%41 Engelli Fatih Eroğlu Davası

1-Kayseri Büyükşehir İl Milli Eğitim Şube Müdürü olarak görev yapıyorum.%41 oranında sürekli engelli raporu var. M.E.B Personel Genel Müdürlüğü “sağlık özrüm ve engellilik durumumun dikkate almayarak zorunlu olarak tercih yapmama yönelik 15.06.2020 günve 7878944 sayılı yazı ve eki onay listesi 2020 yılında zorunlu yer değişikliğine tabi tutmuştur (%41) KIRKBİR ENGELLİLİK durumum halen devam etmekte iken yönetmelik hükümlerine aykırı değerlendirilmesi sonucunda davalı idare tarafından zorunlu tercih yapılması mecburiyeti getirildiğinden dava açmak zorunda kaldım.Yürütmenin durdurulmasını ve işlemin iptalini istedim.
2-Kayseri 1. İdare Mahkemesinde E:2020/589 ile yürütmeyi durdurma kararı verdi
3-Davalı İdare MEB itirazı nedeniyle yürütmenin durdurulması talebini Ankara BİM 1.İDD Y.D İTİRAZ NO:2020/1454 sayılı kararı ile kesin olarak reddetmiştir.
4-Kayseri 1. İdare Mahkemesinin E-2020/589, K:2020/891 sayılı kararı ile işlemin iptaline karar verdi.
5- Davalı İdarenin istinaf başvurusu aynı Mahkemenin aynı başkan ve aynı üyeleri bu defa kesin olarak aleyhime Ankara BİM 1. İDD E:2020/5694, K:2022/1449 sayılı kesin kararı ile aleyhime hüküm vermiştir.
6-Mazeretlerimde ve bunlara ilişkin sunduğum yasal belgelerde hiç bir değişiklik olmamasına rağmen davalı idare daha önceden 4 yıl boyunca engelli raporu ve babamın sağlık özrünü kabul etmiş ve beni zorunlu yer değişikliğine tabi tutmamışken sonradan idari istikrar ilkesine aykırı hareket etmiş.
7-Ankara BİM 1.İDD Anayasamızın“Kanun önünde eşitlik” başlıklı 10. maddesinin üçüncü fıkrasında; “Çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı sayılmaz.” Kuralını 657 sayılı DMK 72. maddesinin ek-5 inci fıkrası “İlgili mevzuatı uyarınca verilecek rapora göre kendisi, eşi veya birinci derece kan hısımlığı bulunan bakmakla yükümlü olduğu aile fertleri engelli olan memurların engellilik durumundan kaynaklanan yer değiştirme taleplerinin karşılanması için düzenlemeler yapılır.” hükmü, Devlet Memurlarının Yer Değiştirme Suretiyle Atanmalarına İlişkin Yönetmeliğin Engellilik Durumuna Bağlı Yer Değişikliği başlıklı Ek Madde 3. maddesinin 4.paragrafı “Engellilik durumu devam ettiği sürece kurumlarca isteği dışında memurun yeri değiştirilmez.” hükmünü hiç dikkate almamıştır.
8-Ankara BİM 1. İDD E:2020/5694, K:2022/1449 sayılı kararı ile adil yargılanma hakkımı ve kanuni belirlilik ilkesini ihlal ederek karar vermiştir. Zira, benimle aynı birebir benzer durumda olan MEB Şube Müdürlerinin açmış oldukları davalarda davacıların lehine karar çıkmış ve bu kararlar istinaftan geçerek kesinleşmiştir.
Örneğin Danıştay 2. Dairesi’nin E:2016/3556, K:2016/5812 sayılı kararında; “Davacının %60 engelli olduğuna dair raporunun bulunduğu, Devlet Memurlarının Yer Değiştirme Suretiyle Atanmalarına İlişkin Yönetmeliğe Engellilik Durumuna Bağlı Yer Değişikliği başlıklı Ek 3. maddenin eklendiği göz önüne alındığında; davacının rotasyona tabi tutulmasına ilişkin işlemde ve davanın reddi yolundaki Mahkeme kararında hukuki isabet bulunmadığına hükmedildiği,Anayasanın engelliler hakkında pozitif ayrımcılık yapılmasına dair ilkenin düzenlendiği ve bu ilkenin hayata geçirilmesi için ikincil mevzuatta düzenleme yapıldığı göz önüne alındığında; davacının genel müdürlüğün personelin yer değiştirme ve atamaya ilişkin iç mevzuatı kapsamında rotasyona tabi tutulmasına dair işlemde hukuki uyarlık bulunmadığına ait kararı vermiştir.
İzmir BİM 1.İDD, E:2018/577, K:2019/213 sayılı kararında, “Anayasanın 10’uncu maddesinde, engelliler hakkında pozitif ayrımcılık yapılmasına ilişkin ilkenin düzenlendiği ve bu ilkenin hayata geçirilmesi için Devlet Memurlarının Yer Değiştirme Suretiyle Atanmalarına İlişkin Yönetmeliğe Engellilik Durumuna Bağlı Yer Değişikliği başlıklı Ek 3’üncü maddenin eklendiği göz önüne alındığında; davacının MEB Personelinin Görevde Yükselme, Unvan Değişikliği ve Yer Değiştirme Suretiyle Atanması Hakkında Yönetmelik kapsamında rotasyona tabi tutularak Kınık İlçe Milli Eğitim Müdürlüğüne atanmasına ilişkin işlemde hukuka ve mevzuata uyarlık, aksi yöndeki mahkeme kararında ise hukuki isabet görülmemiştir.”
Samsun BİM 1. İDD, E:2021/692, K:2021/848 sayılı kararında, “Davacının %46 oranında engelli sağlık kurulu raporunun bulunduğu, Anayasa’nın 10. maddesinde, engelliler hakkında pozitif ayrımcılık yapılmasına ilişkin ilkenin düzenlendiği ve bu ilkenin hayata geçirilmesi için Devlet Memurlarının Yer Değiştirme Suretiyle Atanmalarına İlişkin Yönetmelik “Engellilik Durumuna Bağlı Yer Değişikliği” başlıklı Ek 3. maddenin; MEB Personelinin Görevde Yükselme, Unvan Değişikliği ve Yer Değiştirme Suretiyle Atanması Hakkında Yönetmeliği’nin 30/1 maddesinin eklendiği hususu dikkate alındığında davacı başvurusu hakkında anılan mezkûr yönetmeliğin Ek 3. maddede yer alan engellilik durumu devam ettiği sürece istek dışında memurun görev yerinin değiştirilemeyeceğine ilişkin hükme göre işlem tesis edilmesi gerekirken başka bir ifade ile davacının %46 oranında sürekli engelli olması ve Devlet Memurlarının Yer Değiştirme Suretiyle Atanmalarına Dair Yönetmelik ek 3. maddesi uyarınca bölge hizmetine bağlı yer değişikliğe tabi tutulmaması gerekirken başvurusunun reddedilerek 2020 yılı yer değiştirme işlemleri kapsamında bölge hizmet süresini doldurduğundan bahisle yer değiştirme işlemine tabi tutulmak suretiyle Alaçam İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’ne şube müdürü olarak atanmasına yönelik dava konusu işlemde bu yönüyle hukuka uyarlık bulunmadığı sonucuna varılmıştır.”
Bursa BİM 1.İDD, E:2021/1108, K:2021/671 sayılı kararında da, “2577 sayılı İYUK’nun ”İstinaf” başlıklı 45.md. 3. fıkrasında, “Bölge idare mahkemesi, yaptığıbaşvurusunun reddine karar verir.” hükmü yer almaktadır. İstinaf incelemesi istenilen Eskişehir 2.İdare Mahkemesinin E:2020/469, K:2021/123 sayılı kararda hukuka aykırılık bulunmadığından, ileri sürülen iddialar söz konusu kararın kaldırılmasını sağlayacak nitelikte görülmemiştir. Bu itibarla istinaf başvurusunun reddine 2577 sayılı Kanunun 45. md. 6. bendi ve 46. Md. uyarınca temyiz yolu kapalı olmak üzere, 31.12.2021 tarihinde kesin olarak oybirliğiyle karar verildi.”
Mezkûr dört karar, benim lehinde olan KESİN MAHKEME KARARLARIDIR. Şu ana kadar farklı olan Ankara BİM 1. İDD aleyhime verilmiş kararı vardır. Diğer MEB üç şube müdürünün ve bir sayman lehinde verilen kesin kararlar nedeniyle rotasyondan muaf olmaları, eski görev yerlerine iade etmelerine rağmen; BENİM DE BU ANAYASAL HAKTAN MAHRUM OLMAM ANAYASANIN EŞİTLİK VE AYRIMCILIK YASAĞI İLKESİNE AYKIRIDIR.
TBMM KDK(Ombudsmanlık) B.No: 2020/80683 Tavsiye Kararında” Hukuka, Hakkaniyete ve İnsan Haklarına Uygunluk Yönünden Değerlendirmesinde İlgili İdare tarafından isteğine aykırı bir şekilde tayinin yapılması işlemlerinin hukuka ve hakkaniyete aykırı olduğu, başvurunun kabulü yönünde karar verilmesi gerektiği kanaatine varılmıştır” kararı ve daha birçok karar benimle birebir aynı durumda olan davacıların lehine verilmiş kesin kararlardır. Ancak benim davamda bu emsal kararlar dosyaya sunulmasına rağmen hiç dikkate alınmamıştır.
Fatih Eroğlu
26.04.2022

