethaber Yönetim Kurulu Başkanı Hadi Özışık’ın da aralarında bulunduğu gazetecilerin gündeme ilişkin sorularını cevapladı. Erdoğan, halen cezaevinde bulunan 28 Şubat mağdurlarıyla ilgili Adalet Bakanlığı’nın çalışma yürüttüğünü söyledi. İşte o söyleşiden ilgili bölümler;

28 ŞUBAT MAĞDURLARI İÇİN ÇALIŞMA VAR

-Geçtiğimiz röportajda 28 Şubat sürecinden bahsederken, ‘O zaman verilmiş kararlarla mağdur oldukları için haklarını arayan insanlar var’ demiştiniz. AK parti döneminde o dönemde mağdur olanlarla ilgili Adalet Bakanlığının veya belki başka bir mekanizmanın bir açıklama yapıp o dönemin kumpaslarının mağduru olan bu insanları özgürlüklerine kavuşmaları veya iade-i itibarlarının sağlanması için yeniden yargılama gibi bir süreç başlayacak mı? Sizin bu yönde bir mekanizmaya dair yol göstericiliğiniz olacak mı?

Bu konu ile ilgili Adalet Bakanlığı’nın yaptığı bir çalışma var. Ama bu ne zaman neticelenir, bu tabii ki yargı meselesi. Bunu şu an benim söylemem mümkün değil. Ama biz arkadaşlarımıza, ‘Bu konuda adaletin tecellisi için bir yasal çalışma yapın’ dedik. Şu anda Adalet Bakanlığı’nda böyle bir çalışmayı arkadaşlarımız yürütüyorlar.

03-03-2018

http://www.internethaber.com/erdogan-28-subat-magdurlari-icin-konustu-1851841h.htm

Haber: 28 Şubat darbe süreci

28 Şubat darbe süreci

 27.02.2018

Toplumun iradesine, inancına ve kültürüne vurulan karanlık bir darbenin adı olan 28 Şubat, yaşattığı acılar ve meydana getirdiği büyük tahribatlar nedeniyle lanetle anılıyor.

Askeri vesayetin öncülüğünde yargı, bürokrasi, medya ve sermaye bileşenlerinin kirli ittifakıyla İslam’ı ve onun yaşamdaki pratiklerini hedef alan 28 Şubat süreci, Türkiye tarihinde kara bir leke olarak duruyor.

Halkın alışageldiği darbelerden farklı olan 28 Şubat, İslam düşmanı bütün kesimlerin seferber edildiği, icrasında sivillerin etkin rol oynadığı bir darbeydi. Bu süreçte dönemin cumhurbaşkanın, muhalefetin, sendikaların, üniversite yönetimlerinin, çeşitli sivil toplum kuruluşlarının iş birliğiyle İslami kesime yönelik adeta bir cadı avı başlatıldı. Haber etiğini ayakları altına alan kartel medyası da ajitasyon ve manipülasyonlarla darbenin önemli bir ayağını oluşturdu.

Bu karanlık dönemde milyonlarca kişi fişlendi. Başörtülü kız öğrenciler okullarından uzaklaştırıldı. Binlerce memur dindar oldukları için işlerinden atıldı. Tüm kamusal alanda dindarlara yönelik baskı ve zulüm uygulandı. Cunta tarafından oluşturulan Batı Çalışma Grubu (BÇG) tüm kurum ve kuruluşları denetleyerek dindar insanları buralardan uzaklaştırdı.

Darbe sürecinin en vahşi tarafı ise özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yaşandı. Sadece dindar oldukları için ya da camide Kur’an dersi verdikleri için binlerce kişi gözaltına alındı ve akıl almaz işkencelerden geçirildi. Darbe sürecinin verdiği cesaretle dindarlara karşı öylesine pervasız davranıldı ki çocuklara, kadınlara ve yaşlılara dahi işkenceler edildi. İslam’ın mukaddesatlarına saldırıldı, tesettüre el atıldı, baskın adı altında camilere ayakkabılarla girildi. Dönemin mahkemeleri tarafından özellikle de FETÖ’cü yargıçların eliyle yüzlerce kişi delillere bakılmaksızın sadece iddialar üzerinden yargılanıp müebbet hapse mahkûm edildi.

28 Şubat darbe süreci nasıl başladı?

Dindarlara yönelik baskılar cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren süregelse de 28 Şubat darbesine giden süreç kendisini 1990’lı yılların başından itibaren gösterdi. O dönemde Türkiye’de yaşanan ekonomik istikrarsızlık, koalisyonlar, rüşvet ve yolsuzluk iddiaları, halkı yeni bir arayış içerisine soktu. Ekonomideki sorunlar 1994 yılında krize dönüştü. Bu gelişmeler üzerine “5 Nisan Kararları” olarak bilinen ağır ekonomik tedbirler hayata geçirildi.

Süreç içerisinde istikrarlı olarak büyüyen Refah Partisi, Batı dünyasında endişeye neden olurken Türkiye’de de özellikle İslam karşıtı çevreleri rahatsız ediyordu.

Refah Partisi Genel Başkanı Necmettin Erbakan’ın çeşitli platformlarda dile getirdiği “İslam Birliği” gibi söylemler sömürgeci Batıyı bilhassa siyonistleri korkutuyordu.  Erbakan’ın Türkiye’yi aşıp tüm İslam alemini kapsayan vizyonu, emperyalist güçlerin Türkiye içindeki uzantılarını harekete geçirmişti.  Tüm karalamalara rağmen Refah Partisi 1994 yılındaki yerel seçimlerde büyük başarı gösterdi, İstanbul ve Ankara gibi büyük şehirlerin belediyelerini kazandı. Refah Partisinin aldığı oylar cunta tarafından Türkiye’nin muhafazakarlaşması, dindarlaşması olarak algılandı ve bu gelişmeler “irtica” adıyla öcüleştirilerek ideolojik bir zemine oturtulmaya çalışıldı.

Refah Partisi, yerel seçimlerde yüzde 19,14 oy olarak 15 büyükşehir belediyesinin 5’ini kazandı

27 Mart 1994- Refah Partisi, yerel seçimlerde yüzde 19,14 oy olarak 15 büyükşehir belediyesinin 5’ini kazandı. Bunlar arasında İstanbul ve Ankara da vardı. Millî Görüş geleneğinin ilk kez bu oranda oy alması tüm dikkatlerin bu parti üzerine yoğunlaşmasına neden oldu.

13 Nisan 1994- Erbakan’ın yerel seçimlerden sonra partisine yönelik tepkileri eleştirirken söylediği “Refah Partisi adil düzen getirecek, bu kesin şart, geçiş dönemi yumuşak mı olacak sert mi olacak, tatlı mı olacak kanlı mı olacak, altmış milyon buna karar verecek.” şeklindeki sözleri uzun süre tartışılan konulardan oldu. Erbakan’ın bu sözleri kartel medyası tarafından farklı alanlara çekilerek ısıtılıp ısıtılıp servis edildi.

27 Aralık 1995- Genel seçimler Refah Partisinin zaferiyle sonuçlandı.  Oyların yüzde 21,37’sini alarak sandıktan birinci çıkan Refah Partisi 1969’dan bu yana siyaset sahnesinde olan Millî Görüş geleneğinin ilk kez hükümeti kurma hakkı kazanmasına vesile oldu. Hükümeti kurma görevini alan Necmettin Erbakan, koalisyon için görüştüğü partilerden destek bulamadı ve görevi iade etti. İttifak turları sırasında askerlerin parti liderlerine Refah Partisi ile hükümet kurmamaları yönünde baskı kurdukları iddia edildi. Bunun üzerine Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, hükümeti kurmak için seçimlerden ikinci sırada çıkan DYP’nin lideri Tansu Çiller’i görevlendirdi. Çiller’in de başarısız olması sonucu görev Mesut Yılmaz’a verildi. Hükümet krizi devam ederken Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı, farklı siyasileri arayarak Refah Partisinin olası koalisyonların dışında tutulmasını istedi.

Erbakan başbakan olunca The İntependent gazetesi “Osmanlının geri dönüşü” manşetini attı

6 Mart 1996- Baskılar sonucu kurulan ANAP-DYP koalisyonu güven oyu aldı. Mesut Yılmaz başbakan oldu. Ancak bu hükümet 3 ay iktidarda kalabildi.

28 Haziran 1996- Cumhurbaşkanı Demirel, hükümeti kurma görevini bir kez daha Necmettin Erbakan’a verdi. DYP ile yapılan pazarlıklar sonucunda, Refah-Yol hükümeti kuruldu. 8 Temmuz’da güvenoyu alan hükümette liderlerin ikişer yıllığına başbakanlık yapacakları kararlaştırıldı. Erbakan’ın başbakan oluşunu İngiliz The İntependent gazetesi “Osmanlının geri dönüşü” manşetiyle okuyucularına servis etti.

10 Ağustos 1996-  Başbakan Erbakan ilk yurt dışı gezisini İran’a yaptı. Ardından Pakistan, Singapur, Malezya ve Endonezya’yı ziyaret etti. Ziyaret sırasında İran’la doğalgaz, petrol ve enerji iş birliği konularında anlaşmalar yapıldı. D8’in temellerini atan bu ziyaretler dünyada büyük yankı uyandırdı. Erbakan’ın Batı yerine Doğu’yu tercih etmesi hükümetin gelecekteki dış siyaseti ile ilgili önemli ipuçları veriyordu. Erbakan’ın özellikle İran ziyareti, ABD ve siyonistlerde büyük rahatsızlık meydana getirmişti.

2 Ekim 1996- Erbakan, Afrika ülkelerini kapsayan ziyaretlerine başladı. Sırasıyla Mısır, Libya ve Nijerya’yı ziyaret eden Erbakan’ın Libya ziyareti, 28 Şubat medyası tarafından sık sık gündeme getirildi.

24 Ekim 1996- Başbakan Necmettin Erbakan’ın davetlisi olarak Çırağan Sarayı’nda bir araya gelen 8 İslam ülkesinin devlet başkanları ekonomik iş birliği konusunda mutabakata vardı. Günümüzde de görevine devam eden D-8 kurulmuş oldu. İçten ve dıştan gelen tüm tepkilere rağmen Erbakan, İslam Ortak Pazarı, İslam NATO Gücü, İslam Dinarı gibi Müslümanları bir arada tutacak, emperyalizme karşı güçlü kılacak projelerden söz etmeye devam etti. Bu projelerin ilk adımı olarak G-7’ye karşı D-8’i hayata geçirmişti.

3 Kasım 1996- Türkiye’de derin devlet yapılanmasını ortaya çıkaran Susurluk’taki trafik kazası meydana geldi. Kazada araç içerisinde DYP Şanlıurfa Milletvekili Sedat Bucak, ‘Mehmet Özbay’ sahte kimliğini taşıyan, devletin yıllardır kırmızı bültenle aradığı Abdullah Çatlı ve polis okulu müdürü Hüseyin Kocadağ vardı. Kazaya karışan otomobilde çok sayıda silah ve sahte pasaport ile kimlikler çıktı. Skandal, hükümetin ortağı DYP’yi zor durumda bırakırken Refah Partisinin de olaydan olumsuz etkilenmesine neden oldu.

28 Aralık1996- Aczimendiler’in lideri Müslüm Gündüz üzerinden “irtica” haberleriyle gündem uzun süre meşgul edildi. Gündüz’ün evine kameralar eşliğinde yapılan baskın görüntüleri günlerce haber bültenlerinde yayınlandı.

CHP, başbakanlık konutunda verilen iftar yemeği için suç duyurusunda bulundu

7 Ocak 1997- 28 Şubat cuntasının baskısıyla Doğru Yol Partisinden bazı milletvekilleri partilerinden istifa etti. İstifa eden vekillerin gerekçeleri Refah Partisiyle devam etmek istememeleriydi. İstifa eden vekiller daha sonra Demokrat Partiye katıldı.

11 Ocak 1997-  Başbakan Necmettin Erbakan, Başbakanlık Resmi Konutu’nda çeşitli din adamlarını ve kanaat önderlerini iftarda ağırladı. Davetlilerin dini kıyafetleriyle programa katılmaları medyada genişçe yer buldu, askerle hükümet arasında gerilimin artmasına neden oldu.

16 Ocak 1997- CHP Genel Sekreteri Adnan Keskin ve bir grup milletvekili, Başbakanlık Konutu’nda verilen iftar yemeği için Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulundu.

17 Ocak 1997- Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı’dan Genelkurmay Başkanlığında brifing aldı.

26 Ocak 1997- Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı ve kuvvet komutanları, Gölcük Donanma Komutanlığında, 3 gün devam eden olağanüstü şurada toplandı.

28 Ocak 1997- Danıştay, Bakanlar Kurulunun, memurların çalışma saatlerinin Ramazan ayına göre düzenlenmesini öngören kararnamesini durdurdu. Danıştay, kararnameyi laikliğe aykırı bulduğu için durdurduğunu açıkladı.

31 Ocak 1997- Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı, MGK Genel Sekreteri Orgeneral İlhan Kılıç, Millî İstihbarat Teşkilâtı (MİT) Müsteşarı Sönmez Köksal, Cumhurbaşkanı Demirel’i ziyaret etti.  Ziyarette, “Taksim Meydanı’na cami yapılması, başörtüsü meselesi, Ramazan mesaisi” gibi konular hakkında konuşuldu.

