MEHMET AKİF ERSOY’UN HAK VE HÜRRİYET ANLAYIŞI
Mehmet Altuntaş ) Sebilürreşad
“Hakkıdır Hakka tapan milletimindir istiklal” diyerek bir milletin istiklal marşını yazan Mehmet Akif yaygın olarak vatan ve istiklal şairi olarak bilinse de kanaatimizce O, hak, hürriyet ve vicdan şairidir aynı zamanda. Hayatı çilelerle ve ıstıraplarla geçmiş olmasını neredeyse tüm şiirlerine yansıtmıştır. Birinci Dünya savaşı günlerini, Balkan ve Çanakkale Savaşlarını, hülasa koca Osmanlı Devleti’nin göz göre göre parçalanmasını görmüş, Anadolu’nun kurtuluşuna koşar adımla gitmiş, şehir şehir gezerek nefesi yettiğince milli mücadeleye gövdesi ile destek vermiştir. Sırtında paltosu olmamasına rağmen verilen ödüle tenezzül etmemiş yeni devletin marşını bila bedel yazmıştır. O’nun iman dolu göğsü vatan sevgisi ile doluyken işgale ve zulme geçit vermemiş, adaletsizliği gördüğünde gür sesini şiirleriyle haykırmış, milletin selameti için vatanını geçici olarak da olsa terk etmeyi göze almış bir mücahit idi O. Akif’in vicdanı her şeyden önce hakkı, hakikati ve hürriyeti vicdanının sesiyle gür biçimde dile getiren korkusuz bir şair idi.
Yeniden Sebilürreşad Dergisinin Editörü şair ve yazar Cevat Akkanat’ın “Özgün Bir Toplum Kurucu Mehmet Akif Ersoy” adlı eserinin giriş bölümünde Akif’i tanımlayan şu satırlar konumuza giriş yapmamız için çok anlamlı olacaktır. “Mehmet Akif”, imanıyla, ahlakıyla, ilmiyle, şiiriyle, fakat hepsinden önce cismiyle tam ve sağlam bir insandır. Milletinin gönül dili, iman, irade ve azim sesi olmuş büyük bir düşünce adamı ve şairdir. İlhamını Kuran ve Peygamberden alan Mehmet Akif, inandığını tam olarak yaşayan, her şeyini dinini ve milleti için feda edebilen büyük bir şahsiyettir.
Mehmet Akif milli şairimiz olmasının yanında fikrî ve edebî çabasını milletinin hizmetine seferber etmişti. O, sadece Osmanlı Devleti için değil İslam coğrafyasında tüm Müslüman milletleri dert edinmiş, Dünyada Müslüman milletlerin sıkıntılarına çare bulmak için he türlü fedakârlığa varım demiştir. Kısacası Akif hak ve hürriyet yolunda idealleri olan münevver bir şairdi.
Ömrünün büyük kısmı vatanın düşman işgâlinden kurtuluşu ve milletin bağımsızlığı mücadelesiyle geçen Mehmet Akif’in sahip olduğu değerler arasında hürriyet kavramının önemli bir yeri vardır. Denebilir ki hürriyet onun değerleri arasında, listesinin üst sıralarında yer alan birkaçı arasındadır. Hürriyet uğruna savaşılması gereken yüce bir değer, insan gibi yaşamanın olmazsa olmaz koşuludur. Hürriyet kavramı İstiklal Marşı dahil Akif’in Safahat’ta topladığı şiirlerinde otuzdan fazla yerde, hürriyet kavramı geçmektedir. Ayrıca Safahat’ta Hâlık-I Hürriyet’e ve Hürriyet başlıklı iki şiiri vardır.
HALIK-I HÜRRİYET’E*
Madem ki gördün bu güzel günleri artık,
Ey millet–i merhume hayatın ebedidir.
İkbalini teyid edecek nasr–ı Îlâhi
Ümmid kavi, çünkü mevâid kavidir.
fâkta enfüste ayân, şevk ile biz de
Kalkın edelim Hâlık–ı hürriyete secde.