Yıllardır başıboş köpek sorunu anlatamadık!

Aksine yasa ile sokak köpeklerine sınırsız özgürlük tanındı, çocukların can güvenliği yok sayıldı.

Düzce’de 5 yaşındaki çocuğa pitbull saldırdı. Kafa derisi parçalanan çocuğa 4 saatlik ameliyatta 300 dikiş atıldı.

Yazıklar olsun! https://t.co/Qg3JKXLIOA

Kendilerine asla oy vermeyecek antidepresan müptelası mutsuz kadınlara ve mama tüccarı çakallara kurban ettiler milletin çocuklarını. İşin özeti bu, bütün partiler yasada uzlaştı hatta muhalefet daha fazlasını istedi. Acınası bir durum, utanç verici. Failed State işareti.

23. YILINDA 28 ŞUBAT POSTMODERN DARBESİ

  • Türkiye’de, 1960 yılından itibaren, neredeyse her on yılda bir darbe gerçekleştirilmiştir. Demokrasinin askıya alındığı bu darbeler sonucu TBMM ve siyasi partiler kapatılmış, millet iradesi hiçe sayılmış, başta yaşam hakkı olmak üzere, temel insan hakları çiğnenmiştir. Bu darbelerden birisi de pek çok insan hakları ihlali ile sonuçlanan ve yüzbinlerce insanın mağdur olmasına neden olan ve diğer klasik anlamdaki darbelerden farklı özellikleri bulunması nedeniyle adına “Postmodern” denilen 28 Şubat (1997) Darbesidir.
    Aslında süreç tam olarak ne zaman başladı? 1993-1994
    Ülkemiz 1990 lı yıllarda demokrasisi ve insan hakları açısından bir cadı kazanına dönüşmüştü. 17 Nisan 1993 te Turgut ÖZAL’ın ani ölümünden önce de ülkemizde çok sayıda karanlık cinayetler işlendi ve suikastlar gündem oldu. “Son Darbe 28 Şubat” kitabında Mehmet Ali BİRAND bu cinayetleri sayar. Özellikle 1993 yılında işlenen cinayet ve suikastlar yeni bir dönemin başlangıcını haber veriyordu. 24 Ocak 1993, Uğur MUMCU evinin önünde öldürüldü, 28 Ocak 1993, Jack Kamhi roketle saldırıya uğradı ölümden döndü. Yine Turgut ÖZAL’ın ölümünden iki ay önce 17 Şubat 1993 te Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref BİTLİS içinde bulunduğu uçak düşerek öldü. Mehmet Ali BİRAND’a göre “17 Nisan 1993 te Turgut Özal’ın ani ölümünden sonra ülke 28 Şubat sürecine doludizgin sürüklenecekti..”, 28 Şubat 1997 günü alınan MGK Kararları Türkiye’nin siyasi tarihini uzun yıllar olumsuz yönde etkilemiştir.
    Meşru Hükümeti alaşağı etmeyi hedefleyen 28 Şubat Darbe Sürecinin gerçekte ne zaman başladığı konusu ile ilgili çeşitli görüşler öne sürülmüş olsa da dikkate alınması gereken önemli bir tarih de 23 Nisan 1994 tür. Bu tarihte, Adalet Bakanlığı’nca Antalya’da düzenlenen “Yargı ve Cezaevleri Sorunu” konulu toplantıya katılan 76 il cumhuriyet başsavcısı, 8 DGM başsavcısı ve terör cezaevi bulunan 8 ilçenin cumhuriyet savcısının oy birliğiyle ‘Laiklik Bildirisi’ yayımlanmıştır. Bu bildiri sonrasında dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Doğan GÜREŞ Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bildiriden duyduğu memnuniyeti dile getirmişti. Bu ve benzeri açıklamalar Yargının açıkça nasıl baskı altına alındığını, siyaset ve yargı camiasından bazı isimlerin de bu baskıyı kabullendiğini göstermektedir.
    28 Şubat ile ilgili mahkumiyet kararı
    28 Şubat 1997 tarihinde yayınlanan Postmodern bir Darbenin fitilini ateşleyen bildiri üzerinden 23 yıl geçti. Darbe sorumlusu sanıklar hakkındaki soruşturma tamamlanıp 22 Mayıs 2013’te dava açılmıştır. Ankara 5 inci Ağır Ceza Mahkemesince görülen 28 Şubat dönemine ilişkin 103 sanıklı davada, dönemin Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı ve Genelkurmay 2. Başkanı emekli Orgeneral Çevik Bir’in de aralarında bulunduğu 21 sanığın müebbet hapse çarptırılması, 68’inin beraatı, 14 sanık hakkındaki davanın ise düşürülmesine ilişkin gerekçeli karar 3 Temmuz 2018 de açıklandı. Toplam 3 bin 833 sayfalık gerekçeli kararda, “Dava konusu olayda, hükümeti cebren ıskat veya vazife görmekten cebren men etme eylemini gerçekleştirmek üzere, bir kısım sanıkların önceden gizlice ittifak etmiş oldukları anlaşılmaktadır.” ifadesine yer verilmiştir. REFAHYOL Hükümeti’nin istifa ettirilmesi ile faillerin eylemleri arasında illiyet (nedensellik) bağı bulunduğu” belirtilen kararda, “faillerin fikir ve eylem birliği içinde ve bir organizasyon dâhilinde atılı suçu işledikleri” vurgulanmıştır. Aktörler
    28 Şubat darbesi kendine has metodolojisiyle Türkiye tarihindeki diğer darbelerden ayrılıyor. Askerin yönetime direkt el koymadığını, bunun yerine oluşturduğu medya, sermaye ve sivil toplum desteğiyle hareket ettiğini görüyoruz. Örneğin, dönemin TOBB, TESK, TÜRK-İŞ, DİSK ve TİSK başkanlarından oluşan ve “sivil inisiyatif”, “beşli çete” gibi isimlerle anılan birliktelik, 28 Şubat MGK kararlarına tam destek verdiğini ifade etmiş ve bu sebeple hafızalarda darbenin sivil ayağı olarak yer etmişti.
    28 Şubat Postmodern darbe sürecinin en önemli aktörlerden biri de 15 Temmuz Hain Darbe girişiminde bulunan Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) dür. FETÖ, 28 Şubat Darbesine her yönüyle lojistik ve maddi destek vererek toplum üzerinde yerleşmesi ve etkisini daha fazla göstermesi için gerekli tüm çalışmaları onlarla birlikte yapmış bir örgüttür. 28 Şubat Darbesi ile 15 Temmuz Darbe girişimini gerçekleştirmek isteyen güçler ve amaçları açısından ciddi benzerlikler vardır. 16 Nisan 1997’de FETÖ lideri Fetullah Gülen, 16 Nisan 1997 tarihinde katıldığı bir televizyon programında 28 Şubat Darbesini yapanları “Asker daha demokrat.” ifadelerini kullanarak övmüş ve desteklemiştir. Gülen MGK kararları için “İslami usullere göre değerlendirildiğinde bu bir içtihattır. Hata yapsalar bile sevap alırlar.” demeyi de ihmal etmemiştir. 18 Nisan 1997 tarihli Hürriyet Gazetesinin manşetinde Gülen’in Refah-Yol hükümetine çağırısı yer aldı ve Gülen bu çağrısında, “Emaneti iade edin, çekilin!” diyordu.