Sincan Belediyesi tarafından Filistin’le dayanışma gecesi düzenlenince ilçeden tanklar geçirildi

31 Ocak 1997- Refah Partili Sincan Belediyesi tarafından Filistin’le dayanışma gecesi düzenlendi. Dünya Kudüs Günü’ne denk gelen bu geceye İran Büyükelçisi Muhammed Rıza Bagheri de davet edildi. Programda Filistin intifadasını canlandıran bir tiyatro sergilendi ve çeşitli konuşmalar yapıldı. Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız da burada bir konuşma yaptı.  Bekir Yıldız yaptığı konuşma nedeniyle 6 Şubat’ta gözaltına alındı. Daha sonra yargılandığı Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) tarafından 4 yıl 7 ay hapis cezasına çarptırıldı.  Sincan’daki etkinliği günlerce manşetlere taşıyan cunta medyası hükümeti zor durumda bırakmak için yoğun çaba sarf etti.

4 Şubat 1997- Başbakan Necmettin Erbakan, Sincan’daki etkinlik nedeniyle gerilen ortamı yumuşatmak amacıyla “Biri hataen bir resim asarak bu ülkeyi yıkamaz.” dedi. Aynı gün 20 tank ve 15 zırhlı araç Sincan kent merkezinden geçiş yaptı. Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Çevik Bir, tankların Sincan’dan geçişi ile ilgili olarak daha sonra yaptığı açıklamada “Demokrasiye balans ayarı yaptık.” ifadesini kullandı. Cumhurbaşkanı Demirel, Sincan’daki olaylar nedeniyle Başbakan Erbakan’a bir “uyarı mektubu” gönderdi.

15 Şubat 1997- Cunta’nın yönlendirmesi ile Ankara’da “Şeriata karşı kadın yürüyüşü” adı verilen bir organizasyon düzenlendi. Yürüyüşe TBMM Başkanvekili Uluç Gürkan ve CHP Genel Başkanı Deniz Baykal da katıldı.

24 Şubat 1997- Genel Kurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı israil’i ziyaret etti. Karadayı, dönemin israil başbakanı Benjamin Netanyahu ve genel kurmay başkanı Amnon Şahak ile görüştü. Karadayı, Netanyahu’ya “Türkiye ile israil arasındaki ilişkiler her zaman iyi olmuştur. Bundan sonra daha iyi olacaktır.” dedi. MGK kararlarından hemen önce israil’e yapılan bu ziyaret darbenin arkasında israil’in olduğu iddialarını güçlendirdi. Nitekim, ABD’deki Yahudi lobilerinden “Yahudi Ulusal Güvenlik Enstitüsü” (JINSA) 28 Şubat bildirisinden bir yıl sonra yaptığı açıklamada Erbakan hükümetini kendilerinin devirdiğini itiraf etmişti.

Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Güven Erkaya: İrtica PKK’dan daha büyük bir tehlikedir

24 Şubat 1997- Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Güven Erkaya, “İrtica PKK’dan daha büyük bir tehlikedir.” dedi.

28 Şubat 1997- Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel başkanlığında Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplandı. 9 saat süren toplantının ardından 28 Şubat kararları açıklandı. “Rejim aleyhtarı irticai faaliyetlere karşı alınması gereken tedbirler” başlıklı bildiri, toplam 18 maddeden oluşuyordu. Buna göre; temel eğitim 8 yıla çıkarılacak, imam-hatip okulları meslek okuluna dönüştürülecek, irticai faaliyetlere katıldıkları için TSK’daki görevlerine son verilen askerler belediyelerde istihdam edilmeyecekti. Tüm Kur’an kursları Millî Eğitim Bakanlığına bağlı okullara bağlanacak, tarikatların faaliyetleri yasaklanacak ve bunlarla ilişki içinde olan finans kuruluşları ve vakıflar kapatılacaktı. 28 Şubat kararlarının ayrıntılı düzenlemelerden ziyade çerçeve niteliğinde olması, kararları uygulayacak mercilere geniş bir inisiyatif vermiş, ilgili tüm alanlara askerin müdahalesi için açık kapı bırakmıştı.

4 Mart 1997- Başbakan Necmettin Erbakan, MGK Genel Sekreteri Orgeneral İlhan Kılıç’tan kararların yumuşatılmasını istedi, aksi halde bildiriyi imzalamayacağını söyledi. 13 Mart’ta Başbakan Necmettin Erbakan, medya tarafından MGK kararlarını “imzaladı” şeklinde sunuldu. Ancak 2013’te başlatılan “28 Şubat Post Modern Askeri Darbesi Davası” soruşturmasında Erbakan’ın kararları imzalamadığı MGK tutanakları incelenerek teyit edildi. Kararların açıklamasından sonra işçi ve işveren sendikaları konfederasyonları, 28 Şubat kararlarına destek verdiklerini açıkladılar.

5 Mart 1997- MGK Genel Sekreteri Orgeneral İlhan Kılıç, Başbakan ile görüşmesinden sonra, 28 Şubat kararları için imzaların atıldığını söyledi. Erbakan, MGK kararlarının uygulanmaması için harekete geçti. Kararların TBMM’de tartışılmasını istedi. Buna karşı TBMM Başkanı Mustafa Kalemli, “MGK kararlarının muhatabı hükümettir. Kesinlikle bunları Meclis’te tartıştırmam.” diyerek safını belirledi.

7 Mart 1997- Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, MGK kararlarının arkasında olduğunu göstererek söz konusu kararların uygulanmaması durumunda uygulamayanların sorumlu olacağını söyledi.

Binlerce Kur’an kursu ile dini eğitime ağırlık veren dernek ve vakıf kapatıldı

12 Mart 1997- 28 Şubat kararları doğrultusunda ilk olarak Ankara’da 3 Kur’an kursu kapatıldı. Daha sonra baskılar tüm ülkeye yayılarak binlerce Kur’an kursu ve dini eğitime ağırlık veren dernek ve vakıf kapatıldı.

22 Mart 1997- Millî Eğitim Bakanlığı, imam hatip liselerini de kapsayan bütün orta okulların aşamalı olarak kaldırılması yöntemi üzerinde durulduğunu açıkladı.

25 Mart 1997- Genelkurmay Başkanı Orgeneral Karadayı, Refah Partisini MGK kararlarına gösterdiği tepkilere cevap olarak “Burada alınan kararlar, herkesin riayet etmesi gereken kararlardır.” diyerek MGK’nın, hükümetin ve Meclisin üzerinde mercii olduğuna işaret etti.

31 Mart 1997- 28 Şubat’tan sonraki ilk MGK toplantısı yapıldı. Toplantıdan sonra açıklamada bulunan Genelkurmay İkinci Başkanı Çevik Bir, laiklik karşıtı akımlarla mücadele etmenin TSK’nın birinci önceliği olduğunu ifade ederek “İlk hedef irticadır.” dedi.

4 Nisan 1997- Darbe sürecinde hükümet karşıtı tavırlarıyla dikkat çeken TÜSİAD darbecilere açık destek verdi.  TÜSİAD Başkanı Muharrem Kayhan, yaptığı açıklamada “MGK sivillerin boşluğunu doldurdu.” dedi.

Fetullah Gülen, Refah-Yol hükümetine “Emaneti iade edin, çekilin!” çağrısı yaptı

16 Nisan 1997- FETÖ lideri Fetullah Gülen, katıldığı bir televizyon programında 28 Şubat darbesini destekledi. Gülen MGK kararları için “İslami usullere göre değerlendirildiğinde bu bir içtihattır. Hata yapsalar bile sevap alırlar.” dedi. 18 Nisan’da Hürriyet gazetesinin manşetinde Gülen’in Refah-Yol hükümetine çağırısı yer aldı. Gülen, “Emaneti iade edin, çekilin!” diyordu. Gülen daha sonra çıktığı bir televizyon programında ise cuntacıları överek “Asker daha demokrat.” ifadelerini kullandı.

17 Nisan 1997- 28 Şubat sürecinin verdiği cesaretle haddini aşan Erzurum Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Osman Özbek’in konuşması sırasında Başbakan Necmettin Erbakan’a küfür ettiği konuşması medyaya yansıdı.

14 Mayıs 1997- 28 Şubat kararları doğrultusunda Kılık Kıyafet Kanununa aykırı hareket edenlere karşı operasyonlar başladı. Tesettüre uygun giyinenler baskı altına alındı. Cübbe giyip sarık takanlar kamu kurumlarına alınmadı. Aileleri tesettürlü olan askerler büyük baskıya ve tecride maruz kaldı.

Yargıtay Başsavcısı, Refah Partisinin kapatılması için Anayasa Mahkemesine başvurdu

21 Mayıs 1997- Yargıtay Başsavcısı Vural Savaş, iktidardaki Refah Partisinin kapatılması için Anayasa Mahkemesine başvurdu. Türkiye’nin iç savaşa sürüklendiğini belirten Savaş, Refah Partisinin laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğunu savunarak kapatılmasını talep etti.

27 Mayıs 1997- Olağanüstü toplanan Yüksek Askerî Şûra (YAŞ) kararıyla 161 subay ve astsubay terfi beklerken sebep gösterilmeden ordudan atıldı.  Bu askerler ya namaz kıldıkları için ya da eşleri başörtülü oldukları için fişlenerek ordudan atıldı. Bu fişlemeler Batı Çalışma Grubu adı verilen illegal bir yapı tarafından yapılıyordu.

7 Haziran 1997- Genelkurmay Başkanlığı, sözüm ona irticai faaliyetleri desteklediğini iddia ettiği bazı firmalara ambargo koydu.

10 Haziran 1997- Genelkurmay Başkanlığına çağırılan Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay başkan ve üyelerine brifing verildi.

11 Haziran 1997- Genelkurmay Başkanlığında basın mensuplarına brifing verildi. Kendi programlarının her alanda uygulamaya girmesi için kamuoyunda baskı oluşturmak isteyen 28 Şubat cuntası daha sonra rektörler, STK temsilcileri gibi kesimlere de brifingler verdi. Brifinglerde Refah-Yol hükümeti hedef gösterildi.

Necmettin Erbakan başbakanlıktan istifa etti

18 Haziran 1997- Necmettin Erbakan başbakanlıktan istifa etti. Erbakan, istifasının nedeninin başbakanlığı Tansu Çiller’e devretmek olduğunu söyledi.

19 Haziran 1997- Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, hükümet kurma görevini teamülleri göz ardı ederek TBMM’de çoğunluğu olan Doğru Yol Partisi lideri Tansu Çiller yerine ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz’a verdi.

30 Haziran 1997- 28 Şubat cuntasının direktifleri doğrultusunda Mesut Yılmaz, Bülent Ecevit ve Hüsamettin Cindoruk’la birlikte ANASOL-D Hükümetini kurdu. Yeni hükümeti sıkı markajda tutan asker, 28 Şubat kararlarının uygulanması için İçişleri Bakanlığı ve Genelkurmay arasında ‘Emniyet, Asayiş, Yardımlaşma’ (EMASYA) protokolünü imzalattı. Bu protokolle askerin sivil bürokrasiyi kontrol etmesinin önü açıldı.

17 Ağustos 1997- ANASOL-D Hükümeti 8 yıllık zorunlu eğitim yasasını TBMM’den geçirdi. Bu yasanın amacı, imam hatiplerin orta kısmının kapatılması ve Kur’an kurslarına katılım yaşının ortaokulu bitirme yaşı olan 14’e çekmekti. Bu yasanın çıkarılış sürecinde gelen tepkilere aldırış etmeyen Başbakan Yılmaz, “Siyasi hayatıma mal olsa da bu yasayı çıkaracağım.” dedi

Başörtülü öğrenciler ikna odalarında başlarını açmaları için baskı gördü

7 Ekim 1997- İstanbul Üniversitesi başörtülü öğrencilerin kayıtlarını yapmadı. İstanbul Üniversitesi Rektör Yardımcısı Nur Serter’in öncülük ettiği ikna odalarında başörtülü öğrenciler başlarını açmaları için baskı gördü.

17 Aralık 1997- İsmail Alptekin başkanlığında Fazilet Partisi kuruldu. Fazilet Partisi, Refah Partisinin Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılma ihtimali üzerine kuruldu.

16 Ocak 1998- Refah Partisi, Anayasa Mahkemesi tarafından kapatıldı. Konu ile ilgili açıklamada bulunan dönemin Anayasa Mahkemesi Başkanı Ahmet Necdet Sezer, partinin “laik Cumhuriyet ilkelerine aykırı eylemlerin odağı olduğu” gerekçesiyle kapatıldığını söyledi. Refah Partisinin kapatılmasının ardından bağımsız kalan milletvekilleri Fazilet Partisine katıldı.

21 Nisan 1998- İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, 12 Aralık 1997’de Siirt mitinginde okuduğu şiir sebebiyle 10 ay hapis cezasına çarptırıldı. Erdoğan’ın aldığı hapis cezasından sonra Hürriyet gazetesi ” Muhtar bile olamayacak” manşetini attı. Erdoğan belediye başkanlığını bırakarak 26 Mart 1999’da cezaevine girdi. 24 Temmuz 1999’da tahliye oldu.

9 Haziran 1998- İstanbul Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksek Okulunda sınava girmek isteyen tesettürlü öğrenciler polis zoruyla okuldan çıkarıldı. Aynı üniversitenin Fen Fakültesinde 11 tesettürlü öğrencinin mezuniyetlerine bir hafta kala üniversite ile ilişikleri kesildi. Takip eden günlerde değişik üniversitelerde ve liselerde başörtülü öğrenciler sınavlara alınmadı.

Cami yapımını kısıtlayan yasa yürürlüğe girdi

24 Haziran 1998- Millî Eğitim Bakanlığı, 3 bin 500 öğretmeni başörtülü oldukları için görevden aldı.

2 Ağustos 1998-  Cami yapımını kısıtlayan yasa yürürlüğe girdi.

9 Temmuz 1998- Milli Askeri Stratejik Konsepti (MASK) değişti. “Yeşil sermaye” olarak adlandırdıkları İslami kesime ait şirketlere karşı kampanyalar başlatıldı.