21 Temmuz 1910
Hak kavramı; Akif sadece istiklal marşında 6 defa hak kelimesini kullanmıştır. Bunu kimi zaman yüce Allah anlamında kimi zaman insan hakkı anlamında kullandığı yerler bulunmaktadır. Mesela Hakkıdır Hakka tapan milletimin istiklal derken hem hakkıdır derken milletin hakkından hem de Hakka tapan derken Allah’tan bahsetmektedir.
Meclis’te şiirin ilk defa okunduğu 1 Mart celsesine Mustafa Kemal Paşa, resmen kabul olunduğu 12 Mart celsesine ise şiiri Meclis’te seslendiren şair ve yazar Hamdullah Suphi Tanrıöver başkanlık etmişlerdir. Son toplantıda, Mustafa Kemal Paşa’nın da Meclis’teki herkes gibi, büyük bir heyecan içinde, ön sırada ve ayakta alkışlayarak şiiri dinlediği tarihlerde kayıtlıdır. Sonraki günlerde beste çalışmaları yapıldığı sırada, Mustafa Kemal Paşa, “Marş’ın en beğendiği yerinin: Hakkıdır hür yaşamış bayrağımın hürriyet; Hakkıdır Hakk’a tapan milletimin istiklâl… mısraları olduğunu” söylemiştir.
Ömrünün büyük kısmı vatanın düşman işgâlinden kurtuluşu ve milletin bağımsızlığı mücadelesiyle geçen Mehmed Akif’in sahip olduğu değerler arasında hürriyet kavramının önemli bir yeri vardır. Denebilir ki hürriyet onun değerleri arasında, listesinin üst sıralarında yer alan birkaçı arasındadır. Hürriyet uğruna savaşılması gereken yüce bir değer, insan gibi yaşamanın olmazsa olmaz koşuludur. Mehmed Akif, hür, hürriyet ve istiklâl sözcükleri ile ifâde ettiği özgür yaşama biçiminin çocukluktan beri âşığıdır. Bu düşüncesini Zulmü Alkışlayamam adlı şiirinde açıkça ifade eder. Kimi mısralarında zalim, zulüm, mazlum ve haksızlık kavramlarını kullanmıştır. Onun haksızlık karşısında susmayan gür bir ses olduğunu da şu mısralarından hatırlıyoruz.
Zulmü alkışlayamam, zâlimi aslâ sevemem;
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.
Biri ecdâdıma sadırdı mı, hattâ boğarım…
– Boğamazsın ki!
– Hiç olmazsa yanımdan koğarım.
Üç buçuk soysuzun ardında zağarlık yapamam;
Hele hak nâmına haksızlığa ölsem tapamam.
Doğduğumdan beridir âşıkım istiklâle,
Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lâle.
Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum?
Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum.
Kanayan bir yara gördüm mü yanar tâ ciğerim,
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim.
Adam aldırma da geç git, diyemem, aldırırım.
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım.
Zâlimin hasmıyım amma severim mazlûmu..
(Asım)
Bu şiir, Mehmed Akif’in çocukluğundan beri hürriyete/özgürlüğe karşı beslediği sevginin yanında geçmişine ve köklerine olan bağlılığın, değerbilirliğin ve vefâ duygusunun da somut bir belgesidir. Yere, zamana ve duruma göre davranan, menfaatleri için renkten renge giren ve bu uğurda her yolu mübah sayan tiplerin karşısında örnek alınması gereken saygın bir duruşu ifade etmektedir onun duruşu.
İstiklal ve hürriyeti bir yaşam tarzı olarak benimseyen hürriyet aşığı Mehmet Akif,
Sade hürriyeti ilan ile bir şey çıkmaz
Fikri hürriyeti hazmettiriniz halka biraz.
dizeleriyle, sadece hürriyetin ilan edilmesinin yeterli olmadığını, herkesin bu bilince sahip olması, hürriyet fikrinin gönüllere yerleşmesinin gerektiğini ifade etmiştir.
Kurtuluş savaşımızın arka planında, vatanı işgalden, milletimizi baskılardan kurtarma, özgür bir ortama kavuşma, temel değerlerimizi hâkim kılma, dağılmış olan Müslüman potansiyelini yeniden birleştirme gibi gayelerin yattığı söylenebilir. Başka bir ifadeyle, kurtuluş savaşımızın özünde, temel hak ve hürriyetlerin elde edilmesi bulunmaktadır.