    28 Şubat Postmodern Darbe sürecinde hak ihlalleri yaşanmış, vatandaşlarımız eğitim, özlük, ticaret, memuriyet hakları başta olmak üzere birçok haktan mahrum bırakılmıştır. Son on yılda, Yükseköğrenimde ve kamuda kılık kıyafet yasağı gibi hak ihlallerinin ortadan kaldırılması için önemli adımlar atılmıştır. Ancak akademisyen, yazar, sendika, sivil toplum kuruluşları ile TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu ve Kamu Denetçiliği Kurumu (KDK) gibi kurumların da vurguladıkları gibi tarafından o dönemde yaşanan insan hakları ihlalleri ve ayrımcılık yasağı ihlallerinden kaynaklı mağduriyetlerin halen devam ettiği ifade edilmektedir.
    İstatistikler
    Milli Eğitim Bakanlığında öğretmen ve yöneticiler hakkında verilen disiplin cezalarına ilişkin 1997 de 1 ihtar 2 görevden alma olmak üzere toplam 3 disiplin işlemi yapılmışken bu sayı 28 Şubat sonrasında 1998 yılında aniden yükselerek 567, 1999 yılında 176, 2000 yılında 245’ ulaşmıştır. 2001 yılından itibaren tekrar bu sayılarda ciddi oranda azalma yaşanmıştır. 1998 yılında verilen disiplin cezalarından aylıktan kesme (210) ve Görev yeri değişikliği veya görevden alma (222) disiplin cezalarında yoğunluk görülmektedir.
    Kur’an Kurslarında eğitim gören çocukların sayısı 1995-1996-1997 yıllarında 155-160 bin civarında iken 28 Şubatın etkisini göstermeye başladığı 1998 yılında 138 bine ve sonrasında 1999-2000 yıllarında ise 80 binlere kadar gerilemiştir.
    Hafızlık eğitimi alan öğrenci sayısı yaklaşık 21 binlerde iken 28 Şubat sürecinin etkisiyle 8 binlere kadar azalmıştır. Buna bağlı olarak hafızlık belgesi verilen çocuk sayısı yılda 4-5 binlerde iken bu sayı 1400’lere kadar düşmüştür.
    28 Şubat sürecinin en önemli mağduriyetlerinden birisi de üniversite giriş sınavında meslek lisesi mezunlarına uygulanan katsayı adaletsizliğidir. 1997-2009 yılları arasında meslek liselerinden ve genel liselerden üniversite sınavına başvuruda bulunan adayların ilgili yıllarda yerleştikleri programlara göre hazırlanan istatistiki veriler incelendiğinde meslek lisesi mezunlarının üniversitelere yerleşmesinde çok ciddi oranlarda düşüşler yaşandığı görülmektedir. Örnek olarak belirtmek gerekirse; 1997 yılında Hukuk Fakültelerine yerleşen öğrencilerden meslek lisesi mezunlarının oranı %23 iken bu oran katsayı adaletsizliğinden sonra hızla düşmeye başlamış ve 2009 yılında bu oran %1’in de altına inmiştir. Bunda katsayı adaletsizliği ve bu nedenle meslek liselerine devam eden öğrenci sayısının da azalması önemli bir etken olmuştur.
    Burada vurgulanması gereken diğer bir husus o dönemde yürürlüğe konulan 8 yıllık kesintisiz eğitim nedeniyle İmam Hatip ortaokullarının kapatılmasıdır. 8 yıllık kesintisiz eğitimin yukarıda belirtilen hafızlık sayısındaki ciddi düşüşün de sebebi olduğu gözden kaçırılmamalıdır.
    Kapatılan Vakıf ve Dernekler
    Sürecin önemli mağduriyetlerinden birisi de kamu yararı için kurulmuş ve özellikle dini duygularla faaliyet gösteren 27 adet vakıf ve derneğin kapatılarak mal varlıklarına el konulması olayıdır. 28 Şubat’ta “irticai” faaliyet gerekçesiyle kapatılan vakıflar arasında Milli Gençlik Vakfı, Zehra Vakfı, Sosyal Hizmet Vakfı, Sahabe Eğitim ve Kültür Vakfı, Polatlı Eğitim, Kültür ve Dayanışma Vakfı, İslami Dayanışma Vakfı, Gebze Hizmet Vakfı, Davet Eğitim, Kültür ve Kardeşlik Vakfı, Hak-Yol Vakfı, Akabe Vakfı, Vahdet Dostluk ve Eğitim Vakfı gibi İslami vakıfların yanı sıra bir Alevi vakfı olan Zöhre Ana Ali Vakfı da bulunuyordu. Dünya Spastik ve Ortopedik Özürlüler Vakfı da yine aynı şekilde  Türk Medeni Kanunu’nun 101’inci maddesine aykırılık sebebiyle 28 Şubat döneminde kapatılan vakıflar arasında sayılıyor.  Beyanlar: Konu ile ilgili vicdan sahiplerinin kamuoyuna açıklamaları
    28 Şubat Öğrenci Derneği Başkanı Emine İlyas’ın açıklamaları, Eğitim-Bir-Sen’in “Rakamlarla 28 Şubat Raporu” , SETA 28 Şubat Raporu, SETA Medya ve Toplum Araştırmaları Direktörü İsmail Çağlar’ın “28 Şubat Ülkenin Yüzyıllarını Dizayn Etmeye Çalışan Bir Askeri Müdahaledir.” konulu açıklaması, İnsan Hakları Cemiyeti Genel Başkanı Avukat Mehmet Karadağ’ın “28 Şubat bir zulüm sürecidir.” konulu açıklaması, Avukat Hüsnü Tuna’nın “28 Şubat’ın en önemli aktörlerinden biri FETÖ’dür” konulu açıklaması, 28 Şubat Kadın Platformu Başkanı Mine İpek Dicle Üniversitesi’nde ‘28 Şubat’tan 15 Temmuz’a Türkiye’ sempozyumunda yaptığı açıklama, Türkiye Yazarlar Birliği (TYB) Genel Başkanı Mahmut Bıyıklı’nın 28 Şubat mağduru aileler ve vatandaşlar ile Üsküdar Mihrimah Sultan Camisi önünde basın açıklaması dikkate değerdir.
    TİHEK’e Başvuran 28 Şubat Öğrenci Derneği Başkanı Emine İlyas
