Modern cahiliyenin vegan sapkınlığı can aldı!

Modern cahiliyenin vegan sapkınlığı can aldı!
18 aylık oğlu Ezra O’Leary’nin ölümüne neden olduğu iddiasıyla yargılanan vegan anne Sheila O’Leary, birinci derece cinayetten suçlu bulundu.

Modernliğin kurguladığı bir dünyada yeni ritüeller, kültler, bağımlılıklar ortaya çıkıyor. İnsanın yeniden tanımlanması ve la-dini bir yeryüzünün inşa edilmesi için büyük çaba harcayan batı modernleşmesi dünyanın canını okuyor!

İnsanın özünden yaşadığı kopuş bireyselliğin ve kimlik krizinin en temel sebebi. Bu durum karşısında insanlar için yeni bir takım arayışlara girişiyorlar. Tabi ki hiçbir kaide ve yol gösterici yok. Vaziyet böyle olunca ortaya çok acı neticeler çıkıyor.

Veganizm yeni bağımlılık türlerinden en popüler olanları arasında. Hayvanlarla ilişkili her şeyin kullanımına karşı çıkan veganlar, beslenmelerinde hayvan eti (kümes hayvanları ve balıklar dahil), inek, keçi veya diğer hayvanlardan elde edilen sütler, yumurtalar, bal ve diğer hayvansal yan ürünleri tüketmezler. Örneğin, bir vejetaryen dahi kırmızı et yemeyebilir fakat peynir tüketebilir. Bir vegan ise bunlar dâhil olmak üzere bal, tereyağı, süt vs. hiçbir hayvansal besin tüketmez.

Hayvan sömürüsüne karşı çıkmak iddiası adına ticari olarak hayvansal ürünlerin kullanımını sonlandırmak isteyen veganizm sadece bir beslenme tercihi değil. İdeolojik bir yönelim olarak da ifade edilebilecek veganlık teorisyenleri tarafından “yaşam biçimi” olarak lanse ediliyor.

Hayvanlara yönelik zorbalık nasıl tasvip edilmesi mümkün değilse veganlığın tercih ettiği yolda aynı şekilde tasvibi mümkün olmayan bir zorbalığı içeriyor. Veganların çok büyük bir kısmına göre hayvansal gıda ve ürün tüketenler cinayet işliyor.

ABD’de yaşanan bir hadise ise veganlığın nasıl bir sapma olduğunu gözler önüne serdi. 18 aylık çocuğunu sadece çiğ sebze ve meyveyle besleyen ve ölümüne sebep olan Shelia O’Leary isimli vegan bir anne, çocuğuna yeterli gıda sağlamadığı gerekçesiyle birinci derece cinayetten suçlu bulundu.

Ezra isimli bebeğin 18 aylıkken 7 aylık bir bebek kadar kiloda olduğu mahkemenin alt başlıklarından olurken, ölen bebeğin tam 1 haftadır hiçbir şekilde beslenmediği ortaya çıktı.

Maide Suresi 87. ayet-i kerimede belirtilen husus oldukça önemli: Ey iman edenler, Allah’ın sizin için helal kıldığı güzel şeyleri haram kılmayın ve haddi aşmayın. Şüphesiz Allah, haddi aşanları sevmez.

Rabbimiz tarafından konulan ölçü haddi aşmamayı öngörüyor. Haddi aşıp hayvanlara zorbalık edecek işler yapanlar ile hayvansal ürün tüketimini cinayet olarak görenler arasında hiçbir fark yok. İnsanı var eden Rabbinin çizdiği yol dengeli ve sağlıklı bir yaşam için temel kaideleri sunuyor. Modern cahiliyenin vegan sapkınlığı ise 18 aylık bir bebeği canından ediyor.