Zamanımızın önemli bir değeri olan insan hakları kavramı yirminci yüzyılın ortalarına doğru (10 Aralık 1948) ortaya çıkmış batı orijinli bir kavram olmasına rağmen Akif’in şiirlerinde hak ve hürriyet kavramını çok daha evvel dile getirmiştir. İnsanların haklarını birinci kuşak negatif statü hakları yani klasik haklar, ikinci kuşak pozitif statü hakları yani isteme hakları siyasi, ekonomik ve sosyal haklar, üçüncü kuşak olarak da adlandırılan aktif statü hakları veya dayanışma hakları şeklinde bir ayrıma tabi tutulmaktadır. Buna Jellinek Üçlüsü de denilmektedir. Alman hukukçu Georg Jellinek tarafından yapılan temel hak ve hürriyetleri ayırma yöntemidir. Bu yöntemde haklar üçe ayrılır. Bu haklar; negatif, pozitif ve aktif statü hakkıdır. Günümüzde insan hakları denince, öncelikle kişilerin yaşama hakkı, daha sonra da bununla yakından ilişkisi bulunan, işkence ve kötü muamele görmeme, ayrımcılığa tabi olmama, çalışma, seyahat, din ve vicdan hürriyeti, özel hayatın gizliliği gibi temel hak ve hürriyetler akla gelmektedir.
Anadolu halkının iman gücüne dayanılarak başlatılan Kurtuluş savaşımızın arka planında, vatanı işgalden, milletimizi emperyalist işgalcilerin baskılardan kurtarma, özgür bir ortama kavuşma, temel değerlerimizi hâkim kılma, dağılmış olan Müslüman potansiyelini yeniden birleştirme gibi gayelerin varlığı inkar edilemez. Binaen aleyh, kurtuluş savaşımızın özünde, temel hak ve hürriyetlerin elde edilmesi yeralmaktadır.
Günümüzde insan hakları denince, öncelikle kişilerin yaşama hakkı, daha sonra da bununla yakından ilişkisi bulunan, çalışma, seyahat, din ve vicdan hürriyeti, özel hayatın gizliliği gibi temel hak ve hürriyetler akla gelmektedir.
Çağdaş literatürde temel hak ve hürriyetler; a) şahsî hak ve hürriyetler, b) manevî hürriyetler, c) sosyal ve iktisadî hak ve hürriyetler ile d) siyâsî hak ve hürriyetler olmak üzere dört ana başlık altında incelenmektedir. Bunlar bağlamında Mehmet Akif’in bazı şiirleri, dikkatinize sunulacaktır.
Şahsi Hak ve Hürriyetler
Genel olarak şahsi hak ve hürriyetler, kişinin dokunulmazlığı, seyahat ve yerleşme hürriyeti ile özel hayatın gizliliğinden oluşmaktadır. Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.
Şahsî hak ve hürriyetler çerçevesinde ele alınan kişi dokunulmazlığı, insanın hem maddî, hem de manevî hayatı bakımından söz konusudur. Bunun tabiî bir sonucu olarak da, insanlara zulmedilmez; hâkim kararı bulunmadan hürriyetleri kısıtlanamaz.
İnsanın tabiî ve temel haklarından olan ve İslâm’ın güvence altına aldığı “kişinin dokunulmazlık hakkı”, ancak vatanın hür ve bağımsız olmasıyla mümkündür.
Mehmet Akif’e göre, başta yaşam olmak üzere temel hak ve hürriyetlerin korunması ve özgürlüklerin yaşanması, vatanın hür ve bağımsız olmasına bağlıdır. İstiklal ve hürriyetlerini kaybeden toplumlar yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme haklarını yitirirler.
Bunu bir şiirinde şöyle anlatmaktadır:
Tarumar eyleyiversin de bütün ordumuzu,
Bizi kovsun elimizden alarak yurdumuzu…
Kimsesiz ailelerden kimi gitsin bıçağa;
Kimi bin türlü fecâ’atle çekilsin kucağa…
Birinin ırzı heder, diğerinin hûnu helâl…
İşte, ey unsur-i isyan, bu elîm izmihlal,
Başka bir şiirinde de şöyle demektedir:
İlâhî, altı yüz bin Müslüman birden boğazlandı…
Yanan can, yırtılan ismet, akan seller bütün kandı.