9 Ağustos 1998- 28 Şubat’ın figürlerinden İstanbul Üniversitesi Rektörü Kemal Alemdaroğlu, üniversitelerde kılık-kıyafet yasağını serbest bırakan 2547 sayılı Kanun’un ek 17’nci maddesini üniversitenin mevzuat kitabından çıkarttırdı.

11 Ekim 1998- Başörtüsü yasağına karşı Türkiye genelinde eylemler yapıldı. Eylemlere müdahale eden polis 600 kişiyi gözaltına aldı.

26 Kasım 1998- İlahiyat fakültelerinde de başörtüsü yasaklandı.

11 Şubat 1999- İrticai faaliyetleri izlemek için emniyet müdürlerinden 20’şer kişilik izleme birimleri kuruldu.

6 Nisan 1999- FP lideri Recai Kutan imam hatiplerde okuyan 500 bin öğrenciden 150 bin öğrenci kaldığını söyledi.

18 Nisan 1999- Türkiye’de erken genel ve yerel seçimler yapıldı. Hiçbir parti tek başına iktidar olacağı çoğunluğu yakalayamadı.

3 Mayıs 1999- Merve Kavakçı’nın Mecliste başörtülü olarak yemin etmesi engellendi. Bülent Ecevit Mecliste yaptığı konuşmada Merve Kavakçı’yı kastederek “Burası devlete meydan okunacak yer değildir. Lütfen bu hanıma haddini bildiriniz!” dedi.

Kur’an-ı Kerim’in 12 yaşından önce öğrenilmesi yasaklandı

31 Mayıs 1999- Malatya’da görülen başörtüsü davasında sanıklar hakkında idam cezası talep edildi.

23 Temmuz 1999- Kur’an-ı Kerim’in 12 yaşından önce öğrenilmesinin yasaklanması ile ilgili kanun tasarısı DSP, ANAP ve MHP oylarıyla kabul edildi.

25 Ağustos 1999- İstanbul Valiliği, deprem mağdurlarına yardım eden Mazlum-Der ve İHH gibi sivil kuruluşların hesaplarına el koydu.

4 Eylül 1999- Genel Kurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu “28 Şubat bir süreçtir. İrtica tehdidi bin yıl sürerse 28 Şubat da bin yıl sürecek.” dedi.

Dönemin Genel Kurmay Başkanı Kıvrıkoğlu tarafından söylenen bu söz, 28 Şubat’la ilgili mağduriyetler gündeme geldikçe akıllara geliyor. Özellikle 28 Şubat sürecinde uyduruk delillerle ağır cezalar verilen mahkumların yeniden yargılanma taleplerinin reddedilmesi başta mağdurların aileleri olmak üzere toplumun önemli bir kısmını derinden yaralıyor. (Raif ACAR – İLKHA) 
Kaynak: https://dogruhaber.com.tr/haber/283724-28-subat-darbe-sureci/

28 Şubat’ta kapatılan STK’lar

28 Şubat’ta “irticai” faaliyet gerekçesiyle kapatılan vakıflar arasında Milli Gençlik Vakfı, Zehra Vakfı, Sosyal Hizmet Vakfı, Sahabe Eğitim ve Kültür Vakfı, Polatlı Eğitim, Kültür ve Dayanışma Vakfı, İslami Dayanışma Vakfı, Gebze Hizmet Vakfı, Davet Eğitim, Kültür ve Kardeşlik Vakfı, Hak-Yol Vakfı, Akabe Vakfı, Vahdet Dostluk ve Eğitim Vakfı gibi İslami vakıfların yanı sıra bir Alevi vakfı olan Zöhre Ana Ali Vakfı da bulunuyordu.

Dünya Spastik ve Ortopedik Özürlüler Vakfı da yine aynı şekilde  Türk Medeni Kanunu’nun 101’inci maddesine aykırılık sebebiyle 28 Şubat döneminde kapatılan vakıflar arasında. Bugün de Türk Medeni Kanunu’nda yer almaya devam eden vakıflarla ilgili 101’inci madde şu şekilde: “Cumhuriyetin Anayasa ile belirlenen niteliklerine ve Anayasanın temel ilkelerine,  hukuka,  ahlâka, millî birliğe ve millî menfaatlere aykırı veya belli bir ırk ya da cemaat mensuplarını desteklemek amacıyla vakıf kurulamaz.”

2013 yılında yapılan yasal düzenlemeyle, yukarıda ismini saydığımız vakıflara vakıflarını açma ve vakıf mallarının iadesi hakları geri verildi.

Kaynak: http://www.sivilsayfalar.org/2016/03/01/28-subatta-kapatilan-stklar/

Haber: 28 Şubat mağdurları için 7 kişilik komisyon

06 Mart 2018-Yeni Şafak Gazetesi

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 28 Şubat mağdurları için adım atılacağını müjdelemesinin ardından gözlerin çevrildiği Adalet Bakanlığı’na bağlı 7 kişilik komisyon kanuni düzenlemenin alt yapısı için çalışmalara başladı

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 28 Şubat mağdurları için adım atılacağını müjdelemesinin ardından gözlerin çevrildiği Adalet Bakanlığı bünyesinde oluşturulan komisyonun da detayları netleşmeye başladı. Yeni Şafak’ın ulaştığı bilgilere göre, söz konusu komisyon kanuni düzenlemenin altyapısını oluşturacak. İşkence altında hiç gerçekleşmemiş suçların dahi işlediğini kabul etmek zorunda bırakılan mağdurların aileleri hasretle çocuklarına kavuşacakları günü iple çekiyor.

YENİDEN YARGILAMA

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Adalet Bakanlığı bünyesinde kurulan bir komisyonla 25 yıldır FETÖ elebaşlarının tetikçilik yaptığı göstermelik suçlar sebebiyle cezaevinde tutulan 28 Şubat mağdurlarının mağduriyetlerinin çözüleceğini müjdelemişti. Yeni Şafak, söz konusu komisyon ile ilgili detaylara ulaştı. Komisyon tarafından binlerce insanın hayatını karartan yüzlercesini cezaevinde çürüten 28 Şubat sürecinde işkence altında hiç gerçekleşmemiş suçları dahi kabul etmek zorunda kalan mağdurlarına yönelik haksızlığın önlenmesi için gerekli kanuni düzenlemenin altyapısının oluşturulacağı öğrenildi. Komisyon çalışmasını tamamladığında mağdur yakınlarının sürekli dile getirdiği üzere af yerine yeniden yargılamaların önü açılacak.

HUKUKİ ZEMİNDE ÇÖZÜLECEK

7 kişilik komisyonun mağduriyetlere hukuki zeminde çözüm bulmak için çalıştığı ifade edilirken komisyon çalışmalarının bir rapor halinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’a sunulacağı da öğrenildi.

İŞKENCE KRİTERİ DİKKATE ALINSIN

Mağdur avukatları, işkence raporlarıyla yeniden yargılama talebinde bulunsa da, Anayasa Mahkemesi’ne başvuru için ‘Eylül 2012’den sonra kesinleşen kararlar’ kriteri mağduriyetlerin giderilmesine engel oluyor. Aileler, işkence altında kabul ettirilen suçlar için yeniden yargılamanın önü açılmasını talep ediyor. Aileler, komisyonda görüşülen konuların yıllara uzanan bir sürece dönüşmeden, hızla mağduriyeti gidermesini istiyor. 28 Şubat mağdurlarından olan ve bugün yaşasaydı cezaevine girecek olan Halil Kantarcı, 15 Temmuz’da darbecilere karşı koyarak şehit düşmüştü.

Kaynak: https://www.memurlar.net/haber/732573/28-subat-magdurlari-icin-7-kisilik-komisyon.html

 

28 Şubat mağdurları için ‘iade-i itibar’ çalışması yapılıyor

28 Şubat mağdurları için ‘iade-i itibar’ çalışması yapılıyor
03 Mart 2018 Vahap Munyar

Cumhurbaşkanı Erdoğan 28 Şubat mağdurlarının yeniden yargılanması için sorular soruya verdiği cevap: Bu konu ile ilgili Adalet Bakanlığı’nın yaptığı bir çalışma var. Ama bu ne zaman neticelenir, bu tabii ki yargı meselesi. Bunu şu an benim söylemem mümkün değil. Ama biz arkadaşlarımıza, ‘Bu konuda adaletin tecellisi için bir yasal çalışma yapın’ dedik. Şu anda Adalet Bakanlığı’nda böyle bir çalışmayı arkadaşlarımız yürütüyorlar

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Cezayir, Moritanya, Senegal ve Mali’yi kapsayan Afrika turunun Dakar durağında kendisine eşlik eden gazetecilerin sorularını yanıtladı.

28 ŞUBAT MAĞDURLARI İÇİN YASA ÇALIŞMASI

28 Şubat mağdurlarının özgürlüklerine kavuşması, iade-i itibar için bir çalışma var mı? Yeniden yargılama süreci olur mu?

Bu konu ile ilgili Adalet Bakanlığı’nın yaptığı bir çalışma var. Ama bu ne zaman neticelenir, bu tabii ki yargı meselesi. Bunu şu an benim söylemem mümkün değil. Ama biz arkadaşlarımıza, ‘Bu konuda adaletin tecellisi için bir yasal çalışma yapın’ dedik. Şu anda Adalet Bakanlığı’nda böyle bir çalışmayı arkadaşlarımız yürütüyorlar.

Kaynak: https://www.memurlar.net/haber/731949/28-subat-magdurlari-icin-iade-i-itibar-calismasi-yapiliyor.html

DARBELER VE İNSAN HAKLARI İHLALLERİ:TÜRKİYE TARİHİNE KARA BİR LEKE 28 ŞUBAT POSTMODERN DARBESİ

Devlet ile Vatandaşı arasında bir sözleşme olan Anayasanın büyük bölümü insan haklarının korunmasına ayrılmış olup Devletlerin en temel vazifesi hak ve özgürlüklerin korunması ve geliştirilmesidir. Vatandaşları arasında ayrımcı uygulama yapmaması da bu temel görevin bir gereğidir. Milli iradeye dayanmayan güçlerin bizzat veya baskısı ile Devleti oluşturan Yasama Yürütme ve Yargı organları zaman zaman devre dışı bırakıldığı darbe süreçleri ile ülkemiz meclisi, hükümeti ve yargısı ipotek altına alarak devre dışı bırakılmıştır. Malum olduğu üzere 1960 yılında yapılan darbesi, 12 Eylül Askeri Darbesi ve 28 Şubat Post Modern Darbesi ile ülkemizde hem demokrasi akamete uğratılmış hem de insan hakları ihlalleri hat safhaya ulaşmıştır.  1960 ve 1982 Askeri Darbeleri ile Anayasa lağvedilmiş, Milli İrade hiçe sayılmıştır. Yine 28 Şubat Post-modern Darbesi ile Milli irade hiçe sayılarak insan haklarına aykırı uygulamalar yapılmış ve algı operasyonları ile Milletimizin bir kısmı diğer kısmı ile düşman haline getirilmeye çalışılmıştır.

2016 yılı 15 Temmuz gecesi ve 16 Temmuz günü milletçe yaşamış olduğumuz emperyalist güç odaklarının desteği ile hain FETÖ Darbe girişimi Cumhurbaşkanımız ve Başkomutanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın “Halkın gücü üzerinde başka bir güç tanımam.” diyerek milletimizi darbecilere karşı durmak üzere hava meydanlarına ve meydanlara çağrısı üzerine milletimizin basireti ve cesareti ile darbe girişimi bastırılmıştır.

Uluslararası emperyalist güçleri, Türkiye’yi iç karışıklığa sürüklemek, milletin birlik ve beraberliğini parçalamak için desteklediğini Silahlı Kuvvetler içerisinde yuvalanan FETÖ mensuplarını harekete geçirerek ülkemizde bir darbe girişiminde daha bulunmuş ve 251 vatandaşımız şehit olmuş 2196 vatandaşımızı da yaralamışlardır. bu insanlık dışı darbe teşebbüsü temel insan haklarının en önemlisi olan yaşama hakkını da ortadan kaldıran bir vahamete ulaşmıştır. Halkına ihanet eden darbeciler, elinde yalnızca bayrağıyla ihanete karşı duran sivillerin hayat hakkını acımasızca ellerinden almaktan kaçınmamışlardır. Başta TBMM olmak üzere pek çok kamu kurumunu bombalamış, ülkemizi milyarlarca lira zarara uğratmışlardır.

28 Şubat 15 Temmuz Bağlantısı

Şunu açıkça ifade etmek gerekir ki; 28 Şubat Post-modern darbesi de halkımız tarafından engellenebilseydi, darbeye destek veren tüm güçler kısa sürede yargılanabilseydi 15 Temmuz gecesi yaşanan hain FETÖ Darbe girişimi yaşanmayabilirdi.  O yüzden 28 Şubat Post-modern darbesinin tüm mağdurları ve hukuksuzluklarının bir kısmı giderilmiş olsa da halen Darbenin faillerinin tamamen yargılanması tamamlanmadığı sürece 15 Temmuz FETÖ darbe girişimi gibi darbe teşebbüslerinin önü tamamen kesilmeyecektir.

15 Temmuz darbe girişiminden sonra FETÖ üyelerine yönelik operasyonlarda ortaya çıkan somut bilgilere göre bu kararları veren yargıçların büyük çoğunluğu ya FETÖ üyesi olmaktan tutuklanmış ya da tutuklanmamak için yurtdışına kaçmıştır. Ayrıca bizzat Gülen’in 28 Şubat’ın jakobenlerini desteklemek için Refah-Yol Hükümetini hedef alarak söylediği “Beceremediniz, artık bırakın” ifadesinin dönemin darbeci medyası tarafından manşetlere ve ekranlara taşınması da sürecin ittifaklarını göstermesi açısından somut bir veridir. 28 Şubat darbesi Jakoben antidemokratik ve hukuksuzluğu ilke edinmiş kesimlerle işbirliği yapan FETÖ üyeleri tarafından örtülü şekilde belirli bir uyum içinde gerçekleştirilen bir darbedir. Hedefinde ise dindar ve muhafazakâr insanların varoluşsal değerleri vardır.