Prof. Dr. Bayraktar, LGBT ile ilgili ürkütücü tabloyu gözler önüne böyle serdi: Salgına dönüşüyor

Prof. Dr. Bayraktar, LGBT ile ilgili ürkütücü tabloyu gözler önüne böyle serdi: Salgına dönüşüyor
TBMM Anayasa Komisyonu’nun, başörtüsü ve ailenin korunmasına ilişkin Anayasa değişiklik teklifinin görüşmelerinde ürkütücü tablo gözler önüne serildi. Komisyonda konuşan Prof. Dr. Zeki Bayraktar, “LGBT salgına dönüşüyor. 5 yıl içinde patlama yaşanabilir” dedi.

Prof. Dr. Bayraktar, LGBT ile ilgili ürkütücü tabloyu gözler önüne böyle serdi: Salgına dönüşüyor
TBMM Anayasa Komisyonu’nun, başörtüsü ve ailenin korunmasına ilişkin Anayasa değişiklik teklifinin görüşmelerinde ürkütücü tablo gözler önüne serildi. Komisyonda konuşan Prof. Dr. Zeki Bayraktar, “LGBT salgına dönüşüyor. 5 yıl içinde patlama yaşanabilir” dedi.

Prof. Dr. Zeki Bayraktar, TBMM Anayasa Komisyonu’nda yaptığı konuşmada, şu ifadeleri kullandı:

DİP DALGA: Bu konuda 25 yıldır çalışan bir ürolog olarak gördüklerimizi ve literatürde olan bilgileri harmanlayarak şunu söyleyebilirim.

Bir dip dalgayla karşı karşıyayız ve henüz bunun kamuoyu tarafından da algılanabildiğini düşünmüyoruz.

YÜZDE 4: 2019’da İngiliz akademisyen Rahman ve arkadaşları tarafından yapılan çalışmaya göre Türkiye’de eşcinsellik oranı yüzde 4. En yüksek oran Hollanda’da, yüzde 14.

SALGIN VAR: Bütün literatür verileri son 10 yılda, bunun da özellikle son 5 yılında daha önce görmediğimiz yeni bir durumla karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor, yine bir salgın. Fakat bu enfeksiyon salgını değil, ‘ergen (12-18 grubu) karmaşası’, ‘ergenlerde biseksüel konfüzyon’ dediğimiz durum.

YÜZDE 98 GEÇİCİYDİ: Bu, eskiden beri var olan ama yüzde 98’i geçici olan bir durumun günümüze özgü koşullar nedeniyle, özellikle internet ve sosyal medya etkileşimleri bağlamında kalıcı hâle gelmesi sonucunda gördüğümüz ve teknik terimle ‘ergenlerde hızlı başlangıçlı cinsiyet hoşnutsuzluğu’ adı verilen bir durum var.

16-27 YIL KISA ÖMÜR: Eşcinsellik ve transseksüellik bireyin yaşam süresini 16 ile 27 yıl yıl arasında kısaltan bir durum. Çünkü eşcinselliğe özgü davranışlar nedeniyle multipartnerli bir yaşam sürerler, yani çok fazla partnerli bir yaşamları olur.

Kaposi sarkomu, lenfoma, anal, genital kanserler olmak üzere, kanserler ve enfeksiyonlar çok sık görülür.

https://m.sabah.com.tr/galeri/yasam/prof-dr-bayraktar-lgbt-ile-ilgili-urkutucu-tabloyu-gozler-onune-boyle-serdi-salgina-donusuyor/5

