Kısırlaştırma çözüm mü?

Kısırlaştırma bilimsel ve kanıtlamış bir yöntem değildir. Türkiye’de kısa ve uzun vadede köpek saldırılarını önlemek için hiçbir uygulama bulunmamaktadır.  “Yakala‐kısırlaştır‐geri bırak” metodu sadece köpek popülasyonunu “kontrol altına alınmasını” söz veriyor, yani sokakta başıboş köpek olmasını savunuyor. “Yakala‐kısırlaştır‐geri bırak”, kısa adı YKB, hakkında çok fazla belirsizlik bulunmaktadır. Birincisi, başıboş köpek popülasyonunun ne kadar büyük olduğunu bilinmiyor. Yalnızca İzmir’de 2017 yılında 500.000 başıboş köpek olduğu tahmin ediliyordu (53).  İkincisi, başıboş köpek sayısının bilinmemesiyle beraber, hedef de belli değil – kaç tane köpek kısırlaştırılması gerektiğine dair hiçbir fikir yok, “kontrol altına almak” cümlesinde ifade edilenler yoruma açık.  Üstelik kedileri ve köpekleri kısırlaştırma oranları (“sokak hayvanları”) adıyla bilerek  birleştiriliyor, bu durum YKB metodunu daha da anlamsız bir hale getiriyor. Herkes verileri  isteği gibi manipüle edebiliyor. “Yakala‐kısırlaştır‐geri bırak” metodu gerçekten köpeklerin sayılarını azaltıyor mu, yoksa emek, zaman ve para kaybı mıdır? Bilim insanları matematiksel bir başıboş köpek popülasyonu modeli hazırladı (54). 30 yıl içinde başıboş köpek popülasyonunun ne kadar artacağını, kısırlaştırmanın etkisini ve her şeyi öne koydu. Diyelim ki, bir şehirde 35 bin başıboş köpek var.
Birinci senaryoda, her ayda en az 750 kısırlaştırma yapılacaktır, çoğu köpek (%95) kolay yakalanacaktır. Başıboş köpek sahiplendirme oranı çok düşük olduğu için, sahiplendirme popülasyonda her hangi bir değişim yaratmayacaktır. İkinci senaryoda, başıboş  köpekler kendi haline bırakılacak, kısırlaştırma  yapılmayacak. 10, 20 ve 30 sene sonra ne  olacak bakalım: 15 sene sonra köpeklerin sayısı azalacak, fakat 30 senede tekrar artışa geçecek! İlginç bir şekilde, başıboş köpekleri kısırlaştırmazsak bile, sayılar astronomik seviyede olmayacaktır, çünkü köpekler sonsuz yaşamıyor, her yavru hayatta kalmıyor. Yani, köpek popülasyonu çizgi bozmadan düzenli olarak artacak. Birinci senaryoda, hem kısırlaştırma oranı yüksek, hem de yakalama oranı gerçek hayatın çok üstünde (mevcut yakalama oranı, popülasyon bazında en fazla %10‐20). Ona rağmen, köpek popülasyonu artacak. Eğer beslemeleri de resme katarsak, Türkiye’de başıboş köpek sayıları bu popülasyon modelinden çok daha yüksek olacağını öngörebiliriz. Sonuç olarak, maalesef ideal koşullarda bile, “Yakala‐Kısırlaştır‐Geri bırak” metodu hiç etkili değildir. Eğer Türkiye’de 10  milyon başıboş köpek olduğunu düşünürsek, 30 sene sonra sayı en az 20 milyona kadar ulaşabilir. Bu kadar emek, para ve zaman harcadığınızda alınan sonuca baktığımızda, hiçbir şey yapmamanın daha az kayıp anlamına geldiği görülmektedir. Her hangi durumda, sokaktabaşıboş köpek olduğu sürece, insanlar zarar görmeye devam edecekler. 
Yapılan istatistik ve matematik hesaplarına dayanarak diyorum ki: kısırlaştırma artık çözüm değil. Bugün başlansa bile 10 milyon köpeğin 5 yıl sonra ki nüfusu 40 milyon olacak. Kısırlaştırma 6-8 ay 1 üreme dönemde BİTMELİ yoksa popülasyona etkisi yok, agresyonu da engellemiyor. Kısırlaştırma çözüm olmaktan çıkalı çok olmuş tren kaçmış.
Öyleyse..

