15 Temmuz Açıklaması

Kıymetli Basın Mensupları ve Değerli Vatandaşlarımız

Bu gün burada Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumunu temsilen 15 Temmuz Hain FETÖ Darbe Girişimi sanıklarının yargılandığı mahkemeyi takip etmek üzere bulunuyoruz.

Başbakanlık ile ilişkili olarak sivil toplum ile Kamu arasında köprü vazifesini üstlenen ve yeni bir kurum olan Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu 6701 sayılı kanunla kurulmuştur. 15 Temmuz Darbe girişimi sebebiyle kurumumuz 1 yıl gecikmeyle teşkilatlanmasına başlamış olmasına rağmen ve kısa sürede ikincil mevzuatını hazırlayarak çalışmalarına başlamıştır.

Başkanlığını yaptığım Kurum Türkiye’de insan haklarının korunması ve geliştirilmesi, işkence ve kötü muamelenin önlenmesi ve ayrımcılıkla mücadele başlıkları altında toplanan belli başlı görevleri vardır.

Malumları olduğu üzere 1960 yılında yapılan darbe girişimi ile 12 Eylül Askeri Darbesi ve 28 Şubat Post Modern Darbesi ile ülkemizde hem demokrasi akamete uğratılmış hem de insan hakları ihlalleri hat safhaya ulaşmıştır. Bu darbe girişimlerinin destekleyicisi uluslararası emperyalist güçler yine ülkemizi bir iç karışıklığa sürüklemek ve milletimizin birlik ve beraberliğini parçalamak için 2016 yılı 15 Temmuzunda silahlı Kuvvetler içerisinde yuvalanmış bir grup FETÖ Terör Örgütünü harekete geçirerek ülkemizde bir darbe girişiminde bulunmuş 250 vatandaşımız şehit olmuş, darbeciler tarafından başta TBMM olmak üzere pek çok kamu kurumu bombalanmış ve ülkemiz milyarlarca lira zarara uğratılmıştır.

İşte biz Kurum olarak FETÖ Darbe Sanıklarının yargılanmış olduğu bu mahkemeyi izlemek üzere buradayız. Konun sonuna kadar takipçisi olacağız.

Daha önce de belirtmiştik. 15 Temmuz gecesi Sayın Cumhurbaşkanımızın Başkomutan olarak “Halkın gücünün üstünde bir güç tanımadım. Milletimi hava meydanlarına ve meydanlara davet ediyorum.” çağrısı uyarak veya daha önceden sokaklara çıkarak darbecilerin tankları, uçakları ve silahları önüne set olmuş şehitlerimiz ve gazilerimizin ve milletimizin hakkı için buradayız.

Takip ettiğimiz davaların adil bir yargılama ile yürütüldüğü hususunda şüphemiz yoktur.

Emperyalist güçler tarafından 15 Temmuz Hain FETÖ darbe girişimi ile Ülkemizin karışıklığa uğratılması akamete uğrayınca bu sefer de Suriye ve Irakta PKK ve DEAŞ gibi terör örgütleri desteklenerek saldırılarını devam ettirdikleri görülmektedir. Bu sebeple baskı ve zulüm altında kalıp ülkemize sığınan milyonlarca sığınmacının ve roket saldırıları ile can veren vatandaşlarımızın yaşadığı sıkıntıların önlenmesi için uluslararası mevzuata uygun biçimde yürütülen ve Silahlı Kuvvetlerimizin Zeytin Dalı Harekâtını da desteklediğimizi açıkladık. Kilis ve Hatay illerimize yaptığımız ziyaretlerde Harekâta olan desteği bildirmiş ve özellikle camiye ve sivil kişilerin kaybına sebep olan saldırıları da kınamıştık.

Bu gün burada yeniden tekrar ediyorum ki; 15 Temmuzdan sonra Türkiye’nin adı Kahraman Türkiye’dir. Kurumumuz 15 Temmuz Darbe Girişiminin karşısında duran tüm sivil toplum örgütleri ve vatandaşlarımızla işbirliğine hazırdır. Özgürce yaşadığımız bu vatan hepimizindir. Vatanımıza birlik ve beraberliğimize sahip çıkmalıyız.

Sözlerimi Mehmet Akif Ersoy’un bir dizesi ile bitirmek istiyorum.

Sahipsiz olan memleketin batması haktır;
Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır.

Saygılarımla.

Av. Süleyman ARSLAN

TİHEK Başkanı

TİHEK Başkanı Arslan, ‘postmodern darbenin’ insan hakları ihlallerini anlattı

TİHEK Başkanı Arslan, “Bu süreçte dinin görünür alanlarda bulunması menedildi. ‘Özel hayatta kimsenin dinini yaşamasına engel olmayız ama kamusal hayata dini görünürlükleriyle çıkamaz’ gibi bir yaklaşım öne çıkarıldı.” dedi.
Aybüke İnal Kamacı |
28.02.2021

TİHEK Başkanı Arslan, ‘postmodern darbenin’ insan hakları ihlallerini anlattı

Fotoğraf: Süleyman Arslan/AA Ankara

Avukatlık yaptığı yıllarda orta öğretimde başörtüsü yasağının kaldırılması için etkin çalışmalar yürüten ve başörtüsüne özgürlük yolunu açan ilk Danıştay kararına vesile olan Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu (TİHEK) Başkanı Süleyman Arslan, “postmodern darbe”nin 24. yılı dolayısıyla AA muhabirine açıklamalarda bulundu.

Arslan, Refahyol Hükümeti’nin başarılı icraatlarıyla ön plana çıktığı bir dönemde kamuoyunda irtica ve laiklik sendromu oluşturulduğunu anımsatarak, Müslüm Gündüz, Fadime Şahin, Ali Kalkancı senaryolarıyla halkın dindar insanlardan soğumasına neden olabilecek ve bunun arkasında iktidarın olduğu hissini uyandıracak çalışmalar yürütüldüğünü söyledi.

Bu süreçte dindar insanların fişlendiğini, görevlerinden uzaklaştırıldığını, ekonomik ve ticari faaliyetlerinin engellenmeye çalışıldığını hatırlatan Arslan, özellikle Milli Eğitim Bakanlığında görev yapan başörtülü öğretmenler hakkında “kılık kıyafet kanununa” uymadıkları gerekçesiyle disiplin işlemleri yapıldığını, daha sonra “çalıştıkları kurumun huzur ve sükununu bozdukları” gerekçesiyle memuriyetten çıkarıldıklarını anlattı.

Bunun, laikliğe sahip çıkarak götürülmeye çalışılan bir proje olduğunu ancak laikliğin, toplumu dinden uzaklaştırmak şeklinde uygulanmaya çalışıldığını dile getiren Arslan, şunları kaydetti:

“Laikliği aslında kimsenin taktığı yoktu. O, darbecilerin sadece bahanesi oldu. Toplumu dinden arındırma, uzaklaştırma projesine dönüşmüş oldu. Bu süreçte dinin görünür alanlarda bulunması menedildi. İşte ‘özel hayatta kimsenin dinini yaşamasına engel olmayız ama kamusal hayata dini görünürlükleriyle çıkamaz’ gibi bir yaklaşım öne çıkarıldı. Bu, tabii insan hakları açısından kabul edilebilir bir şey değil.

Bizim kanunumuzda devletin laik olduğu tanımlanmıştır ama toplum laik olarak tanımlanmamıştır. Toplum laik değil, demokratik toplumdur. Demokratik toplum, herkesin inançlarını özgürce, hürce yaşadığı toplumdur. Dolayısıyla toplumu laikleştirme projesi altında siz, insanları dinden uzaklaştırmaya çalıştığınız zaman bu aslında din ve vicdan hürriyetine vurulmuş en büyük darbedir.”

“İnsan hakları savunucuları iyi bir sınav veremedi”
Bu durumun demokrasiyi zarara uğrattığını ve toplumda devlet-millet çatışması yaşanmaya başladığını ifade eden Arslan, insan hakları savunucularının da bu noktada iyi bir sınav veremediğine dikkati çekti. Arslan, dindarlara yönelik postmodern darbe yapıldığı için insan hakları kurumları, sendikaları ve örgütlerinin de demokratik davranamadığını ve darbecilerle iş birliği yaptığını aktardı.

Arslan, “28 Şubat süreciyle eğitim hakları ihlal edildi, din ve vicdan hürriyeti ihlalleri oldukça fazla oldu. Vatandaşların, kamu hizmetlerine girme hakları engellendi. Ayrımcılık yasağı ihlalleri çok fazlaydı. Toplantı ve dernek kurma özgürlüğü ortadan kaldırıldı, onlara müdahaleler oldu ve tabii bu süreç devam ederken halkın seçme ve seçilme hakları da ihlal edildi.” diye konuştu.

İlerleyen dönemde, halkın seçim zamanında iradesini ortaya koyduğunu anlatan Arslan, böylece yeni bir hükümetin ortaya çıktığını ve özgürlükçü bir yaklaşımla 28 Şubat’ta alınan kararların ortadan kaldırıldığını vurguladı.

“Türkiye’nin insan hakları alanında kendine geldiği dönemleri görüyoruz”
Arslan, 2012’de Türkiye İnsan Hakları Kurumu ve Kamu Denetçiliği Kurumunun kurulduğunu, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkının getirildiğini, bunların, Türkiye’nin insan hakları mücadelesinde önemli bir kazanım olarak ortaya çıktığını belirtti.

Şu anda yargıda reform çalışmaları yapıldığını ve gelecek hafta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, İnsan Hakları Eylem Planı’nı açıklayacağını hatırlatan Arslan, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Türkiye’nin insan hakları alanında kendine geldiği dönemleri görüyoruz. Bu nasıl oldu? Devlet ve millet kaynaşmasıyla oldu. Devlet ve millet artık enerjisini kendi içinde tüketmek değil, o birlik ve beraberlik ruhuyla ülkemizi çağdaş, muasır medeniyet seviyesinin çok üstüne çıkarmaya çalışıyor. Tabii bu süreç zaman içerisinde yine akamete uğratılmaya çalışıldı. Mesela 15 Temmuz hain darbe girişimi de bunlardan birisiydi ama bütün bunlara rağmen biz, ülke olarak içeride birliği, beraberliği sağladığımız için bütün terör örgütlerine karşı mücadelelerimizde başarılı olduk, başarılı oluyoruz.”

Öte yandan Arslan, 1960 darbesinin sonuçlarını ortadan kaldırmak için kurulan “27 Mayıs 1960 Askeri Darbe Mağdurlarının Zararlarının Tazmini Amacıyla Kurulan Komisyon” uygulamasını anımsatarak, bunun benzerinin 28 Şubat mağdurları için de hayata geçirilmesi gerektiğini ifade etti

Kaynak: https://www.aa.com.tr/tr/28-subat/tihek-baskani-arslan-postmodern-darbenin-insan-haklari-ihlallerini-anlatti/2159674

28 ŞUBAT POSTMODERN ASKERİ DARBESİ 1000 YIL SÜRMESİN

28 Şubat 2021 17:30

Türkiye’de, 1960 yılından itibaren, neredeyse her on yılda bir darbe gerçekleştirilmiştir. Demokrasinin askıya alındığı bu darbeler sonucu TBMM ve siyasi partiler kapatılmış, millet iradesi hiçe sayılmış, başta yaşam hakkı olmak üzere, temel insan hakları çiğnenmiştir. Bu darbelerden birisi de pek çok insan hakları ihlali ile sonuçlanan ve yüzbinlerce insanın mağdur olmasına neden olan ve diğer klasik anlamdaki darbelerden farklı özellikleri bulunması nedeniyle “Postmodern” olarak adlandırılan denilen 28 Şubat Askeri Darbesidir.

1993 Karanlık olaylar yaşandı. 28 Şubat darbesinin Başlangıç Sesleri 1993 Yılında Duyulmaya başlandı.

Ülkemiz 1990lı yıllarda demokrasisi ve insan hakları açısından bir cadı kazanına dönüşmüştü. 17 Nisan 1993 te Turgut ÖZAL’ın ani ölümünden önce de ülkemizde çok sayıda karanlık cinayetler işlendi ve suikastlar gündem oldu. “Son Darbe 28 Şubat” kitabında Mehmet Ali BİRAND bu cinayetleri sayar. Özellikle 1993 yılında işlenen cinayet ve suikastlar yeni bir dönemin başlangıcını haber veriyordu. 24 Ocak 1993, Uğur MUMCU evinin önünde öldürüldü, 28 Ocak 1993, Jack Kamhi roketle saldırıya uğradı ölümden döndü. Yine Turgut ÖZAL’ın ölümünden iki ay önce 17 Şubat 1993 te Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref BİTLİS içinde bulunduğu uçak düşerek öldü. Mehmet Ali BİRAND’a göre “17 Nisan 1993 te Turgut Özal’ın ani ölümünden sonra ülke 28 Şubat sürecine doludizgin sürüklenecekti..”, 28 Şubat 1997 günü alınan MGK Kararları Türkiye’nin siyasi tarihini uzun yıllar olumsuz yönde etkilemiştir.