BATININ YOKTAN TARİHİ

BATININ YOKTAN TARİHİ

1800’lü yıllar.
Basık atmosfer Londra’nın makûs talihi. Puslu ve karamsar… Önce Londra insanının gündelik yaşamına bir göz atmak istiyorum. Ki, kendi insanını dahi ezen ona zulmeden zihniyetin nasılda organize olup ta dünyayı talan etme hikâyesinin başlangıcını ifade etmek adına…
Senelik banyolarını Mayıs ayında yapan insanların çoğunun Haziran’da evlendiği, Londra’dayız. Haziran’da hala çok kötü kokmuyorlardı. Ama yine de kokmaya başladıkları için gelinler vücutlarından çıkan kokuyu bastırmak amacıyla ellerinde bir buket çiçek taşıyordu.
Banyolar için sıcak suyla doldurulmuş büyük bir fıçıdan meydana geliyordu. Evin erkeği temiz suyla yıkanma imtiyazına sahipti. Ondan sonra oğulları ve diğer erkekler, daha sonra kadınlar,sonra çocuklar ve en son olarak da bebekler aynı suda yıkanıyordu. Bu esnada su o kadar kirli hale geliyordu ki içinde gerçekten bir şeyleri kaybetmek mümkündü. İngilizce’deki ‘banyo suyuyla birlikte bebeği de atmayın’ (Don’t throw the baby out with the bathwater) deyimiburadan gelmektedir.
Evlerin çatıları üst üste yığılmış kamıştan yapılıyor, kamışların altında tahta bulunmuyordu.
Burası hayvanların ısınabilecekleri tek yer olduğu için bütün kediler, köpekler ve diğer küçük hayvanlar (fareler, böcekler) çatıda yaşıyordu.
Yağmur yağdığı zaman çatı kayganlaşıyor ve bazen hayvanlar kayarak çatıdan aşağı düşüyordu. İngilizce’deki ‘kedi-köpek yağıyor’ (It’s raining cats and dogs) deyimi buradan gelmektedir. Yukarıdan evin içine düşen şeyleri engelleyecek hiçbir şey yoktu. Böceklerin ve buna benzer nesnelerin yatakların içine düşmesi büyük bir sıkıntı oluşturuyordu.
Etrafında yüksek direkler ve üstünde cibinlik bulunan İngiliz usulü yataklar da işte buradan gelmektedir.
Şehrin zemini topraktı. Sadece zenginlerin zemini, topraktan başka bir şeyden yapılmıştı.
“Toprak kadar fakir” (dirt poor) tabiri buradan çıkmıştır. Zenginlerin ahşaptan yapılmış zeminleri vardı. Bunlar kışın ıslandığı zaman kayganlaşıyordu. Bunu önlemek için yere saman (thresh) seriyorlardı. Kış boyunca saman sermeye devam ediliyordu.
Bir zaman geliyordu ki kapı açılınca saman dışarıya taşıyordu. Buna mani olmak üzere kapının altına bir tahta parçası konuyordu ki bunun adı ‘thresh hold’ (saman tutan; Türkçesi “eşik”) idi. Yemek pişirme işlemi her zaman ateşin üzerine asılı durumdaki büyük bir kazanın içinde yapılıyordu. Her gün ateş yakılıyor ve kazana bir şeyler ilave ediliyordu. Çoğu zaman sebze yeniyor, et pek bulunmuyordu. Akşam yahni yenirse artıklar kazanda bırakılıyor, gece boyunca soğuyan yemek ertesi gün tekrar ısıtılarak yenmeye devam ediliyordu. ‘Bezelye lapası sıcak, bezelye lapası soğuk, kazandaki bezelye lapası dokuz günlük’ (peas porridge hot, peas porridge cold, peas porridge in the pot nine days old) tekerlemesinin menşei budur.
Bulaşık yıkanmazdı yani.
Bazen domuz eti buluyorlar, o zaman çok seviniyorlardı. Eve ziyaretçi gelirse domuz etlerini asarak onlara gösteriş yapıyorlardı.
Birisinin eve domuz eti getirmesi zenginlik işaretiydi. Bu etten küçük bir parça keserek misafirleriyle oturup paylaşıyorlardı. Buna ‘yağ çiğnemek’ (chew the fat) adı veriliyordu. Parası olanlar kalay kurşun alaşımından yapılmış tabaklar alabiliyordu. Asidi yüksek olanyiyecekler kurşunu çözerek yemeğe karışmasına sebep oluyor, böylece gıda zehirlenmelerine ve ölüme yol açıyordu.