TÜRKİYE’NİN KONUŞTUĞU OLAYIN GERÇEKLERİ

TÜRKİYE’NİN KONUŞTUĞU OLAYIN GERÇEKLERİ

O kadar zor ve yoğun duygular içindeyim ki, bu yazıyı ne kadar zamanda tamamlayabilirim onu bilmiyorum. Son bir haftadır ülkede yaşanan ve sosyal medya aracılığı ile önce şahısları linç ile başlayıp, sonra aileyi ve İslam’ı mahkum etmeye kalkan nadanların ortaya koydukları tavır ve davranışlar, 28 Şubat’ı fiilen yaşayan biri olarak bana o günlerin hissiyatını yaşattı.
En başta bir müslüman olarak fuhşiyatın her çeşidine dönük İslam’ın hükümlerine iman etmiş ve adaletin o olduğunu, dolayısıyla suçu tespit edilmiş olan kişilere dönük gerçek adaletin had cezasının olduğuna inanıyorum. Bugün yaşadığımız toplum açısından ise, meri kanunlarca suçu tespit edilmiş olan kişilere en ağır cezanın verilmesinin zorunlu olduğunu söylüyorum.
Rahmetli Seyyit Kutup’a, “Sen Nasır’dan özür dile, beraat ettirelim” dediklerinde o, “Beni eğer Allah’ın hükmü ile mahkûm ediyor iseniz, hakkın hükmü karşısında boynum kıldan incedir. Yok eğer batılın hükmü ile beni mahkum ediyor iseniz, namazda şehadet için kalkan parmağım batılı onaylamak için kalkmaz” mealindeki ifadesinin fehvasında bu insanlar neyin hükmü ile kimi mahkum ediyorlar? sorusunu sormaktan kendimi alı koyamıyorum.
Bir ailenin İki seneden beri devam eden bir mahkeme sürecini, adeta yeni ortaya çıkmış yeni olmuş bir olay gibi sunup, onunla toplumda infial oluşturmak ve İslam dinine hakaret etmek için akla ziyan fısk-u fücurlarına inanmak doğru olmayan, ruz-i mahşerde mesuliyeti mucip bir davranış olduğu da hakikattır. Bununla beraber “hedefe götüren her yol mubahtır” sözünü kendine şiar edinmiş güruhların, saf dimağları ifsad etmede kullandıkları argüman ve söylemleri, büyük çoğunluğu dava dosyasında olan delil ve detayları ile ifade edeyim.
Peki bu işin evveliyatı ne?
Kadir İstekli (damat), kızımızın babasının talebesi olup, ailenin de zaman zaman işleri ile meşgul olan bir kişidir. Ailenin 4 çocuğundan en büyüğü olan abinin hafızlık hocası olmakla beraber diğer çocuklara Kuran-ı Kerim’den hafızlığa geçene dek eğitimlerini vermiştir. Çocukların aralarında ortalama 3 yaş farkı vardır. Abi hafızlığında has yaparken evden kaçan büyük kız Kuran-ı Kerim okumakta ve abisi ile beraber evlerinin karşısında bulunan İstekli’nin başka talebeleri ile beraber kaldıkları dairede eğitim görmektedir. Kaçan kızımız daha sonra Sakarya’da bulunan bir kız kursuna gider ve hafızlığını orda yapar. Yaşı 14 bitirip 15 girmek üzere iken İstekli, çocukluğundan tanıdığı hocasının kızını (kızın da isteği ve ailelerin rızası ile) ister ve topluma açık daviyetiyeleri bastırılarak önce nişan sonra düğün merasimleri yapılır.
Burada göz ardı edilmemesi gereken önemli bir detay, 28 Şubat dönemine denk gelen o yıllarda müslüman aileler, çocukları doğduğunda bir yolunu bulup küçük yazdırmaya gayret derlerdi. Zira o günlerde okul meselesi başlamadan çocuklarının hafızlıklarını bitirmesinin başka bir yolu da yoktur. Bundan dolayı kızlarını nüfusta bir yolunu bulup küçük yazdırırlar. Aynı durum diğer kardeşlerde de vardır. Dolayısıyla okul başlamadan hafızlığını bitirsin diye küçük yazdırılan kızımız aslında 14 bitirip 15’e giren değil, 16’yı bitirip 17’ye girmek üzeredir.
Nişandan sonra kendi isteği ve ailelerin rızası ile düğünleri yapılan kızımız düğünden kısa bir süre sonra kadın hastalıklarından rahatsız olur ve hastaneye gider. Hastanede doktorun yaşın küçük olmasında şüphelenip polise haber vermesi ile olay emniyete ve oradan da savcılığa intikal eder. Savcılık kaçan kızın yaşının aslında 17 olduğunu ve kendi rızası ve isteği ile evlendiği beyanı üzerine gerçekte yaşını tespit için kemik testine gönderir. Oradan da yaşının küçük değil büyük olduğu anlaşılınca koğuşturmaya gerek olmadığına hükmeder.
Bugün dile dolanan hususlardan biri, bu noktada kızın iddiasıyla kendisinin yerine başkasının girdiği söylemi!
Şimdi muayene eden doktor yanlış, kızımızı teste alan teknikerden diğer görevlilere kadar herkes yanlış, olayı tedkik eden savcı yanlış, anne baba, eş, kardeş herkes yalan ve yanlış söylüyor bir kızımız mı doğru söylüyor? Bu nasıl bir anlayıştır anlamak mümkün değil.
Süreç Devam Ederken…
Kızımızın bir çocuğu olur gayet mutlu ve makul bir ortamda evlilik hayatını sürdürürler. Bu süreç içinde kızımız mütemadiyen kocasına bu cemaat ve ailesine yakın çevrede yaşamak istemediğini söyler. Buralardan gidelim der. Fakat kocası bunun uygun olmayacağını işi gereği de olsa burada kalmak zorunda olduğu tarzında cevaplarla geçiştirir. Ta ki kızımız evden kaçmadan bir buçuk sene öncesinde yeni bir çocuğuna hamile kalır. Aradan 5 ay geçer ve çocuğun cinsiyetini öğrenmek için hastaneye gider. Muayenenin sonunda kızımız çocuğunu düşürdüğünü öğrenince adeta dünya başına yıkılır ve psikolojik sıkıntılar ortaya çıkar. Bu sıkıntılı süreç içinde bazen okumalar yapılır bazen de psikiyatrlara götürülür. Psikiyatrlar ilk başlarda teskin edici ilaçlar verirken, kızımız evde başka varlıklardan bahis edip, zaman zaman bayılma ve kendi kendine zarar verme, çocuğuna ve kardeşlerine şiddete yeltenme vb. hareketler sadır olunca, kızımızın babası diğer aile fertlerine “ablanız/kardeşiniz zor bir süreçten geçmekte, bizim ona yardımcı olmamız ve bir dediğini iki etmeden ona destek olmamız gerek” şeklinde kendi aile içi istişarelerinde karar alırlar. Baba alınan bu kararı damadına “Kızım nahif kişiliklidir. Çocuğunu düşürmesinden dolayı çok etkilendi. Her ne der ve isterse ona hayır deme. Maddi anlamda Yetersiz kalırsan bizde sana destek olalım ta ki bu süreci atlatana kadar” der.
Bu arada o güne dek akıllı telefon kullanmayan kızımız, kocasından akıllı telefon ister. Fakat o güne dek heyecanlı, zaman zaman başka şehirlere tatile, umre ziyaretlerine çıkan, AVM’lerde gezmeyi, alışveriş yapmayı seven kızımız, artık her nedense son zamanlarda kocasıyla beraber pek bir yere gitmek istemez. Kocası konuyu öğrenmek ve bir şekilde psikolojik sorunlarından dolayı bu halde olduğunu düşündüğü eşini hayata kazandırmak ve psikolojisinin düzelmesine katkı sunmak için konuştuğunda, daha önce gittiği 3 psikiyatrdan özellikle son gittikleri (daha sonra bir lgbt derneğinin idaresinde olduğunu öğrendiğimiz) psikiyatrın kendisini çarşaflı gördüğünde (kaçan kızımızın ifadesi ile) “Sen bu çarşaftan çıkmadıkça, kocandan boşanmadıkça, ailenden uzaklaşmadıkça huzur bulamazsın. Zira senin kendine özgü bir kimliğin yok/olmaz. Senin ne yayıp edip bunlardan kurtulman lazım.” demesinden sonra, kız kendisini kocasına, ailesine hepten kapatmış, aile ve koca istemediği herhangi bir şeyde ısrarcı olduğunda, kız bayılmalara varan terslemeler, şiddete yönelmeler kendisine ve çocuğuna zara vermelere yeltenmeye başlamıştır.
Genel hali bu olan kızımız telefonu eline aldığı bir ara, annesi gülüp bir şeyler yazdığını görür. “Neye bakıyorsun kızım ver bir bakayım” dediğinde ise, kızı vermez telefonu kaldırmaya bakar. Bir ara zorlayarak elinden telefonu alır. Ve telefonunda (daha sonra adı dosyada belirtilen bir radyoda program yapan bir programcıya uygunsuz resim gönderdiğini, ve “doğum günün kutlu olsun sevgilim” tarzında mesajları ve “sen paraları altınları al gel. Biz sana yer hazırladık.” mesajını görünce dünya annenin başına yıkılır. Babaya haber verir. Baba elinden telefonu alır ve kızına manevi baskı dediğimiz tarzda azarlamakla beraber nasihatlerde bulunur. Bu son yaşanan üzerine durum daha kötü, agresif bir hal alır. Aradan bir zaman geçtikten sonra anne birincisine benzer ikinci bir hadiseyi yakalar. Bu burumda ortaya çıkınca, bu sefer anne başka bir şey çıkar mı diye evin bazı yerlerini karıştırır. İçinde özel notlar olan bir ajandaya ulaşır. Kişinin eşine yazdığı tarzdaki notları okuyan anne perişan olur. Bu olaydan sonra kızı hepten arsız dediğimiz bir hal alır. (Tabi bu süreçte annenin yakaladığı bu gayrı ahlaki durumlardan damat haberdar değildir.)
Anne baba kızlarının, yaşanan bu olaylardan haberi olmayan ve bu sıkıntılı durumu nasıl atlatırız derdinde olan kocasını kullanarak, daha sonra öğreneceğimiz birtakım kişilerin akıl vermesi ve yönlendirmesi ile kaçmaya hazırlandığını, aileden ve ailenin yaşamından kurtulmak için birtakım deliller topladığının farkında değiller. Daha sonra olayın parçalarını birleştirdiğinde evet çocuğu düşük yaptığından dolayı gittiği doktorların verdiği ilaçlar ve süreç içinde psikolojik sıkıntılarının olduğu vaki. Ama kolunu bacağını morartırcasına sıkmaları, kolunu korkuluklara vurmaları, çocuğunu sıkıştırmaları, kardeş ve kocasına ters davranmalarının altında aslında akıl verenlerin yönlendirmesi ile kendine delil oluşturmakmış. Bu hal kaçtığı zamana kadar sürer.
Evden Kaçış…
Kızımız evden kaçınca anne baba eş herkes kızlarını arar. Emniyete haber verirler. Akşama doğru emniyetten “kızınız bulundu ama yerini size söyleyemeyiz” diye haber gelir. Bundan bir gün sonra da emniyetten ifadeye çağrılır. İfadeye giden kızımızın ailesi ve eş gidince, oradan “kızınız ve eşiniz sizden şikayetçi ve sizi nezarete alacağız” derler. Sonraki gün ifadeleri alındıktan sonra, oradan savcılığa daha sonra da mahkemeye sevk edilirler. Mahkeme hakimi, mahkemeye sunulan aksine delilleri görmekle beraber imza vermek kaydı ile tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakır.
Bu zaman diliminde anne, baba, eş, kızlarının ŞÖNİM’de olduğunu öğrenir. Bunun için şikayetçi olmadığı anne, abi, kız kardeş, defalarca mektuplar, dilekçeler le müracaat etseler de, kendilerine herhangi bir cevap verilmez. Daha sonra öğrenirler ki, kıza bakanlık bir avukat atamış avukatla zar zor anne görüşmek, hiç olmazsa avukatı aracılığı ile de olsa kızının sesini duymak ve kızının ihtiyaçlarına cevap vermek ister. Genelde avukatı kendisinin de kızı ile görüşemediğini söyleyerek yanıtsız bıraksa da durumunun iyi olduğunu en azından öğrenirler.
Kızlarının evden kaçmasının üzerinden bir yıl geçtikten sonra kızının kocasından boşanmak istediği haberi gelir. Aile “kızımız senden boşanmak istiyorsa boşanacaksın” diye damat tarafına söyler ve avukatı aracılığı ile kocası ne istediğini öğrenir. Kızımız anlaşmalı boşanmayı, çocuğunun velayetinin kendisinde kalmasını ve maddi tazminat birde nafaka istediğini söyler. Bunları duyan aile damat tarafına olması gereken de budur vb. bir karşılıkla anlaşmalı boşanmaları için damat tarafına söylerler. Onlar da kabul ederler.
Bir seneyi geçkin bir zamandan beri görmediği kızını görme umuduyla mahkemeye giden anne, kızlarının tesettürden çıktığını ve onlarca polisin arasında görünmeyecek şekilde geldiğini görünce mahkeme koridorunda fenalaşır. Böyle devam ederken ailenin bir dostu kızlarının bir şehrin, ilçesinde gördüğünü söyleyince bir umut anne abi ve iki kız kardeş giderler. Gerçekten de kızlarını torunları ile görürler. 2 saate yakın kızları ile oturup hasret giderdikten sonra kızları kalkmak ister. Nene, torunum biraz daha kalsa olmaz mı deyince, kızımız oradan kalkar ve tek başına kaldığı yere doğru yönelir. Bu arada uzakta olan abi bir koşu annesinin yanında olan yeğenini alıp “anne olmaz kardeşim gitti ise yeğenim onun yanında olmalı der” yeğenini alıp kaldığı yere teslim eder. Ama buradan döndükten birkaç gün sonra, kızlarının annesine abisine ve kardeşlerine de uzaklaştırma kararı aldığı haberi gelir. Bir daha da kızlarını rahatsız etmezler.
Boşanınca belli bir vakit sonrasında mahkeme ayın belli günlerinde babaya çocuğunu görme hakkı tanır ki bu yasaların ön gördüğü 15 günde bir, bir de özel günlerde çocuğun babada kalma süresi biraz daha fazladır. Birkaç kere çocuğu baba İstanbul’dan kızımızın kaldığı şehre giderek alır. Bir müddet sonra babasından dönen oğlunun anneye “anne neden beni fakir yaşamaya mecbur ediyorsun, neden bizim evimiz yok, neden bana oyuncak almıyorsun seni sevmiyorum” şeklinde baskılar yaptığını ve anneyi sıkıştırdığını öğrendik.
Bu arada boşandıktan sonraki süreçte kızımızın babası “kızım kaldığı yerde başkalarına muhtaç olmasın” diye aylık belli miktarda para göndermek istediğini avukatına söyler. Onun oluru ile kızımızın kendi hesabına aylık belli miktarda paralar yatırılır.
Bundan sonraki süreç…
Olay medyada çıkmadan önceki bayramda çocuğun babada 10 gün kalma hakkı vardır. Bundan önceki 4 seferde kızımız babasına çocuğu vermemek için direnir ve her seferinde, baba eğer peşine düşüp onu ve çocuğu bulurlarsa kolluk kuvveti nezaretinde çocuğu alır, yoksa görme hakkını kaybeder. Bir dahakine beklerler. Bu sefer 10 gün var ama nasıl olacak derken karakoldan çocuğu getirmediler der. Aldığı kurum aranır kızımız kendi isteği ile kurumdan dilekçe vererek ayrılmış ve nerde olduğunu bilmiyoruz derler. Bu sefer baba olduğu yerde 6 gün gece gündüz çocuğu arar. Sonunda yerlerini bulur ve yine kendisi değil emniyete ve avukatına haber vererek İstanbul’dan getirttiği avukatı ile beraber kolluk kuvvetleri alır ve babaya teslim ederler.
Çocuğu ile İstanbul’daki evine dönen baba henüz 3 günde iken belirtilerden şüphe ederek covid19 testini yaptırır pozitif çıkınca da avukatı aracılığı test sonuçlarını gönderir. Ve bitince çocuğu getireceğini söyler. Yok eğer illa ki istiyorum alacağım derse de kendisi veya avukatı gelip alabilir der.
Bunun üzerine kızımız kız kardeşini arayarak hakaret ve tehditlerde bulunur. Kardeşi bir şey söylemeden telefonu kapatır. Dayısını arayıp “bunlar çocuğumu benden kaçırdılar ben bunlara ne yapacağımı bilirim” diyerek tehdit eder ve telefon kapanır. Baba 6 gün sonra testi negatife dönünce çocuğu alır ve teslim edeceği yere götürüp teslim eder.
Bundan sonraki görüşmede artık kızımıza ulaşamamaktayız. Kendisinin ve çocuğunda nerde olduğunu bilmiyoruz. Kızımız mahkemeye müracaat etmiş kaçarken ki şikâyette bulunduğu dava sonuçlanana kadar babanın çocuğu ile görüşmesinin kaldırılmasını talep etmiştir. Bu nasıl bir güce sahip ki mahkeme baba ile konuşmadan, çocuk ile konuşmadan, kızımızın kaldığı olumsuz hiçbir şarta bakmadan isteğini kabul eder ve görüşmeyi kaldırır. Yapılan itirazlara da bir cevap verilmez derken olay medyada patlak verir.
Şimdi medyaya çıktıktan sonraki sürecin akışında, provokatörlerin tazyiki ile zihinlerimizi meşgul eden bazı hususları sormak ve cevaplarını almak sterim.
Bir defa dosyadaki delillere ulaşmak yasal olmadığı halde bir gazeteci nasıl bunları alabildi?
Hadi bunu geçtim, aynı dosyada ailenin avukatlarının sunduğu, iddiaları nakz eden onca deliler göz ardı edilerek, hem de bilinçli bir şekilde infial oluşturması için parça parça, güya yeni ortaya çıkmış gibi, toplumu manipüle etmeyi amaçladıkları belli bir vaziyette, bunları cımbızla ve özellikle toplumda infial yaratacak şekilde nasıl sunabiliyorlar?
Şimdi bu hadise nerden patlak verdi?
Kızımızın çocuğu vermek istememesi sonucu mahkemenin verdiği karar gereği çocuk ayın belli günlerinde babaya verilince bu patlama noktası oldu.
6 yaşındaki çocuğun nikahının kıyılması?
Bir defa provokatörlerin 6 yaşında evliliğe delil olarak gösterdikleri fotoğrafların aynısı, biri şu an 22, diğeri 19 yaşında olan bekar kız kardeşlerinin de var. İslami camiada Kuran’a başlarken, hafızlığa başlarken veya yıl sonu programlarında yaygın olarak kız çocukları bu tarz elbiseler giyerler.
Annenin başında mavi boneli olan fotoğraf kızımdır ve yanındaki damadımdır dediği fotoğraf?
Damadın, bu çocukların çocukken bakıcılığı ve Kuran hocalığını yaptığını zikrettik. O süreçte çekilen bir fotoğraf. Aynısı diğer kardeşlerin de benzere fotoğrafları var.
Kaç yaşında evlendi?
Kızımızın resmi yaşı 14 bitirip 15 girerken asıl yaşta da 16’yı bitirip 17’ye girerken kendi isteği ve ailenin onayıyla topluma açık bir programla önce nişanı, sonra düğünü olmuştur. Nişan fotoğrafı üzerinde mavi elbise olan resimdir. Düğün fotoğrafı ise beyaz gelinlikli olan fotoğraftır.
Ses kaydında damadın kızın iddialarını kabul ettiği görülüyor?
Psikolojik sorunları olan ve ailenin süreci rahat atlatması için kendi arasında kızımızı olabildiğince rahat ve huzurlu olması için bir dediğini iki etmeyelim diye karar alıp, damadına babanın “kızım düşük yaptığı için zor zamandan geçiyor. Sen de yardımcı ol. Senden isteklerini yerine getir. Hatta yetersiz kalırsan maddi anlamda ben sana destek olayım” şeklindeki telkini sonucu hem hocası hem de kayın pederinden gelen bu istek üzerine, eşini seven ve bir an önce düşükten önceki mutlu hayatına dönmek ve eşini kazanmak isteyen kocanın aslında birbiri ile tezat ve çelişkili birçok şeyi olumladığı şeylerdir.
Bu arada bu süreçte olaylar mahkemeye intikal edene kadar koca eşinin kendisini aldattığından haberdar değildir. Bunlarla beraber ilişki içinde olduğu ve büyük ihtimalle resimleri ile şantaj yapıldığını düşündüğümüz ve mahkeme sürecinde açığa çıkacağını ümit ettiğimiz kişilerin şantaj faktörü ve bir yakın akrabadan öğrendiğimiz kaçmadan belli bir zaman önce diyologda olduğu bir sosyal medya gurubundaki bir takım kişilerin de özel olarak “sen oradan kurtulabilmen için mutlaka ses kaydı al. Altın ve para biriktir vb. yönlendirmeleri ile oluşan bir tezgâh olduğu kanısındayız.
Şimdi siz böyle bir şeyin olmadığını ifade ediyorsunuz ama bir şekilde zihinlere şüphe düştü?
Bizim dediğimiz şey şu: aile olarak 4 çocuğu olan bir aile ne diye çocuklarından birini böyle bir muameleye müstehak görsün? Medya linçcilerinin lanse ettiği gibi bize yansıyan herhangi bir evlenme olayı söz konusu değildir. Ayrıca var olan olayların hakikati yerine kendilerince zihinlerinde veya alt belleklerinde kurguladıkları bir takım şeyleri sanki olan oymuş gibi lanse etmek sureti ile toplumda infial oluşturmaya çalışanlar, bu hadiselerden beri hastalıklarla boğuşan bir annenin nerdeyse iki haftadan beri boğazından bir lokma ekmek yiyemeyen ve ilaçlarla zorla ayakta duran biri haline getirdikleri ve buna benzer bir halde baba, hayatları alt üst olmuş iki tane genç kızı ve bir delikanlıyı hiç dikkate almadıkları gerçeği hangi hak, hangi adalete ve vicdana uyan bir durumdur?
Kemik testine başkası girdi mi?
Şimdi bu iddiayı kabul edenlere göre, koca devletin savcısı, doktor, diğer çalışanlar, anne, baba herkes yalancı, ama bu iddiada bulunan psikolojik sorunu olan, başkalarının tuzağına düşmüş, başkalarıyla gayr-i meşru ilişkisi ortaya çıkınca ailesinden kin ve intikam hırsı ile intikam alan bir kişi doğru. Böyle bir akıl ve tartı olabilir mi?
Evden neden kaçtı ve bir kişi anne babasına neden ve nasıl böyle bir iftirada bulunur?
Ailesinin yaşadığı hayat tarzını istemeyen, iffetsizlikler yapıp yakalandığında “ben size gösteririm” tehdidinde bulunan ve başkalarının güdümünde olan bir kişinin böyle bir şeyi yapması kadar olağan ne olabilir.
Evliliği boyunca istismara uğramış ve ilk fırsatı bulduğunda da kaçmış deniliyor ifadelerinde?
Evlilik hayatı boyunca yılda en az iki sefer şehir dışı tatillerine giden, mütemadiyen AVM’lerde kardeşleri ile gezmeye giden o güne dek resmi 7, asıl 5 yıldan beri her ortama ve imkana sahip olan bir kişinin ancak imkan bulduğunu iddia etmek ne kadar mantıklı. Ayrıca diyelim ki öyle! İlk mahkeme sürecinde devletin koca savcısına ima ile bile olsa söylemiş olsa savcı onu aileye verir mi?
Bir de provokatörlerin iddiasıyla, hastaneye ve mahkemeye etki edebilen bir yapı, her nedense kaçan kızlarını bir yıl boyunca bulamıyor, kızlarını evlendirirken yaşını büyük gösteremiyor ama kendilerine kumpas kuran kızlarına muhtemelen şantaj yapan birilerine ulaşamıyor? Buna nasıl inanılır?
Anne 17 yaşında evlendiğini iddia ediyor, kemik testi 21 geliyor, kimlikte 15 gözüküyor?
Kimlikte hafızlığını yapsın diye küçük gösterilen ve buna göre 15 olan, doğumu itibarı ile aslında 17 yaşında olan bir çocuğun kemik testine gittiğinde yaşının büyük çıkması bilinen bir şeydir.
Diğer kızlarından biri 22, diğeri 19 yaşında hala bekar birinci kızını neden 15 yaşında evlendirdi?
Küçüklüğünden kendisinin tanıdığı ve evinin işleri ile de meşgul olan tanıdığı, hocası kendisini sevdiğini ve evlenmek istediğini ifade ettiğinde, kızın istemesi de söz konusu olduğunda neden olmasın.
Ayrıca yasalarla evlilik yaşının 18 olması sosyolojik anlamda ülkemizde var olan realiteyi değiştiriyor mu? Bir de kız “ya beni evlendirirsiniz veya…” dediğinde bir anne baba sizce ne yapabilir, ne yapma imkanına sahiptir?