Muğla Cumhuriyet Başsavcısı Ertem Türker’in Okuduğu “Savcılar Laiklik Bildirisi” süreci başlatan işaret fişeğidir.

Milletin iradesi ile seçilmiş meşru Hükümeti alaşağı etmeyi hedefleyen 28 Şubat Postmodern Darbe Sürecinin gerçekte ne zaman başladığı konusu ile ilgili çeşitli görüşler öne sürülmüş olsa da dikkate alınması gereken önemli bir tarih de 23 Nisan 1994 tür. Bu tarihte, Adalet Bakanlığı’nca Antalya’da düzenlenen “Yargı ve Cezaevleri Sorunu” konulu toplantıya katılan 76 il cumhuriyet başsavcısı, 8 DGM başsavcısı ve terör cezaevi bulunan 8 ilçenin cumhuriyet savcısının oy birliğiyle ‘Laiklik Bildirisi’ yayımlanmıştır. Bu bildiri sonrasında dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Doğan GÜREŞ Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bildiriden duyduğu memnuniyeti dile getirmişti. Bu ve benzeri açıklamalar Yargının açıkça nasıl baskı altına alındığını, siyaset ve yargı camiasından bazı isimlerin de bu baskıyı kabullendiğini göstermektedir.

Darbeciler yargılandılar ve yargı süreci halen devam ediyor.

28 Şubat 1997 tarihinde yayınlanan Postmodern bir Darbenin fitilini ateşleyen bildiri üzerinden 23 yıl geçti. Darbe sorumlusu sanıklar hakkındaki soruşturma tamamlanıp 22 Mayıs 2013’te dava açılmıştır. Ankara 5 inci Ağır Ceza Mahkemesince görülen 28 Şubat dönemine ilişkin 103 sanıklı davada, dönemin Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı ve Genelkurmay 2. Başkanı emekli Orgeneral Çevik Bir’in de aralarında bulunduğu 21 sanığın müebbet hapse çarptırılması, 68’inin beraatı, 14 sanık hakkındaki davanın ise düşürülmesine ilişkin gerekçeli karar 3 Temmuz 2018 de açıklandı. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 21. Ceza Dairesi, 28 Şubat davasında Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesince verilen hükmü hukuka uygun buldu. 28 Şubat davası dosyası halen Yargıtayda bulunuyor.

28 Şubat Postmodern darbe sürecinin en önemli aktörlerden biri de 15 Temmuz Hain Darbe girişiminde bulunan Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) dür.

FETÖ, 28 Şubat Darbesine her yönüyle lojistik ve maddi destek vererek toplum üzerinde yerleşmesi ve etkisini daha fazla göstermesi için gerekli tüm çalışmaları onlarla birlikte yapmış bir örgüttür. 28 Şubat Darbesi ile 15 Temmuz Darbe girişimini gerçekleştirmek isteyen güçler ve amaçları açısından ciddi benzerlikler vardır. 16 Nisan 1997’de FETÖ lideri Fetullah Gülen, 16 Nisan 1997 tarihinde katıldığı bir televizyon programında 28 Şubat Darbesini yapanları “Asker daha demokrat.” ifadelerini kullanarak övmüş ve desteklemiştir.4 Zamanın meşru hükümeti için “emaneti iade edin, çekilin!”, darbeciler için ise “asker daha demokrat.” beyanında bulunan, anti-demokratik MGK Kararları için de “İslami usullere göre değerlendirildiğinde bu bir içtihattır, hata yapsalar bile sevap alırlar” zırvalığını yapan da bizzat örgüt lideri olmuştur.

Pek çok hak ihlalleri giderildi, mağduriyetlerin bir kısmı halen devam ediyor.

28 Şubat Postmodern Darbe sürecinde hak ihlalleri yaşanmış, vatandaşlarımız eğitim, özlük, ticaret, memuriyet hakları başta olmak üzere birçok haktan mahrum bırakılmıştır. Son on yılda, Yükseköğrenimde ve kamuda kılık kıyafet yasağı gibi hak ihlallerinin ortadan kaldırılması için önemli adımlar atılmıştır. Ancak akademisyen, yazar, sendika, sivil toplum kuruluşları ile TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu TİHEK ve Kamu Denetçiliği Kurumu (KDK) gibi kurumların da vurguladıkları gibi tarafından o dönemde yaşanan insan hakları ihlalleri ve ayrımcılık yasağı ihlallerinden kaynaklı mağduriyetlerin halen devam ettiği ifade edilmektedir.

Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumunun 27 Şubat 2020 tarihli basın açıklaması da bu manada çok önemli öneriler içermektedir.

TİHEK adına REFAHYOL Döneminin Başbakanı rahmetli Necmettin Erbakan’ın da Müsteşar yardımcılığı ve bir süre müsteşarlığını da yapmış olan Sayın Mesut KINALI’nın açıklamasına göre 28 Şubat mağduriyetlerin giderilmesi ile ilgili bu güne kadar yapılanları sıraladıktan sonra yapılması gerekenleri de şu şekilde belirtmektedirler: “Son yıllarda Yükseköğrenimde ve kamuda kılık kıyafet yasağı gibi bazı hak ihlallerinin ortadan kaldırılması için önemli adımlar atılmıştır. Örneğin; okullarda ve kamuda başörtüsü yasağı kaldırılmış, 5525 Sayılı yasa ile bir bölüm memurun işine geri dönmeleri sağlanmıştır.”

Tüm bu olumlu gelişmelere rağmen halen hakları ihlal edildiğini söyleyen bir kısım mağdurların taleplerine de kulak vermek ve bu taleplerin gereğini yerine getirmek başta yargı, yürütme ve yasama olmak üzere herkesin üzerine düşen önemli bir görevdir. 28 Şubat Post-Modern Darbesinin neden olduğu insan hakları ihlalleri ve halen devam eden mağduriyetlerin bir an önce giderilmesinin de bir insan hakkı talebi olduğu kuşkusuzdur.

Mehmet ALTUNTAŞ
Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurulu Üyesi


28 Şubat Basın Açıklaması

27 Şubat 2020

Değerli Basın Mensupları

Ülkemiz çok partili hayata geçtikten sonra neredeyse her on yılda bir darbe veya muhtıralara sahne olmuştur. Bunun sonucu olarak da TBMM ve siyasi partiler kapatılmış, millet iradesi hiçe sayılmış, başta yaşam hakkı olmak üzere temel insan hakları çiğnenmiştir. Bu darbelerden birisi de pek çok insan hakları ihlali ile sonuçlanan ve yüzbinlerce insanın mağdur olmasına neden olan ve diğer klasik anlamdaki darbelerden farklı özellikleri bulunması nedeniyle “Postmodern” olarak nitelenen 28Şubat (1997) darbesidir. Bu farklılığın diğer bir nedeni de şudur; Daha önceki darbeler, anarşi, ekonomik bunalım ve kötü yönetim gibi nedenlere dayandırılırken, 28 Şubat darbesi doğrudan halka ve onun yaşam biçimine karşı yapılmıştır. Bu darbenin diğer bir farklılığı da darbecilerin sadece tankları yürüten militarist güçlerden ibaret olmamasıdır. Zira darbe ortamını hazırlayıp algı oluşturan medya, kendilerini toplum mühendisi yerine koyarak toplumu ve siyaseti dizayn etmekle görevli addeden karanlık odaklar, bazı sendika ve meslek kuruluşları ve rantçı sermaye grupları, YÖK ve yüksek yargı mensupları da bu karanlık sürecin faili olmuşlardır.

Yine belirtmeliyiz ki 28 Şubat Postmodern darbe sürecinin en önemli aktörlerden biri de 15 Temmuz Hain Darbe girişiminde bulunan Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) dür. FETÖ, 28 Şubat Darbesine her yönüyle lojistik ve maddi destek vermiş, toplum üzerindeki etkisini arttırmak için onlarla birlikte çalışmış bir örgüttür. Zamanın meşru hükümeti için “emaneti iade edin, çekilin!”, darbeciler için ise “asker daha demokrat.” beyanında bulunan, anti-demokratik MGK Kararları için de “İslami usullere göre değerlendirildiğinde bu bir içtihattır, hata yapsalar bile sevap alırlar” zırvalığını yapan da bizzat örgüt lideri olmuştur.

Her darbe döneminde olduğu gibi bu dönemde de birçok vatandaşımız inançları nedeniyle haksız uygulamalara maruz bırakılarak din ve vicdan hürriyetleri ihlal edilmiş, binlerce başörtülü öğrenci okullarından uzaklaştırılarak ve katsayı uygulamasıyla fırsat eşitliği ortadan kaldırılmak suretiyle eğitim hakları ellerinden alınmıştır. Yine birçok sivil toplum örgütünün kapatılmak ya da faaliyetleri sınırlandırılmak suretiyle örgütlenme ve ifade özgürlüğü hakları engellenmiş, en küçük sermaye sahipleri dahi kategorize edilerek üretim ve mülkiyet hakkı sınırlanmıştır. Yapılan fişlemeler ile özel hayatın gizliliği yok edilmiştir. Seçilmiş iktidarı uzaklaştırma ve parti kapatma uygulamaları ile seçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakları ihlal edilmiştir.

Değerli Basın Mensupları

Amaç ve odağı ne olursa olsun tüm darbeler insanlığa, onun iradesine ve onun haklarına karşı yapılmış zorbalıklardır. 28 Şubat Postmodern Darbesi toplumun bir kesimine karşı yapılmışsa da yıkıcı sonuçları tüm toplumu derinden etkilemiştir. Örneğin; 28 Şubat süreci neticesinde oluşan 2001 krizinde içi boşalan bazı bankalara el konularak borçları devlete yüklenmiştir. Bankaların borçları ve ekonomik krizin devlete maliyetinin 390 milyar doları bulduğu ifade edilmiştir.

Yine İmam hatip Liselerinin önünü kesmek için çıkarılan katsayı uygulaması da tüm meslek liselerini ciddi şekilde etkilemiştir. Örnek olarak belirtmek gerekirse; 1997 yılında Hukuk Fakültelerine yerleşen öğrencilerden meslek lisesi mezunlarının oranı %23 iken bu oran katsayı adaletsizliğinden sonra hızla düşmeye başlamış ve 2009 yılında bu oran %1’in de altına inmiştir. Ayrıca meslek liselerine talebin azalması sonucu sanayide ihtiyaç duyulan ara eleman sıkıntısı da had safhaya ulaşarak kalkınmayı olumsuz yönde etkilemiştir.

Değerli Basın Mensupları

28 Şubat sürecinin mağdur ettiği ve hatta hayatlarını kararttığı diğer bir kesim de öğrenciler olmuştur. Bu dönemde başörtülü öğrenciler üniversitelere alınmamış hatta “ikna odaları” kurularak öğrencilerle yapılan özel görüşmelerle üzerlerine psikolojik baskı oluşturulmuştur. Öğrencilere iki seçenek bırakılarak, ya başlarını açarak yükseköğrenimlerini sürdürebilecekleri ya da açmayarak üniversite hayallerine son vermeleri istenmiştir.

Ayrıca kamuda “başörtüsü yasağı” getirilerek birçok kamu görevlisi hakkında soruşturma açılmış, hatta bazılarının işlerine son verilmiştir. Üstelik bu yasak sadece kadınları değil eşi başörtülü erkekleri de etkilemiştir. Sayısı tespit edilemeyen çok sayıda erkek, eşi başörtülü olduğu için veya “irticai fikirleri ya da faaliyetleri” nedeniyle işten atılmış, kişiler eşleri ve işleri arasında tercih yapmaya zorlanmıştır.

Yine bu sürecin en büyük fakat pek dikkate alınmayan mağdurlardan biri de o dönemde görev yapan bürokratlardır. Bu bürokratların hemen hemen tümü ya görevleriyle ilgisi olmayan birimlere atanmış, ya ailesinden çok uzak bölgelere sürülmüş ya da işgal ettiği makamlarla uzaktan yakından ilgisi olmayan rütbe tenziline uğratılmışlardır.  Dahası hak arama mercii olarak gördükleri mahkemelerde görevli brifingli yargıçlar tarafından ve daha sonra büyük çoğunluğu Fetöcü oldukları gerekçesiyle görevlerinden uzaklaştırılanlar tarafından davaları reddedilerek mağduriyetleri daha da arttırılmıştır. Söz konusu görevlilerin çoğu baskı, haksız tayin ve makam tenzili nedeniyle ya emekli olmuş ya da görevlerinden ayrılmak zorunda kalmışlardır. Aileleri de perişan olan bu kesimin de mağduriyetleri henüz giderilmiş değildir. Mağdurların Aileleri, işkence altında kabul ettirilen suçlar için yeniden yargılamanın önünün açılmasını talep ediyor. Aileler, yıllara uzanan bir sürece dönüşmeden, hızla mağduriyeti gidermesini istiyor. Çarpıcı bir örnek vermek gerekirse 28 Şubat mağdurlarından olan ve bugün yaşasaydı cezaevinde olacak olan Halil Kantarcı, 15 Temmuz’da darbecilere karşı koyarak şehit düşmüştü.