Domatesler buna sık sık sebep olduğu için bunda sonraki yaklaşık 400 yıl boyunca domateslerin zehirli olduğu düşünülmüştü. Çoğu insanın kalay-kurşun alaşımından yapılmış tabakları yoktu. Onun yerine tahta tabaklar kullanıyorlardı. Çoğu zaman bu tabaklar bayatekmekten yapılıyordu. Ekmekler o kadar bayat ve sertti ki uzun zaman kullanılabiliyordu.
Bunlar hiçbir zaman yıkanmadığı için, içinde kurtlar ve küfler oluşuyordu. Kurtlu ve küflü tabaklardan yemek yiyen insanların ağızlarında ‘tabak ağzı’ (trench mouth) denen hastalık ortaya çıkıyordu. Ekmek itibara göre bölüşülüyordu. İşçiler yanık olan alt kabuğu, aile orta kısmı, misafirler de üst kabuğu alırdı.
Bira ve viski içmek için kurşun kadehler kullanılıyordu. Bu bileşim insanları bazen birkaç gün şuursuz vaziyette tutabiliyordu. Yoldan geçen insanlar bunların öldüğünü sanıp defnetmek için hazırlık yapıyordu.

Bunlar birkaç gün süreyle mutfak masasının üstüne yatırılıyor, aile etrafına toplanıp yiyip içerek uyanıp uyanmayacağına bakıyordu. Buna ‘uyanma’ nöbeti deniyordu. İngiltere eski ve küçük bir yerdi, insanlar ölülerini gömecek yer bulamamaya başlamıştı. Bunun için mezarları kazıp tabutları çıkarıyor, kemikleri bir ‘kemik evi’ne götürüyor ve mezarı yeniden kullanıyorlardı.

Tabutlar açıldığında her 25 tabutun birinde iç tarafta kazıntı izleri olduğu görüldü. Böylece insanların diri diri gömüldüğü ortaya çıktı. Buna çözüm olarak cesetlerin bileklerine bir ip bağlayıp bu ipi tabuttan dışarıya taşıyarak bir çana bağladılar. Bir kişi bütün gece boyu mezarlıkta oturup zili dinlerdi. Buna mezarlık nöbeti (graveyard shift) denirdi. Bazıları zil sayesinde kurtulur (saved by the bell) bazıları da ‘ölü zilci’ (dead ringer) olurdu.
Rahibelerin bile yüz ve ellerinden başka yerlerini yıkamaları kesin olarak yasaklanmıştı. Kastilya Kraliçesi İsabella bile 50 yıldan fazla süren hayatı boyunca iki kez banyo yapmıştı.
Kirlilik âdeti Amerika’ya da bulaşmış, Pennsylvania ve Virginia eyaletlerinde ‘’banyo yapmayı yasaklayan’’ ya da belirli kısıtlamalar getiren kanunlar çıkarılmıştı. Philadelphia’da ise kanunla bir ay içinde birden fazla banyo yapan insanlar cezaevine gönderiliyordu.
Kısaca sıradan insanın sefil bir hayata, cehalete mahkûm bırakıldığı bir toplumdan bahsediyoruz. Üretim araçlarını özel mülkiyeti haline getiren az sayıda insan ise, toplumun geri kalanını ücretli işçi durumuna soktuğu kapitalizm isimli bir düzen kurmaktadır Londra’da.
Mülk sahibi sınıf olan şehirli sermaye sahiplerinin, ekonomik açıdan epeyce palazlandıktan sonra egemenliğini siyasal bir güçle taçlandırmasıdır.
İngiliz zengin sınıfı denizaşırı coğrafyaları sömürgeleştirmekle ve talan etmekle kalmayıp kendi ülkesinin işçi sınıfının da kanını iliklerine dek emmiştir. “Üzerinde güneş batmayan” İngiliz imparatorluğu hummalı bir şekilde ve korkunç bir emek sömürüsü ile inşa edilmiştir.