Mahrasız 238 inci gün!

Mahrasız 238 inci gün!

10 günlük 20 günlük 3 aylık 5 aylık denir bebeklere! Birinci yaşından sonra artık günler haftalar aylar sayılmaz, yaşı söylenir. Bebekler ölünce hep gündür zaman! Bizim Mahrasız 238 inci günümüz! Faili belli, sebebi belli, sonucu belli bizim acımızın! Çaresizce sonuç beklediğimiz yargı, bilirkişi raporlarında, kararlarında Mahra gibi Rabia Kallı kızımız gibi nicelerinin ölümünde, yaralanmasında asli etken başıboş köpekler diyor! Bu başıboşluğa kim dur diyecek! Sesimizi kim duyacak, kim çaremiz olacak? Devlet düzeninde önlenebilir her ölüm cinayettir öyleyse bu vebalin sahibi Devlet anam, Devlet babam, kimsesizlerin kimsesi Devletim!
Biz buraya insanların ANAYASAL HAKLARI OLAN GÜVENLİ SOKAKLARI TALEP ETMEK için toplandık. Bizler hayvan düşmanları değiliz. Aksine gerçek HAYVANSEVER olan bizleriz. Çünkü mevcut durum hem insanı hem köpekleri mağdur etmektedir. Tüm sevgilerin başında İNSAN SEVGİSİ gelir. Hayvanlar sağlıklı insanların sevgisine ihtiyaç duyar ve biz de hayvanların sevgisine.

Türkiye Cumhuriyeti, insan haklarına saygılı bir sosyal hukuk devletidir. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, taraf olduğumuz uluslararası sözleşmeler, ecdadından gelen töresi ile insanı önceleyen bir yapıdadır. Düsturu “İnsanı Yaşat ki Devlet Yaşasın”dır. Dünyanın en ücra köşesinde bir insanın canı yansa Türk Devleti gücünü varlığını orada dahi göstermiştir.
Ancak mevcut durumda Türkiye Cumhuriyet’inde eğitim alıp doktor, mühendis, siyasetçi, sosyolog veya bir meslek sahibi olup sorumlu bir vatandaş olacak evlatlarımız birer birer “Başıboş Köpekler” yüzünden ÖLÜYOR-YARALANIYOR-HAYATLARI BOYUNCA UNUTAMAYACAKLARI TRAVMALAR YAŞIYOR!
Türkiye yüzyılı vizyonun da Türkiye Cumhuriyeti’nin sokaklarında çocukların başıboşluğa kurban edildiği gerçeği örtülemez, yadsınamaz, unutulamaz! Bugün savunma sanayisinde, sağlık sisteminde örnek başarılar gösteren ülkemizin sokaklarında insanlar sabah işe gidemiyor akşam işten gelemiyor, maddi gücü olmayan çocuklar çeteleşmiş köpek sürülerinin arasından okula gitmeye çalışıyor, aileler çocuklarını parklara çıkaramıyor. Koşu parkurları, bisiklet parkurları köpek sürüleri yüzünden kullanılamıyor.
2022 yılında bu durum Türkiye Cumhuriyeti’nin insanlarına YAŞATILAMAZ! Bu bir ANAYASAL HAK İHLALİDİR!
Türkiye’nin yüzyılı vizyonunun mimarı, Devlet başkanı, yürütmenin başı, Türk milletinin birliğinin temsilcisi Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın talimatı doğrultusunda ivedilikle, dezenformasyona sebep olunmadan, 5199 Sayılı Hayvanları Koruma Kanunu’nda gerekli değişikliklerin yapılarak, istismar ve suistimale yol açmayacak şekilde insan hakları ve hayvan refahının temin edilmesi, halkımızın başıboş köpekten arındırılmış sokaklara kavuşturulmasını tüm mağdurlar ve derneğimiz üyeleri adına talep ediyoruz.