    “Kapıda polisler bekliyordu sürekli. Başımızı açarak veya başımıza peruk geçirerek içeri girebileceğimiz söyleniyordu. Belli bir süreçten sonra arkadaşlarımız mecburen peruk takarak okula girmeye başladı. Arkadaşlarımız peruk takıp ağlayarak okula giriyordu. Bu benim asla unutamayacağım bir tabloydu. 28 Şubat darbesi hepimizi lime lime eden bir süreçti. O dönemde ailesinin baskısıyla okula devam etmek zorunda olanlar vardı. Ailesi okula devam etmesini istiyor, ya da kendisi okulunu bırakmak istemiyor. O yüzden başına peruk takarak okuluna devam etmek zorunda kalanlar oldu. Kimisi okula devam etti, kimisi de benim gibi evine döndü. İmkânı olanlar da yurt dışına gitti. Bu da insanı üzen bir şey. Kendi ülkende okuyamıyorsun, yurt dışında başörtüyle okuyabiliyorsun. Belki hukuki olarak hakkımı arayabileceğimi düşündüm. Eğitim hakkının temel bir hak olduğunu biliyordum. Bu hakkımdan zorla isteğim dışında okuldan uzaklaştırılıyorum. Bu yüzden mahkemeye başvurdum. Mahkeme bu süreçte okula başörtüyle devam ettiğimiz için, okulun huzurunu bozduğumuz için bizi suçlu buldu. Hukuk da sizi suçlu bulduktan sonra pek bir şey yapamıyorsunuz. Eğitim hayatımdan istemeyerek mahrum kaldım. Bu sürecin bin yıl süreceği söyleniyordu bize. Yasak yüzünden 10 yıl boyunca hiçbir resmi kurumda ne çalışabildik, ne okuyabildik.”
    Avukat Hüsnü Tuna
    28 Şubat döneminde yaşanan hak ihlallerine karşı verdiği hukuk mücadelesiyle tanınan çeşitli sivil toplum kuruluşlarında yöneticilik yapan Avukat Hüsnü Tuna, 28 Şubat sürecinde YAŞ kararıyla ordudan atılanlardan hiçbirisinin FETÖ’cü olmadığına dikkat çeken Avukat Hüsnü Tuna Anadolu Ajansı tarafından kendisiyle yapılan bir söyleşide şu hususu vurgulamıştır:
    “28 Şubat’ın en önemli aktörlerinden biri FETÖ’dür. Nitekim FETÖ sanığı Ali Fuat Yılmazer, 28 Şubat sürecinde şeriatçı örgütlerle ilgili Genelkurmay Başkanlığı’nda brifingler verdiğini, darbeyi yönetenleri bilgilendirdiğini kendisi ifade etti. Dolayısıyla MGK’da fişlenen İslami örgütlerin bilgileri, dokümanları, FETÖ’den temin edilmiş, onlar tarafından sunulmuş ve orada gerekli icraatlar yapılmıştır. 15 Temmuz darbesine teşebbüs edenlerin büyük çoğunluğunun 1997-2000 yılları arasında akademiye girmiş insanlardan oluştuğunu” hatırlatan Tuna sözlerini şöyle sürdürmüştür:
    “28 Şubatçılar, ‘Biz bu darbeyi FETÖ’ye karşı yaptık ve askeriyeden attıklarımızın hepsi FETÖ’cü’ diyorlar ama atılanlardan hiçbirisi FETÖ’cü değil. Dolayısıyla FETÖ, 28 Şubat darbesine her yönüyle lojistik, maddi, toplum üzerinde yer etmesi için, yerleşmesi için, etkisini göstermesi için gerekli tüm çalışmaları onlarla birlikte yapmış bir örgüttür.”
    28 Şubat Kadın Platformu Başkanı Mine İpek ise “Bir daha 28 Şubat yaşamayalım. 28 Şubat mağdurları 20 yıldır cezaevinde. Cezaevindeki kardeşlerimizin hakkını savunmak üzerimize bir vebaldir. Bu kardeşlerimizin cezaevinden çıkarılması için gerekli yerlerle temas kuralım. Ben şahsım adına, bulunduğum platformlarda dile getiriyorum. Çünkü bu kardeşlerimizin çoğu başörtü eylemlerinde pankart açtıkları için, camide Kur’an dersi verdikleri için 20 yıldır hapisteler. Çocuklarının düğününe mektup ile katılıyorlar, yakınlarının cenazelerine katılamıyorlar. Oysaki biz bugünkü rahatlığımızı hapiste yatan kardeşlerimize borçluyuz.” dedi.
    MAZLUMDER (İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği)
    “28 Şubat’ın; hukuk, medya, siyaset ve bürokrasi kültürümüze pompaladığı ve etkisi halen süren çarpıklıklar bir yana, hapsettiği ve 20 yılı aşkın süredir cezaevlerinde tutulan siyasi mahpuslar yönünden devam eden bir darbedir. Bu darbe her şubat ayında tarihten kesitler sunarak ya da nostaljik söylemlerle geçiştirilemeyecek bir mazlumiyeti en kaba haliyle devam ettirmektedir. Bağımsız ve adil mahkemelerce yeniden yargılanma haklarının verilmesi bile bu insanların mağduriyetlerini telafi etmeyecektir. Giden acı dolu yıllara rağmen hiç değilse bundan sonrası için hak ettikleri adaletin avuçlarına devlet tarafından konduğunu hissetmeleri, onların en doğal ve tartışılmaz haklarıdır.
    Teşebbüsün ötesine geçip gerçekleşmiş bir darbe olarak gündemimize oturan 28 Şubat Darbesi halen insan öğütürken, 20-25 yıllık mahpusların aileleri cezaevi yollarında süründürülürken, çocuklar babasız büyümek, anneler çocuklarına hasret bir ömür sürdürmek zorunda kalırken yeni bir yıla girdik. Beraat etmesi gerekirken bir torba dosyaya dahil edilen; en ağır yorumda bile “adli nitelikli süreli hapis” cezası alması gerekirken “siyasi nitelikli müebbet hapis” cezası verilen; oynanmış dijital kayıtlarla cezalandırılan; avukatsız ve işkenceli sorgulamalarda imzalatılan sahte ifade tutanaklarına dayanılarak gençlikleri ellerinden alınan; toplumsal zemin oluşturmak adına ev ya da işyerlerine yerleştirilen sahte delillere dayanarak aşağılık iftiralarla suçluymuş gibi medyanın önüne atılan 28 Şubat Mahpuslarına özgürlük talebiyle bir kez daha karşınızdayız. Defalarca vurguladığımız üzere kendilerini tutuklayanlar tutuklu hale geldiği halde af talebinde bulunmayan, vakur ve onurlu bir duruşla haklarını arayan 28 Şubat mahpuslarının hak taleplerine kulak vermek ve bu talebin gereğini yerine getirmek başta yargı, iktidar ve TBMM olmak üzere herkesin üzerine düşen önemli bir görevdir. MAZLUMDER olarak, Brifingli yargılamaların kötü mirasını devralan mevcut mahkemeleri, iş yoğunluğu bahanesini bir tarafa atarak, gerekirse gecelerini gündüzlerine katarak bu sorunu çözmeye davet ediyoruz. 28 Şubat sürecindeki siyasi yargı kararlarının iptal edilerek 28 Şubat’ın brifingli-siyasi yargılamalarının yok sayılmasını talep ediyoruz. 28 Şubat mahpuslarının hiçbir bahane ya da erteleme olmaksızın derhal serbest bırakılmasını istiyoruz.”
    İnsan Hakları Cemiyeti Başkanı Mehmet KARADAĞ