Ne ma’sûm ihtiyarlar süngüler altında kıvrandı!
Ne bîkes hânümanlar işte, yangın verdiler, yandı!
Şu küllenmiş yığınlar hep birer insan, birer candı!
Bunun için, başta yaşam olmak üzere temel hak ve özgürlükleri elde etmek amacıyla vatanın kurtuluşu için çalışmak, asla ümit kesmemek gerekir:
Atîyi karanlık görerek azmi bırakmak…
Alçak bir ölüm varsa, eminim, budur ancak!
Dünyâda inanmam, hani, görsem de gözümle:
İmânı olan kimse gebermez bu ölümle.
Ey dipdiri meyyit! “İki el bir baş içindir”
Davransana… Eller de senin, baş da senindir!
…
Sahipsiz olan memleketin batması haktır;
Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır,
Ayrıca ona göre, vatanın düşmandan kurtarılıp hürriyete kavuşması için, gerekirse can da dâhil, sahip olunan her şey fedâ edilmelidir. kif bu inancını, İstiklal Marşımızın yedinci kıtasında şöyle ifade etmektedir:
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki fedâ
Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan şühedâ!
Canı, cananı, bütün varımı alsın da Hüdâ,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüdâ.
Manevî Hürriyetler
Manevî hürriyetler içinde yer alan hak ve özgürlükler, daha çok insanın kalbi ve vicdanı ile ilgili hürriyetler olup, genel olarak düşünce ve düşünceyi ifade hürriyeti ile bu çerçevede yer alan din ve vicdan hürriyetinden oluşmaktadır.
İnsanca yaşamanın, insan haklarının en önemlilerinden biri de din ve vicdan hürriyetidir. İnsanlar diğer hiçbir alanda olmadığından daha çok, din ve inanç hürriyeti konusunda duyarlı olmuşlar, inançlarını koruma noktasında ölümü dahi göze almışlardır. Din ve vicdan hürriyetinin muhtevasını; iman etmek, bağlı bulunduğu dinin esaslarına göre ibadet etmek, dinin emirlerini yerine getirmek, dinini öğrenmek ve öğretmek oluşturmaktadır.
Din ve vicdan hürriyeti açısından kurtuluş savaşımız gerçekten çok önemli bir yer tutmaktadır.
Mehmet Akif, din ve vicdan hürriyeti başta olmak üzere temel hak ve özgürlüklerin yaşanabilmesi için ülkenin hür ve bağımsız olması gerektiğini savunur. Nitekim o, 15 Ekim 1920 Cuma günü Çankırı Ulu Cami’de yaptığı bir vaazda, hürriyet olmadan Cuma namazının kabul olmayacağını, kâfirin işgali altında olan ülkedeki halifenin de, halifeliğinin geçerli olmayacağını belirtmiş, vatanın kurtuluşu için cihat edilmesi gerektiğini ısrarla vurgulamıştır[1].
Akif, dini özgürlüklerin ancak hürriyet ve istiklalle mümkün olduğunu belirttiği bir şiirinde şöyle demektedir:
Düşmeden pençesinin altına istikbâlin,
Biliniz kadrini hürriyyetin, istiklâlin.
Söyletip başka memâlikteki mahkûmîni…
Hâkimiyyet ne imiş, öğreniniz kıymetini.
Yoksa, onsuz ne şu dünyâ kalır İslâm’a, ne din,
Kuşatır millet-i mahkûmeyi hüsrân-ı mübîn.
Mevlid Kandili münasebetiyle yazdığı “Pek Hazin Bir Mevlid Gecesi” başlıklı şiirinde ise, bu düşüncesini şöyle ifade etmektedir:
Yıllar geçiyor ki, yâ Muhammed,
Aylar bize hep Muharrem oldu!
Akşam ne güneşli bir geceydi…
Eyvâh, o da leyl-i matem oldu!
Alem bugün üç yüz elli milyon
Mazluma yaman bir âlem oldu:
Çiğnendi harîm-i pâki Şer’in;
Nâmûsa yabancı mahrem oldu!
Beyninde öten çanın sesinden
Binlerce minare ebkem oldu.