En kıymetli bakanlık Sömürge Bakanlığı’dır.
1900’lü yılların başlarında İngiltere’nin batı yakası ihtişamıyla göz kamaştırırken, doğu yakasında her gün biraz daha artan sayıda insan uçuruma itilmektedir. İngiliz burjuvazisi yüz binlerce insanı fiziksel varlığının son sınırlarına kadar çalıştırıp bunların ürettiği zenginliğe el koymakta ve onlara kendini asgari düzeyde yeniden üretme şansı bile vermemektedir.
Düşünün, Londra Metrosu yapılırken güneş yüzü görmeden orda doğup, yaşayıp, orda ölen insanlar olmuştur.Kâr hırsıyla gözü dönen burjuvazi, üstüne üstlük bu üreten sınıfı aşağılamakta, onu cahil ve değersiz bir yığın yerine koymaktadır.
Doğu yakasında yaşamaya çalışan işçilerin durumu çok kötüdür. İnsanların en temel barınma haklarından bile yoksundurlar. Kiralık ev yoktur, kiralık odalar daha doğrusu izbeler vardır.
Bütün gün çalışan insanların kazançlarının en büyük bölümü haftalığı üç şilin olan bu odalara verilmektedir. Bu evlerde tuvalet, ısınma gibi olanaklar zaten bulunmamaktadır.
İnsanlar bu ahıra benzeyen evlerde uzun yıllar kalır ve çoğu zaman ömürlerini de buralarda tamamlarlar.

Domuz ahırlarına benzeyen yerlerde yaşayan ve çalışan insanlardan güzel düşünceler ve temizlik bekleyemezsin inancındadırlar, İngiliz hanımefendi ve beyefendileri. Bu hanımlar ve beyler, sefalet içinde yaşayan işçilerin sırtından geçinmekte ve onları pis, kaba bulup, hakir görmektedirler. İngiltere’de işçi sınıfı neredeyse fi ziksel olarak varlığını korumanın koşullarından bile mahrumdur. Büyük bir aile küçücük bir odada yaşamaya mahkûm edildiği arasında, uçurumun kenarında yaşamaktadırlar. Yoğun sömürü koşullarından Madenlerde çok yüksek sıcaklıklarda her yaştan kadın erkek yan yana bir lokma ekmek için çalışmak zorunda kalır. Açlık ve yoksulluk, yanına başka bozuklukları ve zorunlulukları da alarak işçi sınıfının üstüne üstüne yürür. Sevgi ve saygı üzerinde inşa edilmiş olması gereken kadın erkek ilişkilerinde de bir yozlaşma, ahlâki çöküntü alır başını gider. Buna bir de yaşlılık, hastalık ve iş kazaları sonucunda ortaya çıkan başkasına muhtaçlık durumu eklenince, düşkünler evinde kalabilmek için verilen savaşı varın siz düşünün.

Kapitalistlerin kâr hırsı uğruna yaşamın her anı hapishaneye çevrilir. Yaşamanın kahredici bir yük ve anlamsız bir eziyet haline geldiği bu durumdan ölerek kurtulmak isteyenlerin sayısı artmaktadır.
Fakat insanlar yoksulluk ve sefalet uçurumunun dibinden intihar edip kurtulmak isterlerken bile özgür değillerdir. Mahkemeler yargılamakta ve “ölmeyi beceremeyip sağ kalma “suçu” işlediği tespit olunanlar hapsi boylamaktadır.
Adalet, hukuk ve yasalar, sermayenin çıkarına işlemektedir. İşçilerin hayatları birileri tarafından gasp edilmiş, yaşama haklarına tecavüz edilmiş ve ölme özgürlükleri bile ellerinden alınmıştır. Buna rağmen onları iki değnek gibi üzerinde oradan oraya sürükleyen bacaklarına dinlenme hakkı verilmeyecektir. Londra sokaklarındaki banklar evsiz ama bütün gün bir kapitalistin emrinde çalışmış bedenlerin uyuyup dinlenmesi için yapılmamıştır.
Geceleri banklarda uyuması bile yasak olan bu insanlar her mevsim ölü gözleri, çökmekte olan bedenleriyle oradan oraya sürüklenip dururlar. Bir evin kapı aralığında uyumaya kalktıklarında yasaların gücü hemen devreye girer. Polis zoru derhal enselerinde biter ve gözlerinde uyku, çökmüş bedenlerini taşımaya çalışan insanlar için cezalar hiç zaman kaybetmez. İşçi sınıfı için burjuva adalet mekanizması çok hızlı çalışır.