    “İdeolojik ilke ve söylemlerle, dayatma ve zorlamalarla toplumun tümü zulüm cenderesine sokulmuştur. Özellikle dindar mütedeyyin kişiler sindirilip yok edilmek istenmiştir. İnanç ve ibadet özgürlüğü hiçe sayılmış, bireysel yaşam tarzı ve tercihler bile takip ve denetim altına alınmıştır. İnançlarına yaşam tarzlarına göre insanlar fişlenmiş, çalışma ve eğitim hakları acımasızca ellerinden alınmıştır. Tesettürlü bacılarımız sadece kamusal alandan tasfiye edilmemiş; muasır medeniyet için en büyük engel olarak gösterilerek ötekileştirilip dışlanmıştır. Kur’an kursları ve İmam Hatip okulları işlevsiz hale getirilmiştir. Parti, dernek, vakıf ve sivil toplum kuruluşlarına terör örgütü muamelesi yapılmıştır. Sermaye ve şirketler bile sınıflandırılıp yaftalınmış, teşebbüs özgürlüğü çiğnenmiştir
    Brifing ve talimatlarla harekete geçirilen yargı erki silah olarak kullanılmış; adalet dağıtması gereken hâkimler ve mahkemeler hukuk dışı kararlara imza atmışlardır.
    Zamana yayılarak planlı bir şekilde uygulamaya konulan bu zulüm sürecinin aktörleri sadece tankları yürüten, ‘Batı Çalışma Grubu’ adıyla organize olan militarist güçler değildir. 28 Şubat öncesi ve sonrası ortamı hazırlayıp algı oluşturan yazılı ve görsel medya, siyaseti dizayn eden kirli siyaset odakları, sözüm ona bazı sendika ve meslek kuruluşları, elitist rantçı sermaye grupları, YÖK ve yüksek yargı mensupları da vesayet odaklarıyla beraber bu zulmün icracısı olmuşlardır. Birçok aktör ve bileşenin eşgüdüm halinde harekete geçirilmiş olması 28 Şubat darbesini diğer darbelerden ayıran ve daha yıkıcı kılan yönüdür. Gün geçtikçe bu zulüm sürecinin etki ve boyutları daha net ortaya çıkmaktadır.
    Tüm bunlara rağmen bu zindan mağdurlarının mağduriyetlerinin giderilmesi için ciddi bir adım atılmış değildir. 28 Şubat darbesinin mimarlarından hesap sorulmamışken sayıları yaklaşık 600 civarında olan, önemli bir kısmı 20 yıldan fazla süredir cezaevinde tutulan bu mağdurların ve ailelerinin feryatları çığlığa dönüşmüştür.”
    Yaşananlar: Bu süreçte neler olmuştu?
    Türkiye tarihine “Postmodern Darbe” olarak geçen 28 Şubat Darbe sürecinde yaşanan mağduriyetlerin etkisi, 22 yıl geçmesine karşın etkilerini halen devam ettirmektedir. Bu süreçte neler olmuştu, STK ların açıklamaları ve raporlarında yer alan bilgiler göz önüne alındığında şu sonuçlar ortaya çıkmaktadır:
    -28 Şubat Postmodern Darbesiyle irticanın hedef alındığı iddia edilerek seçilmiş bir hükümet yıkılmış, bu darbenin ardından alınan Milli Güvenlik Kurulu (MGK) kararları başta kamu, ekonomi ve eğitim alanlarında olmak üzere pek çok insanın mağduriyetine neden olmuştur.
    -28 Şubat 1997’de Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel başkanlığında toplanan ve 8 saat 45 dakika süren MGK’da alınan kararlarla başlayan 28 Şubat süreci, ülkede yüz binlerce kişiyi etkilemiştir. Söz konusu MGK bildirisi ile “Temel eğitimin 8 yıla çıkması, imam hatip okullarının meslek okullarına dönüştürülmesi, irticai faaliyetlere karıştıkları için TSK’daki görevlerine son verilen askerlerin belediyelerde istihdam edilmesinin önüne geçilmesi” de yer almıştır.
    -Kamuda “başörtüsü yasağı” getirilerek birçok kamu görevlisi hakkında soruşturma açılmış, hatta bazılarının işlerine son verilmiştir. Öğrencilerin de başörtülü bir şekilde eğitim almaları yasaklandığı gibi bu yasak sadece kadınları değil eşi başörtülü erkekleri de etkilemiştir. Sayısı tespit edilemeyen çok sayıda erkek, eşi başörtülü olduğu için veya “irticai fikirleri ya da faaliyetleri” nedeniyle işten atılmış, kişiler eşleri ve işleri arasında tercih yapmaya zorlanmıştır.
    -Başörtülü öğrenciler üniversitelere alınmamış hatta “ikna odaları” kurularak öğrencilerle yapılan özel görüşmelerle üzerlerine psikolojik baskı oluşturulmuştur. Öğrencilere iki seçenek bırakılarak, ya başlarını açarak yükseköğrenimlerini sürdürebilecekleri ya da açmayarak üniversite hayallerine son vermeleri istenmiştir. Bu baskı sonucu öğrencilerden bazıları okulu bırakmak zorunda kalmış, bazıları istemeyerek başlarını açarak ya da peruk takma yoluyla öğrenimlerine devam etmiş veya eğitimini yurt dışında sürdürmüştür. Bu dönemde Sivas Cumhuriyet Üniversitesinde, hemşirelik bölümü birincisinin, başörtülü olduğu için törene alınmaması, o yıllarda 28 Şubat haksızlıklarının sembolü olarak hafızalara kazınmıştır.
    -MGK kararları doğrultusunda 8 yıllık kesintisiz eğitim, tüm yurtta uygulamaya kondu. Bu uygulama, imam hatip liselerini ve Kuran kurslarını nerdeyse bitme noktasına getirilmiştir.
    -İmam hatip lisesi ve meslek lisesi öğrencilerinin sadece kendi alanlarında üniversite okumaları için üniversite sınav puanlarının hesaplanmasında katsayı uygulamasına geçilerek, öğrencilerin puanları düşürüldüğünden meslek liselerine giden öğrenci sayılarında büyük bir düşüş yaşanmış, bu da ara elaman temininde sıkıntılara neden olduğundan ülke kalkınmasını da olumsuz yönde etkilemiştir.
    -Birçok sivil toplum kuruluşu, vakıf ve dernek “irticai faaliyet” iddialarıyla kapatılarak malvarlıklarına el konulmuştur.
    -Yüksek Askeri Şura (YAŞ) kararlarıyla Türk Silahlı Kuvvetlerinden 1635 kişi atılmıştır.
    -1997-2001 yılları arasında 11 bin öğretmen istifa ederken, 3 bin 527 öğretmenin görevine son verilmiş, aynı dönemde kılık-kıyafet ve fişlemeler nedeniyle 11 bin 890 öğretmen disiplin cezası alırken 33 bin 271 öğretmen disiplin soruşturmasına tabi tutulmuştur.
    -Kılık kıyafet yasağı nedeniyle yükseköğretim kurumlarındaki 139 kamu görevlisinin, irtica gerekçesiyle Diyanet İşleri Başkanlığındaki 128 kişinin görevlerine son verilmiştir. Yine irtica gerekçesiyle 71 kaymakama meslekten el çektirilirken, 210 vali/kaymakam hakkında rapor tanzim edilmiştir.