28 Şubat Postmodern mağdurlarının avukatları, işkence raporlarıyla yeniden yargılama talebinde bulunsa da, Anayasa Mahkemesi’ne başvuru için ‘Eylül 2012’den sonra kesinleşen kararlar’ kriteri mağduriyetlerin giderilmesine engel oluyor. Halen devam eden adil yargılanma hakkı ihlalinin ele alınabilmesi için bireysel başvuru yolunun kullanılabilmesi aktif hale getirilmesi mümkün hale getirilmelidir.

Kabul etmek gerekir ki 28 Şubat sürecinin en derinden etkileyip mağdur ettiği kesim şu anda bile cezaevlerinde bulunan kesimdir. Çoğu başörtü eylemlerine katıldıkları, bu eylemlerde pankart açtıkları, camilerde Kur’an dersi verdikleri için ceza almışlardır. Dolayısıyla bu kişiler suçsuz yere 20-25 yıldır cezaevlerinde tutulurken aileleri cezaevi yollarında ömür tüketmekte, çocuklar babasız, anneler çocuklarına hasret bir ömür sürdürmek zorunda kalmaktadırlar.         

Değerli Basın Mensupları

Hukuk devletinde benzeri hukuksuzluk ve hak ihlallerinin giderildiği yer normalde yargı mercileri olmaktadır. Ancak bu süreç yargıyı da yozlaştırarak adeta ihlalleri onayan noter konumuna getirmiştir. Brifing ve talimatlarla harekete geçirilen yargı erki silah olarak kullanılmış; adalet dağıtması gereken hâkimler ve mahkemeler hukuk dışı kararlara imza atmışlardır. Mahkumların ifadeleri ile “delil yerine kanaate dayalı kararlar” ile verilen uzun süreli tutukluluklar ve mahkumiyetler ile bir çok vatandaşımızın kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ihlal edilmiştir. Bu dönemde verilen yargı kararlarının neredeyse tamamı sübjektif ve ideolojik temelli olmuştur. Gerçekten de bu dönemde yargıçlara Genelkurmayda brifingler verilmiş, Adalet Bakanlığı’nca Antalya’da düzenlenen “Yargı ve Cezaevleri Sorunu” konulu toplantıya katılan cumhuriyet başsavcısı ve savcıları ‘Laiklik Bildirisi’ yayımlamış, ayrıca bu bildiri zamanın Genelkurmay Başkanınca övgüye mazhar bulunmuştur. Tüm bu gelişmeler Yargının açıkça nasıl baskı altına alındığını, bu şartlar altında gerçekleştirilen yargılamanın da adil ve tarafsız olamayacağını göstermektedir. Gerçekten de süreç mağdurlarının bu dönemde açtığı davaların istisnalar dışında tamamına yakını reddedilmiştir.

Değerli Basın Mensupları

Son yıllarda Yükseköğrenimde ve kamuda kılık kıyafet yasağı gibi bazı hak ihlallerinin ortadan kaldırılması için önemli adımlar atılmıştır. Örneğin; okullarda ve kamuda başörtüsü yasağı kaldırılmış, 5525 Sayılı yasa ile bir bölüm memurun işine geri dönmeleri sağlanmıştır. Ancak bu olumlu gelişmelere rağmen yukarıda da zikredildiği gibi henüz mağduriyetleri giderilmeyen on binlerce kişi bulunmaktadır.

Özellikle cezaevlerinde bulunanlar ile işten atılmasa da istifaya zorlamak için sürgüne gönderilerek perişan edilen, hak etmedikleri kıdem ve rütbe tenzili yapılarak çok büyük maddi ve manevi kayıplara uğrayan, sınavları kazanarak atama beklerken hala atamaları yapılmayanların veya ataması yapıldığı halde daha sonra işten atılanların bir an önce mağduriyetlerinin giderilmesi gerekmektedir.

28 Şubat Post Modern darbe sürecinde özellikle FETÖ yönlendirmesi ile yapıldığı iddia edilen yargılamalar sonucu yüzlerce mahkûmun hapiste olduğu bilinmektedir. Bu mahkûmların özellikle bir kısmı cezaevinde kalmaya uygun olmayan yaşlı ve ağır hastalardır. Bu yaşlı ve hasta mahkûmlardan ceza ehliyeti bulunmadığından dolayı bırakılmış olanlar bulunsa da Adli Tıp süreçleri tamamlanmadığı için halen hapiste tutulmaya devam edenlerin mağduriyetleri devam etmektedir.

28 Şubat sürecinde tutulan istihbarı hafıza halen temizlenmemiş olup o dönemki kayıtlar halen yargılamalarda delil olarak kullanılmaya devam etmektedir. 28 Şubat fişlemeleri baz alınarak yapılan güvenlik soruşturmalarından vazgeçilmelidir.

Kısacası hakları ihlal edilen tüm 28 Şubat mağdurlarının taleplerine kulak vermek ve bu talebin gereğini yerine getirmek başta yargı, iktidar ve TBMM olmak üzere herkesin üzerine düşen önemli bir görevdir.

Değerli Basın Mensupları

28 Şubat post-modern darbesinin mahkeme tarafından mahkûm edilmesine, bu süreçte görülen yargılamanın tarafsız olmadığı açık delillerle ortaya konulmasına rağmen bu sürecin mağdurlarından büyük bir bölümünün hala mağduriyetleri giderilmiş değildir. 15 Temmuz FETÖ hain darbe girişimine karşı tanklar önüne yatarak şehit ve gazi olan kahramanlar nasıl övgüye layıksa 28 Şubat sürecinin acımasızlığına göğüs gererek direnenler de övgüye layıktırlar. Zira çoğu kişinin kutsal değerleri bile ayaklar altına alarak paye kapma yarışına girdiği bir dönemde bu kişiler maddi kayıplara ve psikolojik travmalara rağmen onurlu duruşlarını sürdürmüşlerdir. Bu nedenle 28 Şubat sürecinde maddi ve manevi kayba uğrayan bütün kesimlerin mağduriyetleri bir an önce giderilmelidir. Bunun için gerekirse yasal düzenlemeler yapılarak en azından baskı altında taraflı yargı tarafından yargılananlar için yeniden yargılama yolu açılmalıdır. Sosyal hukuk devletinin gereği de budur. Zira her sene 28 Şubatın yıldönümünde hamasi nutuklar atarak darbecileri lanetlemenin mağdurlar için hiçbir yararı bulunmamaktadır.

Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu’nun kuruluş amacı ve varlık nedeni, insan onurunu temel alarak insan haklarının korunması ve geliştirilmesi, kişilerin eşit muamele görme hakkının güvence altına alınması, hukuken tanınmış hak ve hürriyetlerden yararlanmada ayrımcılığın önlenmesi, işkence ve kötü muameleyle etkin mücadele etmektir. Bu kapsamda TİHEK olarak “28 Şubat Post-Modern Darbesinin neden olduğu insan hakları ihlalleri ve halen devam eden mağduriyetlerin bir an önce giderilmesinin de bir insan hakkı talebi olduğuna inanıyoruz.

Saygılarımla…

Mesut Kınalı
TİHEK 2. Başkanı

28 Şubat döneminin sembol isimlerinden refahyol hükümetinin müsteşar yardımcılığı ve bir süre müsteşarlığını da yapan TİHEK 2. Başkanı Mesut Kınalı’nın yukarıda yeralan açıklamalarından sonra Başbakanlık İnsan Hakları eski Başkanı ve TİHEK Kurul üyesi Mehmet ALTUNTAŞ da şu açıklamayı yaptı.

Değerli konuklar ve basın mensupları

28 Şubat Darbesi sonrası kılık kıyafet gerekçesiyle okullarından uzaklaştırılan öğrencilerin özellikle eğitim fakültelerinden mezun olmaları halinde doğrudan öğretmenlik mesleğine atanacakları gerekçesiyle hak kaybına uğradığı öne sürülmektedir. 28 Şubat Öğrencileri Derneğinin başvuru dilekçesinde de belirtildiği iddialara (KDK) Kamu denetçiliği Kurumu tarafından da incelenerek bir tavsiye kararı[1] http://28subatogrencidernegi.org/2019/03/03/tbmm-kamu-denetciligi-kurumunun-ombudsmanlik-kamu-kurumlarina-tavsiye-karari/ (Erişim tarihi: 29 Aralık 2019)] verilmiştir. Söz konusu tavsiye kararının hayata geçirilmesi için ilgili idarenin gereğini yapması beklenmektedir.

Mağdurların Aileleri, işkence altında kabul ettirilen suçlar için yeniden yargılamanın önünün açılmasını talep ediyor. Aileler, yıllara uzanan bir sürece dönüşmeden, hızla mağduriyeti gidermesini istiyor. Çarpıcı bir örnek vermek gerekirse 28 Şubat mağdurlarından olan ve bugün yaşasaydı cezaevinde olacak olan Halil Kantarcı, 15 Temmuz’da darbecilere karşı koyarak şehit düşmüştü.

28 Şubat Postmodern mağdurlarının avukatları, işkence raporlarıyla yeniden yargılama talebinde bulunsa da, Anayasa Mahkemesi’ne başvuru için ‘Eylül 2012’den sonra kesinleşen kararlar’ kriteri mağduriyetlerin giderilmesine engel oluyor. Halen devam eden adil yargılanma hakkı ihlalinin ele alınabilmesi için bireysel başvuru yolunun kullanılabilmesi aktif hale getirilmesi mümkün hale getirilmelidir.

28 Şubat mağduru kamu görevlilerinin kamu görevinden çıkarıldıkları tarih ile kamu görevine yeniden atandıkları veya emeklilik hakkının elde ettikleri tarih arasında, kadro unvanları itibariyle ödenmesi gereken maaş, ücret, ek ödeme, özel hizmet tazminatı, ilave tazminat vb adlar altındaki mali hakları ile paraya taalluk eden sosyal haklarının karşılıklarının ödenmesi gerekmektedir.

Değerli misafirler

23/4/1999 ile 14/2/2005 tarihleri arasında, tabi oldukları personel mevzuatına göre almış oldukları disiplin cezası sonucu memuriyetleri sona erip, 22/6/2006 tarihli ve 5525 sayılı Kanun uyarınca haklarında verilmiş disiplin cezaları bütün sonuçları ile ortadan kaldırılanlara tanınan hak, bu süreçte istifa etmek zorunda kalanlara/müstafi sayılanlara da tanınmalı ve bu kişilerin boşta geçen sürelerini emekliliklerine sayılması sağlanmalıdır. 6353 ve 6495 sayılı Kanunlardaki düzenlemelerden de açıkça anlaşılacağı üzere 5525 sayılı Kanunu sadece bir disiplin cezalarının affı şeklinde bir kanuni düzenleme olarak görmemekte; haksız, hukuksuz ve mesnetsiz olduğu kabul ve ikrar edilen uygulamaların sonuçlarını hukuk âleminden ortadan kaldıran ve mahrum kalınan hakların iadesine zemin teşkil eden bir kanun olarak görmektedir. Bu düzenlemeler, 28 Şubat sürecinin mağdurları olarak istifa etmek zorunda kalan veya müstafi sayılan memurlar için herhangi bir hak doğurmamıştır. İstifa etmek zorunda kalanlar ve müstafi sayılanlarla ilgili yeni bir süreç başlatılıp haklarını alabilecekleri bir düzenleme yapılmalıdır. Nitekim Kamu Denetçiliği Kurumu’nun 16.5.2019 tarihli ve 2019/7723 başvuru nolu tavsiye kararında bu husus vurgulanarak, Türk Silahlı Kuvvetleriyle ilişiği kesilenler yönünden 6191 sayılı Kanunla getirilen çalışıl(a)mayan sürelere ilişkin geçmişe dönük mali ve sosyal hakların, diğer kamu görevlileri için de tanınmasının sosyal devlet ilkesinin ve hakkaniyetin gereği olduğu ifade edilmiştir. Bu konuda gerekli düzenlemelerin yapılması düzenleme konulması için gerekli girişimlerde bulunulması gerekmektedir. Ayrıca davaları kazandıkları halde bakanlıklar tarafından atamalarını yapmadığı kişilerin atamaları yapılmalıdır.