En kıymetli yemeği ekşimiş yulaf ezmesi olan ve yoksullar için inşa edilen barınaklara insanlar “çivi” demektedirler. Bu “çivi”lerde kalmak öyle beleş falan da olmayıp bir bedeli vardır.
Ya taş kırmaya ya da en iyi durumda bir hastanenin temizliğini yapmaya gitmek zorundadır insanlar. Yedikleri yemeğin ve yattıkları yatağın bedelini ödemeden oradan ayrılamazlar. Aksi halde bir daha asla, bir gecelik bile olsa, yoksullar evinden faydalanamazlar. Bu evler yoksul ve hastalıklı her yaştan işçinin en büyük umut kapılarından biridir.
Bu zorlu yaşam, kendi dilini de yaratmıştır. Uykusuz olduğu halde banklarda yatması yasak olunca yürümek zorunda kalmaya “sancak taşıma”, aç kaldığında bedava yemek yiyebildiği yere “askı”, korkunç yataklarda yattığı, taş gibi ekmeğini yediği yoksullar evine de “çivi”der Londranın işçisi. Gölgesini satamadığı ağacı kesen kapitalist sistem kendi işleyişinin yarattığı sınırlara gelip dayandığında ortaya çıkan ekonomik bunalımlar zaten uçurumun kenarında yaşamakta olan bu insanları kitleler halinde uçurumdan aşağıya iter. Bir yanda inanılmaz bir bolluk, diğer yanda aklın sınırlarını zorlayan bir yoksulluk. Böylesi dönemlerde özellikle erkek işçiler gözlerinin önünde eriyip yok olmakta olan karısı ve çocuklarına baktıkça derin bir moral çöküntü içine sürüklenirler.
Erkeklerin düşünmeye başlaması yapmaması gereken bir şey, çünkü bu durumdaki erkekler genellikle hem karılarını hem de çocuklarını öldürürler.
İşte bu tablo karşısında uygar ve çağdaş adı verilen bu dünyanın, insanın yararına olup olmadığını sormak gerekir. Uygarlık denen bu büyük dolandırıcılığın ve yapay parlaklığın etkisini matah bir şey zanneden dönemin bir kısım Osmanlı aydınları ise bizim insancıl düzenimizi yıkmak adına bilerek ya da bilmeyerek onların ekmeğine yağ sürmüşlerdir.
Oysa insanlığın düşmanı makineler, teknoloji, üretim araçları değildir; bunların çoğalttığı nimetlerin paylaşımını adaletsizce yapan zihniyetlerdir.

FEHMİ DEMİRBAĞ

BİRLEŞİK AİLE PLATFORMU ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ TEKLİFİNE İLİŞKİN ÖNERİ

Birleşik Aile Platformu, 30 Ekim 2022 tarihinde “Ailen Saldırı Altında – Sapkınlık Normalleştirilemez” vurgusuyla Ankara’da düzenlenen aile yürüyüşü sonrasında ortak bir kurumsal çatı altında teşkilatlanma ihtiyacıyla doğmuştur.

Platform; Türkiye çapında ve mahalli ölçekte çalışmalar yapan ekli listede isimleri sunulmuş 41 STK’dan oluşmaktadır. Platform bünyesinde STK temsilcileri görevlendirilmek suretiyle kurulan komisyonlar, aile konusunda muhtelif alanlarda çalışmalar yapmaktadır.