BAŞIBOŞ KÖPEKLER HAKKINDA DOĞRU BİLİNEN YANLIŞLAR

BAŞIBOŞ KÖPEKLER HAKKINDA
DOĞRU BİLİNEN YANLIŞLAR
(Lütfen Sonuna Kadar Okuyunuz)
1) SADECE 2022 YILINDA, 10.12.2022 tarihine kadar toplam 27 yetişkin ve çocuk, engelli ve yaşlı vatandaşımız başıboş köpeklerin saldırıları sonunda hayatını kaybetti.
1) KESİNLİKLE DOĞRU. Özellikle çocuklar, engelliler ve yaşlılar BAŞIBOŞ KÖPEKLERİN hedefine daha çok girmektedir. Bu konu ve sayılar başıboş köpeklerin sokaklarda yaşamasını destekleyen kitleler tarafından
hiç haber konularına ALINMADI.
LÜTFEN KENDİNİZİ ETRAFI BAŞIBOŞ KÖPEKLER TARAFINDAN SARILMIŞ GÖRME ENGELLİ BİR ÇOCUK YERİNE KOYUNUZ ve
Tekrar düşününüz.
2) Başıboş Köpekleri istemeyen kitle cahil ve vahşidir, Başıboş Köpeklerin öldürülmesini isterler, bu kitleyi dinlemek, yazdıklarını okumak gereksizdir, bu cahiller çağdaşlığı ve modernliği anlamaz bilmez.
2) KESİNLİKLE YANLIŞ. Başıboş Köpekleri istemeyen kitle pek çok anlamda sosyal gelişimini tamamlamış, ileri derecede eğitimli ve görüş sahibi ve ayrıca gerçekten HAYVANSEVER bir kitledir. Bu kitle hem insanların hem de hayvanların yaşam hakkı ve kalitesini gözetir, sadece Başıboş Köpeklerinkini değil.
3) Başıboş Köpekler sokakların doğal canlılarıdır. Onlarla birlikte yaşamayı öğrenmemiz gerekir, bu medeniyet
ve çağdaşlığın gereğidir.
3) KESİNLİKLE YANLIŞ. Sokaklar hayvan doğurmaz. Başıboş Köpekler insanların ürettikleri ve sadece pek çok anlamda çok geri kalmış ülkelerde görülen bir sosyal sorundur. Doğru ve verimli yazılamayan evcil hayvan
politika ve kuralları ile gündeme gelen, rant odaklı kuru mama lobileri tarafından desteklenen ve çok büyük paraların döndüğü bir KENTSEL KAOS’dur. Kentsel ve çağdaş yaşam bulunan ülkelerin v kentlerinin hiç birisinde bir tane daha sokak hayvanı, Başıboş Köpek bulunmamaktadır. Bunun sebebi bu hayvanları itlaf etmeleri değil OLUŞMALARINI ÖNLEMEKTE OLDUKLARI İÇİNDİR.
4) Biz insanlar canlıların yaşam alanlarını işgal ettik, ne yapsın hayvancıklar?
4) KESİNLİKLE YANLIŞ. Kentsel gelişim ve yaşamın işgal ettiği doğal alanlarda tavşanlar, kirpiler, yılanlar, domuzlar, kaplumbağalar, tilkiler, köstebekler, kurtlar, sincaplar, şahinler gibi evcil olmayan canlılar vardı, insanoğlunun varlığına sebep olduğu başıboş köpekler değil. Sokak hayvanları oluşumu kontrolsüz pet satışları, aslında pet sahibi olmaması gerektiğini sonradan anlayan insanlar ve mevcut sokak hayvanlarının üremesidir. Sokak hayvanları evrim soyağacında bir tür olmayıp, insanların ürettikleri bir varyant canlıdır.
5) Başıboş Köpekler zararsızdır, insanlarla yaşamayı öğrenmişlerdir.
5) KESİNLİKLE YANLIŞ. Tekil halde iken hayatta kalma içgüdülerinin uyarısı sebebi ile saldırgan modda değillerdir. Tekil yaşayan köpekler zaten genellikle de göçmen durumunda yaşarlar, tek bir alanı sahiplenmezler. Ancak bir sahipsiz ya da mahallede birkaç köpek bir araya geldiği zaman komün yaşam başlar ve bulundukları alanı içgüdüsel olarak sahiplenir ve işaretler. Bu işaretlenen alana eğer bir başka köpek girerse kavga eder veya kovarlar ya da öldürürler. Bu alana giren bir insan eğer fiziksel olarak büyükse yine saldırmazlar. Ancak, bu alana giren insan zayıf veya çocuksa, giren insan korkar ve adrenalin saldırırsa köpekler adrenalin salgısını AV Gibi algılar ve en temel iç güdüleri olan AVCI modu tetiklenir. Zaten temel tehlike budur. Ayrıca bu alanda bulunan bir tek köpeğin bu moda girmesi diğer komün üyelerini de tetikler ve topluca bir saldırı başlar.
Sorun sadece köpek saldırıları olmayıp ayrıca Başıboş Köpeklerin dışkı, idrar ve salyaları da görülmeyen sorunlardandır. Ülkemizde yaklaşık 10 Milyon civarında başıboş köpeğin olduğu hesaplanmaktadır. Bir köpeğin bir günde ortalama 300 gr (bir su bardağı) dışkı, 200 ml idrar (bir su bardağı) ve 100 ml salya (1/3 su bardağı) salya ürettiğini düşünürsek. Bu 10 milyon köpek;