28 Şubat sürecinde Devlette Memur olarak çalışmakta iken disiplin cezaları ile memurluktan atılmış kişilerin sayısı Sosyal Güvenlik Kurumunun Af sonrası 2006/5525 sayılı kanun kapsamında geri dönenlerin sayısı kanunun çıktığı 22/06/2006 tarihinden bu yana (SGK) Sosyal Güvenlik Kurumu kesin verilerine göre 1430 kişidir. Başörtüsü,  haklar, özgürlükler, hukuk, mevzuat, kimlik, milli duruş konularında 28 Şubat süreci ve sonrasında, maruz kaldıkları haksız ve hukuksuz uygulamalara karşı mücadele etmişler,  tüm zorluklara karşı direnmişler ve bu uğurda memuriyetten atılmayı göze almışlardır. Bunu yaparken düzgün duruşları devam etmiş ve sabırlı davranmışlardır. Bu gruba 2006/5525 sayılı kanunla af getirilmiş ve memuriyete geri dönmelerinin önü açılmıştır. Daha sonra açıkta gecen surelerle ilgili emeklilik keseneklerinin karşılığı da ilgili kurumları tarafından kanunun çıktığı  (görevden alındıkları süre ile 2006 arası) tarihe kadarki boşluk ödenmiştir. Ancak açıkta gecen sureye ilişkin terfi kademe ve maaş hakları mağdurlara ödenmemiştir. Günümüzde gelinen bu noktada bu gruptaki mağdurlara ödenmemiş özlük hakları terfi, kademe ilerlemesi ve maaş haklarına ilişkin bir çalışma yapılmalı ve hakları verilmelidir diye düşünülmektedir. Bu kişiler kendisini mağdur olarak tanımlamaktadırlar. Bu mağdurların kayıtları Sosyal Güvenlik Kurumu kayıtlarından teyit edilerek alınabilir. Zira kayıtlı mağdurların hakları her zaman kişilere Devletimiz tarafından iade edilmektedir.  Bu grup1430 kişiyi geçmeyecek küçük bir grup olmakla birlikte adaletin herkes için tecelli etmesi gerektiğini göstermesi bakımından mağduriyetlerinin giderilmesi çok önemlidir.

28 Şubat Post Modern darbe sürecinde özellikle FETÖ yönlendirmesi ile yapıldığı iddia edilen yargılamalar sonucu yüzlerce mahkûmun hapiste olduğu bilinmektedir. Bu mahkûmların özellikle bir kısmı cezaevinde kalmaya uygun olmayan yaşlı ve ağır hastalardır. Bu yaşlı ve hasta mahkûmlardan ceza ehliyeti bulunmadığından dolayı bırakılmış olanlar bulunsa da Adli Tıp süreçleri tamamlanmadığı için halen hapiste tutulmaya devam edenlerin mağduriyetleri devam etmektedir.

28 Şubat sürecinde tutulan istihbarı hafıza halen temizlenmemiş olup o dönemki kayıtlar halen yargılamalarda delil olarak kullanılmaya devam etmektedir. 28 Şubat fişlemeleri baz alınarak yapılan güvenlik soruşturmalarından vazgeçilmelidir.

Mehmet Altuntaş
Kurul Üyesi

27 Şubat 2020 Ankara Alba Otel


15 Temmuz Hain Darbe Girişimi Basın Açıklaması

15 Temmuz Hain darbe Girişimine İlişkin Basın Açıklamasına TİHEK Başkanı Süleyman Arslan, Kurul Mehmet Emin Genç ve Mehmet Altuntaş katıldılar.

Kıymetli Basın Mensupları ve Değerli Vatandaşlarımız

Bu gün burada Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumunu temsilen 15 Temmuz Hain FETÖ Darbe Girişimi sanıklarının yargılandığı mahkemeyi takip etmek üzere bulunuyoruz.

Başbakanlık ile ilişkili olarak sivil toplum ile Kamu arasında köprü vazifesini üstlenen ve yeni bir kurum olan Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu 6701 sayılı kanunla kurulmuştur. 15 Temmuz Darbe girişimi sebebiyle kurumumuz 1 yıl gecikmeyle teşkilatlanmasına başlamış olmasına rağmen ve kısa sürede ikincil mevzuatını hazırlayarak çalışmalarına başlamıştır.

Başkanlığını yaptığım Kurum Türkiye’de insan haklarının korunması ve geliştirilmesi, işkence ve kötü muamelenin önlenmesi ve ayrımcılıkla mücadele başlıkları altında toplanan belli başlı görevleri vardır.

Malumları olduğu üzere 1960 yılında yapılan darbe girişimi ile 12 Eylül Askeri Darbesi ve 28 Şubat Post Modern Darbesi ile ülkemizde hem demokrasi akamete uğratılmış hem de insan hakları ihlalleri hat safhaya ulaşmıştır. Bu darbe girişimlerinin destekleyicisi uluslararası emperyalist güçler yine ülkemizi bir iç karışıklığa sürüklemek ve milletimizin birlik ve beraberliğini parçalamak için 2016 yılı 15 Temmuzunda silahlı Kuvvetler içerisinde yuvalanmış bir grup FETÖ Terör Örgütünü harekete geçirerek ülkemizde bir darbe girişiminde bulunmuş 250 vatandaşımız şehit olmuş, darbeciler tarafından başta TBMM olmak üzere pek çok kamu kurumu bombalanmış ve ülkemiz milyarlarca lira zarara uğratılmıştır.

İşte biz Kurum olarak FETÖ Darbe Sanıklarının yargılanmış olduğu bu mahkemeyi izlemek üzere buradayız. Konun sonuna kadar takipçisi olacağız.

Daha önce de belirtmiştik. 15 Temmuz gecesi Sayın Cumhurbaşkanımızın Başkomutan olarak “Halkın gücünün üstünde bir güç tanımadım. Milletimi hava meydanlarına ve meydanlara davet ediyorum.” çağrısı uyarak veya daha önceden sokaklara çıkarak darbecilerin tankları, uçakları ve silahları önüne set olmuş şehitlerimiz ve gazilerimizin ve milletimizin hakkı için buradayız.

Takip ettiğimiz davaların adil bir yargılama ile yürütüldüğü hususunda şüphemiz yoktur.

Emperyalist güçler tarafından 15 Temmuz Hain FETÖ darbe girişimi ile Ülkemizin karışıklığa uğratılması akamete uğrayınca bu sefer de Suriye ve Irakta PKK ve DEAŞ gibi terör örgütleri desteklenerek saldırılarını devam ettirdikleri görülmektedir. Bu sebeple baskı ve zulüm altında kalıp ülkemize sığınan milyonlarca sığınmacının ve roket saldırıları ile can veren vatandaşlarımızın yaşadığı sıkıntıların önlenmesi için uluslararası mevzuata uygun biçimde yürütülen ve Silahlı Kuvvetlerimizin Zeytin Dalı Harekâtını da desteklediğimizi açıkladık. Kilis ve Hatay illerimize yaptığımız ziyaretlerde Harekâta olan desteği bildirmiş ve özellikle camiye ve sivil kişilerin kaybına sebep olan saldırıları da kınamıştık.

Bu gün burada yeniden tekrar ediyorum ki; 15 Temmuzdan sonra Türkiye’nin adı Kahraman Türkiye’dir. Kurumumuz 15 Temmuz Darbe Girişiminin karşısında duran tüm sivil toplum örgütleri ve vatandaşlarımızla işbirliğine hazırdır. Özgürce yaşadığımız bu vatan hepimizindir. Vatanımıza birlik ve beraberliğimize sahip çıkmalıyız.

Sözlerimi Mehmet Akif Ersoy’un bir dizesi ile bitirmek istiyorum.

Sahipsiz olan memleketin batması haktır;
Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır.

Saygılarımla.

Süleyman Arslan

28 Şubat mağdurları: Af değil yeniden yargılama istiyoruz

28 Şubat sürecinde müebbet hapse mahkum edilenlerin yakınları, yeniden yargılama talep ediyor. Abdullah Deniz’in ablası Hacire Deniz “28 Şubat’ın yarasını ömrümüz boyunca içimizde taşıyacağız. 28 Şubat mağdurları olarak ağabeyimin tekrar yargılanmasını istiyoruz” dedi. Mustafa Dayan’ın kardeşi Hanifi Dayan ise “Kardeşimi yargılayan savcı ve hakimlerin hepsinin, FETÖ’cü olduğu ortaya çıktı” dedi.

27.2.2018 12:02

28 Şubat sürecinde müebbet hapse mahkum edilenlerin Diyarbakır’daki yakınları, yeniden yargılama yapılmasını istiyor.

Ağabeyi Abdullah Deniz 22 yıldır cezaevinde olan Hacire Deniz, AA muhabirine yaptığı açıklamada, “28 Şubat’ın yarasını ömrümüz boyunca içimizde taşıyacağız. 28 Şubat mağdurları olarak ağabeyimin tekrar yargılanmasını istiyoruz.” dedi.

Ağabeyinin üniversite sınavı sonucunu öğrenmek için evden çıktığı sırada gözaltına alındığını belirten Deniz, “Bir ay boyunca ondan haber alamadık. 30 gün boyunca işkence görmüş. O dönem, suçlu suçsuz herkesi içeriye aldılar. Onların suçla ilişkilendirdiği tarihlerde ağabeyim okulda veya evdeydi.” diye konuştu.

Abdullah Deniz’in o tarihlerde olay yerinde olmadığının kanıtlandığını vurgulayan Deniz, “Ağabeyim 28 Şubat mağdurlarından biriydi. Adil bir yargılama yapılmadı. Asılsız iftiralarla, yalanlarla kumpas kurdular. Birçok kişiyi bu şekilde cezaevine attılar. Ağabeyim de onlardan biri. Bilim adamı olmak istiyordu. Cezaevinde iki üniversite bitirdi. Beş dili, anadili gibi konuşuyor. 28 Şubat’ın yarasını ömrümüz boyunca içimizde taşıyacağız. 28 Şubat mağdurları olarak ağabeyimin tekrar yargılanmasını istiyoruz.” ifadelerini kullandı.

HANİFİ DAYAN: “AĞABEYİMİN DOSYASI AÇILSIN, YENİDEN YARGILANSIN”

Cezaevinde 23. yılını dolduran Mustafa Dayan’ın kardeşi Hanifi Dayan, ağabeyinin gözaltına alındığını 21 gün sonra öğrendiklerini söyledi.

Ailece büyük üzüntü yaşadıklarını anlatan Dayan, şöyle devam etti:

“İslami kimlikleri yüzünden cezalandırıldılar. Mahkemeye gelen tanıklar, kardeşimle yüzleştirildi. Tanıklar, kendilerine saldıran kişinin kardeşim olmadığını söyledi. Kardeşimi yargılayan savcı ve hakimlerin hepsinin, FETÖ’cü olduğu ortaya çıktı. Ağabeyimin dosyası açılsın ve yeniden yargılansın. Af istemiyoruz, merhamet istemiyoruz, yeniden yargılama istiyoruz.”

Dayan, ağabeyinin tıp okumayı hayal ettiğini ancak hayalini gerçekleştiremediğini aktardı.

68 yaşındaki anne Azize Dayan ise cezaevinde oğlunu evlendirdiğini, torunuyla teselli bulduğunu belirterek, “Eşim üzüntüden felç geçirdi ve oğlunu ziyarete gidemedi. Tek talebimiz yeniden yargılama.” dedi.

“İSTEĞİMİZ ADİL BİR ŞEKİLDE YARGILANSINLAR”

Oğlu Mustafa Ozan 22 yıldır cezaevinde olan Veli Ozan, oğlunun yargılanmasının 28 Şubat döneminde talimatla yapıldığını savundu.

Ozan, şu an 40 yaşında olan oğlunun, 1998 yılında Dicle Üniversitesi’nde birinci sınıfta okuduğunu, eve gelirken gözaltına alındığını belirterek, “Mahkemede hakimin ilk sorusu, ‘Camiye gidip kimlere ders verdin?’ oldu. Onlar için bu büyük suçtu. Dindar bir aile olduğumuz için başımıza bu geldi. Mahkemesi yaklaşık 10 yıl devam etti.” diye konuştu.

65 yaşındaki acılı baba, “İsteğimiz adil bir şekilde yargılansınlar. Çocuklarımızı yakalayan polisler, savcılar, hakimler cezaevinde. Kazdıkları çukura kendileri düştü.” dedi.

“TEK BEKLEDİĞİMİZ ADALET”

Ömür boyu hapis cezası verilen ve 23 yıldır cezaevinde bulunan 42 yaşındaki Mehmet Aksa’nın babası Naif Özboğa da, oğlunun camide ders verdiği sırada gözaltına alınıp tutuklandığını söyledi.