Bu ülke üzerinde emelleri olan darbeciler bütün bu yaşananlardan sonra yeni darbe stratejileri ve yöntemleri geliştirdiler. Darbeciler milleti bir arada tutan değerler yıpratılmadan ve sadece siyasete değil bütün kurumlara duyulan toplumsal güven yıkılmadan bu ülkede istedikleri hedeflere ulaşamayacaklarını düşündüler. Bu yüzden yeni dinamikler ve aktörler devreye sokularak başka bir yöntemle yapılacak 28 Şubat darbesi planlandı ve adım adım uygulandı. Öncelikle belirtmek gerekir ki 28 Şubat ilk bakışta göründüğü gibi sadece toplumun bir kesimine (dindarlara) karşı değil top-yekûn bu millete karşı yapılmıştır. Çünkü amaçlanan nihai hedef toplumu kutuplara ayırarak çatıştırmak ve oluşan kaos sonucu ülkeyi tamamen ele geçirmektir.

28 Şubat darbesinin hedeflerinden biri de o dönemde kendilerini darbenin faili zanneden yargı, medya, üniversiteler, sendikalar, meslek odaları ve ordudur. Bu kurumların hepsi millete karşı olan bir sürecin parçası olarak kendilerine duyulan toplumsal güveni kaybettiler. Darbeyi planlayanların istediği tam olarak buydu. Ama darbecilerin asıl kayıpları bu değildi. Dindar olanları tasfiye ettiklerinde yerine kendinden olanları yerleştirerek kadrolaşmalarını gerçekleştireceklerini sanıyorlardı. Hiç de öyle olmadı. Bütün kurumlarda boşalan kadrolar adeta bukalemun gibi renk değiştirebilen FETÖ yandaşlarınca dolduruldu. Acaba Çevik Bir, bin yıl sürmesini planladığı darbesinin geleceğini FETÖ’cülerin yuvalandığı bir orduya emanet etmeyi planlamış mıydı?

Yine 28 Şubat Döneminde FETÖ elebaşının 28 Şubat’ın başaktörlerinden birisi olan Çevik BİR’e yazdığı utanç verici mektubuyla “tüm okullarını ne zaman istenirse devretmeye hazırız” demesi yine FETÖ ile 28 Şubat arasındaki ve 15 Temmuz FETÖ darbe girişimi arasındaki bağlantı için önemli bir işarettir.

21 yıldır 28 Şubat hukuksuzluğu sürmektedir.

28 Şubat Post Modern Darbe’nin üzerinden tam 21 yıl geçti. Darbenin baş aktörlerinden de olan dönemin generallerinden biri “gerekirse bin yıl sürecek” diyerek ifade ettiği 28 Şubat Post Modern Darbesi; ülkemizin sosyal, kültürel, eğitim, ekonomik ve siyasi hayatına ağır bedeller ödetmiştir. Milletimizin hafızasında acı ve silinmez insanlık dışı izleri hâlâ devam etmektedir.

Kadınların başörtüsü olduğu için okullara sokulmadığı, dinini vecibelerini yerine getirmek isteyen insanların adeta kamusal alandan silindiği, var olan toplumsal düzeni korku ve tehlike mantığına endeksleyen kararların kâğıda döküldüğü günün adıdır 28 Şubat. Türkiye’nin yakın tarihine kara bir leke düşüren 28 Şubat Post-modern darbesi, küresel şer odaklarının Anadolu topraklarında her şeyden önce İslam’ı ve Müslümanlığı boğarak ülkenin yönetimini dizayn etme çabasının ürünüydü. Askerî vesayetin toplum iradesini ipotek altına aldığı süreçte halkın oylarıyla işbaşına gelen Necmettin Erbakan, Başbakanlık koltuğundan indirildi.

28 Şubat Post-modern darbesini yaşayan toplum medyada manipülasyon ve dezenformasyon içeren haberlerle halkın algısı biçimlendirilmeye çalışıldı, psikolojik harp taktikleri bir bir uygulandı. Sincan’da tanklar yürütülerek antidemokratik biçimde, irtica bahanesiyle Refahyol Hükümeti silahlı güçler tarafından istifaya zorlandı, milyonlarca insan fişlendi, yerinden yurdundan edildi. Başörtülü kadınların okuması, çalışması engellendi. İşten atılanlar, sürgün edilenler, işkenceye uğrayanlar, cezaevlerine konulanlar oldu. Siyasi, sosyal ve ekonomik boyutlarını da içinde barındıran bu darbe milyonlarca insanı mağdur etti, derin izler bıraktı. 28 Şubat Post-modern darbesinin bu yıl 21. yılı. Yıllar içinde birçok mağduriyet giderildi ama darbenin etkisi hâlâ devam ediyor. Bu etkinin bir boyutu da cezaevlerinde yaşanıyor. 28 Şubat mahkumları denilen, 90’lı yıllarda cezaevine konulan yüzlerce mahkum bulunuyor. Darbenin 21. yıldönümünde 28 Şubat’ın cezaevindeki mağdurları “Bu son 28 Şubat olsun!” diyorlar. Yaklaşık 600 mağdur halen cezaevlerinde hapis yatmaktadırlar. Hatta bazıları kendilerini mahkum eden FETÖ cü hakimlerle aynı cezaevinde kalmaktadırlar.

Son 28 Şubat Olsun

Çok şükür başta üniversiteler olmak üzere Kamuda çalışan kamu görevlileri açısından kılık kıyafet yasağı uygulaması son bulmuştur. 28 Şubat 1997 post-modern darbe döneminin izlerini tamamen silmek ve kamu görevlileri eliyle yapılan yanlış ve haksız uygulamalar sonucu yaşanan mağduriyetleri ortadan kaldırmak için başlatılan girişimlerin devam etmesi, hukukun üstünlüğü ve demokrasi adına gereken, mağdurlar ve insan hakları açısından beklenen çabalardır.

28 Şubat Yargı Kararları İptal edilmelidir.

Post-modern Darbe olan 28 Şubat döneminde algı operasyonları ile bağımsız yargıya yakışmayacak şekilde anti demokratik güç odaklarından brifing alan bir takım yargıç ve savcılar 15 Temmuz Hain FETÖ Darbe girişimi sonrası FETÖ üyesi olmakla yargılanmış ve mahkum olmuşlardır. Bu sebeple 21 inci yıldönümünde lanetle andığımız 28 Şubat 1997 tarihinde başlayan 28 Şubat Post-modern darbe sürecinde işkence ve kötü muamele gören, haksız yargı kararlarıyla kamudan ihraç edilen kamu görevlileri ve mahkum edilen siviller için yeniden yargılanma yolu açılmalıdır. Bu yolun açılabilmesi için öncelikle halen hapiste olan mazlumların yeniden yargılanabilmesi için bir kanun maddesi ile Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkı tanınmalıdır.

28 Şubat mağdurlarının dosyaları yeniden incelenip adaletin tesisi için çok geç de olsa bir adım atılmalıdır. İlgilileri bu mağdurların senelerdir devam eden mağduriyetlerini telâfi edici hukukî adımları atmaya davet ediyorum.

İlk yayın tarihi: 28 Şubat 2018

Mehmet Altuntaş

KAYIP ÇOCUKLAR RAPORU (2007)

KAYIP ÇOCUKLAR RAPORU (2007)

Bilindiği gibi, insan hakları konusundaki mevzuat hükümlerinin uygulanmasını izlemek, izleme sonuçlarını değerlendirmek, uygulamada ve mevzuatta görülen aksaklıkların giderilmesi doğrultusunda yapılacak çalışmaları koordine etmek ve bu konularla ilgili önerilerde bulunmak Başkanlığımıza kanunla verilen görevler arasında bulunmaktadır. Yurt genelinde tüm il ve ilçelerde oluşturulan İnsan Hakları Kurulları da; insan haklarını korumak ve geliştirmek, ihlal iddialarını incelemek ve araştırmak, insan hak ve özgürlüklerinin kullanılmasının önündeki engeller ile hak ihlallerine yol açan sosyal, siyasi, hukuki ve idari nedenleri incelemek, araştırmak ve bunların çözümüne ilişkin önerilerde bulunmakla görevlendirilmiştir. Anılan mevzuat hükümleri ve İnsan Hakları Kurullarının “ Kadın, çocuk, hasta ve özürlü hakları ile ilgili araştırmalar yapması ve çözümler üretilmesini teşvik etmek” görevi çerçevesinde, hassas gruplar arasında yer alan geleceğimizin teminatı olan çocuklarımızın korunması ve “kayıp çocuklar” olgusuyla mücadele edilmesi istenmiştir.

850 İlçe İnsan Hakları Kurulu tarafında oluşturulan bir komisyon ilçe raporunu hazırlamış, sonra bu raporlar, 81 İl İnsan hakları Kurulu tarafından değerlendirilmiş ayrıca İl İHK’ları, İl Emniyet Müdürlüğü, İl Milli Eğitim Müdürlüğü, İl Sosyal Hizmetler Müdürlüğü ve ilgili Sivil Toplum Kuruluşları gibi birimlerle işbirliği halinde kayıp çocukların aileleriyle diyalog kurularak raporlarını başkanlığımıza göndermişlerdir, Çoğu illerimizdeki İHK ları kayıp çocukların ailesi ile bizzat görüşmüş, durumu gözlemlemiş ve izlenimlerini belirtmişler, kayıp çocukların öz geçmişlerini dahi göndermişlerdir. Keza bazı illerimizden 2008 yılı rakamları gelmişse de değerlendirmeye alınmamıştır.

Türkiye’de kayıp çocukların fazla olduğu şehirler, tabloda görüleceği üzere, başta büyük şehirler olmak üzere göç alan diğer şehirlerdir.

Kayıp çocukları üç bölüme ayırmak mümkündür. Birincisi, kendi rızası ile kaçanlar, ikincisi rızası dışında kaçırılanlar ve üçüncüsü de, istemeden de olsa yoksulluk gibi nedenlerle kaçanlardır. Kaçan çocukların özenti, ebeveyn boşanması, kentleşememe gibi alt başlıkları varken, kaçırılanların genelde çocuk ticareti, dilencilik ve cinsel sömürü gibi nedenleri vardır. Kayıp çocukları bekleyen sorunlar: Hastalık, uyuşturucu, şiddet ve cinsel istismar gibi problemlerdir.

Mevzuatımızda “Kayıp Çocuk” kavramı üzerinde konu uzmanlarının ittifak ettiği söylenemez.  Bununla birlikte bu raporda geçen “Kayıp Çocuk” tanımından “ailesinin bilgisi dışında herhangi bir nedenle evden uzaklaşmış, kaçmış kaçırılmış ve bu nedenlerle hayatı tehlike altında olan, kendisinden haber alınamayan 0-18 yaş grubu çocuk” kastedilmektedir.

BM Genel Kurulu 20 Kasım 1989 tarihinde Çocuk Hakları Sözleşmesini (ÇHS),  onaylamış,  ÇHS 02 Eylül 1990 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Bu Sözleşme, çocuğun insan haklarının temel bir belgesidir. Türkiye, ÇHS’ni 14 Eylül 1990 tarihinde imzalamış ve ÇHS 27 Ocak 1995 tarih ve 22184 sayılı RG’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Her yıl ekim ayının ilk pazartesi günü dünya çocuk hakları günü olarak kutlanmaktadır. ÇHS’nin, Hükumetlerin ve kamuoyunun çocuklara karşı yaklaşım ve davranışlarına ilişkin olarak bir evrimi simgelediği belirtilebilir. Keza UNICEF, BM Çocuklara Yardım Fonu olarak görevini sürdürmektedir. Bu bağlamda ülke nüfusunun yarısını oluşturan çocuklarımızın insan haklarına uygun bir yaşam sürebilmeleri için yasal düzenlemeler ve uygulama önem taşımaktadır.

Dünyada her yıl 2,5 milyon çocuğun kaçırılarak satıldığı ve bunun yarısının da kız çocuğu olduğu tahmin edilmektedir. 90 milyon çocuğun sokakta yaşadığı günümüz Dünyasının, milyar dolarlık ticaret olarak da kabul edilen çocuk ticaretinin en önemli kaynağının, bazı Afrika, Balkanlar ve Güneydoğu Asya ülkelerinin olduğu belirtilebilir. ABD’de kaybolan çocukların bulunabilmesi için kollarına Amber Watch, Amber Alert ve GPS Locator gibi saatlerin üretildiği söylenebilir.  Kaçırılan çocukların Batının gelişmiş zengin ülkelerindeki alıcılarına götürüldükleri iddia olunmaktadır.

 Ülkemizde bu konudaki düzenlemelere kısaca baktığımızda şunlar söylenebilir; 22.11.2007 tarihli ve 5717 sayılı Uluslararası Çocuk Kaçırmanın Hukukî Yön ve Kapsamına Dair Kanun, 04.12.2007 tarihli ve 2670 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.

26.04.2007 tarihli ve 5636 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun, 04.05.2007 tarihli ve 26512 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanunda yapılan değişiklik ile şiddet kavramı geniş yorumlanarak, aile içi şiddete maruz kalan eş, çocuk, aynı çatı altında yaşayan diğer aile bireyleri ve evli olmalarına rağmen fiilen ayrı yaşayan, mahkemece ayrılık kararı verilen veya yasal olarak ayrı yaşama hakkı olan aile bireyleri de koruma altına alınmaktadır. 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanunun uygulanmasına ilişkin Yönetmelik 01.03.2008 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.