    Demokrasiler için büyük bir skandal olan uygulama da Merve Kavakçı olayında yaşanmıştır. 1999 yılında Fazilet Partisi’nden milletvekili seçilen Kavakçıya başörtülü olduğu için Türkiye Büyük Millet Meclisinde (TBMM) yemin etmesine izin verilmemiştir. Yine Refah Partisi hakkında, “Laik cumhuriyet ilkesine aykırı eylemlerin odağı olduğu” iddiasıyla kapatma davası açılmış ve 16 Ocak 1998 de kapatılarak “demokratik katliam” işlenmiştir.
    -Anadolu’da 28 Şubat öncesinde kurulup büyüyen bazı şirketler, “yeşil sermaye” olarak fişlenmiş, yürütülen çeşitli kampanyalarla ürünlerine satış yasakları konularak şirketler birer birer kapatılmıştır.
    28 Şubat süreci neticesinde oluşan 2001 krizinde içi boşalan bazı bankalara el konularak borçları devlete yüklenmiştir. Bankaların borçları ve ekonomik krizin devlete maliyetinin 390 milyar doları bulduğu ifade edilmiştir.
    Yine bu sürecin en büyük fakat pek dikkate alınmayan mağdurlardan biri de o dönemde görev yapan bürokratlardır. Bu bürokratların hemen hemen tümü ya görevleriyle ilgisi olmayan birimlere atanmış, ya ailesinden çok uzak bölgelere sürülmüş ya da işgal ettiği makamlarla uzaktan yakından ilgisi olmayan rütbe tenziline uğramışlardır. Dahası hak arama mercii olarak gördükleri mahkemelerde görevli brifingli yargıçlar tarafından ve daha sonra büyük çoğunluğu Fetöcü oldukları gerekçesiyle görevlerinden uzaklaştırılanlar tarafından davaları reddedilerek mağduriyetleri daha da arttırılmıştır. Söz konusu görevlilerin çoğu baskı, haksız tayin ve makam tenzili nedeniyle ya emekli olmuş ya da görevlerinden ayrılmak zorunda kalmışlardır. Aileleri de perişan olan bu kesimin de mağduriyetleri henüz giderilmemiştir.
    6353 ve 6495 sayılı Kanunlardaki düzenlemelerden de açıkça anlaşılacağı üzere 5525 sayılı Kanunu sadece bir disiplin cezalarının affı şeklinde bir kanuni düzenleme olarak görmemekte; haksız, hukuksuz ve mesnetsiz olduğu kabul ve ikrar edilen uygulamaların sonuçlarını hukuk âleminden ortadan kaldıran ve mahrum kalınan hakların iadesine zemin teşkil eden bir kanun olarak görmektedir. Nitekim Kamu Denetçiliği Kurumu’nun 16.5.2019 tarihli ve 2019/7723 başvuru no.lu tavsiye kararında bu husus vurgulanarak, Türk Silahlı Kuvvetleriyle ilişiği kesilenler yönünden 6191 sayılı Kanunla getirilen çalışıl(a)mayan sürelere ilişkin geçmişe dönük mali ve sosyal hakların, diğer kamu görevlileri için de tanınmasının sosyal devlet ilkesinin ve hakkaniyetin gereği olduğu ifade edilmiştir.
    28 Şubat Darbesi sonrası kılık kıyafet gerekçesiyle okullarından uzaklaştırılan öğrencilerin özellikle eğitim fakültelerinden mezun olmaları halinde doğrudan öğretmenlik mesleğine atanacakları gerekçesiyle hak kaybına uğradığı öne sürülmektedir. 28 Şubat Öğrencileri Derneğinin başvuru dilekçesinde de belirtildiği iddialara KDK tarafından da incelenerek bir tavsiye kararı verilmiştir. Söz konusu tavsiye kararının hayata geçirilmesi için İdarenin karar alması beklenmektedir.
    28 Şubat sürecinde, baskı ve sürgünler neticesi görevlerinden istifa eden/müstafi sayılan memurların mağduriyetlerinin giderilmesi adaletin, hukukun ve sosyal devlet ilkesinin bir gereğidir. Memur-Sen’in 2014 yılında yayınladığı “Rakamlarla 28 Şubat Raporu”na göre bu durumda olanların sayısı o dönemde görevine son verilenlerin sayısından fazladır ve yaklaşık 11.000 civarında olduğu tahmin edilmektedir.
    -Tenzili rütbe nedeniyle, haksız tayin ve sürgünler nedeniyle maddi zarara uğrayan kamu görevlilerin de halen devam eden mağduriyetleri bulunmaktadır.
    28 Şubat Post Modern darbe sürecinde özellikle FETÖ yönlendirmesi ile yapıldığı iddia edilen yargılamalar sonucu yüzlerce mahkûmun hapiste olduğu bilinmektedir. Bu mahkûmların özellikle bir kısmı cezaevinde kalmaya uygun olmayan yaşlı ve ağır hastalardır. Bu yaşlı ve hasta mahkûmlardan ceza ehliyeti bulunmadığından dolayı bırakılmış olanlar bulunsa da Adli Tıp süreçleri tamamlanmadığı için halen hapiste tutulmaya devam edenlerin mağduriyetleri devam etmektedir.
    Mağduriyetlerin Giderilmesi İçin Bu Güne Değin Neler Yapıldı?
    -Başta üniversiteler olmak üzere Kamuda çalışan kamu görevlileri açısından kılık kıyafet yasağı uygulaması son bulmuştur. Başörtüsü yasağı nedeniyle kamu görevinden ihraç edilen bu sebeple mağdur olan kamu görevlileri yeniden görevlerine iade edilmiştir.
  • 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununa eklenen geçici 32 nci madde ile Yüksek Askeri Şura kararları ile Türk Silahlı Kuvvetlerinden ilişiği kesilenlere kamu hizmetine dönüş imkanı tanınmıştır. Bu düzenleme ile özellikle 28 Şubat sürecinde “irticai faaliyet” gerekçesiyle ihraç edilen personele eksikleri olsa da hakları iade edilmiştir.
  • -Meslek lisesi mezunlarına uygulanan katsayı adaletsizliği kaldırılmış olup meslek lisesi mezunlarının istedikleri bölümlere gidebilmelerinde önemli bir engel kaldırılmış oldu.
  • -Kesintisiz 8 yıllık zorunlu ilköğretim uygulaması 4+4+4 olarak nitelendirilen 12 yıllık zorunlu eğitim uygulamasına geçilmiştir. Bu uygulama ile zorunlu eğitim kesintisiz olmaktan çıkarılarak ilköğretim çağındaki çocukların Kur’an Kurslarına gidebilmelerinin önü açılmıştır.
  • -Üniversite öğrencilerine af çıkarılmış ve 28 Şubat sürecinde üniversitelerden ilişiği kesilenlere geri dönüş imkânı verilmiştir.