Eşinin üzüntüden kansere yakalandığını ve 2005 yılında vefat ettiğini anlatan Özboğa, şöyle konuştu:

“Oğlum Mescid-i Aksa’ya olan sevgisinden dolayı kendisinden izin alarak cezaevinde soyadını ‘Aksa’ olarak değiştirdi. Bugüne kadar Allah’a çok şükür ne devlet hakkında ne de millet hakkında bir hainlik yapmadım. Benim evladım 23 yıldır cezaevinde. Kimseyi öldürmedi, kimsenin malına zarar vermedi. Oğlumun üzerine suç atıldı. Birisini yaraladığını söylemişler. O kişi mahkemeye geldi ve ‘Beni yaralayan bu çocuk değil, siz masum insanları getirmişsiniz.’ dedi. Oğlumun dünyası yıkıldı.” diye konuştu.

Oğlunun Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) mağduru olduğunu savunan Özboğa, “Oğluma ceza veren FETÖ’cü hakim ve savcıların bağlı olduğu hain yapı, Meclis’i bombalayacak kadar bu ülkeye düşman. Bunlara ceza verenler de FETÖ’cülerdi.” dedi.

Sur ilçesinde terör mağduru olduğunu, terör örgütü PKK‘nın saldırıları nedeniyle evinin yıkıldığını aktaran Özboğa, “Tek beklediğimiz adalet. Tek isteğimiz oğlumu adaletle yargılasınlar. Adalet olursa benim oğlum zaten dışarı çıkar.” ifadelerini kullandı

Kaynak: https://www.sabah.com.tr/gundem/2018/02/27/28-subat-magdurlari-af-degil-yeniden-yargilama-istiyoruz

28 Şubat mağdurları serbest bırakılsın

28 Şubat mağdurları serbest bırakılsın

Türkiye Yazarlar Birliği Genel Başkanı Bıyıklı, “28 Şubat mağdurlarını içeri atan hakimler şu an hapishanelerde. Oyunları gün yüzüne çıkmıştır. 28 Şubat mağdurları dışarı çıkmalıdır.” dedi.

Türkiye Yazarlar Birliği (TYB) Genel Başkanı Mahmut Bıyıklı, yazarlar, 28 Şubat mağduru aileler ve vatandaşlar ile Üsküdar Mihrimah Sultan Camisi önünde basın açıklaması yaptı.

Bıyıklı, yeni 28 Şubat’ların yaşanmaması için Hükümet’in çalışmalarını desteklediklerini belirtti. Şu an 600’e yakın kişinin 28 Şubat dönemi yargılamaları sonucunda halen hapiste olduğunu kaydeden Bıyıklı, “28 Şubat mağdurlarını içeri atan hakimler şu an hapishanelerde. Oyunları gün yüzüne çıkmıştır. 28 Şubat mağdurları dışarı çıkmalıdır.” diye konuştu.

28 Şubat mağdurları arasında 15 Temmuz darbe girişimine direnenlerin olduğunu da hatırlatan Bıyıklı, bunların en önemli örneklerinden birisinin şehit Halil Kantarcı olduğunu anımsattı.

Akademya dergisi adına açıklama yapan Kubilay Karadeniz de 28 Şubat mağdurları için yeniden yargı yolunun açılması gerektiğini söyledi. Bu konuda bir imza kampanyası başlattıklarını da bildiren Karadeniz, 2 milyon imzaya ulaşmayı hedeflediklerini vurguladı.

Muhabir: Ünal Gündoğdu

10.03.2018

İSTANBUL

Erdoğan 28 Şubat mağdurları için konuştu

Erdoğan 28 Şubat mağdurları için konuştu

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Senegal’in başkenti Dakar’da heyette bulunan gazetecilerle bir araya geldi. Erdoğan, 28 Şubat mağdurlarından FETÖ ile mücadeleye kadar gündeme ilişkin gazetecilerin sorularını cevapladı.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, halen cezaevinde olan 28 Şubat mağdurlarıyla ilgili Adalet Bakanlığı’nın çalışma yürüttüğünü söyledi. FETÖ ile mücadelenin sekteye uğraması gibi bir durumun söz konusu olmadığını da ifade eden Erdoğan, konunun takipçisi olduklarını kaydetti.

Afrika turuna devam eden Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Senegal’in başkenti Dakar’da aralarında İnternethaber Yönetim Kurulu Başkanı Hadi Özışık’ın da aralarında bulunduğu gazetecilerin gündeme ilişkin sorularını cevapladı. Erdoğan, halen cezaevinde bulunan 28 Şubat mağdurlarıyla ilgili Adalet Bakanlığı’nın çalışma yürüttüğünü söyledi. İşte o söyleşiden ilgili bölümler;

28 ŞUBAT MAĞDURLARI İÇİN ÇALIŞMA VAR

-Geçtiğimiz röportajda 28 Şubat sürecinden bahsederken, ‘O zaman verilmiş kararlarla mağdur oldukları için haklarını arayan insanlar var’ demiştiniz. AK parti döneminde o dönemde mağdur olanlarla ilgili Adalet Bakanlığının veya belki başka bir mekanizmanın bir açıklama yapıp o dönemin kumpaslarının mağduru olan bu insanları özgürlüklerine kavuşmaları veya iade-i itibarlarının sağlanması için yeniden yargılama gibi bir süreç başlayacak mı? Sizin bu yönde bir mekanizmaya dair yol göstericiliğiniz olacak mı?

Bu konu ile ilgili Adalet Bakanlığı’nın yaptığı bir çalışma var. Ama bu ne zaman neticelenir, bu tabii ki yargı meselesi. Bunu şu an benim söylemem mümkün değil. Ama biz arkadaşlarımıza, ‘Bu konuda adaletin tecellisi için bir yasal çalışma yapın’ dedik. Şu anda Adalet Bakanlığı’nda böyle bir çalışmayı arkadaşlarımız yürütüyorlar.

03-03-2018

http://www.internethaber.com/erdogan-28-subat-magdurlari-icin-konustu-1851841h.htm

Haber: 28 Şubat darbe süreci

28 Şubat darbe süreci

 27.02.2018

Toplumun iradesine, inancına ve kültürüne vurulan karanlık bir darbenin adı olan 28 Şubat, yaşattığı acılar ve meydana getirdiği büyük tahribatlar nedeniyle lanetle anılıyor.

Askeri vesayetin öncülüğünde yargı, bürokrasi, medya ve sermaye bileşenlerinin kirli ittifakıyla İslam’ı ve onun yaşamdaki pratiklerini hedef alan 28 Şubat süreci, Türkiye tarihinde kara bir leke olarak duruyor.

Halkın alışageldiği darbelerden farklı olan 28 Şubat, İslam düşmanı bütün kesimlerin seferber edildiği, icrasında sivillerin etkin rol oynadığı bir darbeydi. Bu süreçte dönemin cumhurbaşkanın, muhalefetin, sendikaların, üniversite yönetimlerinin, çeşitli sivil toplum kuruluşlarının iş birliğiyle İslami kesime yönelik adeta bir cadı avı başlatıldı. Haber etiğini ayakları altına alan kartel medyası da ajitasyon ve manipülasyonlarla darbenin önemli bir ayağını oluşturdu.

Bu karanlık dönemde milyonlarca kişi fişlendi. Başörtülü kız öğrenciler okullarından uzaklaştırıldı. Binlerce memur dindar oldukları için işlerinden atıldı. Tüm kamusal alanda dindarlara yönelik baskı ve zulüm uygulandı. Cunta tarafından oluşturulan Batı Çalışma Grubu (BÇG) tüm kurum ve kuruluşları denetleyerek dindar insanları buralardan uzaklaştırdı.

Darbe sürecinin en vahşi tarafı ise özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yaşandı. Sadece dindar oldukları için ya da camide Kur’an dersi verdikleri için binlerce kişi gözaltına alındı ve akıl almaz işkencelerden geçirildi. Darbe sürecinin verdiği cesaretle dindarlara karşı öylesine pervasız davranıldı ki çocuklara, kadınlara ve yaşlılara dahi işkenceler edildi. İslam’ın mukaddesatlarına saldırıldı, tesettüre el atıldı, baskın adı altında camilere ayakkabılarla girildi. Dönemin mahkemeleri tarafından özellikle de FETÖ’cü yargıçların eliyle yüzlerce kişi delillere bakılmaksızın sadece iddialar üzerinden yargılanıp müebbet hapse mahkûm edildi.

28 Şubat darbe süreci nasıl başladı?

Dindarlara yönelik baskılar cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren süregelse de 28 Şubat darbesine giden süreç kendisini 1990’lı yılların başından itibaren gösterdi. O dönemde Türkiye’de yaşanan ekonomik istikrarsızlık, koalisyonlar, rüşvet ve yolsuzluk iddiaları, halkı yeni bir arayış içerisine soktu. Ekonomideki sorunlar 1994 yılında krize dönüştü. Bu gelişmeler üzerine “5 Nisan Kararları” olarak bilinen ağır ekonomik tedbirler hayata geçirildi.

Süreç içerisinde istikrarlı olarak büyüyen Refah Partisi, Batı dünyasında endişeye neden olurken Türkiye’de de özellikle İslam karşıtı çevreleri rahatsız ediyordu.

Refah Partisi Genel Başkanı Necmettin Erbakan’ın çeşitli platformlarda dile getirdiği “İslam Birliği” gibi söylemler sömürgeci Batıyı bilhassa siyonistleri korkutuyordu.  Erbakan’ın Türkiye’yi aşıp tüm İslam alemini kapsayan vizyonu, emperyalist güçlerin Türkiye içindeki uzantılarını harekete geçirmişti.  Tüm karalamalara rağmen Refah Partisi 1994 yılındaki yerel seçimlerde büyük başarı gösterdi, İstanbul ve Ankara gibi büyük şehirlerin belediyelerini kazandı. Refah Partisinin aldığı oylar cunta tarafından Türkiye’nin muhafazakarlaşması, dindarlaşması olarak algılandı ve bu gelişmeler “irtica” adıyla öcüleştirilerek ideolojik bir zemine oturtulmaya çalışıldı.

Refah Partisi, yerel seçimlerde yüzde 19,14 oy olarak 15 büyükşehir belediyesinin 5’ini kazandı

27 Mart 1994- Refah Partisi, yerel seçimlerde yüzde 19,14 oy olarak 15 büyükşehir belediyesinin 5’ini kazandı. Bunlar arasında İstanbul ve Ankara da vardı. Millî Görüş geleneğinin ilk kez bu oranda oy alması tüm dikkatlerin bu parti üzerine yoğunlaşmasına neden oldu.

13 Nisan 1994- Erbakan’ın yerel seçimlerden sonra partisine yönelik tepkileri eleştirirken söylediği “Refah Partisi adil düzen getirecek, bu kesin şart, geçiş dönemi yumuşak mı olacak sert mi olacak, tatlı mı olacak kanlı mı olacak, altmış milyon buna karar verecek.” şeklindeki sözleri uzun süre tartışılan konulardan oldu. Erbakan’ın bu sözleri kartel medyası tarafından farklı alanlara çekilerek ısıtılıp ısıtılıp servis edildi.

27 Aralık 1995- Genel seçimler Refah Partisinin zaferiyle sonuçlandı.  Oyların yüzde 21,37’sini alarak sandıktan birinci çıkan Refah Partisi 1969’dan bu yana siyaset sahnesinde olan Millî Görüş geleneğinin ilk kez hükümeti kurma hakkı kazanmasına vesile oldu. Hükümeti kurma görevini alan Necmettin Erbakan, koalisyon için görüştüğü partilerden destek bulamadı ve görevi iade etti. İttifak turları sırasında askerlerin parti liderlerine Refah Partisi ile hükümet kurmamaları yönünde baskı kurdukları iddia edildi. Bunun üzerine Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, hükümeti kurmak için seçimlerden ikinci sırada çıkan DYP’nin lideri Tansu Çiller’i görevlendirdi. Çiller’in de başarısız olması sonucu görev Mesut Yılmaz’a verildi. Hükümet krizi devam ederken Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı, farklı siyasileri arayarak Refah Partisinin olası koalisyonların dışında tutulmasını istedi.

Erbakan başbakan olunca The İntependent gazetesi “Osmanlının geri dönüşü” manşetini attı

6 Mart 1996- Baskılar sonucu kurulan ANAP-DYP koalisyonu güven oyu aldı. Mesut Yılmaz başbakan oldu. Ancak bu hükümet 3 ay iktidarda kalabildi.

28 Haziran 1996- Cumhurbaşkanı Demirel, hükümeti kurma görevini bir kez daha Necmettin Erbakan’a verdi. DYP ile yapılan pazarlıklar sonucunda, Refah-Yol hükümeti kuruldu. 8 Temmuz’da güvenoyu alan hükümette liderlerin ikişer yıllığına başbakanlık yapacakları kararlaştırıldı. Erbakan’ın başbakan oluşunu İngiliz The İntependent gazetesi “Osmanlının geri dönüşü” manşetiyle okuyucularına servis etti.