Allâh için, ey Nebiyy-i ma’sûm,
İslâm’ı bırakma böyle bîkes,
İslâm’ı bırakma böyle mazlûm.
Diğer taraftan, “Ordunun Duası” başlıklı şiirinde, Allâh’a sığınıp, din ve vicdan hürriyetini kaybetmemek için şöyle dua eder:
Türk eriyiz, silsilemiz kahraman…
Müslüman’ız hakka tapan Müslüman.
Putları Allâh tanıyanlar, aman,
Mescidimin boynuna çan takmasın.
“Amin!” desin hep birden yiğitler,
“Allâhu Ekber!” gökten şehitler.
“ mîn!” ,“ mîn!”, “Allâhu Ekber!”
Din ve vicdan hürriyeti, insanın hiçbir baskı ve zorlama olmaksızın düşünmesi, kendi aklıyla hadiseleri değerlendirmesi ve zihnî gayretleriyle doğruyu bulmasını gerektirir. İslâm’ın öngördüğü din özgürlüğü de böyledir. Zira din ve inanç, insanın vicdanıyla ilgili bir husustur; zorla kabul ettirilen inancın hiçbir anlamı yoktur. Bu husus Kur’an-ı Kerim’de, “Dinde zorlama yoktur.” (Bakara 2/256) hükmüyle ifadesini bulmuştur.
Buna göre insan, dinini seçme ve yaşama konusunda tam bir hürriyete sahiptir. Çünkü o, hür olarak yaratılmıştır. Akif insanın tam bir hürriyetle yaratıldığını ve hür iradesiyle iman etmesinin onu yükselteceğini, şöyle dile getirmektedir:
Ne irfandır veren ahlâka yükseklik, ne vicdandır;
Fazîlet hissi insanlarda Allâh korkusundandır.
Yüreklerden çekilmiş farz edilsin havf-i Yezdânın
Ne irfanın kalır te’sîri kat’iyyen ne vicdânın.
Hayat artık behîmîdir… Hayır ondan da alçaktır:
Ya hayvan bağlıdır fıtratla, insan hürr-i mutlaktır.
Allâh insanı hür yaratmış; ona irade, kendi fiillerini tercih etme yetisi vermiştir. Bunun için herkes, yaptıklarından sorumludur; kader ve tevekkülün ardına sığınamaz. Akif, sorumluluklarından kaçıp, kader ve tevekkül ardına gizlenenleri şöyle eleştirmektedir:
Kadermiş, öyle mi? Hâşâ bu söz değil doğru,
Belanı istedin Allâh da verdi doğrusu bu.
Talep nasılsa, tabi netice öyle çıkar,
Meşiyyetin sana zulmetmek ihtimali mi var?
Çalış dedikçe şeriat, çalışmadın durdun,
Onun hesabına birçok hurafe uydurdun.
Sonunda bir de “tevekkül” sokuşturup araya
Zavallı dini çevirdin onunla maskaraya
Bütün o işleri Rabb’im görür; vazifesidir…
Yükün hafifledi… Sen şimdi doğru kahveye gir.
…
Senin bu kopkoyu şirkin sığar mı imana?
Tevekkül öyle tahakküm demek mi Yezdân’a?
Kader senin dediğin yolda Şer’a bühtandır.
Tevekkülün hele, hüsran içinde hüsrandır.
Kader ferâiz-i imana dahil… mennâ…
Fakat yok onda senin saymış olduğun mânâ.
Siyâsî Hak ve Hürriyetler
Vatandaşlık; seçme, seçilme ve siyasi faaliyetlerde bulunma; parti kurma, partiye girme ve ayrılma; kamu hizmetlerine girme; şikâyet ve dilekçe hakkı gibi hak ve özgürlükler siyasî hak ve hürriyetler kapsamında yer almaktadır.
Mehmet Akif, siyâsî hakları savunmuş; baskıcı rejimleri ise tenkit etmiştir. Nitekim “Acem Şahı”, “İstibdâd”, “Hürriyet” ve diğer bazı şiirlerinde, istibdadı yermiş, hürriyeti övmüştür. O şiirlerinde istibdâdı, kirli, aşağılık, karanlık gibi sıfatlarla vasfederken, hürriyeti beyaz entarisiyle Cennetten inmiş kar gibi kıza benzetmiştir.