SADECE 24 SAATTE
3.000 TON dışkı
2.000 Litre idrar
1.000 Litre Salya
Üretmektedir. Tüm bu dışkılar bir yerden bir yere taşınmak istese 151 adet üç dingilli yük kamyonu
gerekecektir.
BU HESAP SADECE BAŞIBOŞ KÖPEKLERİN ORTALAMA ÜRETİMİ OLUP, KEDİLER DAHİL EDİLMEMİŞTİR.
Bunca dışkı üretiminin kentsel hayatta yarattığı görülmeyen sorunların başında sinek ve böceklerle
masalarımıza, mutfaklarımıza bakteri-virüs-parazit taşınımı bunca kontrolsüz dışkının doğaya ve toprağa,
evlerde beslenen evcil hayvanlara verdiği zararlar görülmemektedir.
Bunca dışkıdan masalarımıza, mutfaklarımıza kara sinek-sivrisinek-örümcekler-salyangozlar ile taşınan
virüs-bakteri-parazit kaynaklı sağlık sorunları ve bitmeyen hastalıkların neden olduğu sağlık giderlerinin de
ayrıca akademik bir çalışma ile hesaplanması gerekmektedir.
Bunlara ilave olarak, “SAHİPSİZ HAYVAN” doyması için sokaklara dökülen yiyecekler, mamalar ve bunların
tüketilemeyip yine bakteri-virüs-parazit dağılımına sebep olan kısmı da görülmeyen etkenlerdendir.
Görüleceği üzere “SAHİPSİZ HAYVAN” ZARARSIZDIR ifadesi kesinlikle düzeltilmesi gereken yanlış ancak
algılardan birisidir.
6) “BAŞIBOŞ KÖPEKLER” evlerimizi, mahallemizi hırsızlardan, katillerden korur.
6) KESİNLİKLE YANLIŞ. Sokaklardaki hayvanların temel iç güdüsü YAŞAMAK tır. Bu hayvanlar sadece kendi
yaşam alanlarını koruma içgüdüsüne sahiptir. “SAHİPSİZ HAYVAN” mahalledeki evleri korumaz. Evinizi
koruyacak olan tek hayvan evinizde yaşayan hayvandır bu yüzden dolayı bir tane sahipsiz köpeği sahiplenip
evinizde beklemek, harika bir doğal bekçi edinmenin en doğru yoludur.
7) “SAHİPSİZ HAYVANLARI” çok seviyorum ama evime alacağım pet safkan bir cins olmalıdır.
7) KESİNLİKLE YANLIŞ. Sahipsiz köpekler bir kokteyl gibi olan çok karışık gen yapıları ve yıllardır sokaklarda
yaşamanın vermiş olduğu muhteşem hayatta kalma iç güdüleri ile doğanın en zeki yaratıklarındandır. Bir
safkan köpeğe kırmızı ışıkta durup yeşilde geçmeyi öğretmeniz çok, çok zor ve uzun bir süreç olmakla birlikte
(zira köpeklerde renk algısı yoktur, şekil algısı vardır) sahipsiz köpeklerde bu davranış otomatik çoğunda
bulunur. Eğer edinmek istediğiniz pet çok zeki olsun istiyorsanız bu mutlaka bir sahipsiz köpek ya da kedi
olmalıdır. Ancak çok büyük paralar verip bir safkan edinmeyi istiyorsanız bu da tercihinizdir. Ancak bu
durumda sahipsiz hayvanları gerçekten ne kadar sevdiğinizi de bir sorgulamanızı tavsiye ederiz.
8) 5199 Sayılı Hayvanları Koruma Kanunu var, bu kanun çerçevesinde “SAHİPSİZ HAYVANLAR” özgürce
sokaklarda yaşayabilir.
8) KESİNLİKLE YANLIŞ. 5199 Sayılı kanun onaylandığı tarih dilimi içerisindeki duruma hitap etmektedir. Ancak
günümüzde sadece sahipsiz köpeklerin bile nüfusu 10 Milyonu geçmiştir. 5199 Sayılı kanun hükümlerinin
ihlal edildiği ve artık insan ölümlerine sebep olan olayların yaşanmaya başladığı aşikardır.
Ayrıca bu kanun en başta T.C. Anayasasının 5. Md. ve ayrıca 5378 ve 9463 sayılı “ENGELLİLER HAKKINDA
KANUN” hükümleri ile artık çakışmaktadır.
5199 sayılı kanun eksik kalmaktadır ve hatta an itibarı ile Türk Halkının ihtiyaç ve gereklerine değil sadece
ufak bir zümrenin zenginleşmesine vesile olmaktadır. 5199 sayılı kanun çok acil şekilde değiştirilmelidir. 9) Ama bu Başıboş Köpekler kısırlaştırılıyor ve üreyemiyorlar. Sokakta olmalarının ne zararı olabilir?
9) KESİNLİKLE YANLIŞ. Yıllardan beri kısırlaştırma çalışmaları başarısız olmuş ve başıboş Köpek nüfusu 10
Milyonu aşmıştır. Ayrıca temel sorun başıboş köpeklerin üremesi değil, saldırganlığı ve yaralamalara,
parçalamalara sebep olması ayrıca ürettikleri dışkılar ve atıkları ile bakteri-virüs-parazit yayılımını
arttırmasıdır. Bu durumların kısırlaştırma ile alakası yoktur.
10) Sokaklarda hiç sorun yok, siz abartıyorsunuz insanlarda başıboş köpeklerde sokaklarda gece ya da gündüz
mutlu ve huzurlu yaşıyorlar.
10) KESİNLİKLE YANLIŞ. Başıboş Köpeklerin sokaklarda özgürce yaşamasını destekleyen ve arzulayan kitlenin
nerede ise tamamı ülkemiz ortalama gelir seviyesinin üzerinde yaşayan, kendi özel araç sahibi huzurlu ve
rahat ortamında uzaklaşmayan, evden-işe ve işten-eve kendi arabası ile gidip gelen kitledir. Bu kitle
metrobüs-minibüs-tramvay gibi toplu taşıma araçlarını kullanmaz ve arka mahalle sokaklarını, duraklar ile
evler arasındaki tenha ve karanlık yerleri gecenin geç saatinde ya da sabahın çok erken saatlerinde yürümez.
Kendi huzurlu ve emniyetli yaşam ortamını toplumun tamamının yaşadığını zanneder.
11) Ben farklıyım, ben çağdaşım, ben üreticiyim, ben lider özellikliyim, ben eğitimli ve kültürlüyüm buna rağmen
bugüne kadar insanlardan hep kazık yedim, bu yaşımda yalnızım. Başıboş Köpekler insanlardan daha dost,
daha sadık ve onlara sahip çıkmak vicdanımı rahatlatıyor, kendimi iyi hissediyorum.
11) KESİNLİKLE YANLIŞ. Yalnızlık insanoğlunun tabiatında bulunmaz. Doğru insan ve insan kümelerini bulmak
için doğru yerde olmak gerekir. Bunun için ilgi alanları ve faaliyetleri değiştirilmelidir. Örneğin;
a) Anne ve Babası, bir ailesi bulunmayan çocukların koruma altına alındığı ÇOCUK EVLERİ
b) Hayatının son döneminde yalnız kalmış yaşlılarımızın korunduğu HUZUR EVLERİ
c) Çeşitli sebeplerle eğitim ve öğretimine devam edemeyen çocuklara sahiplenilen dernek ve vakıflar
d) İlgi alanınıza girebilecek mesleki, sportif ve hobi alanlarına hizmet üreten dernekler
Bünyesinde bulunmak ve aktif faaliyetler göstermek sizin için daha üretici ve rahatlatıcı faaliyetler olabilir.
!!!…SOKAKLAR İNSANLARINDIR…!!!
KÖK NEDEN ANALİZİ:
i. Pet sahibi olmak isteyen ancak yeterliliği bulunmayan kişilerin sahip oldukları petleri
sokaklara terk etmeleri.
ii. Pet sahibi olmak isteyen kişilerin yeterliliğinin kontrol edilmemesi.
iii. Pet üretiminin sadece ruhsatlı işletmelerce gerçekleştirilmemesi, üretilen tüm petlerin kayıt
altına alınmamaları ve sahiplerine verilmeden önce chiplenmemesi.
iv. Çok ciddi bir merdiven altı pet üretimi düzeni ve rantı olması.
v. Kontrolsüz bir kuru mama sektörü ve lobisi olması. Bu sektörün yarattığı rantın cazibesinden
dolayı petlerin ve sahipsiz hayvanların artışının üstü kapalı şekilde desteklenmesi.
vi. Sahipsiz hayvanların barınak eksiklikleri. Sponsorlar kontrolü altında olan bazı “hayvan
hakları” STK larının barınak yapılması ve iyileştirilmesini değil, sahipsiz hayvanların
sokaklarda yaşamalarını desteklemesi. Bu bağlamda toplumumuza yanlış olan bir algının
“SAHİPSİZ HAYVANLAR KENTİN VE YAŞAMIN BİR PARÇASIDIR” yayılmasını desteklemeleri,
bu durumun bir anlamda “ÇARESİZLİKTEN DOLAYI KABULLENİŞ” biçimine evrilmeye
çalışılması
vii. Yeteri miktar ve kapasitelerde barınakların özellikle yapılmıyor olması. Bunun için kaynak
arayışı ve bulunması faaliyetlerini belediyelerin gerçekleştirmiyor olmaları.
viii. Marketlerde, bakkallarda hatta sokak arası tekel bayilerde dahi kontrolsüz şekilde kuru
mama satılıyor olması. Peti olmayan insanların dahi bu mamaları kolayca edinip sahipsiz
hayvanları besliyor olması.

ix. Kamu Görevi sıfatı bulunan veteriner hekimlerin bu konuda sosyal sorumluluk dahilinde
değil, ticari gerekler dahilinde ve akademik yaklaşımlardan uzak hizmet üretiyor olması
x. Mahallelerde bulunan parklarda ve sokak aralarında sahipsiz hayvanları besleyen kişilerin
“ÇEVREYİ KİRLETTİKLERİNDEN DOLAYI” cezai işleme tabii tutulmuyor olması.
ÇÖZÜM ÖNERİLERİ;
1) ÖLDÜRMEK, İTLAF ETMEK ASLA BİR ÇÖZÜM DEĞİLDİR VE ASLA KABUL EDİLEMEZ.
2) Bu konuda bir sorun olduğu toplumun tamamı tarafından kabul edilmelidir.
3) Barınak sayıları arttırılmalı ve şartları muhakkak iyileştirilmeli, başıboş köpeklerin tamamı barınaklara
alınmalı ve konforlu, bakımlı olması gerektiği gibi yaşam döngülerini tamamlamaları sağlanmalı.
4) 5199 sayılı kanun güncellenmeli ve şu hususlar eklenmeli.
a. Pet sahibi olmak isteyen vatandaşların öncelikle ilgili kamu biriminden PET EDİNEBİLME SERTİFİKASI
alması. Yani, kişinin finansal yeterliliğinin, pet ile yaşayacağı yerin yeterliliği, edinmek istediği pet’in
boyutları ve yaşamsal gerekleri karşılayıp karşılayamadığının ve hatta psikolojik yeterliliğinin tespiti
sonrası bu sertifikayı alabilmesi ve ardından ruhsatlandırılmış bir pet üretim işletmesinden petini
edinmesi. Petini terk eden kişilerin çok ciddi bir şekilde cezalandırılması.
b. Pet üretimlerinin sadece yeterliliği tespit edilmiş ve ruhsatlandırılmış işletmelerce yapılması. Bu
işletmelerin üretilen tüm petleri kayıt altına almaları ve yeni sahiplerine teslim edilmeleri esnasında
chiplenlerinin sağlanması.
c. PET SHOP ların direk pet satışı yapmasının önüne geçilmesi, merdiven altı üretimin yasaklanması ve
yapanlarında tespit edilmesi ve cezalandırılmasının sağlanması.
d. Mülkü idari amirliklerin destekleri ve tahsisleri ile ve bu konu amaçlı kurulmuş, tüzüklerinde
BARINAK YAPMAK olan STK ların aracılığı ile barınakların arttırılması, iyileştirilmesi ve yeni barınak
inşaatlarının yapılması (hali hazırdaki 5199 desteklenmektedir). STK ların finans ve faaliyetlerinin
incelenmesi ve tüzüğüne uygun çalışmayan STK ların gerekiyorsa lav edilmesi.
e. Mevcut sahipsiz hayvanlar bulundukların ilin barınaklarındaki yaşam alanlarına alınmasının ve
sahiplendirilmesi için belediyelerce ilgili çalışmalar yapılması.
f. Kuru mamaların sadece sertifikalı PET SHOP larda ve sadece sertifikalı pet sahiplerine satılmasının
sağlanması
g. Veteriner hekimlerin gelen petlerin sicil kayıtlarının olup olmadığını kontrol etmeleri, etik çalışma
sisteminin oluşturulması, sicil kaydı bulunmayan chiplenmemiş petlerin rapor edilmesinin
sağlanması
h. Vatandaşların sokak aralarında, çocuk parklarında ve spor alanlarında, boş arsalarda sahipsiz
hayvanları beslemelerinin engellenmesi ve cezai işlem getirilmesi. Israrla devam eden vatandaşların
ise ÇEVREYİ KİRLETME ve SAĞLIK TEHLİKESİ OLUŞTURMAK suçu ile cezalandırılması.
TÜM MEDENİ VE MODERN TOPLUMLARDA OLDUĞU GİBİ;
ÖNCE İNSANLIK,
ÖNCE ÇOCUKLAR,
ÖNCE ENGELLİLER,
ÖNCE TEMİZ VE GÜVENLİ SOKAKLAR.
Bu konuda çözüm odaklı çalışmalara katılmak, modern çağdaş ve günümüz Türkiye’sine yakışır, tüm canlılar için
güvenilir olan sokaklarda yaşayabilmek için lütfen WWW.GUVENLISOKAKLAR.ORG ziyaret ediniz.
(Bu yazı sadece kişisel fikirlerimin derlenmiş halidir. İçerisinde olduğum hiçbir sivil toplum kuruluşunun kurumsal
bildirisi ya da görüşleri niteliğinde değildir.)