Çocuk Koruma Kanununun uygulanmasına yönelik bir yönetmelik yürürlüğe girmiştir. Yönetmelik bir saldırı sonucunda psikolojik olarak etkilenmiş olan çocuk mağdurların soruşturma esnasında sadece bir kez ve bir uzman nezaretinde şahit olarak dinlenmesini gerektirmektedir. Bu mevzuat gereğince gözetim altındaki çocuk suçlular, asayişi sağlamakla görevli kurumların çocuk suçluları birimlerinde tutuklanacak olmakla birlikte kelepçelenemezler ve hareketleri engellenemez. Savcılıklarda Çocuk Suçluları Bürosunun kurulması gerekmektedir.

Kadın ve çocuklara yönelik aile içi şiddetle mücadele amacıyla Başbakanlık genelgesi (Resmi Gazete, 4 Temmuz 2006/26218; Genelge No. 2006/17) çıkarılmıştır.

Ele aldığımız konu Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü (ASAGEM), Emniyet Genel Müdürlüğü Asayiş Daire Başkanlığı ile illerde Çocuk Şube Müdürlükleri ve ilgili birimler tarafından izlenmektedir. Halen bu konudaki ASAGEM’nin proje çalışması da başarıyla devam etmektedir.

Bazı çete ve terör örgütleri, kayıp çocukları kullanmak istemektedirler. Bu çete ve örgütler, çocuk yaştaki insanları kandırarak örgüte kazandırmak için büyük çaba içerisindedirler. Türkiye gibi yıllardır terörle uğraşan bir ülke için sorun, bu açıdan da önem taşımaktadır. Bu şekilde teröre bulaşan çocuk sayısı toplamının yüksek olduğu iddia edilmektedir.

Aşağıdaki tabloda 2007 yılında Türkiye’nin tüm illerinde sayısı en çok olan kayıp çocuktan (KÇ) başlamak üzere, İHK ları tarafından Başkanlığımıza bildirilen KÇ sayısı, bunlardan “bulunan” kayıp çocuk sayısı ve “halen aranan” kayıp çocuk sayısı görülmektedir. En üstte İstanbul, en altta ise hiç kayıp çocuk olmayan Yozgat yer almaktadır. Aşağıdaki 17 ilde hiç kayıp çocuk olmadığı, 14 ilde kayıp çocuk sayısının 1 olduğu, 6 ilde kayıp çocuk sayısının 2 olduğu görülmektedir. Bu kayıp çocuk rakamlarının sadece ilgili kamu kurumlarına bildirilenlerden ibaret olduğu unutulmamalıdır. Aileler ilgili kamu birimine haber vermedikçe bu çocuk kayıp çocuk kayıtlarına girmez.

Bu nedenle gerçek rakamlar aşağıdaki tablodan daha çok olabilir.

 Tablo 1- 2007 Yılı İllere Göre Kayıp Çocuk Bildirimi, Bulunan ve Aranan Çocuklar: 

Tablo: 2007 Yılı Kayıp Çocuk Bildirimi, Bulunan ve Aranan Çocuklar
  İller Bildirilen Kayıp Çocuk Sayısı Kayıp Çocuklardan Bulunanların Sayısı Aranan Kayıp Çocuk Sayısı
1 İSTANBUL 253 0 253
2 BALIKESİR 47 0 47
3 BURSA 439 397 42
4 ANKARA 1006 976 30
5 ŞANLIURFA 222 193 29
6 MARDİN 77 49 28
7 KOCAELİ 25 0 25
8 ÇANAKKALE 73 49 24
9 TEKİRDAĞ 20 0 20
10 OSMANİYE 29 11 18
11 İZMİR 642 627 15
12 NİĞDE 15 0 15
13 AYDIN 17 3 14
14 HAKKARİ 17 3 14
15 MANİSA 182 169 13
16 ÇORUM 12 0 12
17 TOKAT 12 0 12
18 ESKİŞEHİR 314 303 11
19 KIRKLARELİ 68 57 11
20 MALATYA 143 132 11
21 MERSİN 11 0 11
22 SAMSUN 11 0 11
23 BATMAN 10 0 10
24 SAKARYA 10 0 10
25 AFYON 74 65 9
26 GAZİANTEP 324 315 9
27 AĞRI 8 0 8
28 AKSARAY 71 63 8
29 BOLU 8 0 8
30 TRABZON 8 0 8
31 KIRŞEHİR 25 18 7
32 ANTALYA 362 356 6
33 KAHRAMANMARAŞ 24 18 6
34 KASTAMONU 6 0 6
35 ORDU 6 0 6
36 SİVAS 110 104 6
37 ERZURUM 201 196 5
38 IĞDIR 5 0 5
39 KONYA 19 14 5
40 DENİZLİ 4 0 4
41 ISPARTA 98 94 4
42 KIRIKKALE 8 4 4
43 ŞIRNAK 25 21 4
44 MUŞ 50 47 3
45 ADANA 4 2 2
46 BİNGÖL 3 1 2
47 ÇANKIRI 27 25 2
48 GÜMÜŞHANE 2 0 2
49 KARS 11 9 2
50 KAYSERİ 221 219 2
51 ADIYAMAN 79              78 1
52 BİTLİS 1 0 1
53 BURDUR 35 34 1
54 DİYARBAKIR 319 318 1
55 DÜZCE 59 58 1
0 EDİRNE 40 39 1
57 ELAZIĞ 189 188 1
58 KARAMAN 259 258 1
59 KİLİS 32 31 1
60 NEVŞEHİR 8 7 1
61 RİZE 23 22 1
62 UŞAK 164 163 1
63 YALOVA 21 20 1
64 ZONGULDAK 30 29 1
65 AMASYA 3 3 0
66 ARDAHAN 2 2 0
67 ARTVİN 8 8 0
68 BARTIN 2 2 0
69 BAYBURT 25 25 0
70 BİLECİK 5 5 0
71 ERZİNCAN 3 3 0
72 GİRESUN 44 44 0
73 HATAY 214 214 0
74 KARABÜK 24 24 0
75 KÜTAHYA 130 130 0
76 MUĞLA 9 9 0
77 SİİRT 7 7 0
78 SİNOP 0 0 0
79 TUNCELİ 0 0 0
80 VAN 38 38 0
81 YOZGAT 51 51 0
TOPLAM 7.183 6.350 833

Bu tablodan ilgili kamu birimlerine 2007 yılında 7.183 kayıp bildirimi geldiği, yapılan çalışmalarla bunlardan 6.350 sinin bulunduğu ve 2007 yılı sonu itibariyle aranmakta olan 833 kayıp çocuk olduğu görülmektedir.

Aşağıdaki tabloda ise en fazla kayıp çocuk olan 24 il, en yüksek olandan (253), en düşüğe doğru  (10 KÇ) sıralanmaktadır. En fazla kayıp çocuğu olan ilk altıya giren iller: İstanbul, Balıkesir, Bursa, Ankara ve Şanlıurfa ve Mardin’dir.  

Tablo 2- 2007 Yılında En Fazla Kayıp Çocuk Olan 24 İl:  


Tablo 2: 2007 Yılı Kayıp Çocuk Bildirimi, En Fazla Kayıp Çocuk Olan İller (24 İl)
  İller Bildirilen Kayıp Çocuk Sayısı Kayıp Çocuklardan Bulunanların Sayısı Aranan Kayıp Çocuk Sayısı
1 İSTANBUL 253 0 253
2 BALIKESİR 47 0 47
3 BURSA 439 397 42
4 ANKARA 1006 976 30
5 ŞANLIURFA 222 193 29
6 MARDİN 77 49 28
7 KOCAELİ 25 0 25
8 ÇANAKKALE 73 49 24
9 TEKİRDAĞ 20 0 20
10 OSMANİYE 29 11 18
11 İZMİR 642 627 15
12 NİĞDE 15 0 15
13 AYDIN 17 3 14
14 HAKKARİ 17 3 14
15 MANİSA 182 169 13
16 ÇORUM 12 0 12
17 TOKAT 12 0 12
18 ESKİŞEHİR 314 303 11
19 KIRKLARELİ 68 57 11
20 MALATYA 143 132 11
21 MERSİN 11 0 11
22 SAMSUN 11 0 11
23 BATMAN 10 0 10
24 SAKARYA 10 0 10
 

Aşağıda bulunan grafikte ise, kayıp çocuk olduğu kamu kurumlarına bildirilen (ihbar olunan) ve halen aranan (bulunmamış) kayıp çocuk sayısında ilk 10 İl karşılaştırılmaktadır. Görüleceği üzere en fazla kayıp çocuk ihbarı yapılan il Ankara’dır. Ankara’da kayıp çocuk ihbarı yapılan 1006 kişiden sadece 30 tanesi halen aranmaktadır. Bu konuda ikinci il İzmir olup, 642 kayıp çocuk ihbarı yapılmış olup, halen aranan kayıp çocuk sayısı 15 tir. Bursa 439 kayıp çocuk ihbarı ile 3. il olup, halen 42 KÇ vardır.  İstanbul İHK’dan alınan bilgilere göre, İstanbul  4. il olup kaç tane KÇ ihbarı yapıldığı bilinmemekte olup, halen 253 kayıp çocuk aranmaktadır. 5. il, Şanlıurfa olup 222  kayıp çocuk ihbarı yapılmış olup halen 29 kayıp çocuk vardır. 6. il, Mardin olup 77 kayıp çocuk ihbarı yapılmış olup halen 28 kayıp çocuk vardır.  Diğer iller aşağıdaki  grafikten takip edilebilir.  

Grafik 1- Bildirilen ve Aranan Çocuk Sayısı İlk 10 İl KarşılaştırmasıGrafik 1

Grafik 2- 2008 Yılı Aranan Çocuk Sayısı İlk 10 İl Sıralaması

Aşağıdaki grafikte, aranan çocuk sayısı itibariyle ilk on il gösterilmektedir. İstanbul 253 KÇ ile birinci, Osmaniye 18 KÇ ile onuncu sırada bulunmaktadır. Balıkesir 47 KÇ ile 2., Bursa 42 KÇ ile 3., Ankara ise 30 KÇ ile 4. sıradadır. 

Grafik 2

Aşağıdaki grafikte aynı sayılar, bir başka açıdan gösterilmektedir.

 Grafik 3 – Kayıp Çocuk Sayısının İlk On Sırada Olan İllere Göre Dağılımı

Grafik 3

Aşağıdaki tabloda, kayıp çocuk sayısı bölgelere göre analiz edilmektedir. Kayıp çocuk sayısının bölgelere göre sıralamasında birinci sırayı 434 kayıp çocuk ile Marmara Bölgesi almaktadır. Bunu sırasıyla İç Anadolu Bölgesi, Güneydoğu Anadolu Bölgesi, Karadeniz Bölgesi, Ege Bölgesi, Doğu Anadolu Bölgesi ve Akdeniz Bölgesi izlemektedir. Bölgeler arasında bu konuda ayırt edici bir özelliğin bulunmadığı düşünülmektedir.

 Tablo 3- KÇ Sayısına Göre Bölgeler Sıralaması

  Bölgeler Kayıp Sayısı Kayıp Oranı Nüfus Nüfus Oranı
 1 Marmara 434 52,10% 20.724.950 29%
 2 İç Anadolu 92 11,04% 11.327.675 16%
 3 Güneydoğu Anadolu 83 9,96% 7.170.849 10%
 4 Karadeniz 68 8,16% 7.462.451 11%
 5 Ege 56 6,72% 9.299.322 13%
 6 Doğu Anadolu 52 6,24% 5.694.582 8%
 7 Akdeniz 48 5,76% 8.906.427 13%
   TOPLAM 833   70.586.256 100%

Aşağıdaki grafikte aynı durum bir başka açıdan gösterilmektedir:

 Grafik 4- Kayıp Çocuk Sayısının Bölgelere Göre Dağılımı:

Grafik 4

Aşağıdaki tabloda kayıp çocuk Sayısının Bölge Nüfusuna Oranı sıralanmaktadır. Yani kayıp çocuk sayısı, bölge nüfusuna bölündüğünde ortaya çıkan oran burada belirtilmiştir. Nüfusa oranla kayıp çocuk sayısının düşük olduğu illerin sondan başa doğru Akdeniz, Ege, İç Anadolu ve Karadeniz Bölgeleri olduğu görülmektedir. Güneydoğu Anadolu (2. sıra) ve Doğu Anadolu (3. sıra) ve Marmara Bölgeleri bu konuda daha sorunlu iller olarak görülmektedir.