Fakat o, hürriyeti kayıtsız-şartsız özgürlükler olarak görmez. Nitekim hürriyeti; bağırıp çağırma, nara atma; okuldan kaçıp sahnelere gitme; pis ve kirli konuşma; ana avrat sövme; bölücü yayınlar yapma; fuhuş yapma; din aleyhinde gösteri yapma; nefsani arzulara uyma vb. işleri yapmaya müsait bir ortam olarak anlayanlarla alay etmiş; milleti uyandırmaya çalışmıştır:
Bir de İstanbul’a geldim ki: Bütün çarşı, Pazar
Na’radan çalkalanıyor! Öyle ya… Hürriyet var!
Galeyan geldi mi, mantık savuşurmuş… Doğru
Vardı aklından o gün her kimi gördümse zoru.
Kimse farkında değil, anlaşılan, yaptığının;
Kafalar tütsülü hülya ile, gözler kızgın.
Sanki zincirdekiler hep boşanıp zincirden,
Yıkılıvermiş de tımarhaneyi çıkmış birden!
Eli bayraklı alaylar yürüyor dört keçeli;
En ağır başlısının bir zili eksik, belli!
Ötüyor her taşın üstünde birer dilli düdük.
Dinliyor kaplamış etrafını yüzlerce hödük!
Ne devairde hükümet, ne ahalide bir iş!
Ne sanayi, ne maarif, ne alış var, ne veriş.
Çamlıbel sanki şehir: Zabıta yok, rabıta yok;
Aksa kan sel gibi, bir dindirecek vasıta yok.
“Zevk-i hürriyeti onlar daha çok anlamalı”
Diye mekteplilerin mektebi tekmil kapalı!
İlmi tazyik ile ta’lim, o da bir istibdâd…
Haydi öyleyse çocuklar, ebediyyen âzâd!
Kör çıban neşterin altında nasıl patlarsa,
Hep ağızlar deşilip, kimde ne cevher varsa,
Saçıyor ortaya, ister temiz, ister kirli;
Kalmıyor kimseciğin muzmeri artık gizli.
Dalkavuk devri değil, eski kasâid yerine,
Üdebânız ana avrat sövüyor birbirine!
Mehmet Akif, hürriyet ve istiklâl kavramlarından, sadece vatanın düşmandan kurtarılmasını ve özgürce yaşamayı anlamamıştır. O, makam ve mal hırsı gibi dünyalığın esaretinden kurtulmayı da hürriyet olarak değerlendirmiştir.
İnsan, tabiatında bulunan mal ve aşırı lükse düşkünlük gibi zafiyetlerden kurtulmalıdır. Akif’e göre, bunların oyuncağı olmak, mal ve makam elde etmek için dalkavukluk yapmak esaret; bunlardan kurtulmak ise gerçek hürriyettir. “Zulmü Alkışlayamam” adlı şiirinde, bu konuda irade ve nefse hâkim olmanın kişiyi gerçek hürriyete kavuşturacağını ifade etmektedir:
Zulmü alkışlayamam, zâlimi aslâ sevemem;
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.
Biri ecdâdıma saldırdı mı, hatta boğarım…
– Boğamazsın ki!
– Hîç olmazsa yanımdan koğarım.
Üç buçuk soysuzun ardında zağarlık yapamam;
Hele hak nâmına haksızlığa ölsem tapamam.
Doğduğumdan beridir âşıkım istiklâle,
Bana hîç tasmalık etmiş değil altın lâle.
Mehmet Akif bu mısralarında, hayatı boyunca hürriyetini, maddenin önünde tuttuğunu; hiçbir zaman onun esiri olmadığını ortaya koymuştur. Nitekim o, en sıkıntılı zamanlarında bile cebindekini ve elindekini fakir, kimsesiz ve yoksullarla paylaşmış; İstiklal Marşının yazılması için o günün parasıyla bir servet değerindeki mükâfatı hiç tereddütsüz reddedebilmiştir. Akif bu söylemi ve özelliğiyle; yere, zamana ve duruma göre davranan, menfaatleri için renkten renge giren ve bu uğurda her yolu mubah sayan tiplerin karşısında, örnek alınması gereken saygın bir duruşu ortaya koymuştur.