Öne çıkan

MEHMET AKİF ERSOYUN HAK VE HÜRRİYET ANLAYIŞI

MEHMET AKİF ERSOY’UN HAK VE HÜRRİYET ANLAYIŞI
Mehmet Altuntaş ) Sebilürreşad
“Hakkıdır Hakka tapan milletimindir istiklal” diyerek bir milletin istiklal marşını yazan Mehmet Akif yaygın olarak vatan ve istiklal şairi olarak bilinse de kanaatimizce O, hak, hürriyet ve vicdan şairidir aynı zamanda. Hayatı çilelerle ve ıstıraplarla geçmiş olmasını neredeyse tüm şiirlerine yansıtmıştır. Birinci Dünya savaşı günlerini, Balkan ve Çanakkale Savaşlarını, hülasa koca Osmanlı Devleti’nin göz göre göre parçalanmasını görmüş, Anadolu’nun kurtuluşuna koşar adımla gitmiş, şehir şehir gezerek nefesi yettiğince milli mücadeleye gövdesi ile destek vermiştir. Sırtında paltosu olmamasına rağmen verilen ödüle tenezzül etmemiş yeni devletin marşını bila bedel yazmıştır. O’nun iman dolu göğsü vatan sevgisi ile doluyken işgale ve zulme geçit vermemiş, adaletsizliği gördüğünde gür sesini şiirleriyle haykırmış, milletin selameti için vatanını geçici olarak da olsa terk etmeyi göze almış bir mücahit idi O. Akif’in vicdanı her şeyden önce hakkı, hakikati ve hürriyeti vicdanının sesiyle gür biçimde dile getiren korkusuz bir şair idi.
Yeniden Sebilürreşad Dergisinin Editörü şair ve yazar Cevat Akkanat’ın “Özgün Bir Toplum Kurucu Mehmet Akif Ersoy” adlı eserinin giriş bölümünde Akif’i tanımlayan şu satırlar konumuza giriş yapmamız için çok anlamlı olacaktır. “Mehmet Akif”, imanıyla, ahlakıyla, ilmiyle, şiiriyle, fakat hepsinden önce cismiyle tam ve sağlam bir insandır. Milletinin gönül dili, iman, irade ve azim sesi olmuş büyük bir düşünce adamı ve şairdir. İlhamını Kuran ve Peygamberden alan Mehmet Akif, inandığını tam olarak yaşayan, her şeyini dinini ve milleti için feda edebilen büyük bir şahsiyettir.
Mehmet  Akif milli şairimiz olmasının yanında fikrî ve edebî çabasını milletinin hizmetine seferber etmişti. O, sadece Osmanlı Devleti için değil İslam coğrafyasında tüm Müslüman milletleri dert edinmiş, Dünyada Müslüman milletlerin sıkıntılarına çare bulmak için he türlü fedakârlığa varım demiştir. Kısacası Akif hak ve hürriyet yolunda idealleri olan münevver bir şairdi.
Ömrünün büyük kısmı vatanın düşman işgâlinden kurtuluşu ve milletin bağımsızlığı mücadelesiyle geçen Mehmet  Akif’in sahip olduğu değerler arasında hürriyet kavramının önemli bir yeri vardır. Denebilir ki hürriyet onun değerleri arasında, listesinin üst sıralarında yer alan birkaçı arasındadır. Hürriyet uğruna savaşılması gereken yüce bir değer, insan gibi yaşamanın olmazsa olmaz koşuludur. Hürriyet kavramı İstiklal Marşı dahil Akif’in Safahat’ta topladığı şiirlerinde otuzdan fazla yerde, hürriyet kavramı geçmektedir. Ayrıca Safahat’ta Hâlık-I Hürriyet’e ve Hürriyet başlıklı iki şiiri vardır.
HALIK-I HÜRRİYET’E*
Madem ki gördün bu güzel günleri artık,
Ey millet–i merhume hayatın ebedidir.
İkbalini teyid edecek nasr–ı Îlâhi
Ümmid kavi, çünkü mevâid kavidir.
fâkta enfüste ayân, şevk ile biz de
Kalkın edelim Hâlık–ı hürriyete secde.
21 Temmuz 1910
Hak kavramı; Akif sadece istiklal marşında 6 defa hak kelimesini kullanmıştır. Bunu kimi zaman yüce Allah anlamında kimi zaman insan hakkı anlamında kullandığı yerler bulunmaktadır. Mesela Hakkıdır Hakka tapan milletimin istiklal derken hem hakkıdır derken milletin hakkından hem de Hakka tapan derken Allah’tan bahsetmektedir.
Meclis’te şiirin ilk defa okunduğu 1 Mart celsesine Mustafa Kemal Paşa, resmen kabul olunduğu 12 Mart celsesine ise şiiri Meclis’te seslendiren şair ve yazar Hamdullah Suphi Tanrıöver başkanlık etmişlerdir. Son toplantıda, Mustafa Kemal Paşa’nın da Meclis’teki herkes gibi, büyük bir heyecan içinde, ön sırada ve ayakta alkışlayarak şiiri dinlediği tarihlerde kayıtlıdır. Sonraki günlerde beste çalışmaları yapıldığı sırada, Mustafa Kemal Paşa, “Marş’ın en beğendiği yerinin: Hakkıdır hür yaşamış bayrağımın hürriyet; Hakkıdır Hakk’a tapan milletimin istiklâl… mısraları olduğunu” söylemiştir.
Ömrünün büyük kısmı vatanın düşman işgâlinden kurtuluşu ve milletin bağımsızlığı mücadelesiyle geçen Mehmed  Akif’in sahip olduğu değerler arasında hürriyet kavramının önemli bir yeri vardır. Denebilir ki hürriyet onun değerleri arasında, listesinin üst sıralarında yer alan birkaçı arasındadır. Hürriyet uğruna savaşılması gereken yüce bir değer, insan gibi yaşamanın olmazsa olmaz koşuludur. Mehmed  Akif, hür, hürriyet ve istiklâl sözcükleri ile ifâde ettiği özgür yaşama biçiminin çocukluktan beri âşığıdır. Bu düşüncesini Zulmü Alkışlayamam adlı şiirinde açıkça ifade eder. Kimi mısralarında zalim, zulüm, mazlum ve haksızlık kavramlarını kullanmıştır. Onun haksızlık karşısında susmayan gür bir ses olduğunu da şu mısralarından hatırlıyoruz.
Zulmü alkışlayamam, zâlimi aslâ sevemem;
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.
Biri ecdâdıma sadırdı mı, hattâ boğarım…
– Boğamazsın ki!
– Hiç olmazsa yanımdan koğarım.
Üç buçuk soysuzun ardında zağarlık yapamam;
Hele hak nâmına haksızlığa ölsem tapamam.
Doğduğumdan beridir âşıkım istiklâle,
Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lâle.
Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum?
Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum.
Kanayan bir yara gördüm mü yanar tâ ciğerim,
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim.
Adam aldırma da geç git, diyemem, aldırırım.
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım.
Zâlimin hasmıyım amma severim mazlûmu..
(Asım)
Bu şiir, Mehmed  Akif’in çocukluğundan beri hürriyete/özgürlüğe karşı beslediği sevginin yanında geçmişine ve köklerine olan bağlılığın, değerbilirliğin ve vefâ duygusunun da somut bir belgesidir. Yere, zamana ve duruma göre davranan, menfaatleri için renkten renge giren ve bu uğurda her yolu mübah sayan tiplerin karşısında örnek alınması gereken saygın bir duruşu ifade etmektedir onun duruşu.
İstiklal ve hürriyeti bir yaşam tarzı olarak benimseyen hürriyet aşığı Mehmet  Akif,
Sade hürriyeti ilan ile bir şey çıkmaz
Fikri hürriyeti hazmettiriniz halka biraz.
dizeleriyle, sadece hürriyetin ilan edilmesinin yeterli olmadığını, herkesin bu bilince sahip olması, hürriyet fikrinin gönüllere yerleşmesinin gerektiğini ifade etmiştir.
Kurtuluş savaşımızın arka planında, vatanı işgalden, milletimizi baskılardan kurtarma, özgür bir ortama kavuşma, temel değerlerimizi hâkim kılma, dağılmış olan Müslüman potansiyelini yeniden birleştirme gibi gayelerin yattığı söylenebilir. Başka bir ifadeyle, kurtuluş savaşımızın özünde, temel hak ve hürriyetlerin elde edilmesi bulunmaktadır.
Zamanımızın önemli bir değeri olan insan hakları kavramı yirminci yüzyılın ortalarına doğru (10 Aralık 1948) ortaya çıkmış batı orijinli bir kavram olmasına rağmen Akif’in şiirlerinde hak ve hürriyet kavramını çok daha evvel dile getirmiştir. İnsanların haklarını birinci kuşak negatif statü hakları yani klasik haklar, ikinci kuşak pozitif statü hakları yani isteme hakları siyasi, ekonomik ve sosyal haklar, üçüncü kuşak olarak da adlandırılan aktif statü hakları veya dayanışma hakları şeklinde bir ayrıma tabi tutulmaktadır. Buna Jellinek Üçlüsü de denilmektedir. Alman hukukçu Georg Jellinek tarafından yapılan temel hak ve hürriyetleri ayırma yöntemidir. Bu yöntemde haklar üçe ayrılır. Bu haklar; negatif, pozitif ve aktif statü hakkıdır. Günümüzde insan hakları denince, öncelikle kişilerin yaşama hakkı, daha sonra da bununla yakından ilişkisi bulunan, işkence ve kötü muamele görmeme, ayrımcılığa tabi olmama, çalışma, seyahat, din ve vicdan hürriyeti, özel hayatın gizliliği gibi temel hak ve hürriyetler akla gelmektedir.

Anadolu halkının iman gücüne dayanılarak başlatılan Kurtuluş savaşımızın arka planında, vatanı işgalden, milletimizi emperyalist işgalcilerin baskılardan kurtarma, özgür bir ortama kavuşma, temel değerlerimizi hâkim kılma, dağılmış olan Müslüman potansiyelini yeniden birleştirme gibi gayelerin varlığı inkar edilemez. Binaen aleyh, kurtuluş savaşımızın özünde, temel hak ve hürriyetlerin elde edilmesi yeralmaktadır.
Günümüzde insan hakları denince, öncelikle kişilerin yaşama hakkı, daha sonra da bununla yakından ilişkisi bulunan, çalışma, seyahat, din ve vicdan hürriyeti, özel hayatın gizliliği gibi temel hak ve hürriyetler akla gelmektedir.
Çağdaş literatürde temel hak ve hürriyetler; a) şahsî hak ve hürriyetler, b) manevî hürriyetler, c) sosyal ve iktisadî hak ve hürriyetler ile d) siyâsî hak ve hürriyetler olmak üzere dört ana başlık altında incelenmektedir. Bunlar bağlamında Mehmet Akif’in bazı şiirleri, dikkatinize sunulacaktır.
Şahsi Hak ve Hürriyetler
Genel olarak şahsi hak ve hürriyetler, kişinin dokunulmazlığı, seyahat ve yerleşme hürriyeti ile özel hayatın gizliliğinden oluşmaktadır. Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.
Şahsî hak ve hürriyetler çerçevesinde ele alınan kişi dokunulmazlığı, insanın hem maddî, hem de manevî hayatı bakımından söz konusudur. Bunun tabiî bir sonucu olarak da, insanlara zulmedilmez; hâkim kararı bulunmadan hürriyetleri kısıtlanamaz.
İnsanın tabiî ve temel haklarından olan ve İslâm’ın güvence altına aldığı “kişinin dokunulmazlık hakkı”, ancak vatanın hür ve bağımsız olmasıyla mümkündür.
Mehmet  Akif’e göre, başta yaşam olmak üzere temel hak ve hürriyetlerin korunması ve özgürlüklerin yaşanması, vatanın hür ve bağımsız olmasına bağlıdır. İstiklal ve hürriyetlerini kaybeden toplumlar yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme haklarını yitirirler.
Bunu bir şiirinde şöyle anlatmaktadır:
Tarumar eyleyiversin de bütün ordumuzu,
Bizi kovsun elimizden alarak yurdumuzu…
Kimsesiz ailelerden kimi gitsin bıçağa;
Kimi bin türlü fecâ’atle çekilsin kucağa…
Birinin ırzı heder, diğerinin hûnu helâl…
İşte, ey unsur-i isyan, bu elîm izmihlal,
Başka bir şiirinde de şöyle demektedir:
İlâhî, altı yüz bin Müslüman birden boğazlandı…
Yanan can, yırtılan ismet, akan seller bütün kandı.
Ne ma’sûm ihtiyarlar süngüler altında kıvrandı!
Ne bîkes hânümanlar işte, yangın verdiler, yandı!
Şu küllenmiş yığınlar hep birer insan, birer candı!
Bunun için, başta yaşam olmak üzere temel hak ve özgürlükleri elde etmek amacıyla vatanın kurtuluşu için çalışmak, asla ümit kesmemek gerekir:
Atîyi karanlık görerek azmi bırakmak…
Alçak bir ölüm varsa, eminim, budur ancak!
Dünyâda inanmam, hani, görsem de gözümle:
İmânı olan kimse gebermez bu ölümle.
Ey dipdiri meyyit! “İki el bir baş içindir”
Davransana… Eller de senin, baş da senindir!