10 Ağustos 1996-  Başbakan Erbakan ilk yurt dışı gezisini İran’a yaptı. Ardından Pakistan, Singapur, Malezya ve Endonezya’yı ziyaret etti. Ziyaret sırasında İran’la doğalgaz, petrol ve enerji iş birliği konularında anlaşmalar yapıldı. D8’in temellerini atan bu ziyaretler dünyada büyük yankı uyandırdı. Erbakan’ın Batı yerine Doğu’yu tercih etmesi hükümetin gelecekteki dış siyaseti ile ilgili önemli ipuçları veriyordu. Erbakan’ın özellikle İran ziyareti, ABD ve siyonistlerde büyük rahatsızlık meydana getirmişti.

2 Ekim 1996- Erbakan, Afrika ülkelerini kapsayan ziyaretlerine başladı. Sırasıyla Mısır, Libya ve Nijerya’yı ziyaret eden Erbakan’ın Libya ziyareti, 28 Şubat medyası tarafından sık sık gündeme getirildi.

24 Ekim 1996- Başbakan Necmettin Erbakan’ın davetlisi olarak Çırağan Sarayı’nda bir araya gelen 8 İslam ülkesinin devlet başkanları ekonomik iş birliği konusunda mutabakata vardı. Günümüzde de görevine devam eden D-8 kurulmuş oldu. İçten ve dıştan gelen tüm tepkilere rağmen Erbakan, İslam Ortak Pazarı, İslam NATO Gücü, İslam Dinarı gibi Müslümanları bir arada tutacak, emperyalizme karşı güçlü kılacak projelerden söz etmeye devam etti. Bu projelerin ilk adımı olarak G-7’ye karşı D-8’i hayata geçirmişti.

3 Kasım 1996- Türkiye’de derin devlet yapılanmasını ortaya çıkaran Susurluk’taki trafik kazası meydana geldi. Kazada araç içerisinde DYP Şanlıurfa Milletvekili Sedat Bucak, ‘Mehmet Özbay’ sahte kimliğini taşıyan, devletin yıllardır kırmızı bültenle aradığı Abdullah Çatlı ve polis okulu müdürü Hüseyin Kocadağ vardı. Kazaya karışan otomobilde çok sayıda silah ve sahte pasaport ile kimlikler çıktı. Skandal, hükümetin ortağı DYP’yi zor durumda bırakırken Refah Partisinin de olaydan olumsuz etkilenmesine neden oldu.

28 Aralık1996- Aczimendiler’in lideri Müslüm Gündüz üzerinden “irtica” haberleriyle gündem uzun süre meşgul edildi. Gündüz’ün evine kameralar eşliğinde yapılan baskın görüntüleri günlerce haber bültenlerinde yayınlandı.

CHP, başbakanlık konutunda verilen iftar yemeği için suç duyurusunda bulundu

7 Ocak 1997- 28 Şubat cuntasının baskısıyla Doğru Yol Partisinden bazı milletvekilleri partilerinden istifa etti. İstifa eden vekillerin gerekçeleri Refah Partisiyle devam etmek istememeleriydi. İstifa eden vekiller daha sonra Demokrat Partiye katıldı.

11 Ocak 1997-  Başbakan Necmettin Erbakan, Başbakanlık Resmi Konutu’nda çeşitli din adamlarını ve kanaat önderlerini iftarda ağırladı. Davetlilerin dini kıyafetleriyle programa katılmaları medyada genişçe yer buldu, askerle hükümet arasında gerilimin artmasına neden oldu.

16 Ocak 1997- CHP Genel Sekreteri Adnan Keskin ve bir grup milletvekili, Başbakanlık Konutu’nda verilen iftar yemeği için Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulundu.

17 Ocak 1997- Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı’dan Genelkurmay Başkanlığında brifing aldı.

26 Ocak 1997- Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı ve kuvvet komutanları, Gölcük Donanma Komutanlığında, 3 gün devam eden olağanüstü şurada toplandı.

28 Ocak 1997- Danıştay, Bakanlar Kurulunun, memurların çalışma saatlerinin Ramazan ayına göre düzenlenmesini öngören kararnamesini durdurdu. Danıştay, kararnameyi laikliğe aykırı bulduğu için durdurduğunu açıkladı.

31 Ocak 1997- Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı, MGK Genel Sekreteri Orgeneral İlhan Kılıç, Millî İstihbarat Teşkilâtı (MİT) Müsteşarı Sönmez Köksal, Cumhurbaşkanı Demirel’i ziyaret etti.  Ziyarette, “Taksim Meydanı’na cami yapılması, başörtüsü meselesi, Ramazan mesaisi” gibi konular hakkında konuşuldu.

Sincan Belediyesi tarafından Filistin’le dayanışma gecesi düzenlenince ilçeden tanklar geçirildi

31 Ocak 1997- Refah Partili Sincan Belediyesi tarafından Filistin’le dayanışma gecesi düzenlendi. Dünya Kudüs Günü’ne denk gelen bu geceye İran Büyükelçisi Muhammed Rıza Bagheri de davet edildi. Programda Filistin intifadasını canlandıran bir tiyatro sergilendi ve çeşitli konuşmalar yapıldı. Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız da burada bir konuşma yaptı.  Bekir Yıldız yaptığı konuşma nedeniyle 6 Şubat’ta gözaltına alındı. Daha sonra yargılandığı Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) tarafından 4 yıl 7 ay hapis cezasına çarptırıldı.  Sincan’daki etkinliği günlerce manşetlere taşıyan cunta medyası hükümeti zor durumda bırakmak için yoğun çaba sarf etti.

4 Şubat 1997- Başbakan Necmettin Erbakan, Sincan’daki etkinlik nedeniyle gerilen ortamı yumuşatmak amacıyla “Biri hataen bir resim asarak bu ülkeyi yıkamaz.” dedi. Aynı gün 20 tank ve 15 zırhlı araç Sincan kent merkezinden geçiş yaptı. Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Çevik Bir, tankların Sincan’dan geçişi ile ilgili olarak daha sonra yaptığı açıklamada “Demokrasiye balans ayarı yaptık.” ifadesini kullandı. Cumhurbaşkanı Demirel, Sincan’daki olaylar nedeniyle Başbakan Erbakan’a bir “uyarı mektubu” gönderdi.

15 Şubat 1997- Cunta’nın yönlendirmesi ile Ankara’da “Şeriata karşı kadın yürüyüşü” adı verilen bir organizasyon düzenlendi. Yürüyüşe TBMM Başkanvekili Uluç Gürkan ve CHP Genel Başkanı Deniz Baykal da katıldı.

24 Şubat 1997- Genel Kurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı israil’i ziyaret etti. Karadayı, dönemin israil başbakanı Benjamin Netanyahu ve genel kurmay başkanı Amnon Şahak ile görüştü. Karadayı, Netanyahu’ya “Türkiye ile israil arasındaki ilişkiler her zaman iyi olmuştur. Bundan sonra daha iyi olacaktır.” dedi. MGK kararlarından hemen önce israil’e yapılan bu ziyaret darbenin arkasında israil’in olduğu iddialarını güçlendirdi. Nitekim, ABD’deki Yahudi lobilerinden “Yahudi Ulusal Güvenlik Enstitüsü” (JINSA) 28 Şubat bildirisinden bir yıl sonra yaptığı açıklamada Erbakan hükümetini kendilerinin devirdiğini itiraf etmişti.

Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Güven Erkaya: İrtica PKK’dan daha büyük bir tehlikedir

24 Şubat 1997- Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Güven Erkaya, “İrtica PKK’dan daha büyük bir tehlikedir.” dedi.

28 Şubat 1997- Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel başkanlığında Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplandı. 9 saat süren toplantının ardından 28 Şubat kararları açıklandı. “Rejim aleyhtarı irticai faaliyetlere karşı alınması gereken tedbirler” başlıklı bildiri, toplam 18 maddeden oluşuyordu. Buna göre; temel eğitim 8 yıla çıkarılacak, imam-hatip okulları meslek okuluna dönüştürülecek, irticai faaliyetlere katıldıkları için TSK’daki görevlerine son verilen askerler belediyelerde istihdam edilmeyecekti. Tüm Kur’an kursları Millî Eğitim Bakanlığına bağlı okullara bağlanacak, tarikatların faaliyetleri yasaklanacak ve bunlarla ilişki içinde olan finans kuruluşları ve vakıflar kapatılacaktı. 28 Şubat kararlarının ayrıntılı düzenlemelerden ziyade çerçeve niteliğinde olması, kararları uygulayacak mercilere geniş bir inisiyatif vermiş, ilgili tüm alanlara askerin müdahalesi için açık kapı bırakmıştı.

4 Mart 1997- Başbakan Necmettin Erbakan, MGK Genel Sekreteri Orgeneral İlhan Kılıç’tan kararların yumuşatılmasını istedi, aksi halde bildiriyi imzalamayacağını söyledi. 13 Mart’ta Başbakan Necmettin Erbakan, medya tarafından MGK kararlarını “imzaladı” şeklinde sunuldu. Ancak 2013’te başlatılan “28 Şubat Post Modern Askeri Darbesi Davası” soruşturmasında Erbakan’ın kararları imzalamadığı MGK tutanakları incelenerek teyit edildi. Kararların açıklamasından sonra işçi ve işveren sendikaları konfederasyonları, 28 Şubat kararlarına destek verdiklerini açıkladılar.

5 Mart 1997- MGK Genel Sekreteri Orgeneral İlhan Kılıç, Başbakan ile görüşmesinden sonra, 28 Şubat kararları için imzaların atıldığını söyledi. Erbakan, MGK kararlarının uygulanmaması için harekete geçti. Kararların TBMM’de tartışılmasını istedi. Buna karşı TBMM Başkanı Mustafa Kalemli, “MGK kararlarının muhatabı hükümettir. Kesinlikle bunları Meclis’te tartıştırmam.” diyerek safını belirledi.

7 Mart 1997- Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, MGK kararlarının arkasında olduğunu göstererek söz konusu kararların uygulanmaması durumunda uygulamayanların sorumlu olacağını söyledi.

Binlerce Kur’an kursu ile dini eğitime ağırlık veren dernek ve vakıf kapatıldı

12 Mart 1997- 28 Şubat kararları doğrultusunda ilk olarak Ankara’da 3 Kur’an kursu kapatıldı. Daha sonra baskılar tüm ülkeye yayılarak binlerce Kur’an kursu ve dini eğitime ağırlık veren dernek ve vakıf kapatıldı.

22 Mart 1997- Millî Eğitim Bakanlığı, imam hatip liselerini de kapsayan bütün orta okulların aşamalı olarak kaldırılması yöntemi üzerinde durulduğunu açıkladı.

25 Mart 1997- Genelkurmay Başkanı Orgeneral Karadayı, Refah Partisini MGK kararlarına gösterdiği tepkilere cevap olarak “Burada alınan kararlar, herkesin riayet etmesi gereken kararlardır.” diyerek MGK’nın, hükümetin ve Meclisin üzerinde mercii olduğuna işaret etti.

31 Mart 1997- 28 Şubat’tan sonraki ilk MGK toplantısı yapıldı. Toplantıdan sonra açıklamada bulunan Genelkurmay İkinci Başkanı Çevik Bir, laiklik karşıtı akımlarla mücadele etmenin TSK’nın birinci önceliği olduğunu ifade ederek “İlk hedef irticadır.” dedi.

4 Nisan 1997- Darbe sürecinde hükümet karşıtı tavırlarıyla dikkat çeken TÜSİAD darbecilere açık destek verdi.  TÜSİAD Başkanı Muharrem Kayhan, yaptığı açıklamada “MGK sivillerin boşluğunu doldurdu.” dedi.

Fetullah Gülen, Refah-Yol hükümetine “Emaneti iade edin, çekilin!” çağrısı yaptı

16 Nisan 1997- FETÖ lideri Fetullah Gülen, katıldığı bir televizyon programında 28 Şubat darbesini destekledi. Gülen MGK kararları için “İslami usullere göre değerlendirildiğinde bu bir içtihattır. Hata yapsalar bile sevap alırlar.” dedi. 18 Nisan’da Hürriyet gazetesinin manşetinde Gülen’in Refah-Yol hükümetine çağırısı yer aldı. Gülen, “Emaneti iade edin, çekilin!” diyordu. Gülen daha sonra çıktığı bir televizyon programında ise cuntacıları överek “Asker daha demokrat.” ifadelerini kullandı.

17 Nisan 1997- 28 Şubat sürecinin verdiği cesaretle haddini aşan Erzurum Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Osman Özbek’in konuşması sırasında Başbakan Necmettin Erbakan’a küfür ettiği konuşması medyaya yansıdı.