Akif, bu ilkeli ve onurlu tavrını, İttihad ve Terakki Cemiyeti’ne üye olurken de göstermiştir. Üyeliğe kabulde imzalanan yemin metninde, “Cemiyetin bütün emirlerine kayıtsız şartsız uyacağım” ifadesini görünce, hemen itiraz etmiş, “Ben ancak akla ve vicdana uygun emirlere uyarım. Mutlak bağlılık sözü veremem” demiştir. Bu olay üzerine, uzun tartışmalar sonunda yemin metni değiştirilmiştir. Daha sonra Cemiyet’in batıcı, ırkçı, menfaatçi yaklaşımları nedeniyle, karşı duruş sergilemiştir.
İstiklal ve hürriyeti bir yaşam tarzı olarak benimseyen hürriyet aşığı Mehmet kif,
Sade hürriyeti ilan ile bir şey çıkmaz
Fikri hürriyeti hazm ettiriniz halka biraz.
dizeleriyle, sadece hürriyetin ilan edilmesinin yeterli olmadığını, herkesin bu bilince sahip olması, hürriyet fikrinin gönüllere yerleşmesinin gerektiğini ifade etmiştir.
Manevî hürriyetler içinde yer alan hak ve özgürlükler, daha çok insanın kalbi ve vicdanı ile ilgili hürriyetler olup, genel olarak düşünce ve düşünceyi ifade hürriyeti ile bu çerçevede yer alan din ve vicdan hürriyetinden oluşmaktadır.
İnsanca yaşamanın, insan haklarının en önemlilerinden biri de din ve vicdan hürriyetidir. İnsanlar diğer hiçbir alanda olmadığından daha çok, din ve inanç hürriyeti konusunda duyarlı olmuşlar, inançlarını koruma noktasında ölümü dahi göze almışlardır. Din ve vicdan hürriyetinin muhtevasını; iman etmek, bağlı bulunduğu dinin esaslarına göre ibadet etmek, dinin emirlerini yerine getirmek, dinini öğrenmek ve öğretmek oluşturmaktadır.
Din ve vicdan hürriyeti açısından kurtuluş savaşımız gerçekten çok önemli bir yer tutmaktadır. Mehmet Akif, din ve vicdan hürriyeti başta olmak üzere temel hak ve özgürlüklerin yaşanabilmesi için ülkenin hür ve bağımsız olması gerektiğini savunur. Nitekim o, 15 Ekim 1920 Cuma günü Çankırı Ulu Cami’de yaptığı bir vaazda, hürriyet olmadan Cuma namazının kabul olmayacağını, kâfirin işgali altında olan ülkedeki halifenin de halifeliğinin geçerli olmayacağını belirtmiş, vatanın kurtuluşu için cihat edilmesi gerektiğini ısrarla vurgulamıştır.
Gerek yıkımlarla dolu sıkıntı ve ıstırap dolu yılların kif’i, gerekse bu yılların hemen akabinde başlayan Cumhuriyet devrinin Akif’i, ideal bir toplumun ortaya çıkması için çabalayan, düşünen, fikir üreten ve aksiyon alıp harekete geçen lider ruhlu bir münevverdir.