Sahipsiz olan memleketin batması haktır;
Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır,
Ayrıca ona göre, vatanın düşmandan kurtarılıp hürriyete kavuşması için, gerekirse can da dâhil, sahip olunan her şey fedâ edilmelidir.  kif bu inancını, İstiklal Marşımızın yedinci kıtasında şöyle ifade etmektedir:
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki fedâ
Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan şühedâ!
Canı, cananı, bütün varımı alsın da Hüdâ,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüdâ.
Manevî Hürriyetler
Manevî hürriyetler içinde yer alan hak ve özgürlükler, daha çok insanın kalbi ve vicdanı ile ilgili hürriyetler olup, genel olarak düşünce ve düşünceyi ifade hürriyeti ile bu çerçevede yer alan din ve vicdan hürriyetinden oluşmaktadır.
İnsanca yaşamanın, insan haklarının en önemlilerinden biri de din ve vicdan hürriyetidir. İnsanlar diğer hiçbir alanda olmadığından daha çok, din ve inanç hürriyeti konusunda duyarlı olmuşlar, inançlarını koruma noktasında ölümü dahi göze almışlardır. Din ve vicdan hürriyetinin muhtevasını; iman etmek, bağlı bulunduğu dinin esaslarına göre ibadet etmek, dinin emirlerini yerine getirmek, dinini öğrenmek ve öğretmek oluşturmaktadır.
Din ve vicdan hürriyeti açısından kurtuluş savaşımız gerçekten çok önemli bir yer tutmaktadır.
Mehmet  Akif, din ve vicdan hürriyeti başta olmak üzere temel hak ve özgürlüklerin yaşanabilmesi için ülkenin hür ve bağımsız olması gerektiğini savunur. Nitekim o, 15 Ekim 1920 Cuma günü Çankırı Ulu Cami’de yaptığı bir vaazda, hürriyet olmadan Cuma namazının kabul olmayacağını, kâfirin işgali altında olan ülkedeki halifenin de, halifeliğinin geçerli olmayacağını belirtmiş, vatanın kurtuluşu için cihat edilmesi gerektiğini ısrarla vurgulamıştır[1].
Akif, dini özgürlüklerin ancak hürriyet ve istiklalle mümkün olduğunu belirttiği bir şiirinde şöyle demektedir:
Düşmeden pençesinin altına istikbâlin,
Biliniz kadrini hürriyyetin, istiklâlin.
Söyletip başka memâlikteki mahkûmîni…
Hâkimiyyet ne imiş, öğreniniz kıymetini.
Yoksa, onsuz ne şu dünyâ kalır İslâm’a, ne din,
Kuşatır millet-i mahkûmeyi hüsrân-ı mübîn.
Mevlid Kandili münasebetiyle yazdığı “Pek Hazin Bir Mevlid Gecesi” başlıklı şiirinde ise, bu düşüncesini şöyle ifade etmektedir:
Yıllar geçiyor ki, yâ Muhammed,
Aylar bize hep Muharrem oldu!
Akşam ne güneşli bir geceydi…
Eyvâh, o da leyl-i matem oldu!
Alem bugün üç yüz elli milyon
Mazluma yaman bir âlem oldu:
Çiğnendi harîm-i pâki Şer’in;
Nâmûsa yabancı mahrem oldu!
Beyninde öten çanın sesinden
Binlerce minare ebkem oldu.
Allâh için, ey Nebiyy-i ma’sûm,
İslâm’ı bırakma böyle bîkes,
İslâm’ı bırakma böyle mazlûm.
Diğer taraftan, “Ordunun Duası” başlıklı şiirinde, Allâh’a sığınıp, din ve vicdan hürriyetini kaybetmemek için şöyle dua eder:
Türk eriyiz, silsilemiz kahraman…
Müslüman’ız hakka tapan Müslüman.
Putları Allâh tanıyanlar, aman,
Mescidimin boynuna çan takmasın.
“Amin!” desin hep birden yiğitler,
“Allâhu Ekber!” gökten şehitler.
“ mîn!” ,“ mîn!”, “Allâhu Ekber!”
Din ve vicdan hürriyeti, insanın hiçbir baskı ve zorlama olmaksızın düşünmesi, kendi aklıyla hadiseleri değerlendirmesi ve zihnî gayretleriyle doğruyu bulmasını gerektirir. İslâm’ın öngördüğü din özgürlüğü de böyledir. Zira din ve inanç, insanın vicdanıyla ilgili bir husustur; zorla kabul ettirilen inancın hiçbir anlamı yoktur. Bu husus Kur’an-ı Kerim’de, “Dinde zorlama yoktur.” (Bakara 2/256) hükmüyle ifadesini bulmuştur.
Buna göre insan, dinini seçme ve yaşama konusunda tam bir hürriyete sahiptir. Çünkü o, hür olarak yaratılmıştır. Akif insanın tam bir hürriyetle yaratıldığını ve hür iradesiyle iman etmesinin onu yükselteceğini, şöyle dile getirmektedir:
Ne irfandır veren ahlâka yükseklik, ne vicdandır;
Fazîlet hissi insanlarda Allâh korkusundandır.
Yüreklerden çekilmiş farz edilsin havf-i Yezdânın
Ne irfanın kalır te’sîri kat’iyyen ne vicdânın.
Hayat artık behîmîdir… Hayır ondan da alçaktır:
Ya hayvan bağlıdır fıtratla, insan hürr-i mutlaktır.
Allâh insanı hür yaratmış; ona irade, kendi fiillerini tercih etme yetisi vermiştir. Bunun için herkes, yaptıklarından sorumludur; kader ve tevekkülün ardına sığınamaz. Akif, sorumluluklarından kaçıp, kader ve tevekkül ardına gizlenenleri şöyle eleştirmektedir:
Kadermiş, öyle mi? Hâşâ bu söz değil doğru,
Belanı istedin Allâh da verdi doğrusu bu.
Talep nasılsa, tabi netice öyle çıkar,
Meşiyyetin sana zulmetmek ihtimali mi var?
Çalış dedikçe şeriat, çalışmadın durdun,
Onun hesabına birçok hurafe uydurdun.
Sonunda bir de “tevekkül” sokuşturup araya
Zavallı dini çevirdin onunla maskaraya
Bütün o işleri Rabb’im görür; vazifesidir…
Yükün hafifledi… Sen şimdi doğru kahveye gir.