14 Mayıs 1997- 28 Şubat kararları doğrultusunda Kılık Kıyafet Kanununa aykırı hareket edenlere karşı operasyonlar başladı. Tesettüre uygun giyinenler baskı altına alındı. Cübbe giyip sarık takanlar kamu kurumlarına alınmadı. Aileleri tesettürlü olan askerler büyük baskıya ve tecride maruz kaldı.

Yargıtay Başsavcısı, Refah Partisinin kapatılması için Anayasa Mahkemesine başvurdu

21 Mayıs 1997- Yargıtay Başsavcısı Vural Savaş, iktidardaki Refah Partisinin kapatılması için Anayasa Mahkemesine başvurdu. Türkiye’nin iç savaşa sürüklendiğini belirten Savaş, Refah Partisinin laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğunu savunarak kapatılmasını talep etti.

27 Mayıs 1997- Olağanüstü toplanan Yüksek Askerî Şûra (YAŞ) kararıyla 161 subay ve astsubay terfi beklerken sebep gösterilmeden ordudan atıldı.  Bu askerler ya namaz kıldıkları için ya da eşleri başörtülü oldukları için fişlenerek ordudan atıldı. Bu fişlemeler Batı Çalışma Grubu adı verilen illegal bir yapı tarafından yapılıyordu.

7 Haziran 1997- Genelkurmay Başkanlığı, sözüm ona irticai faaliyetleri desteklediğini iddia ettiği bazı firmalara ambargo koydu.

10 Haziran 1997- Genelkurmay Başkanlığına çağırılan Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay başkan ve üyelerine brifing verildi.

11 Haziran 1997- Genelkurmay Başkanlığında basın mensuplarına brifing verildi. Kendi programlarının her alanda uygulamaya girmesi için kamuoyunda baskı oluşturmak isteyen 28 Şubat cuntası daha sonra rektörler, STK temsilcileri gibi kesimlere de brifingler verdi. Brifinglerde Refah-Yol hükümeti hedef gösterildi.

Necmettin Erbakan başbakanlıktan istifa etti

18 Haziran 1997- Necmettin Erbakan başbakanlıktan istifa etti. Erbakan, istifasının nedeninin başbakanlığı Tansu Çiller’e devretmek olduğunu söyledi.

19 Haziran 1997- Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, hükümet kurma görevini teamülleri göz ardı ederek TBMM’de çoğunluğu olan Doğru Yol Partisi lideri Tansu Çiller yerine ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz’a verdi.

30 Haziran 1997- 28 Şubat cuntasının direktifleri doğrultusunda Mesut Yılmaz, Bülent Ecevit ve Hüsamettin Cindoruk’la birlikte ANASOL-D Hükümetini kurdu. Yeni hükümeti sıkı markajda tutan asker, 28 Şubat kararlarının uygulanması için İçişleri Bakanlığı ve Genelkurmay arasında ‘Emniyet, Asayiş, Yardımlaşma’ (EMASYA) protokolünü imzalattı. Bu protokolle askerin sivil bürokrasiyi kontrol etmesinin önü açıldı.

17 Ağustos 1997- ANASOL-D Hükümeti 8 yıllık zorunlu eğitim yasasını TBMM’den geçirdi. Bu yasanın amacı, imam hatiplerin orta kısmının kapatılması ve Kur’an kurslarına katılım yaşının ortaokulu bitirme yaşı olan 14’e çekmekti. Bu yasanın çıkarılış sürecinde gelen tepkilere aldırış etmeyen Başbakan Yılmaz, “Siyasi hayatıma mal olsa da bu yasayı çıkaracağım.” dedi

Başörtülü öğrenciler ikna odalarında başlarını açmaları için baskı gördü

7 Ekim 1997- İstanbul Üniversitesi başörtülü öğrencilerin kayıtlarını yapmadı. İstanbul Üniversitesi Rektör Yardımcısı Nur Serter’in öncülük ettiği ikna odalarında başörtülü öğrenciler başlarını açmaları için baskı gördü.

17 Aralık 1997- İsmail Alptekin başkanlığında Fazilet Partisi kuruldu. Fazilet Partisi, Refah Partisinin Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılma ihtimali üzerine kuruldu.

16 Ocak 1998- Refah Partisi, Anayasa Mahkemesi tarafından kapatıldı. Konu ile ilgili açıklamada bulunan dönemin Anayasa Mahkemesi Başkanı Ahmet Necdet Sezer, partinin “laik Cumhuriyet ilkelerine aykırı eylemlerin odağı olduğu” gerekçesiyle kapatıldığını söyledi. Refah Partisinin kapatılmasının ardından bağımsız kalan milletvekilleri Fazilet Partisine katıldı.

21 Nisan 1998- İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, 12 Aralık 1997’de Siirt mitinginde okuduğu şiir sebebiyle 10 ay hapis cezasına çarptırıldı. Erdoğan’ın aldığı hapis cezasından sonra Hürriyet gazetesi ” Muhtar bile olamayacak” manşetini attı. Erdoğan belediye başkanlığını bırakarak 26 Mart 1999’da cezaevine girdi. 24 Temmuz 1999’da tahliye oldu.

9 Haziran 1998- İstanbul Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksek Okulunda sınava girmek isteyen tesettürlü öğrenciler polis zoruyla okuldan çıkarıldı. Aynı üniversitenin Fen Fakültesinde 11 tesettürlü öğrencinin mezuniyetlerine bir hafta kala üniversite ile ilişikleri kesildi. Takip eden günlerde değişik üniversitelerde ve liselerde başörtülü öğrenciler sınavlara alınmadı.

Cami yapımını kısıtlayan yasa yürürlüğe girdi

24 Haziran 1998- Millî Eğitim Bakanlığı, 3 bin 500 öğretmeni başörtülü oldukları için görevden aldı.

2 Ağustos 1998-  Cami yapımını kısıtlayan yasa yürürlüğe girdi.

9 Temmuz 1998- Milli Askeri Stratejik Konsepti (MASK) değişti. “Yeşil sermaye” olarak adlandırdıkları İslami kesime ait şirketlere karşı kampanyalar başlatıldı.

9 Ağustos 1998- 28 Şubat’ın figürlerinden İstanbul Üniversitesi Rektörü Kemal Alemdaroğlu, üniversitelerde kılık-kıyafet yasağını serbest bırakan 2547 sayılı Kanun’un ek 17’nci maddesini üniversitenin mevzuat kitabından çıkarttırdı.

11 Ekim 1998- Başörtüsü yasağına karşı Türkiye genelinde eylemler yapıldı. Eylemlere müdahale eden polis 600 kişiyi gözaltına aldı.

26 Kasım 1998- İlahiyat fakültelerinde de başörtüsü yasaklandı.

11 Şubat 1999- İrticai faaliyetleri izlemek için emniyet müdürlerinden 20’şer kişilik izleme birimleri kuruldu.

6 Nisan 1999- FP lideri Recai Kutan imam hatiplerde okuyan 500 bin öğrenciden 150 bin öğrenci kaldığını söyledi.

18 Nisan 1999- Türkiye’de erken genel ve yerel seçimler yapıldı. Hiçbir parti tek başına iktidar olacağı çoğunluğu yakalayamadı.

3 Mayıs 1999- Merve Kavakçı’nın Mecliste başörtülü olarak yemin etmesi engellendi. Bülent Ecevit Mecliste yaptığı konuşmada Merve Kavakçı’yı kastederek “Burası devlete meydan okunacak yer değildir. Lütfen bu hanıma haddini bildiriniz!” dedi.

Kur’an-ı Kerim’in 12 yaşından önce öğrenilmesi yasaklandı

31 Mayıs 1999- Malatya’da görülen başörtüsü davasında sanıklar hakkında idam cezası talep edildi.

23 Temmuz 1999- Kur’an-ı Kerim’in 12 yaşından önce öğrenilmesinin yasaklanması ile ilgili kanun tasarısı DSP, ANAP ve MHP oylarıyla kabul edildi.

25 Ağustos 1999- İstanbul Valiliği, deprem mağdurlarına yardım eden Mazlum-Der ve İHH gibi sivil kuruluşların hesaplarına el koydu.

4 Eylül 1999- Genel Kurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu “28 Şubat bir süreçtir. İrtica tehdidi bin yıl sürerse 28 Şubat da bin yıl sürecek.” dedi.

Dönemin Genel Kurmay Başkanı Kıvrıkoğlu tarafından söylenen bu söz, 28 Şubat’la ilgili mağduriyetler gündeme geldikçe akıllara geliyor. Özellikle 28 Şubat sürecinde uyduruk delillerle ağır cezalar verilen mahkumların yeniden yargılanma taleplerinin reddedilmesi başta mağdurların aileleri olmak üzere toplumun önemli bir kısmını derinden yaralıyor. (Raif ACAR – İLKHA) 
Kaynak: https://dogruhaber.com.tr/haber/283724-28-subat-darbe-sureci/

Haber: 28 Şubat mağdurları için 7 kişilik komisyon

06 Mart 2018-Yeni Şafak Gazetesi

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 28 Şubat mağdurları için adım atılacağını müjdelemesinin ardından gözlerin çevrildiği Adalet Bakanlığı’na bağlı 7 kişilik komisyon kanuni düzenlemenin alt yapısı için çalışmalara başladı

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 28 Şubat mağdurları için adım atılacağını müjdelemesinin ardından gözlerin çevrildiği Adalet Bakanlığı bünyesinde oluşturulan komisyonun da detayları netleşmeye başladı. Yeni Şafak’ın ulaştığı bilgilere göre, söz konusu komisyon kanuni düzenlemenin altyapısını oluşturacak. İşkence altında hiç gerçekleşmemiş suçların dahi işlediğini kabul etmek zorunda bırakılan mağdurların aileleri hasretle çocuklarına kavuşacakları günü iple çekiyor.

YENİDEN YARGILAMA

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Adalet Bakanlığı bünyesinde kurulan bir komisyonla 25 yıldır FETÖ elebaşlarının tetikçilik yaptığı göstermelik suçlar sebebiyle cezaevinde tutulan 28 Şubat mağdurlarının mağduriyetlerinin çözüleceğini müjdelemişti. Yeni Şafak, söz konusu komisyon ile ilgili detaylara ulaştı. Komisyon tarafından binlerce insanın hayatını karartan yüzlercesini cezaevinde çürüten 28 Şubat sürecinde işkence altında hiç gerçekleşmemiş suçları dahi kabul etmek zorunda kalan mağdurlarına yönelik haksızlığın önlenmesi için gerekli kanuni düzenlemenin altyapısının oluşturulacağı öğrenildi. Komisyon çalışmasını tamamladığında mağdur yakınlarının sürekli dile getirdiği üzere af yerine yeniden yargılamaların önü açılacak.

HUKUKİ ZEMİNDE ÇÖZÜLECEK

7 kişilik komisyonun mağduriyetlere hukuki zeminde çözüm bulmak için çalıştığı ifade edilirken komisyon çalışmalarının bir rapor halinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’a sunulacağı da öğrenildi.

İŞKENCE KRİTERİ DİKKATE ALINSIN

Mağdur avukatları, işkence raporlarıyla yeniden yargılama talebinde bulunsa da, Anayasa Mahkemesi’ne başvuru için ‘Eylül 2012’den sonra kesinleşen kararlar’ kriteri mağduriyetlerin giderilmesine engel oluyor. Aileler, işkence altında kabul ettirilen suçlar için yeniden yargılamanın önü açılmasını talep ediyor. Aileler, komisyonda görüşülen konuların yıllara uzanan bir sürece dönüşmeden, hızla mağduriyeti gidermesini istiyor. 28 Şubat mağdurlarından olan ve bugün yaşasaydı cezaevine girecek olan Halil Kantarcı, 15 Temmuz’da darbecilere karşı koyarak şehit düşmüştü.

Kaynak: https://www.memurlar.net/haber/732573/28-subat-magdurlari-icin-7-kisilik-komisyon.html

 

28 Şubat mağdurları için ‘iade-i itibar’ çalışması yapılıyor

28 Şubat mağdurları için ‘iade-i itibar’ çalışması yapılıyor
03 Mart 2018 Vahap Munyar

Cumhurbaşkanı Erdoğan 28 Şubat mağdurlarının yeniden yargılanması için sorular soruya verdiği cevap: Bu konu ile ilgili Adalet Bakanlığı’nın yaptığı bir çalışma var. Ama bu ne zaman neticelenir, bu tabii ki yargı meselesi. Bunu şu an benim söylemem mümkün değil. Ama biz arkadaşlarımıza, ‘Bu konuda adaletin tecellisi için bir yasal çalışma yapın’ dedik. Şu anda Adalet Bakanlığı’nda böyle bir çalışmayı arkadaşlarımız yürütüyorlar

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Cezayir, Moritanya, Senegal ve Mali’yi kapsayan Afrika turunun Dakar durağında kendisine eşlik eden gazetecilerin sorularını yanıtladı.