BİRLEŞİK AİLE PLATFORMU HUKUK KOMİSYONU ANAYASA’NIN 41. MADDESİ
DEĞİŞİKLİK TEKLİFİNE İLİŞKİN ÖNERİ 👇

Yaşanabilir Şehir Platformu 2022 Başıboş Köpek Sorunu Raporu

SAYIN BASIN MENSUPLARI VE KAMUOYU!
Yaşanabilir Şehir Platformu; 2016 yılında Ankara’da faaliyet gösteren farklı amaç ve faaliyetler yürütmelerine rağmen bunların yanında ortak toplumsal sorunlarımızın çözümü için bir araya gelmiş 39 sivil toplum kuruluşumuzun katılımı ile kurulmuş bir inisiyatif platformudur. Platform olarak şimdiye kadar şehrimizin çeşitli sorunlarının çözümü için başarılı ortak çalışmalara imza atmış bulunuyor.
2022 yılında ise Türkiye’nin gündemine oturmuş olan her geçen gün artarak devam eden Sahipsiz ve Başıboş Köpek Sorununu ele almamız zorunlu hale gelmiştir.
Platformumuzun Genel Kurulunca oluşturulan bir komisyon eliyle rapor hazırlanmasına ve ilgililere ulaştırılmasına karar verilmiştir.
Sorunun boyutlarının tespiti, soruna dikkat çekmek ve çözüme katkıda bulunmak amacıyla çalışmalar yapmış bulunuyoruz.
Komisyonumuz, bilim adamları, eğitimci, hukukçu, insan hakları aktivisti, sosyolog, doktor, veteriner, iletişimci ve STK temsilcilerinin katkılarını alarak çalışmıştır.
Raporumuzda Ana Başlıklar Halinde Tespitlerimiz;
Ülkemizde sokaklarda sahipsiz ve başıboş bulunan köpekler;
Çok ağır sokak koşullarında hayatta kalma mücadelesi verirken hem kendilerine hem de çevrelerine zarar vermektedirler.
İnsan hak ve hürriyetlerini ve en temel hak olan insan yaşamını tehdit etmektedir.
Sağlık ve hijyen güvenliğini ihlal etmektedir.
Köpek saldırıları insanın vücudunda özellikle yüzde şekil bozukluğu, uzuv kaybı, felç, kuduz nedeniyle ölümler ve daha birçok ciddi psikolojik rahatsızlıklara yol açmaktadır.
İnsanların bilhassa çocukların sokağa çıkma özgürce dolaşma park ve bahçelerde oynama özgürlüğünü kısıtlamaktadır.
Engellilerin bilhassa görme engellilerin hak ve özgürlüklerini kısıtlamaktadır.
Başıboş köpekler kuduz salgını ve riskini artırmaktadır.
Sahipsiz ve başıboş köpekler yaban hayatına, doğal hayata zarar vermektedir.
Gürültü ve dışkı kirliliğine yol açmaktadır.
Turizmi baltalamaktadır.
Karayolu, trafik ve yol güvenliği açısından çok ciddi tehdit oluşturmaktadır. Trafik kazaları sonucu ölüm ya da sakatlanmalar olmakta çok fazla maddi zarar meydana gelmektedir.
Evcil hayvanlara ve sahiplerine zarar vermekte, evcil hayvanları yaralamakta telef etmektedir.
İnsanların işten kalması, tedavi giderleri, daha birçok gider nedeniyle ülke ekonomisi zarar görmektedir.
Ülkemizde ciddi surette güvenlik sorunu oluşturmaktadırlar.
Ülkemizde terör saldırılarından daha fazla sayıda sahipsiz ve başıboş köpeklerden kaynaklı saldırıların artarak devam edeceği tahmin edilmektedir. Resmi yetkililerin ifadesine göre sayıları on milyon olduğu söylenen sokaklarda terör estiren başıboş köpekler, artık bir kamu sağlığı ve kamu güvenliği sorununa dönüştü. Nitekim 2022 yılında 33 vatandaşımız sahipsiz ve başıboş köpekler yüzünden hayatını kaybetmiştir. Bir gazetede yer alan habere göre 1 Ocak- 25 Aralık 2022 tarihleri arasında başıboş köpeklerden kaynaklanan 304 saldırı ve 67 trafik kazası kayıtlara geçmiş durumda. Başıboş köpek saldırılarında 13 kişi hayatını kaybederken, 300 insanımız yaralandı. Başıboş köpek kaynaklı trafik kazalarında ise 20 insanımız hayatını kaybederken, 204 insanımız da yaralandı.