Tablo 4- Kayıp Çocuk Sayısının Bölge Nüfusuna Oranı Sıralaması:

Bölgeler Kayıp Yoğunluğu (KÇ Sayısı/ Nüfus Oranı) Kayıp Sayısı Nüfus Toplam Nüfusa Oranı
 1 Marmara 15,00 434 20.724.950 29%
 2 Güneydoğu Anadolu 8,30 83 7.170.849 10%
 3 Doğu Anadolu 6,50 52 5.694.582 8%
 4 Karadeniz 6,20 68 7.462.451 11%
 5 İç Anadolu 5,70 92 11.327.675 16%
 6 Ege 4,30 56 9.299.322 13%
 7 Akdeniz 3,70 48 8.906.427 13%
   TOPLAM 8,30  833 70.586.256 100%

Aşağıdaki grafikte aynı durum bir başka şekille gösterilmektedir:

Grafik 5-Kayıp Çocuk Sayısının Bölge Nüfusuna Oranı Sıralaması:

Grafik 5

  1. A) “KAYIP ÇOCUKLAR”IN KAYBOLMA SEBEPLERİ 
  1. Erken evlilikler nedeniyle (özellikle kız çocuklarının) biyo-psiko ve sosyal gelişiminin tamamlanmamış olması ve bununla beraber çocuk sahibi olması, bireyin yaşam evrelerini sağlıklı geçirip sağlıklı bir kişilik yapısı geliştirmesine ve yaşam olaylarına çözümleyici yaklaşımını engeller niteliktedir. Kendi ergenlik sorunlarını halletmeden önce anne baba olan bu ailelerin çocukları sorunlu olabilmektedir.
  2. Ailede şiddetli geçimsizlik, işsizlik, yoksulluk, şiddet, eğitimsizlik gibi olumsuzluklar öncelikle çocukları etkilemekte ve bu çocuklar kendi ayaklarının üzerinde durabilecek yaşa geldikleri zaman sıkıcı aile ortamından, dayaktan, kötü muameleden ve sefaletten kurtulma hayallerine kapılmakta, çareyi dışarıda aramaktadırlar.
  3. Ailedeki çocuk sayısının, ailenin refah düzeyine oranla aşırı fazla olması nedeniyle çocukların duygusal, sosyal ve ekonomik ihtiyaçlarının karşılanamıyor olması çocukları her türlü ihmal ve istismara açık hale getirmektedir. Ailenin çocuklarını yeterli derecede takip edip sorunlarını paylaşamaması, iletişim eksikliği, ailesinden ilgi göremeyen çocukların çabuk kandırılmaya müsait oluşu KÇ gibi bir felaketle sonuçlanabilir.
  4. Bilinçsiz çocuk yetiştirme (tavizkar, tutarsız, baskıcı) aile tutumuyla yetiştirilen ve gelişim dönemlerine uygun sorumluluklar verilerek yaşam becerisi geliştirilmeyip problemlerin çözümünde gerçekçi beceriler kazanılmasına yardımcı olunmayan çocuklar iyi modellerden yoksun kalmaktadırlar.
  5. Çocuğun evden kaçma sebebinin genellikle parçalanmış aile ortamından kaynaklandığı, çocuğun anne ve babasının boşanmalarını kabullenememesi, evde üvey anne, üvey baba veya üvey kardeş ile birlikte yaşamada sorunlarla karşılaşması çocuğun sıcak aile ortamından, sevgiden ve şefkatten mahrum olmalarına yol açmakta, evden kaçmayı çözüm olarak görmelerine vesile olmaktadır.
  6. Çocukların kendi istekleri ile evden ayrılması; çocuğun kişilik özellikleri, arkadaş ortamı, okuldaki başarısızlık, aile baskısı, anne baba ayrılığı, aile büyüklerinin (dede, nine) yanında yaşama, başkalarının hayatına özenme, macera hevesi, büyükşehir cazibesi, para kazanma arzusu, güvensizlik gibi nedenlerden doğmaktadır.
  7. Ergenlik problemleri çocuğu sokağa iten bir başka nedendir. Bu dönemde yaşanan hızlı fiziksel, duygusal ve bilişsel gelişimler sonucunda çocukların aile, çevre ve arkadaş gruplarıyla uyumsuzlukları görülmektedir. Aile içindeki kuşak çatışmaları, kardeş kıskançlıkları, eksik ve yanlış cinsel bilgilendirmeler ile ensest ve taciz olayları da çocuğu kaçmaya yönelten diğer nedenler arasındadır.
  8. Kötü arkadaş etkisi, ailelerin çocuklarının arkadaş gruplarını iyi analiz edememesi ve karne korkusu-derslerde başarısızlık da önemli bir etken sayılabilir.
  9. Zekâ özrü bulunan ve akıl sağlığı normal seviyede olmayan çocuklar da bu sorunları nedeniyle kaybolmaktadırlar.
  10. Ailenin maddi durumunun iyi olmaması ve kırsal alandan göç sebebiyle dar gelirli ailelerin çocuklarının uyum sorunu çekmesi, gençlere yönelik iş sahasının bulunmayışı da önemli bir etkendir.
  11. Kaçırılmalar nedeniyle kaybolmalar. (Evlenme vaadiyle, fuhuş amacıyla, organ ticareti maksadıyla, uyuşturucu işinde kullanmak için, ideolojik nedenlerle, terör örgütlerince, evlat edinmek ve dilendirmek  vb.).
  12. Yuva ve yurtlarda korunma ve bakım altına alınan çocuklardan aile ve yakınları tarafından ihmal ve istismara maruz kalmış olanların, ihmal ve istismar edilme derecelerine göre kısa sürede rehabilitasyonlarının mümkün olamaması, kuruluşa geldiklerinde de benzer davranışları yinelemeleri; kurum bakımını reddetme- kabullenememe, kurum kurallarına ve kurallı yaşama uyum sağlayamama, yurt ve yuvalarda çocuğun ailesine ve yakınlarına duyduğu özlem.
  13. Kaza ve doğal afetler nedeniyle kaybolmalar. (Trafik kazalarında hayatını kaybedip de kimliği tespit edilemeyenler, doğal afetlerde kaybolanlar ve suda boğulmalar).
  14. Aile içinde izlenen TV programları (magazin, bazı diziler, polisiye, mafya filmleri) yoğun şekilde takip edildiğinde çocukların bu konulara özenti duymaları neticesi evlerinden kaçmaları. Olumsuz TV programları evde özellikle çocukların yanında izlenmemelidir.
  15. Günümüzde bilgiye ulaşmamızı kolaylaştıracak en önemli araçlardan biri olan internet’in bilinçsiz kullanımı çocuğun evden kaçma sebepleri arasında sayılmaktadır. İnternetin bilinçsiz kullanımının, özellikle çocuk ve gençler üzerinde zararlı etkilerinin olduğu ve fiziksel, sosyal ve psikolojik sorunlara yol açtığı bilinmektedir.
  16. Cinayet veya terör suçlarını işleyenlerin bu işi yapmalarındaki temel etken, bu çocukların, ailelerine veya topluma -genelde- başkaldıran kişiler olmasıdır. Bu tür kişilerin -genelde- yoksul ailelerden çıkması tesadüf değildir. Katı baba otoritesi altında, tüm kapıların kendisine kapalı olduğunu gören bir çocuk, kendisini kanıtlamak için suç örgütlerine, terör gruplarına girebilmekte, burada yeni bir statü kazanmakta, bir dava uğruna karıştığı bu eylemlerden suçluluk hissi duymamaktadır.
  17. Aslında suç işleyen çocuk yoktur, suça itilen çocuk vardır. Gördüğü sevgisizlik, katı tutum, toplumdan dışlanma, okulda itilme gibi nedenler çocuğu kaçmaya ve toplumdan öç almaya itebilir.
  18. Suç işleyen bir çocuk iki kez cezalandırılır; kendi oluşturmadığı koşulların kurbanı olduğu için zaten yeterince cezalandırılmıştır. Ayrıca suçlu damgası vurulup toplum dışına itildiği için ikinci kez cezalandırılmaktadır.