28 ŞUBAT MAĞDURLARI İÇİN YASA ÇALIŞMASI

28 Şubat mağdurlarının özgürlüklerine kavuşması, iade-i itibar için bir çalışma var mı? Yeniden yargılama süreci olur mu?

Bu konu ile ilgili Adalet Bakanlığı’nın yaptığı bir çalışma var. Ama bu ne zaman neticelenir, bu tabii ki yargı meselesi. Bunu şu an benim söylemem mümkün değil. Ama biz arkadaşlarımıza, ‘Bu konuda adaletin tecellisi için bir yasal çalışma yapın’ dedik. Şu anda Adalet Bakanlığı’nda böyle bir çalışmayı arkadaşlarımız yürütüyorlar.

Kaynak: https://www.memurlar.net/haber/731949/28-subat-magdurlari-icin-iade-i-itibar-calismasi-yapiliyor.html

DARBELER VE İNSAN HAKLARI İHLALLERİ:TÜRKİYE TARİHİNE KARA BİR LEKE 28 ŞUBAT POSTMODERN DARBESİ

Devlet ile Vatandaşı arasında bir sözleşme olan Anayasanın büyük bölümü insan haklarının korunmasına ayrılmış olup Devletlerin en temel vazifesi hak ve özgürlüklerin korunması ve geliştirilmesidir. Vatandaşları arasında ayrımcı uygulama yapmaması da bu temel görevin bir gereğidir. Milli iradeye dayanmayan güçlerin bizzat veya baskısı ile Devleti oluşturan Yasama Yürütme ve Yargı organları zaman zaman devre dışı bırakıldığı darbe süreçleri ile ülkemiz meclisi, hükümeti ve yargısı ipotek altına alarak devre dışı bırakılmıştır. Malum olduğu üzere 1960 yılında yapılan darbesi, 12 Eylül Askeri Darbesi ve 28 Şubat Post Modern Darbesi ile ülkemizde hem demokrasi akamete uğratılmış hem de insan hakları ihlalleri hat safhaya ulaşmıştır.  1960 ve 1982 Askeri Darbeleri ile Anayasa lağvedilmiş, Milli İrade hiçe sayılmıştır. Yine 28 Şubat Post-modern Darbesi ile Milli irade hiçe sayılarak insan haklarına aykırı uygulamalar yapılmış ve algı operasyonları ile Milletimizin bir kısmı diğer kısmı ile düşman haline getirilmeye çalışılmıştır.

2016 yılı 15 Temmuz gecesi ve 16 Temmuz günü milletçe yaşamış olduğumuz emperyalist güç odaklarının desteği ile hain FETÖ Darbe girişimi Cumhurbaşkanımız ve Başkomutanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın “Halkın gücü üzerinde başka bir güç tanımam.” diyerek milletimizi darbecilere karşı durmak üzere hava meydanlarına ve meydanlara çağrısı üzerine milletimizin basireti ve cesareti ile darbe girişimi bastırılmıştır.

Uluslararası emperyalist güçleri, Türkiye’yi iç karışıklığa sürüklemek, milletin birlik ve beraberliğini parçalamak için desteklediğini Silahlı Kuvvetler içerisinde yuvalanan FETÖ mensuplarını harekete geçirerek ülkemizde bir darbe girişiminde daha bulunmuş ve 251 vatandaşımız şehit olmuş 2196 vatandaşımızı da yaralamışlardır. bu insanlık dışı darbe teşebbüsü temel insan haklarının en önemlisi olan yaşama hakkını da ortadan kaldıran bir vahamete ulaşmıştır. Halkına ihanet eden darbeciler, elinde yalnızca bayrağıyla ihanete karşı duran sivillerin hayat hakkını acımasızca ellerinden almaktan kaçınmamışlardır. Başta TBMM olmak üzere pek çok kamu kurumunu bombalamış, ülkemizi milyarlarca lira zarara uğratmışlardır.

28 Şubat 15 Temmuz Bağlantısı

Şunu açıkça ifade etmek gerekir ki; 28 Şubat Post-modern darbesi de halkımız tarafından engellenebilseydi, darbeye destek veren tüm güçler kısa sürede yargılanabilseydi 15 Temmuz gecesi yaşanan hain FETÖ Darbe girişimi yaşanmayabilirdi.  O yüzden 28 Şubat Post-modern darbesinin tüm mağdurları ve hukuksuzluklarının bir kısmı giderilmiş olsa da halen Darbenin faillerinin tamamen yargılanması tamamlanmadığı sürece 15 Temmuz FETÖ darbe girişimi gibi darbe teşebbüslerinin önü tamamen kesilmeyecektir.

15 Temmuz darbe girişiminden sonra FETÖ üyelerine yönelik operasyonlarda ortaya çıkan somut bilgilere göre bu kararları veren yargıçların büyük çoğunluğu ya FETÖ üyesi olmaktan tutuklanmış ya da tutuklanmamak için yurtdışına kaçmıştır. Ayrıca bizzat Gülen’in 28 Şubat’ın jakobenlerini desteklemek için Refah-Yol Hükümetini hedef alarak söylediği “Beceremediniz, artık bırakın” ifadesinin dönemin darbeci medyası tarafından manşetlere ve ekranlara taşınması da sürecin ittifaklarını göstermesi açısından somut bir veridir. 28 Şubat darbesi Jakoben antidemokratik ve hukuksuzluğu ilke edinmiş kesimlerle işbirliği yapan FETÖ üyeleri tarafından örtülü şekilde belirli bir uyum içinde gerçekleştirilen bir darbedir. Hedefinde ise dindar ve muhafazakâr insanların varoluşsal değerleri vardır.

Bu ülke üzerinde emelleri olan darbeciler bütün bu yaşananlardan sonra yeni darbe stratejileri ve yöntemleri geliştirdiler. Darbeciler milleti bir arada tutan değerler yıpratılmadan ve sadece siyasete değil bütün kurumlara duyulan toplumsal güven yıkılmadan bu ülkede istedikleri hedeflere ulaşamayacaklarını düşündüler. Bu yüzden yeni dinamikler ve aktörler devreye sokularak başka bir yöntemle yapılacak 28 Şubat darbesi planlandı ve adım adım uygulandı. Öncelikle belirtmek gerekir ki 28 Şubat ilk bakışta göründüğü gibi sadece toplumun bir kesimine (dindarlara) karşı değil top-yekûn bu millete karşı yapılmıştır. Çünkü amaçlanan nihai hedef toplumu kutuplara ayırarak çatıştırmak ve oluşan kaos sonucu ülkeyi tamamen ele geçirmektir.

28 Şubat darbesinin hedeflerinden biri de o dönemde kendilerini darbenin faili zanneden yargı, medya, üniversiteler, sendikalar, meslek odaları ve ordudur. Bu kurumların hepsi millete karşı olan bir sürecin parçası olarak kendilerine duyulan toplumsal güveni kaybettiler. Darbeyi planlayanların istediği tam olarak buydu. Ama darbecilerin asıl kayıpları bu değildi. Dindar olanları tasfiye ettiklerinde yerine kendinden olanları yerleştirerek kadrolaşmalarını gerçekleştireceklerini sanıyorlardı. Hiç de öyle olmadı. Bütün kurumlarda boşalan kadrolar adeta bukalemun gibi renk değiştirebilen FETÖ yandaşlarınca dolduruldu. Acaba Çevik Bir, bin yıl sürmesini planladığı darbesinin geleceğini FETÖ’cülerin yuvalandığı bir orduya emanet etmeyi planlamış mıydı?

Yine 28 Şubat Döneminde FETÖ elebaşının 28 Şubat’ın başaktörlerinden birisi olan Çevik BİR’e yazdığı utanç verici mektubuyla “tüm okullarını ne zaman istenirse devretmeye hazırız” demesi yine FETÖ ile 28 Şubat arasındaki ve 15 Temmuz FETÖ darbe girişimi arasındaki bağlantı için önemli bir işarettir.

21 yıldır 28 Şubat hukuksuzluğu sürmektedir.

28 Şubat Post Modern Darbe’nin üzerinden tam 21 yıl geçti. Darbenin baş aktörlerinden de olan dönemin generallerinden biri “gerekirse bin yıl sürecek” diyerek ifade ettiği 28 Şubat Post Modern Darbesi; ülkemizin sosyal, kültürel, eğitim, ekonomik ve siyasi hayatına ağır bedeller ödetmiştir. Milletimizin hafızasında acı ve silinmez insanlık dışı izleri hâlâ devam etmektedir.

Kadınların başörtüsü olduğu için okullara sokulmadığı, dinini vecibelerini yerine getirmek isteyen insanların adeta kamusal alandan silindiği, var olan toplumsal düzeni korku ve tehlike mantığına endeksleyen kararların kâğıda döküldüğü günün adıdır 28 Şubat. Türkiye’nin yakın tarihine kara bir leke düşüren 28 Şubat Post-modern darbesi, küresel şer odaklarının Anadolu topraklarında her şeyden önce İslam’ı ve Müslümanlığı boğarak ülkenin yönetimini dizayn etme çabasının ürünüydü. Askerî vesayetin toplum iradesini ipotek altına aldığı süreçte halkın oylarıyla işbaşına gelen Necmettin Erbakan, Başbakanlık koltuğundan indirildi.

28 Şubat Post-modern darbesini yaşayan toplum medyada manipülasyon ve dezenformasyon içeren haberlerle halkın algısı biçimlendirilmeye çalışıldı, psikolojik harp taktikleri bir bir uygulandı. Sincan’da tanklar yürütülerek antidemokratik biçimde, irtica bahanesiyle Refahyol Hükümeti silahlı güçler tarafından istifaya zorlandı, milyonlarca insan fişlendi, yerinden yurdundan edildi. Başörtülü kadınların okuması, çalışması engellendi. İşten atılanlar, sürgün edilenler, işkenceye uğrayanlar, cezaevlerine konulanlar oldu. Siyasi, sosyal ve ekonomik boyutlarını da içinde barındıran bu darbe milyonlarca insanı mağdur etti, derin izler bıraktı. 28 Şubat Post-modern darbesinin bu yıl 21. yılı. Yıllar içinde birçok mağduriyet giderildi ama darbenin etkisi hâlâ devam ediyor. Bu etkinin bir boyutu da cezaevlerinde yaşanıyor. 28 Şubat mahkumları denilen, 90’lı yıllarda cezaevine konulan yüzlerce mahkum bulunuyor. Darbenin 21. yıldönümünde 28 Şubat’ın cezaevindeki mağdurları “Bu son 28 Şubat olsun!” diyorlar. Yaklaşık 600 mağdur halen cezaevlerinde hapis yatmaktadırlar. Hatta bazıları kendilerini mahkum eden FETÖ cü hakimlerle aynı cezaevinde kalmaktadırlar.

Son 28 Şubat Olsun

Çok şükür başta üniversiteler olmak üzere Kamuda çalışan kamu görevlileri açısından kılık kıyafet yasağı uygulaması son bulmuştur. 28 Şubat 1997 post-modern darbe döneminin izlerini tamamen silmek ve kamu görevlileri eliyle yapılan yanlış ve haksız uygulamalar sonucu yaşanan mağduriyetleri ortadan kaldırmak için başlatılan girişimlerin devam etmesi, hukukun üstünlüğü ve demokrasi adına gereken, mağdurlar ve insan hakları açısından beklenen çabalardır.

28 Şubat Yargı Kararları İptal edilmelidir.

Post-modern Darbe olan 28 Şubat döneminde algı operasyonları ile bağımsız yargıya yakışmayacak şekilde anti demokratik güç odaklarından brifing alan bir takım yargıç ve savcılar 15 Temmuz Hain FETÖ Darbe girişimi sonrası FETÖ üyesi olmakla yargılanmış ve mahkum olmuşlardır. Bu sebeple 21 inci yıldönümünde lanetle andığımız 28 Şubat 1997 tarihinde başlayan 28 Şubat Post-modern darbe sürecinde işkence ve kötü muamele gören, haksız yargı kararlarıyla kamudan ihraç edilen kamu görevlileri ve mahkum edilen siviller için yeniden yargılanma yolu açılmalıdır. Bu yolun açılabilmesi için öncelikle halen hapiste olan mazlumların yeniden yargılanabilmesi için bir kanun maddesi ile Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkı tanınmalıdır.

28 Şubat mağdurlarının dosyaları yeniden incelenip adaletin tesisi için çok geç de olsa bir adım atılmalıdır. İlgilileri bu mağdurların senelerdir devam eden mağduriyetlerini telâfi edici hukukî adımları atmaya davet ediyorum.

İlk yayın tarihi: 28 Şubat 2018

Mehmet Altuntaş