Mehmed Akif, Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’nda yenik sayılmasıyla Anadolu’nun savaş galibi emperyalist ülkeler ve işbirlikçileri tarafından işgali sonrası başlatılan millî mücâdeleye etkin olarak katıldı. Bir yandan şiir ve yazılarıyla halkı Millî Mücadele’ye katılma yönünde ikna etmeye çalışırken, diğer yandan Eskişehir, Bursa, Sandıklı, Dinar, Afyon, Antalya, Konya ve Kastamonu gibi farklı il ve ilçelerde câmilerde halka vaazlar verdi, cephede ise askerlere hitaben Millî Mücadele’yi destekleyen konuşmalar yaptı. “Mehmed Akif‟in Ankara‟ya giderek “Kuvâ-yı Milliye‟ye katılmış olması, bütün millet üzerinde çok müsbet bir te‟sir uyandırmıştır. Mehmed Akif‟in sağlam imanı, itidali ve akl-ı selimi ile, o ağır şartlarda mümkün olan en meşru, makul ve doğru olan kararı vereceğine güvenildiği için, onun bu harekete katılarak, onaylamış olması, Millî Mücâdele‟nin, Birinci Dünya Harbi‟ne katılışımız gibi, “İttihatçıların, sonu kötü bitecek bir macerası” olacağından korkan veya “devlete karşı isyan” olduğunu düşünerek samimiyetinden şüphe eden birçok kimseyi tatmin etmiş ve onların da maddî manevî güçleriyle mücadeleye katılmalarını sağlamıştır. Onun sessiz, mütevâzı, hiç kimsenin başına kakmadan, övünmeden, makam ve maaş beklemeden ve insanların kendisinden böyle bir şey beklemediği bir sırada, her şeyini tehlikeye atarak yaptığı bu büyük fedâkârlık ve kısacası “Büyük Vatanseverlik‟in değerini bilen tarih ve fikir adamları, hiç tereddüt etmeden Mehmed Akif‟e, “İstiklâl Savaşımızın Manevi Önderi” sıfatını vermişlerdir.”
Böylesi felaketler çağının mütefekkir şairi olarak Akif, milletinin bütün ıstıraplarını hissetmiş ve bunların giderilmesi için hiçbir fedakârlıktan kaçınmamıştır. Günümüz nesli bugün yaşadığımız modern çağın çarpıklıklarını çıplak biçimde gördükçe daha ötesi hissettikçe haktan, adaletten eşitlikten, vicdandan daha çok bahsetmeye başlamıştır. Malum gençliğin Mehmet Akif’ten bihaber Onun Asımın Nesli idealinden uzak kalması kabul edilemez. Son olarak önerimiz şudur: Hak ve hürriyet bilinci oluşturmak adına muhakkak lise düzeyinde Safahat okuma dersi konulmalı ve nesillerimiz adaleti, hakkı, hürriyeti, eşitliği asli asli menbaından öğrenmelidir.
Sonuç olarak Mehmet Akif iman sahibi hak aşığı bir şair olarak haksızlıklara karşı çıkmış, adaleti, hürriyeti savunmuş vicdanının sesi olmuş şiirlerinde bu ifadeleri güçlü biçimde dile getirmiştir. En büyük delili de İstiklal Marşında son satırlarda yeralan “Hakkıdır Hakka tapan milletimin istiklal” mısrasında özetlenmiştir.
Yararlanılan kaynaklar:
Cem TUNA, Safahat’tan Günümüz İnsan Hakları Eğitimine Yansımalar, Turkish Studies – Educational Sciences, eISSN: 2667-5609, Internatıonal Balkan Unıversıty http://www.turkishstudies.net/education, Araştırma Makalesi, Sponsored by IBU
Cevat AKKANAT, Özgün Bir Toplum Kurucu; Mehmet Akif, SR Yayınları, Ankara, 2020.
Gencay ZAVOTÇU, Mehmed Akif’in Şiirinde Hürriyet ve Vatan Kavramı, İnsan ve Toplum Bilimleri Araştırmaları Dergisi, 2012, Cilt.1, Sayı:1.
İbrahim PAÇACI, Mehmet Akif’in İstiklâl ve Hürriyet Anlayışı, http://ibrahimpacaci.com.tr/index.php/vaaz-ve-konferanslar/27-mehmet-akif-in-istiklal-ve-hurriyet-anlayisi
Mehmet Akif ERSOY, Safahat, Hece Yayınları, 3. Baskı, Ankara, Ocak 2010.
M. Ertuğrul DÜZDAĞ, Safahat, Bağcılar Belediyesi Kültür Yayınları, 1. Baskı Ekim 2014.
Mehmet GÜNEŞ, Mehmet Akif’in Şiirlerinde Vicdan, Burdur Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi 3. Uluslararası Mehmet Akif Ersoy Sempozyumu, İstiklal Marşının Kabulünün 100. Yılı Bildiriler Kitabı
Necmettin TURİNAY, Safahat, İstiklâl Marşı’nın 100. Yılına Armağan- 1, TBMM Başkanlığı Yayını, 1. Baskı Mart 2021 Yazarlar Birliği Mehmet Akif Ersoy Sempozyumu