Bu saydığımız ve daha sayamadığımız nedenlerle sokaklarda sahipsiz ve başıboş köpeklerin varlığı ve kontrolsüz çoğalmaları nedeniyle bu günümüzü ve gelecek nesillerimizi etkileyecek bir tehlike ile yüz yüze kalmış bulunmaktayız.
Kamu düzeni insanların halka açık yerlerde güvenlik, dirlik ve esenlik, sağlık ve huzur içinde yaşamlarını sürdürmelerinin sağlanması ile korunur.
Kamu düzeninin unsurlarından olan kamu güvenliği ise, insanların halka açık yerlerde can ve mal endişesi duymadan yaşayabilmelerini ve serbestçe hareket edebilmelerini ifade eder.
Anayasamıza göre Devletin ülkedeki vatandaşlarının sağlığını korumakla ve can güvenliğini temin etmekle mükellef olduğu tartışmasızdır. Çalışmada ele alınan konunun özü insan yaşamıdır, yani insan haklarıdır.
Raporumuz Cumhurbaşkanlığına da çözüm önerisi ile birlikte sunulmuştur.
Artık Türkiye’nin sahipsiz ve başıboş köpek sorununun çözülmesini istiyoruz.
Çözüm Önerimiz;
Çalışma sırasında 5199 Sayılı Kanun’un 6. maddesi ile başıboş sahipsiz köpeklerin yetkililer tarafından bakımı yapıldıktan sonra öncelikle alındıkları yere bırakılmasına ilişkin hükmün sorunların kaynağını teşkil ettiği tespit edilmiştir.
KANUN MADDE DEĞİŞİKLİK ÖNERİSİ
“- 5199 Sayılı Kanun’un 6’ncı maddesinin dördüncü fıkrası “Sahipsiz veya güçten düşmüş hayvanların en hızlı şekilde yerel yönetimlerce kurulan veya izin verilen hayvan bakımevlerine götürülmesi zorunludur. Bu hayvanların öncelikle söz konusu merkezlerde oluşturulacak müşahede yerlerinde tutulması sağlanır. Müşahede yerlerinde kısırlaştırılan, aşılanan ve rehabilite edilen hayvanların kaydedildikten sonra öncelikle alındıkları ortama bırakılmaları esastır.” hükmü aşağıdaki şekilde değiştirilmelidir:
“Sahipsiz veya güçten düşmüş hayvanların en hızlı şekilde yerel yönetimlerce kurulan veya izin verilen hayvan bakımevlerine götürülmesi zorunludur. Bu hayvanlar bakımevlerinde kısırlaştırılır, aşılanır ve rehabilite edilerek veri tabanına kaydedilir. Sahiplendirme imkânı varsa sahiplendirilir. Sahiplendirilemeyen hayvanlar ise yerel yönetimler veya hayvanları koruma ile ilgili faaliyet gösteren gönüllü kişi ve kuruluşlar tarafından kurulan hayvan bakım yerlerinde bakılır.
Geçici Madde: Bu kanunda ve ilgili mevzuatta bu madde değişikliği yönünde değişiklik ve düzenlemeler yapılır.”
Şeklinde 5199 Sayılı Kanun’un 6.Maddesinin 4. Fıkrasının değiştirilmesini talep ediyoruz.
Sayın basın mensupları değerli kamuoyumuz, gelin sorunlarımızı çözmek için birlikte çalışalım.
Söylenmeyelim söyleyelim.
Kamuoyuna saygılarımızla bildiririz.
18.01.2023 Çarşamba
Yaşanabilir Şehir Platformu-ANKARA