Senin bu kopkoyu şirkin sığar mı imana?
Tevekkül öyle tahakküm demek mi Yezdân’a?
Kader senin dediğin yolda Şer’a bühtandır.
Tevekkülün hele, hüsran içinde hüsrandır.
Kader ferâiz-i imana dahil…  mennâ…
Fakat yok onda senin saymış olduğun mânâ.
Siyâsî Hak ve Hürriyetler
Vatandaşlık; seçme, seçilme ve siyasi faaliyetlerde bulunma; parti kurma, partiye girme ve ayrılma; kamu hizmetlerine girme; şikâyet ve dilekçe hakkı gibi hak ve özgürlükler siyasî hak ve hürriyetler kapsamında yer almaktadır.
Mehmet  Akif, siyâsî hakları savunmuş; baskıcı rejimleri ise tenkit etmiştir. Nitekim “Acem Şahı”, “İstibdâd”, “Hürriyet”  ve diğer bazı şiirlerinde, istibdadı yermiş, hürriyeti övmüştür. O şiirlerinde istibdâdı, kirli, aşağılık, karanlık gibi sıfatlarla vasfederken, hürriyeti beyaz entarisiyle Cennetten inmiş kar gibi kıza benzetmiştir.
Fakat o, hürriyeti kayıtsız-şartsız özgürlükler olarak görmez. Nitekim hürriyeti; bağırıp çağırma, nara atma; okuldan kaçıp sahnelere gitme; pis ve kirli konuşma; ana avrat sövme; bölücü yayınlar yapma; fuhuş yapma; din aleyhinde gösteri yapma; nefsani arzulara uyma vb. işleri yapmaya müsait bir ortam olarak anlayanlarla alay etmiş; milleti uyandırmaya çalışmıştır:
Bir de İstanbul’a geldim ki: Bütün çarşı, Pazar
Na’radan çalkalanıyor! Öyle ya… Hürriyet var!
Galeyan geldi mi, mantık savuşurmuş… Doğru
Vardı aklından o gün her kimi gördümse zoru.
Kimse farkında değil, anlaşılan, yaptığının;
Kafalar tütsülü hülya ile, gözler kızgın.
Sanki zincirdekiler hep boşanıp zincirden,
Yıkılıvermiş de tımarhaneyi çıkmış birden!
Eli bayraklı alaylar yürüyor dört keçeli;
En ağır başlısının bir zili eksik, belli!
Ötüyor her taşın üstünde birer dilli düdük.
Dinliyor kaplamış etrafını yüzlerce hödük!
Ne devairde hükümet, ne ahalide bir iş!
Ne sanayi, ne maarif, ne alış var, ne veriş.
Çamlıbel sanki şehir: Zabıta yok, rabıta yok;
Aksa kan sel gibi, bir dindirecek vasıta yok.
“Zevk-i hürriyeti onlar daha çok anlamalı”
Diye mekteplilerin mektebi tekmil kapalı!
İlmi tazyik ile ta’lim, o da bir istibdâd…
Haydi öyleyse çocuklar, ebediyyen âzâd!
Kör çıban neşterin altında nasıl patlarsa,
Hep ağızlar deşilip, kimde ne cevher varsa,
Saçıyor ortaya, ister temiz, ister kirli;
Kalmıyor kimseciğin muzmeri artık gizli.
Dalkavuk devri değil, eski kasâid yerine,
Üdebânız ana avrat sövüyor birbirine!
Mehmet  Akif, hürriyet ve istiklâl kavramlarından, sadece vatanın düşmandan kurtarılmasını ve özgürce yaşamayı anlamamıştır. O, makam ve mal hırsı gibi dünyalığın esaretinden kurtulmayı da hürriyet olarak değerlendirmiştir.
İnsan, tabiatında bulunan mal ve aşırı lükse düşkünlük gibi zafiyetlerden kurtulmalıdır.  Akif’e göre, bunların oyuncağı olmak, mal ve makam elde etmek için dalkavukluk yapmak esaret; bunlardan kurtulmak ise gerçek hürriyettir. “Zulmü Alkışlayamam” adlı şiirinde, bu konuda irade ve nefse hâkim olmanın kişiyi gerçek hürriyete kavuşturacağını ifade etmektedir:
Zulmü alkışlayamam, zâlimi aslâ sevemem;
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.
Biri ecdâdıma saldırdı mı, hatta boğarım…
– Boğamazsın ki!
                       – Hîç olmazsa yanımdan koğarım.
Üç buçuk soysuzun ardında zağarlık yapamam;
Hele hak nâmına haksızlığa ölsem tapamam.
Doğduğumdan beridir âşıkım istiklâle,
Bana hîç tasmalık etmiş değil altın lâle.
Mehmet  Akif bu mısralarında, hayatı boyunca hürriyetini, maddenin önünde tuttuğunu; hiçbir zaman onun esiri olmadığını ortaya koymuştur. Nitekim o, en sıkıntılı zamanlarında bile cebindekini ve elindekini fakir, kimsesiz ve yoksullarla paylaşmış; İstiklal Marşının yazılması için o günün parasıyla bir servet değerindeki mükâfatı hiç tereddütsüz reddedebilmiştir.  Akif bu söylemi ve özelliğiyle; yere, zamana ve duruma göre davranan, menfaatleri için renkten renge giren ve bu uğurda her yolu mubah sayan tiplerin karşısında, örnek alınması gereken saygın bir duruşu ortaya koymuştur.
Akif, bu ilkeli ve onurlu tavrını, İttihad ve Terakki Cemiyeti’ne üye olurken de göstermiştir. Üyeliğe kabulde imzalanan yemin metninde, “Cemiyetin bütün emirlerine kayıtsız şartsız uyacağım” ifadesini görünce, hemen itiraz etmiş, “Ben ancak akla ve vicdana uygun emirlere uyarım. Mutlak bağlılık sözü veremem” demiştir. Bu olay üzerine, uzun tartışmalar sonunda yemin metni değiştirilmiştir. Daha sonra Cemiyet’in batıcı, ırkçı, menfaatçi yaklaşımları nedeniyle, karşı duruş sergilemiştir.
İstiklal ve hürriyeti bir yaşam tarzı olarak benimseyen hürriyet aşığı Mehmet  kif,
Sade hürriyeti ilan ile bir şey çıkmaz
Fikri hürriyeti hazm ettiriniz halka biraz.
dizeleriyle, sadece hürriyetin ilan edilmesinin yeterli olmadığını, herkesin bu bilince sahip olması, hürriyet fikrinin gönüllere yerleşmesinin gerektiğini ifade etmiştir.

Manevî hürriyetler içinde yer alan hak ve özgürlükler, daha çok insanın kalbi ve vicdanı ile ilgili hürriyetler olup, genel olarak düşünce ve düşünceyi ifade hürriyeti ile bu çerçevede yer alan din ve vicdan hürriyetinden oluşmaktadır.
İnsanca yaşamanın, insan haklarının en önemlilerinden biri de din ve vicdan hürriyetidir. İnsanlar diğer hiçbir alanda olmadığından daha çok, din ve inanç hürriyeti konusunda duyarlı olmuşlar, inançlarını koruma noktasında ölümü dahi göze almışlardır. Din ve vicdan hürriyetinin muhtevasını; iman etmek, bağlı bulunduğu dinin esaslarına göre ibadet etmek, dinin emirlerini yerine getirmek, dinini öğrenmek ve öğretmek oluşturmaktadır.
Din ve vicdan hürriyeti açısından kurtuluş savaşımız gerçekten çok önemli bir yer tutmaktadır. Mehmet  Akif, din ve vicdan hürriyeti başta olmak üzere temel hak ve özgürlüklerin yaşanabilmesi için ülkenin hür ve bağımsız olması gerektiğini savunur. Nitekim o, 15 Ekim 1920 Cuma günü Çankırı Ulu Cami’de yaptığı bir vaazda, hürriyet olmadan Cuma namazının kabul olmayacağını, kâfirin işgali altında olan ülkedeki halifenin de halifeliğinin geçerli olmayacağını belirtmiş, vatanın kurtuluşu için cihat edilmesi gerektiğini ısrarla vurgulamıştır.
Gerek yıkımlarla dolu sıkıntı ve ıstırap dolu yılların  kif’i, gerekse bu yılların hemen akabinde başlayan Cumhuriyet devrinin  Akif’i, ideal bir toplumun ortaya çıkması için çabalayan, düşünen, fikir üreten ve aksiyon alıp harekete geçen lider ruhlu bir münevverdir.
Mehmed  Akif, Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’nda yenik sayılmasıyla Anadolu’nun savaş galibi emperyalist ülkeler ve işbirlikçileri tarafından işgali sonrası başlatılan millî mücâdeleye etkin olarak katıldı. Bir yandan şiir ve yazılarıyla halkı Millî Mücadele’ye katılma yönünde ikna etmeye çalışırken, diğer yandan Eskişehir, Bursa, Sandıklı, Dinar, Afyon, Antalya, Konya ve Kastamonu gibi farklı il ve ilçelerde câmilerde halka vaazlar verdi, cephede ise askerlere hitaben Millî Mücadele’yi destekleyen konuşmalar yaptı. “Mehmed  Akif‟in Ankara‟ya giderek “Kuvâ-yı Milliye‟ye katılmış olması, bütün millet üzerinde çok müsbet bir te‟sir uyandırmıştır. Mehmed  Akif‟in sağlam imanı, itidali ve akl-ı selimi ile, o ağır şartlarda mümkün olan en meşru, makul ve doğru olan kararı vereceğine güvenildiği için, onun bu harekete katılarak, onaylamış olması, Millî Mücâdele‟nin, Birinci Dünya Harbi‟ne katılışımız gibi, “İttihatçıların, sonu kötü bitecek bir macerası” olacağından korkan veya “devlete karşı isyan” olduğunu düşünerek samimiyetinden şüphe eden birçok kimseyi tatmin etmiş ve onların da maddî manevî güçleriyle mücadeleye katılmalarını sağlamıştır. Onun sessiz, mütevâzı, hiç kimsenin başına kakmadan, övünmeden, makam ve maaş beklemeden ve insanların kendisinden böyle bir şey beklemediği bir sırada, her şeyini tehlikeye atarak yaptığı bu büyük fedâkârlık ve kısacası “Büyük Vatanseverlik‟in değerini bilen tarih ve fikir adamları, hiç tereddüt etmeden Mehmed  Akif‟e, “İstiklâl Savaşımızın Manevi Önderi” sıfatını vermişlerdir.”
Böylesi felaketler çağının mütefekkir şairi olarak  Akif, milletinin bütün ıstıraplarını hissetmiş ve bunların giderilmesi için hiçbir fedakârlıktan kaçınmamıştır. Günümüz nesli bugün yaşadığımız modern çağın çarpıklıklarını çıplak biçimde gördükçe daha ötesi hissettikçe haktan, adaletten eşitlikten, vicdandan daha çok bahsetmeye başlamıştır. Malum gençliğin Mehmet Akif’ten bihaber Onun Asımın Nesli idealinden uzak kalması kabul edilemez. Son olarak önerimiz şudur: Hak ve hürriyet bilinci oluşturmak adına muhakkak lise düzeyinde Safahat okuma dersi konulmalı ve nesillerimiz adaleti, hakkı, hürriyeti, eşitliği asli asli menbaından öğrenmelidir.
Sonuç olarak Mehmet Akif iman sahibi hak aşığı bir şair olarak haksızlıklara karşı çıkmış, adaleti, hürriyeti savunmuş vicdanının sesi olmuş şiirlerinde bu ifadeleri güçlü biçimde dile getirmiştir. En büyük delili de İstiklal Marşında son satırlarda yeralan “Hakkıdır Hakka tapan milletimin istiklal” mısrasında özetlenmiştir.
Yararlanılan kaynaklar:
Cem TUNA, Safahat’tan Günümüz İnsan Hakları Eğitimine Yansımalar, Turkish Studies – Educational Sciences, eISSN: 2667-5609, Internatıonal Balkan Unıversıty http://www.turkishstudies.net/education, Araştırma Makalesi, Sponsored by IBU
Cevat AKKANAT, Özgün Bir Toplum Kurucu; Mehmet Akif, SR Yayınları, Ankara, 2020.
Gencay ZAVOTÇU, Mehmed Akif’in Şiirinde Hürriyet ve Vatan Kavramı, İnsan ve Toplum Bilimleri Araştırmaları Dergisi, 2012, Cilt.1, Sayı:1.
İbrahim PAÇACI, Mehmet Akif’in İstiklâl ve Hürriyet Anlayışı, http://ibrahimpacaci.com.tr/index.php/vaaz-ve-konferanslar/27-mehmet-akif-in-istiklal-ve-hurriyet-anlayisi
Mehmet Akif ERSOY, Safahat, Hece Yayınları, 3. Baskı, Ankara, Ocak 2010.
M. Ertuğrul DÜZDAĞ, Safahat, Bağcılar Belediyesi Kültür Yayınları, 1. Baskı Ekim 2014.
Mehmet GÜNEŞ, Mehmet  Akif’in Şiirlerinde Vicdan, Burdur Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi 3. Uluslararası Mehmet Akif Ersoy Sempozyumu, İstiklal Marşının Kabulünün 100. Yılı Bildiriler Kitabı
Necmettin TURİNAY, Safahat, İstiklâl Marşı’nın 100. Yılına Armağan- 1, TBMM Başkanlığı Yayını, 1. Baskı Mart 2021 Yazarlar Birliği Mehmet Akif Ersoy Sempozyumu