    B) “KAYIP ÇOCUKLAR” KONUSUNDA ÖNERİLER:
    ÇOCUĞA YÖNELİK ÇALIŞMALAR 
  1. Bireysel psikolojik danışma.
  2. Sosyal beceri eğitimi, çatışma çözme, problem çözme becerilerinin geliştirilmesi.
  3. Öfke kontrolüne yönelik çalışmalar.
  4. Etkili iletişim becerilerine yönelik çalışmalar.
  5. Psiko-sosyal eğitimi çalışmaları.
  1. ANNE BABALARA YÖNELİK ÇALIŞMALAR 
  • Erken yaşta evliliklerin önüne geçmek amacıyla özellikle sosyo- ekonomik seviyesi düşük bölgelerde bilgilendirme çalışmaları yapılmalı ve aile destek programları uygulanmalıdır.
  • Özellikle geçim sıkıntısı çeken ve göç eden ailelerin yaşadığı bölgelerde alan taraması yapılarak ekonomik, sosyo-kültürel, psikolojik destek programları geliştirip uygulamak.
  • Anne baba ve çocuklara yönelik “aile içi iletişim, ana-babalık eğitimi, çatışma çözme, empati geliştirme gibi programların oluşturulması ve bu programların kamu-sivil kuruluşlar tarafından uygulanması.
  • Periyodik aile ziyaretleri yapılarak, anne babanın çocuklarıyla iletişim kurmaları ve çeşitli sosyal- kültürel ve sportif faaliyetlere yönlendirilmesi için rehberlik ve ekonomik destek sağlamak.
  • Evden sık sık kaçan çocukların ailesine, psikiyatrist veya psikologdan yardım almalarını sağlamak.
  1. İLGİLİ KURUMLARCA YAPILABİLECEK ÇALIŞMALAR 
  • Kurumlar arası işbirliği sağlanarak görsel ve yazılı basın organları aracılığıyla ailelerin bilinçlenmelerini sağlamak ve suçun henüz ortaya çıkmadan önlenmesi amacıyla TV ve radyo programları yapmak, gazetelerde köşe yazılarında konuyla ilgili yazılara yer vermek, kısa ve etkili uyarıcı reklâmlara yer vermek.
  • Emniyet birimlerince otogar, istasyon ve toplu taşıma merkezlerinde yalnız görülen çocukların takibinin ve denetlemelerinin yapılması, Seyahat şirketlerinin yaşı l8’den küçük olan çocuklara bilet satışı yapmamaları konusunda gerekli tedbirlerin alınması.
  • Özellikle internet salonlarının çok sıkı denetlenerek yaşları risk grubunda yer alan çocukların buralarda uzun süre vakit geçirmelerini önleyecek tedbirlerin alınması.
  • Sosyal güvenlik kuruluşları, sivil toplum kuruluşları ve derneklerce ekonomik imkânsızlıkları olan ailelerin doğru olarak tespit edilerek bu ailelere gerekli maddi yardımların yapılması.
  • Okullarda okul idarecilerinin, öğretmenlerin ve okul aile birliklerinin konu hakkında bilgilendirilmesi, eğitim-öğretim ortamında alınabilecek tedbirlerin görüşülmesi ve uygulanması, çocuk haklarının öğretilmesi ve programların konulması, çocuk istismarı ve ihmali konularında aile, öğretmen, öğrenci eğitimlerinin yaygınlaştırılması gerekir.
  • Emniyetin ve Narkotik şubelerin bu konularda eğitilmesi ve çocuk kaçırılmasını önleyici çalışmaların yapılması.
  • Yerel Yönetimlerce çocuklara spor, eğlence, kitap okuma yerlerinin yapılması ve özendirilmesi, mahallelerde sosyal faaliyetler için çeşitli mahalle sahaları ve sosyal tesisler yapmaları.
  • Eğitim dönemi içerisinde sömestri zamanlarında karne notunun düşük olması nedeniyle çocukların ailelerinden korkmaları neticesi evlerini terk ettiklerinden yerel radyo, televizyon, gazete gibi iletişim araçları ile halkı bilinçlendirme yollarına gidilmesi,
  • Çocukları hedef alan suç örgütleri ve çocukları bekleyen muhtemel riskler konusunda ailelere bilgi verilmeli.
  • Başarılı çocuklar, devlet okullarında okutulmalı, eğitimde başarılı olamayan çocuklar devlet denetiminde bir işe yerleştirilmeli,
  • Çocukların sıklıkla gittiği ortamlar (park, oyun alanları, okul çevresi, piknik alanları gibi), uyuşturucu gibi zararlı alışkanlıklar açısından kamera sistemi ile kontrol edilmeli ve emniyet tedbirleri arttırılmalı,
  • Çocukların zorlayıcı ve istismar edici işlerde çalıştırılmaması, İşverenlerin çocuk işçi çalıştırmama konusunda ikna edilmesi,
  • Şehrin kalabalık yerlerinde aile ve toplumu bilgilendirici ilan tahtaları oluşturulması, çocuklara daha fazla hukuksal koruma sağlanması
  • Basın yayın organları aracılığı ile evden kaçan çocukların başlarına gelebilecek kötülükler ve özenmekte oldukları hayatların kendilerini sürükleyeceği ortamların neler olabileceğinin ve aynı şekilde evden kaçmayı alışkanlık haline getirmiş çocukların ailelerinin de çocuklarına ne şekilde davranmaları gerektiği gibi konular yazılı ve görsel yayınlar ile duyurulmalıdır.
  • Televizyonda ailelere yönelik eğitici programların sayısının arttırılması, magazin programlarının içeriklerinin daha fazla denetlenmesi
  • Şiddetle büyüyen çocuk zamanla şiddeti normal bir davranış olarak görebilir. O nedenle aileler şiddet ve saldırganlık konusunda bilinçlendirilmeli ve aile-çocuk arasındaki iletişimde dikkat edilmesi gereken hususlarla ilgili eğitim verilmelidir. Şiddet içeren TV yayınlarının saat 24.00’dan sonra yayınlanması için gerekli düzenlemeler yapılmalıdır. Okullarda şiddet eğilimi gösteren öğrencilerin tespiti yapılarak bu öğrencilerin, aileleri ile işbirliği içerisinde öğrenci kişilik hizmetlerinin belli bir plana bağlanarak yürütülmesi sağlanmalıdır.
  • Okullarda öğrenci günleri oluşturularak, sorunu olan öğrencilere okul müdürü veya öğretmenleri ile bire-bir görüşme yapma fırsatı verilmeli. Problemli öğrencilerin aileleri Okul yönetimi ve öğretmenler tarafından ziyaret edilmelidir.
  • Rehberlik saatlerinde çocuklarda duygudaşlık gelişimi, sorumluluk gelişimi, işbirliği dayanışma gibi konuların ağırlıklı olarak işlenmesi gerekmektedir.
  • Öğrencilerin boş zamanlarını daha iyi değerlendirmelerinden kaynaklanan riskleri ortadan kaldırmak için öğrencileri sportif ve kültürel alanlara yönlendirmek ve bu konuda gerekli mekânları (resim odası, müzik odası gibi) hazırlamak gerekmektedir.
  • Öğrencilere öz kültürümüz, tarihimiz, milli ve manevi değerlerimiz, güzel ahlak ve insan sevgisi iyi öğretilmeli ve aşılanmalıdır. Olumlu bir benlik kavramı oluşturması konusunda çalışmalar yapılarak öğrencinin öz güveni artırılmalıdır.
  • Okul önlerinde yabancı şahıslara karşı gerekli önlemler emniyet güçleri tarafından alınmalıdır.
  • İl Emniyet Müdürlüğü Çocuk Şubesi ve İl Milli Eğitim Müdürlüğünce ortak hazırlanan “güvenli okullar” kapsamında, okullarda öğrencilere yönelik, suç ve suçun zararları ile evden kaçmaları halinde karşılaşabilecekleri zorluklar, arkadaş seçiminde dikkat edilmesi gereken hususlar, internet ve şiddet içerikli bilgisayar oyunlarının zararları ile sigara ve alkolün zararları hakkında film, slayt gösterisi ve ders verilmelidir.
  • Öğrenciler üzerinde bilinçlendirme çalışmaları yapılmalı, evden kaçan, suça sürüklenen ve bunu alışkanlık haline getiren çocukların ailevi ve sosyo-ekonomik kültürel durumları tespit edilerek; Üniversite görevlileri ve öğrencileri, Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü görevlileri ve İl Milli Eğitim Müdürlüğü görevlileri ile birlikte bu çocuklar ve aileleri üzerinde bilinçlendirme çalışmaları yapılması, çalışmaların sürekliliğini sürdürebilmesi için projeler üretilmesi.
  • Milli Eğitim Müdürlüklerine bağlı İlköğretim Okullarının yöneticileri, okullarına devam etmeyen çocukları öncelikle ailelerine, okula devamları sağlanamadığında da Emniyet Müdürlüğü Çocuk Şubelerine veya ilgili Cumhuriyet Savcılıklarına bildirmeleri,
  • Kayıp çocukların yoğun olduğu mahalleler tespit edilerek “pilot mahalle” belirlenmesi ve Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü tarafından ailelerin ekonomik, sosyal, kültürel yönden incelenmesi, ailelerin çocuklarına karşı ne şekilde davranmaları gerektiği konusunda bilgi sahibi olmaları sağlanarak daha bilinçli bir şekilde çocuklarına yaklaşım içerisinde olması için çalışmalar yapılarak sorunun temeline inilmelidir.
  • Sosyo-ekonomik düzeyin düşük olduğu yerlerde istihdam olanakları arttırılmalıdır. Esnaf ve işverenler yanlarında çalıştırdıkları çocukların mutlaka veli/vasileri yada ilgililerle işbirliği yaparak işe başlatmalıdırlar; mümkünse ailesi yanında olmayan çocukları yatılı işe almamalıdırlar.
  • Oyun ve eğlence yerlerinin Emniyet Müdürlüğünce çalışma saatleri dışında açık bıraktırılmayarak çocukların buralarda sabahlamalarının önlenmesi,
  • Sokakta çalışan ya da yaşayan 18 yaş altı çocuklardan hiçbir suretle alış-veriş yapmamaları, onlara yardım amaçlı da olsa ekonomik destek vermeyerek ilgili mercilere veya valilik veya kaymakamlıklara bildirmeleri, çocukların suça bulaşmalarının önlenmesi veya kayıp çocukların bulunması konusunda önemli katkı sağlayacaktır.
  • Üniversiteler ve sivil toplum kuruluşları, televizyon programlarının şiddet, cinsellik dâhil her yönden içeriklerinin çözümlendiği araştırmalar yapması, yapılan araştırmalarda çocukların sağlık, sosyal, duygusal ve olayları kavrama gelişimi yönünden veri değerlendirme programları (çocukların günde kaç saat televizyon izledikleri, filmlerdeki şiddet oranı ve bunların küçükler üzerinde oluşturabileceği olumsuz etkileri gibi) değerlendirilip oluşturulacak bir bilgi bankasında toplayarak rapor halinde ilgili kamu kurumları ile kamuoyunun bilgilendirilmesi yararlı olacaktır.
  • 2828 ve 3413 sayılı yasalarda köklü değişiklikler yapılması. Bu yasaların istismara sebebiyet vermeyecek şekilde düzenlenmesi. Bu yasalar veya çocukları ilgilendiren diğer yasalarda yapılacak düzenlemelerde, sorunu ve çözüm yollarını temelden bilen, alanda yıllarca çalışmış kişilerin de katkılarının sağlanması.
  • Bu çocuklar ile çalışacak personelin titizlikle seçilmesi, nitelikli (Sosyal Hizmet Uzmanı, psikolog vb.) meslek elemanları sayısının mümkün olduğunca arttırılması, özel mülakatla uygun personellerin seçilmesi, doğacak açığın özel hizmet alımı ile sağlanması ve bütün bunların gerçekleştirilebilmesi için kararlı bir tutum sergilenmesi gerekmektedir.
  • İzinsiz olarak ayrılan çocukların korunma kararlarının kaldırılması için gerekli olan 5 yıllık sürenin beklenmesi de çocuğun, kuruluştan sık sık izinsiz olarak ayrılmasında teşvik edici bir etken olabilir. İzinsiz olarak ayrılması durumunda hiçbir hak kaybına uğramayacağını düşünen çocuklar bu konuda daha rahat davranmaktadırlar.
  • Olumsuz sosyal davranış gösteren ve korunma altına alınması gereken çocukların yuva şartlarını istismar ederek izinsiz ayrılmasının engellenebilmesi için SHÇEK kuruluşları mevzuatı haricinde yönetilen daha sıkı kontrol ve şartların olduğu kompleks çalışmaların yapıldığı (Meslek edindirme, Sosyal Rehabilitasyon vs) ara kuruluşların oluşturulması yararlı olabilir. Bakıma muhtaç çocukların rehabilite edildiği merkezlere, zaman zaman terk statüsünde çocukların kabul edildiği, mevzuat gereği bu gibi çocukların nüfusa kayıtlarının tekrar yapıldığı, bu nedenle kaybolma nedenleri konusunda istatistik yapılmadığı, kayıp çocuklarla ilgili bilgi taleplerinde, çocuğun bilinen adı ve soyadının yanında, yeni bir isim kullanıyor olabileceğinden yola çıkılarak, çocukla ilgili özellikler ve varsa fotoğrafının da ilgili birimlere gönderilmesi gerekmektedir.
  • Kayıp çocuklar bulunduklarında ailelerine teslim işlemi yapılıncaya kadarki süreç içerisinde; kendileri ile bir psikolog vasıtasıyla görüşülüp, gerçekten bunu neden yaptıkları, aileden kaynaklanan problemin ve eksikliğin neler olduğu tespit edilerek buna yönelik işlem yapılması, aynı olayın tekerrür etmemesi konusunda çocuğun olduğu kadar ailenin de bu konuda psikolog yardımı alması sağlanmalıdır. Aksi takdirde çocuğun tesliminden kısa bir müddet sonra, çocuğun kayıp olmasının ve bulunup aileye teslim edilmesi sürecinden sonra ailenin çocuğa karşı olan güveni ve inancının da kaybolmasıyla daha baskıcı bir tutum sergilemesi neticesinde çocuğun tekrar evden ayrılması gündeme gelmektedir.
  • Yetiştirme Yurtlarının fiziki ortamlarının ve personel ihtiyacının iyileştirilmesi, bu Kuruluşlarımızda 5395 sayılı Yasa kapsamında suça sürüklenen veya suç mağduru olan çocuklara yönelik “Ara Rehabilitasyon Merkezi” gibi uygun ortamların oluşturulması, sosyal hizmet kuruluşlarında kalan çocukların ailelerine yönelik çalışmalar yapılması, ilgili sivil toplum kuruluşları, İl Emniyet ve İl Milli Eğitim Müdürlükleri ile sürekli bir koordinasyon içinde, yazılı ve görsel basın aracılığı ile toplumun kayıp çocuklar konusunda daha duyarlı olması ve kamuoyunun aydınlatılmasına ve suçun önlenmesine yönelik mevcut çalışmaların, geliştirilecek yeni projelerle desteklenmesi halinde sorunun çözümünde önemli mesafeler alınacağı değerlendirilmektedir.

İNSAN HAKLARI İL KURULLARIMIZIN BU KONUDA YAPMIŞ OLDUKLARI DENETİMLER VE SAYISI 

Aşağıdaki tabloda görüldüğü gibi, İl insan hakları Kurullarımızın (İHK), kendi illerinde bulunan çocuk yuvalarını denetlemektedirler. Kurullarımız çocuk yuvalarını 2007 yılında 181 kez, gençlik merkezlerine 60, yurtlar ve okullara 987, yetiştirme yurtlarına ise 164 adet denetim gerçekleştirmişlerdir. Kurullarımızdan İstanbul, İzmir, Ankara, Balıkesir, Isparta, Kırıkkale, Sivas, Van ve Trabzon gibi iller öne çıkmaktadırlar.  Bu konudaki etkinliğine henüz ulaşamadığımız İl İnsan hakları Kurullarımızın sütundaki yeri boş bırakılmıştır. 

TABLO 5: İNSAN HAKLARI İL KURULLARIMIZIN BU KONUDA YAPMIŞ OLDUKLARI DENETİMLER VE SAYISI 

Tablo: İl İnsan Hakları Kurulu Raporlarında Çocuklara İlişkin Veriler
    İHK nın Denetimleri
İLLER Çocuk Yuvalarına Ziyaretler Gençlik Merkezi Yurtlar/Okullar Yetiştirme Yurdu
1 ADANA
2 ADIYAMAN 32
3 AFYON 6 1
4 AĞRI
5 AKSARAY 6 6
6 AMASYA 1 1 1
7 ANKARA 10 1 1 11
8 ANTALYA 1 14 1
9 ARDAHAN 8
10 ARTVİN 2
11 AYDIN 4 28 4
12 BALIKESİR 35 15 90 21
13 BARTIN 24
14 BATMAN
15 BAYBURT 1
16 BİLECİK
17 BİNGÖL 2
18 BİTLİS 8 6
19 BOLU 1 2
20 BURDUR 32 1
21 BURSA 1 4
22 ÇANAKKALE 1 17
23 ÇANKIRI 1
24 ÇORUM 0 2 6
25 DENİZLİ 3 6
26 DİYARBAKIR 6 3
27 DÜZCE 3 0 134 12
28 EDİRNE
29 ELAZIĞ 1 11 1
30 ERZİNCAN 19 15
31 ERZURUM 1 1 1 1
32 ESKİŞEHİR 27
33 GAZİANTEP 10
34 GİRESUN 1 1
35 GÜMÜŞHANE
36 HAKKARİ 7
37 HATAY
38 IĞDIR
39 ISPARTA 5 20 1
40 İSTANBUL 5 3 12 1
41 İZMİR 8 7 6 1
42 KAHRAMANMARAŞ 1 1 2
43 KARABÜK 8 0 0 0
44 KARAMAN
45 KARS 10
46 KASTAMONU 1 1 2
47 KAYSERİ 1
48 KIRIKKALE 25 1
49 KIRKLARELİ 1
50 KIRŞEHİR 1 1 1
51 KİLİS 1
52 KOCAELİ 1 14 5
53 KONYA 8
54 KÜTAHYA 2 2 40
55 MALATYA 1
0 MANİSA 8 1 16 2
57 MARDİN 5 1
58 MERSİN 1 1
59 MUĞLA 3 1 29 1
60 MUŞ 12 21 12
61 NEVŞEHİR 10 2
62 NİĞDE 3 38
63 ORDU 1 1 1
64 OSMANİYE
65 RİZE 2 2
66 SAKARYA
67 SAMSUN 13
68 SİİRT 30 8
69 SİNOP 5
70 SİVAS 65
71 ŞANLIURFA 1 2 5 1
72 ŞIRNAK ? ? ? ?
73 TEKİRDAĞ 8 1 8
74 TOKAT 2 28 10
75 TRABZON 55
76 TUNCELİ 2
77 UŞAK
78 VAN 1 71 1
79 YALOVA
80 YOZGAT 12
81 ZONGULDAK 12 4
TOPLAM 181 60 987 164
         