    -Kanun koyucu tarafından 28 Şubat sürecinin ortaya çıkardığı hukuka aykırı yaptırım ve uygulamalar nedeniyle görevlerine son verilenlerin mağdur olduğu kanaatine varılarak 2006 yılında çıkarılmış bulunan 5525 sayılı Kanunla mağdurların görevlerine dönüş imkânı sağlanmıştır. Nitekim 6353 ve 6495 sayılı Kanunlarla da 5525 sayılı Kanun çerçevesinde kamu görevine yeniden atananlara geçmişe dönük çalışmadıkları süreleri hizmetlerine sayılarak kademe ve derece artışı yanında çalışmadıkları süreler boyunca sigorta primi ödenmemiş veya emekli keseneği yatırılmamış sürelerine ilişkin kesenek ve kurum karşılığı toplamları ilgili kurumlarınca ödenmesi yönünde düzenleme yoluna gidilmiştir.Bundan sonra neler yapılabilir?
    -İnancından dolayı askeri brifinglerle yönlendirilmiş hukuksuz yargı süreciyle mahkûm edilmiş ve cezaevinde bulunan mağdurların dosyaları kurulacak bir komisyon marifetiyle incelemeye alınarak haksızlık ve hukuksuzluklar tespit edilmelidir.
    -5218 sayılı Kanun ile kaldırılan idam cezası yerine ağırlaştırılmış müebbet cezası tek kişilik hücrelerde infaz edilmekte olan yukarıda belirttiğimiz kamuoyu nezdinde adaletsiz yargılama sonucu mahkûm edilenlere ilişkin gerekli adımlar, kanun değişiklikleri acilen yapılmalıdır.
    -O dönemde görev yapan ve hakları çiğnenen bürokrat ve diğer kamu görevlilerinin hakları iade edilerek uğradıkları haksızlıklar bir nebze de olsa giderilmelidir.
    -28 Şubat mağduru kamu görevlilerinin kamu görevinden çıkarıldıkları tarih ile kamu görevine yeniden atandıkları veya emeklilik hakkının elde ettikleri tarih arasında, kadro unvanları itibariyle ödenmesi gereken maaş, ücret, ek ödeme, özel hizmet tazminatı, ilave tazminat vb adlar altındaki mali hakları ile paraya taalluk eden sosyal haklarının karşılıklarının ödenmesi gerekmektedir.
    -28 Şubat sürecinde tutulan istihbarı hafıza halen temizlenmemiş olup o dönemki kayıtlar halen yargılamalarda delil olarak kullanılmaya devam etmektedir. 28 Şubat fişlemeleri baz alınarak yapılan güvenlik soruşturmalarından vazgeçilmelidir.
    -Ayrıca, 28 Şubat sürecinde istifa etmek zorunda kalanların/müstafi sayılanların hem ellerinde hem de sicil dosyalarında yapılan baskı, sürgün ve disiplin soruşturmalarına ilişkin belgeler ile mahkeme kararları mevcut olup istifa etmek zorunda kalan/müstafi sayılan memurların geriye dönük emeklilik borçlanması ve maddi kayıpları konusu ele alınmalıdır.
    -23/4/1999 ile 14/2/2005 tarihleri arasında, tabi oldukları personel mevzuatına göre almış oldukları disiplin cezası sonucu memuriyetleri sona erip, 22/6/2006 tarihli ve 5525 sayılı Kanun uyarınca haklarında verilmiş disiplin cezaları bütün sonuçları ile ortadan kaldırılanlara tanınan hak, bu süreçte istifa etmek zorunda kalanlara/müstafi sayılanlara da tanınmalı ve bu kişilerin boşta geçen sürelerini emekliliklerine sayılması sağlanmalıdır. Bu konuda gerekli düzenlemelerin yapılması düzenleme konulması için gerekli girişimlerde bulunulması gerekmektedir.
    -28 Şubat sürecinde başörtüsü nedeniyle açılan soruşturmalar sonucu görevinden istifa etmek zorunda kalan veya müstafi sayılan Devlet Memurları, yaklaşık 10 yıl aradan sonra tekrar memuriyete dönüş imkânı bulmuş ancak çalışmadıkları (boşta geçen) sürelerinin emekliliklerine sayılması yönünde bir düzenleme yapılmadığı için bu süreleri emekliliklerine saydıramamışlardır. Emsallerinden kimi emekliliği hak etmiş, kimi de hak etmek üzeredir. Bu durumda olanlar ise emeklilik hakları için daha uzun yıllar çalışmak durumundadırlar. 2008, 2012 ve 2013 yıllarında yapılan düzenlemelerle disiplin suçu nedeniyle görevine son verilenler için gerekli yasal düzenlemeler yapılmış ve boşta geçen sürelerini emekliliklerine saydırma hakkı tanınmıştır. Üstelik SGK ödemelerini de devlet yapmıştır. Bu düzenlemeler, 28 Şubat sürecinin mağdurları olarak istifa etmek zorunda kalan veya müstafi sayılan memurlar için herhangi bir hak doğurmamıştır. İstifa etmek zorunda kalanlar ve müstafi sayılanlarla ilgili yeni bir süreç başlatılıp haklarını alabilecekleri bir düzenleme yapılmalıdır. Ayrıca davaları kazandıkları halde bakanlıklar tarafından atamalarını yapmadığı kişilerin atamaları yapılmalıdır.
    -OYAK kesintilerinin hak sahiplerine iadesi yolu açılmalıdır. Emeklilikte yaşa takılanlarla ilgili hiç olmazsa kademeli maaş sistemine geçilmeli, böylelikle muhtaç hale gelmekten kurtarılmalılar.
    -28 Şubat Öğrencileri Derneğinin başvuru dilekçesinde de belirtildiği iddialara ilişkin KDK tarafından verilen tavsiye kararının hayata geçirilmesi için ilgili İdarenin ivedilikle bir karar alarak uygulamaya geçirmelidir.
    -28 Şubat darbe mağduru mahkûmların yanı sıra özellikle Cezaevinde kalmaya uygun olmayan yüzlerce yaşlı ve ağır hasta olduğundan dolayı ceza ehliyeti bulunmayan mahkûmlardan bir kısmı bırakılmış olsa da Adli Tıp süreçleri tamamlanmadığı için halen hapiste tutulmaya devam edenlerin mağduriyetleri bir an önce giderilmelidir.
    -Tenzili rütbe nedeniyle haksız tayin ve sürgünler nedeniyle maddi zarara uğrayanların da mağduriyetlerinin giderilmesi için çalışmaların yapılması
    -28 Şubat Postmodern mağdurlarının avukatları, işkence raporlarıyla yeniden yargılama talebinde bulunsa da, Anayasa Mahkemesi’ne başvuru için ‘Eylül 2012’den sonra kesinleşen kararlar’ kriteri mağduriyetlerin giderilmesine engel oluyor. Mağdurların Aileleri, işkence altında kabul ettirilen suçlar için yeniden yargılamanın önünün açılmasını talep ediyor. Aileler, yıllara uzanan bir sürece dönüşmeden, hızla mağduriyeti gidermesini istiyor. Çarpıcı bir örnek vermek gerekirse 28 Şubat mağdurlarından olan ve bugün yaşasaydı cezaevinde olacak olan Halil Kantarcı, 15 Temmuz’da darbecilere karşı koyarak şehit düşmüştü.