 SONUÇ VE DEĞERLENDİRMELER 

  1. İlgili kamu birimlerine 2007 yılında 183 kayıp çocuk bildirimi gelmiş, yapılan çalışmalarla bunlardan 6.350 si bulunmuş olup, 2007 yılı sonu itibariyle aranmakta olan kayıp çocuk sayısı 833 tür. Emniyet Genel Müdürlüğü rakamlarına göre bu rakam 1446 dır. Kayıp çocuklar konusunda yayımlanan raporlarda sayısal farklar görülebilir. Bunun iki nedeni düşünülebilir; birincisi, SHÇEK bünyesinde olup, kuruma dönüş yapmayan çocukların listeye dâhil edilmesi, ikincisi ise kayıp çocuk tanımının açıkça yapılmamış olmasıdır.
  2. 1990 yılında yapılan bir araştırmaya göre, kaybolan çocukların % 18’i macera arayışı, %17’si iş arama, %15’i aile içi şiddet, %14’ü ailenin psikolojik baskısı, % 10’ üvey anne- baba ilişkileri, %9’u çocuğa yönelik şiddet nedeni ile evden kaçma davranışında bulunmuşlardır.
  3. Kötü niyetli olanların el atabileceği zayıf halka çocuklarımız olabilir. Bu nedenle ailenin çocuğuna sevgi ve güven vermesi, ilgilenmesi son derece önem taşımaktadır. Çocuklar konusunda genel bir toplum bilinci oluşturulmasına katkı sağlanmalı, kültürümüze sahip çıkılmalıdır. Ahlaki ve ruhi çöküntü içerisindeki çocuklara destek verilmelidir. Okul, aileden sonra bu konuda oldukça önem taşımaktadır. Başbakanlık Genelgesindeki kuruluşlar ve İnsan Hakları Kurullarımız, kısaca kamu, STK ve medya çocuklarımız konusunda işbirliği içerisinde davranmalıdırlar. Bu konuda medyaya önemli görevler düşmektedir; evinden kaçan çocuklar bir kahraman olarak gösterilmemelidir.
  4. Tren garı, otobüs terminali gibi yerlerde emniyet ve zabıta yetkilileri şüpheli çocukların ailelerine ulaştırılması konusunda çalışma yapmalıdırlar.
  5. Göç alan şehirlerdeki ilgili kamu birimleri (Emniyet, Milli Eğitim, SHÇEK ve diğerleri), kentleşememe sorunu olan çocuklarla ilgilenmelidirler.
  6. İdeolojik propaganda ile çocukların evlerini terk etmemeleri için gereken her tür önlem alınmalıdır.
  7. Üniversiteler ve sivil toplum kuruluşları, televizyon programlarının şiddet, cinsellik dâhil her yönden içeriklerinin çözümlendiği araştırmalar yapması, yapılan araştırmalarda çocukların sağlık, sosyal, duygusal ve olayları kavrama gelişimi yönünden veri değerlendirme programları (çocukların günde kaç saat televizyon izledikleri, filmlerdeki şiddet oranı ve bunların küçükler üzerinde oluşturabileceği olumsuz etkileri gibi) değerlendirilip oluşturulacak bir bilgi bankasında toplayarak rapor halinde ilgili kamu kurumları ile kamuoyunun bilgilendirilmesi yararlı olacaktır.
    1. Öğrenciler üzerinde bilinçlendirme çalışmaları yapılmalı, evden kaçan, suça sürüklenen ve bunu alışkanlık haline getiren çocukların ailevi ve sosyo-ekonomik kültürel durumları tespit edilerek;  Üniversite görevlileri ve öğrencileri, Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü görevlileri ve İl Milli Eğitim Müdürlüğü görevlileri ile birlikte bu çocuklar ve aileleri üzerinde bilinçlendirme ve destekleme çalışmaları yapılması, çalışmaların sürekliliğini sürdürebilmesi için projeler üretilmesi. Milli Eğitim Müdürlüklerine bağlı İlköğretim Okullarının yöneticileri, okullarına devam etmeyen çocukları öncelikle ailelerine, okula devamları sağlanamadığında da Emniyet Müdürlüğü Çocuk Şubelerine veya ilgili Cumhuriyet Savcılıklarına bildirmeleri,
    2. Bazı gelişmiş ülkelerde kaybolan çocukların fotoğrafları süt şişelerinde ve TV lerde parasız yayımlanmaktadır. Bizde de örneğin her ilin İnsan Hakları Kurulunun internet sitesinde kayıp çocuk fotoğrafları yayımlanabilir.
    3. Dünya çocuk risk puanı % 30 iken bu oran Türkiye’de % 15’tir. KÇ sorununda Türkiye yukarıdaki veriler ışığında, gelişmiş çoğu ülkeden daha iyi bir konumda bulunmaktadır.
    4. ALO 183 Kadın ve Çocuk Sorunları Hattı ile ALO 150 BİMER Hattı ve Başkanlığımızın diğer hatlarına bu konuda başvuru yapılabilir.
    5. TCK 104. maddede geçen 15–18 yaşındaki mağdura yönelik cinsel eylemlerin takibi şikâyete tabi olmaktan çıkarılmalıdır.
    6. Çocuk işçiliği ve istismarı ile daha doğru mücadele edilmelidir.
    7. Aile danışmanlığı  yaygınlaştırılmalı etkin hale getirilmelidir.
    8. Belediyeler daha fazla meslek edindirme kursları açmalı, mevcutların sayısı ve kapasitesi artırılmalıdır. Günümüzde yaşanan hızlı sosyo-ekonomik, kültürel demografik değişimler; ailelerin çocuklarına uygun bakım ve yetiştirme olanakları sunabilmeleri için her türlü açıdan desteklenmelerini zorunlu kılmakta;  aile ve çocuk odaklı hizmetlerin bilimsel veriler ışığında güncellenerek çeşitlendirilmesi, yaygınlaştırılması ve temel insan hakları bağlamında erişilebilir kılınması için kamu ve sivil toplum işbirliği ve güç birliğinin önemine işaret etmektedir.

 

Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı Kayıp Çocuklar Raporu

25 Temmuz 2008 Ankara
kayıp çocukları son

Dosya => Kayıp Çocuklar Raporu

İNSAN HAKLARI KAVRAMI

İnsan Hakları kavramı, geride bıraktığımız yüzyıla damgasını vuran en önemli kavramlardan biridir. Kaynağını ister eski Yunan düşüncesinde, ister tabii hukukta ister insan onurunda ya da farklı bakış açıları doğrultusunda farklı yerlerde arayalım, bu kavram dinamik ve hayli uzun bir süreç sonucunda siyasi düşüncenin en önemli yapı taşlarından biri haline gelmiştir.

Kimilerince “İnsan Hakları Çağı” olarak adlandırılan 20. Yüzyıl, önceki dönemlerden devraldığı mirasın, hayli süratli ve yoğun bir şekilde yaşanan gelişmelere sahne olmuştur. Bunun sonucunda, ulusal, bölgesel ve evrensel boyutlarda, bireyler, topluluklar, resmi ve sivil örgütler ve devletler arasındaki ilişkilerin merkezine konumlanmasına tanıklık etmiştir. İdeolojilerin ve siyasi rejimlerin meşruiyet kriteri haline gelen insan hakları, uluslararası ilişkilerin yapısal bir dönüşüme uğramasında itici bir rol oynamış ve bu yönüyle gerek realist ve gerek idealist teorisyen ve siyaset bilimcilerin analizlerinde yoğunlaştıkları konular arasında ayrıcalıklı bir konuma yükselmiştir.

Kavramın kendisi üzerindeki uzlaşımı ifade etmesi bakımından Weissbrodt’un yorumu anlamlıdır.[1] Weissbrodt, evrensel olarak kabul görmüş hiç bir din, ideoloji ya da felsefi görüş olmamasına rağmen, insan hakları kavramının her din, felsefi düşünce veya ideolojiye mensup insanların kabul ettiğini ve dünyanın ilk evrensel ideolojisi olma özelliğini kazandığını ifade eder. Ancak bu uzlaşı, kavramın “iyi ve önemli bir şey oluşu” ile sınırlı kalmış, içerik konusunda benzer bir mutabakat sağlanamamıştır. Kavramın, oluşum ya da keşif sürecine paralel olarak;  liberal perspektif “insan haklarının birinci kuşağı” olarak adlandırılan sivil ve siyasi haklara vurgu yaparken, sosyalist-kollektivist perspektif ekonomik ve sosyal hakları yani “ikinci kuşak haklar”ı öncelemiş, nihayet rölativist, üçüncü dünyacı, kalkınmacı, sosyalist ve kollektivist aydınlar ve devlet adamları “insan haklarının üçüncü kuşağı”nı yani dayanışma haklarını formüle etmişlerdir.

Bununla birlikte, J.S.Mill’in abidevi eseri Özgürlük Üstüne’de[2] vurguladığı “alışılmış olmayanı baskı altında tutmaya çalışırken sayıların ağırlığını kullanmaya çalışan toplumsal baskı” karşısında anayasacılık hareketleri ile güçlenen normatif hukuki düzenlemelerle ulusal düzeyde korunan insan hakları, uluslararası düzeyde de koruma altına alınmaya çalışılmıştır. Viyana Kongresi’nde (1815) köleliğin ve köle ticaretinin yasaklanmasına yönelik çalışmalarla başlayan uluslararasılaşma süreci hukuki bağlayıcılık ve yaptırım gücünden yoksundu. Ancak buna rağmen insan hakları moral niteliği ile büyük önem arzeden 1948 İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ile evrensel bir boyut kazanmış, daha sonraki dönemlerde koruma alanı ile koruma düzeyi arasındaki ters orantıya rağmen yeni sözleşmeler ve yeni koruma mekanizmaları ile insanlara daha yaşanılır bir dünya sağlama yolunda önemli katkılar sağlamıştır. 

Yaşanan tüm bu gelişmeler, doğal olarak her aşaması ile coğrafyamızı etkilemiş, idari ve siyasi hayatımızın şekillenmesine katkıda bulunmuştur. İnsan hakları konusu, Türkiye’de özellikle son yirmi yılda gündemin en önemli maddelerinden biri haline gelmiştir. Batı ile entegrasyon ve AB’ne üyelik sürecindeki Türkiye Cumhuriyeti insan hakları konusunda, çeşitli yasal ve idari düzenlemelerle ileri adımlar atmıştır.

Onurlu bireyler, huzurlu bir toplum ve güçlü bir devletin varlığı için, insan haklarına saygılı ve ondan öte insan haklarına dayalı bir anayasal sisteme sahip olma gerekliliği, her şeyden önce ele alınması gereken bir konudur. Bu yöndeki talepler ahlaki olmakla birlikte, insan olmanın da doğal sonucudur.

200 yılı aşkın bir süredir pek çok alanda kaydettiği ilerlemelerini örnek almaya çalıştığımız çağdaş batı uygarlığını oluşturan temellerden biri de insan hakları kavramıdır. Türkiye’de insan haklarının, Tanzimat Fermanıyla başlayan Türk Anayasalaşma sürecine paralel bir gelişme gösterdiği söylenebilir. Fermanlarla başlayan bu süreçte, 1961 Anayasası ile ilk yapısal dönüşüm başlamış ve AB’ye üyelik süreciyle birlikte hızlı bir ivme kazanmıştır.

Çağımız bir açıdan insan hakları çağı olarak kabul edilmektedir. Nitekim temel hak ve özgürlüklerin belirgin bir şekilde ortaya çıkması, geride bıraktığımız 20. yüzyılın ilk yarısında ortaya çıkan Anayasalı devletlerle doğrudan ilgilidir. Ancak insan hakları kavramının uluslararası platformda çifte standarttan uzak, ideal anlamda uygulandığını söyleyebilmek çok zordur. 20. Yüzyıl büyük insan hakları ihlallerine sahne olmakla birlikte yine de, insan hak ve özgürlüklerinin gelişimi ile bu özgürlüklerin anayasalarda güvence altına alınması bağlamında altın bir çağ olarak kabul edilmektedir.

Günümüzde uygar ülkelerin kabul ettiği demokrasi kavramı, insan hakları, hukukun üstünlüğü gibi evrensel değerleri içermektedir. Bu değerlerin başında insan haklarına saygı gelir. Şüphesiz insan hakları, çağımızın vazgeçilmez değerleri arasındadır. Bu değerlerin yaşama geçirilebilmesi ve korunabilmesi için devletlere önemli görevler düşmektedir. İnsan haklarının korunabilmesi ancak devletlerin anayasalarında gerekli düzenlemeleri yapmalarıyla gerçekleşebilir. 

Bir toplumda en güçlü oluşum ve aynı zamanda insan hakları ihlallerine sebebiyet verme olasılığı en yüksek unsur, kamu yetkilileri, memur ve görevlileriyle birlikte devletin kendisidir. Herhangi bir demokratik toplumda birey hak ve özgürlüklerini korunması için anayasa ve yasaların bulunması gerekmektedir. Bireylerin devlete karşı korunmasını sağlayacak bir anayasal sistem olmalıdır. Çünkü herhangi bir hak ihlali karşısında hak arama yolları sağlayan yasalar kaçınılmaz bir ihtiyaçtır.

Evrensel insan hakları değerleri, birer mihenk taşı gibidir. Bir devletin insan haklarına verdiği değeri görebilmek için öncelikle o devletin anayasasına, daha sonra da anayasasına paralel hazırlanan kanunlarına bakmak gerekmektedir.  İnsan haklarının anayasa ve kanunlarda yer alması yeterli olmayabilir; ayrıca bunların uygulanmasına olanak veren, tüzük, yönetmelik gibi idari düzenlemelerine de bakılmalıdır. Bunlara ilaveten bireylerin hakları konusunda yasal düzenlemeleri uygulayacak olan kamu görevlilerinin ve mahkemelerde kanunları yorumlayacak adli görevlilerin evrensel insan hakları düşüncesine sahip olmaları da önemlidir.

Çağdaş ülkelerde devlet-vatandaş ilişkilerini belirleyen anayasal kurallar tespit edilirken, bireyi devlete karşı koruma amacı güdüldüğü görülmektedir ki, bu durum, anayasal gelişmelerle insan hakları arasında çok sıkı bir bağ olduğunu ortaya koymaktadır. Bu yüzden “insan haklarına saygı” ifadesi gerçekte bireyin devlet karşısında ezilmesini önleyecek şekilde anayasada temel hak ve özgürlüklerin açık seçik ifadesini bulmasıyla hayatiyet kazanır. Genel olarak bakıldığında ülkeler, insan haklarına saygıyı, insan haklarının korunmasını ve geliştirilmesini ne ölçüde yerine getiriyorsa, o ölçüde uygar dünya ile bütünleşebildikleri görülmektedir. Bu çerçevede, dünyanın hangi ülkesinde olursa olsun tüm insanların, doğuştan, hatta doğmadan önce, kadın-erkek herhangi bir ayırım yapılmaksızın, eşit ve özgür bireyler olarak dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez, bölünmez evrensel nitelikte haklara sahip olmaları gerektiği kabul edilmektedir.

29.05.2009

Mehmet Altuntaş

[1] David Weissbrodt, “Human Rights: An Historical Perspective”, Human Rights içinde, Derleyen: Peter Davies, London: Routledge, 1988, s.1.

[2]J.Stuart Mill, Özgürlük Üstüne. (Çev.Osman Nuri Dostel), MEB Yayınları, Ankara,1967, s.2.