Mehmet ALTUNTAŞ
26 Şubat 2020

SOKAK KÖPEKLERİ Mİ SOKAK MAGANDALARI MI?

SOKAK KÖPEKLERİ Mİ SOKAK MAGANDALARI MI?
Bir dönem Twitter’da haftanın her günü için açılan taglar vardı. #Pazartesi #Salı… gibi… Ülkede de aynen buna benzer gündem maddeleri veya sabiteler vardır. Mesela dünya ana dil gününde herkes anadilini hatırlar, yazarlar bu konuda yazılar yazarlar, çizerler çizgi çizerler, ozanlar türkü söylerler…

Dünya barış günü gelir, barış yazıları yazar, barış türkülerini söyleriz. Kısacası günün anlam ve önemine binaen yazar, çizer senenin sonunu getiririz.

Bir de küllenmeye yüz tutan gündem maddelerimiz vardır. Bir rüzgâr gelir, küllenmeye yüz tutan bu ateşe körük olur, kor ateş haline çevirip yüreklere düşürür, gündem olur. Buna misal de zaman zaman sağa sola saldıran şu sokak köpeklerini ve pitbull gibi köpek cinslerini getirebiliriz. Birkaç hafta önce Gaziantep’te köpek saldırısına maruz kalıp yüzü parçalanan kız çocuğu nedeniyle şu başıboş, avare köpekler yine gündem maddelerimizden bir tanesiydi.

Hepimiz “Gündeme takılmamak gerekir” diye bir cümleyi duymuşuzdur. Ben de gündeme takılmayayım, gündemde sokak köpekleri yokken şu köpekler meselesine değineyim dedim; ama o da ne! Yazımın bu kısmına geldiğimde yukarıda sözünü ettiğimiz rüzgâr esti, yine çok sayıda saldırı haberleri ajanslara düştü.

Kendi aramızda da zaman zaman sokak köpeklerini konuşuyoruz. Bu sohbetlerde mutlaka “Arkadaş! Köpeklere dokunamıyoruz. Köpekler insanlardan daha fazla değere bindi” benzeri bir cümle de kuruyoruzdur.

Toplumun büyük kesiminde ülkede bir şeylerin ters gittiği kanısı vardır. Şu ters giden şeylere şu avare, sokak köpekleri meselesini de eklemek mümkün.

Mesela fıkraların gerçeğe dönüşmesi bir şeylerin ters gittiğinin işaretidir. Anlatılır ki adamın biri donun düştüğü, soğuk bir kış günü yabancısı olduğu bir köye gider. Köpekler bu yabancıyı görünce ona doğru gelip havlamaya başlarlar. Adam kendini korumak için yerden bir taş almaya çalışır. Ama ne görsün! Soğuktan taşlar yere yapışmış. İşte o zaman da tarihe geçen ve hepinizin bir şekilde duymuş olduğu o antika sözü söylemiş; “Burada taşları bağlamışlar, köpekleri salıvermişler”

Elimiz bağlı olsa da dilimiz bağlı değil. Öyleyse;

1-Sahipsiz sokak köpekleri konusunda gürültü çıkaran, sahipsizlerin sahibiyiz diyen güruha birer köpek zimmetlenmelidir.

2-Sokak köpekleri iktidar boşluğundan istifade ederek örgütlenmişler. Sokak köpekleri ülkeyi parçalamasa da, insanımızı parçalayan birer terörist olmuş, alan kapmışlardır. Terörle Mücadele Kanununa bir ekleme yapılmalı, yaptıkları eylemler karşılıksız bırakılmamalıdır.

3- 5199 sayılı hayvanları koruma kanunu diye bir kanunumuz varmış. İnsanları köpeklerden koruyacak bir kanun da çıkarılmalıdır.

4-Sokak köpekleri sorunu, bir güvenlik ve asayiş sorunu halini aldığı bilinmelidir.

5-Köpek saldırılarına karşı TSK hareket geçmelidir.

6-Türkiye’nin büyümesi ile köpeklerin çoğalıp büyümeleri arasında görülen düz orantı hayra yorumlanmamalıdır.

7-“Önce İnsan” mottosu, yerini “Önce Hayvan” mottosuna bırakmamalıdır.

8-Daha önce köpeğin insanı ısırması haber değildi, insanın köpeği ısırması haberdi. Artık köpeklerin insanları sık sık ısırmaları üstelik haber olmaları onların da sosyolojileriyle beraber psikolojilerinin bozulmasının işareti olduğu cihetiyle üzerinde düşünülmelidir.

9-Sokak köpeklerinin koskoca ülkenin ana gündem maddelerinden biri haline gelmesi, ülkeye yakışmamakta ve 2053 hedeflerini riske ettiği görülmelidir.

10-Millet “Sokak köpekleriyle yaşamayı öğrenmeliyiz” çaresizliğine itilmemelidir.

11-“Sokak köpekleri… hastanelik etti” gibi haberlerden köpeklerin sadece terörist olmadıklarını aynı zamanda çete-maganda oldukları da görülmelidir.

12-Sokak köpekleriyle senkronize havlayan köpekler arasına bir set çekilmelidir.

13-Zenginlerin sitelerinde sokak köpeklerine pek rastlanmaması bir zenginin, bir kodamanın çocuğuna saldırmamaları dikkate değerdir. Bu nedenle zenginlerin sesi çıkmamakta, fakiri de kimse duymamaktadır. Sosyal devlet üzerine düşeni yapmalı, köpeklere ve zamlara karşı fakirin elinden tutmalıdır.

Konumuz köpekler iken zam da nereden çıktı? diye soracak olursanız, aklımızdan çıkmıyor ki!

https://dogruhaber.com.tr/yazar/m-ziya-gumus/18225-sokak-kopekleri-mi-sokak-magandalari-mi/

Sahipsiz köpeğin saldırdığı vatandaşa belediye tazminat ödeyecek

Konya’nın Karatay ilçesinde yaşayan bir vatandaşın, kuduz olan sahipsiz köpekler tarafından saldırıya uğramasına ilişkin davada, ilçe belediyesinin yanı sıra büyükşehir belediyesi ile valilik de sorumlu bulundu. Mahkeme, sahipsiz hayvanların korunması ile bakım ve gözetiminin valilikler, büyükşehir ve ilçe belediyelerinin sorumluluğunda olduğunu belirterek, başı boş köpeklerin saldırısına uğrayan vatandaşa 3 bin lira manevi tazminat ödenmesine hükmetti. Fatih Boğaz, 6-7 sahipsiz köpeğin saldırısına uğramıştı.

Kuduz tedavisi gördü
Köpekler tarafından ısırılan ve kuduz tedavisi gören Boğaz, belediyenin görevlerini yapmadığı gerekçesiyle, Karatay Belediyesi aleyhine Konya 1. İdare Mahkemesinde 3 bin TL’lik tazminat davası açmıştı.

Belediye tazminat ödeyecek
Yargılama sonucunda mahkeme, olayda ilçe belediyesinin hizmet kusuru bulunduğuna, başı boş köpeklerin saldırması sonucu yaralanan ve tedavi gören davacının yaşadığı acı, elem ile üzüntüsünün hafifletilebilmesi amacıyla 3 bin lira manevi tazminat ödenmesine hükmetti.

“İdare görevini yerine getirmedi”
Yerel mahkemenin kararında, insan ve çevre sağlığı açısından tehdit mahiyetinde bulunan sokak hayvanlarını toplayıp rehabilite etme konusunda davalı idarenin görevini gereği gibi yapmadığı ve kusur sorumluluğu bulunduğu belirtildi.

“Hayvanların sorumluluğu belediyelerde”
Kararda, mevzuat hükümleri gereğince, başta köpekler olmak üzere sahipsiz hayvanların korunması, bakım ve gözetimi, saldırgan olanların eğitilmesi ve sahiplendirilmesi, hayvan bakım evlerinin kurulması gibi birtakım görev ve sorumlulukların valiliklere, büyükşehir ve ilçe belediyelerine ait olduğuna işaret edildi. https://www.yenisafak.com/amphtml/gundem/sahipsiz-kopegin-saldirdigi-vatandasa-belediye-tazminat-odeyecek-3650756

Sarıyer’de ‘başıboş köpek’ dehşeti: Ölümden dönen genç kız belediyeye isyan etti. https://www.yenisafak.com/hayat/sariyerde-basibos-kopek-dehseti-olumden-donen-genc-kiz-belediyeye-isyan-etti-3649270