Öne çıkan

Boykot

Boykot Listeleri ve Yazılar

☑️1) İsrail Ürünleri ve Destekleyen Markalar- Boykot Listesi 2023 Güncel
👉https://gencmuslumanlar.com/boykot-listesi

☑️2) Boykot uluslararası olarak devam ediyor. Bu sebeple hazırlanmış olan çok güzel bir site yapılmış. Emeği geçenlere teşekkür ediyorum. İncelemenizi öneririm. Boykot gerekçeleri bile yazıyor.
👉https://boycott.thewitness.news/categories

☑️3) Marka Boykot Kontrolü
Harika bir çalışma ortaya konulmuş!
Markanın adını girin, boykot listesinde var mı, yok mu görün.
👉 boykothareketi.com https://www.boykothareketi.com/

☑️4) Hangi ürünlerin boykot edileceğine ilişkin olarak 30 farklı dilde kullanılabilen bir web sitesi oluşturuldu. Boykot sitesinde araştırma yaptıktan sonra markalar delilleriyle birlikte siteye yerleştirilmiş. Alternatifi olan markaların, alternatifi de konulmuş. Eksikler olabilir düşüncesiyle bu eksiklikleri gidermek adına da insanların mail yoluyla eksik olan markaları bildirme imkanı da sağlanmış..
Hiç kimsenin hakkına girmemek adına detaylı araştırma sonrası boykot listesi oluşturulmuş..
Sitenin linki:👉 https://boycotzionism.com
https://youtube.com/shorts/fj-_sJibYzA?feature=share

☑️5) Boykot edilecek markaların listesi ile ilgili yapılmış bir çalışma. Markaların isimleri görseller ve kaynaklarda sunuluyor. Sanırım eklemeler devam ediyor. Yayabildiğimiz kadar yaymamız lazım.
👉https://bilinclituketim.com

☑️6)Boykotlu ürün olup olmadığını kod tarayarak kolayca öğrenebilirsiniz. https://linktr.ee/Nothanksboycott

☑️7)Boykot Yolu projemiz ile artık marketlerde uzun uzun markaların boykot durumlarını aramak yerine, projemiz içerisindeki arama çubuğuna markanın ismini yazarak çok hızlı bir şekilde bulabilir, yanındaki “Alternatifi Gör” butonuna basarak uygun veya yerli ürünlere hızlıca ulaşabilirsiniz.
https://www.boykotyolu.com.tr

☑️8) Boykot Rehberi 

BOYKOTREHBERİ

Şimdi Üzüntümüzü Eyleme Dönüştürme Zamanı!

Gazze’de yaşanan insanlık dramı her vicdanlı insan gibi bizi de bir şeyler yapmaya mecbur ediyor.

Şimdi üzüntümüzü eyleme dönüştürme zamanı!

Boykot, söylentilerin aksine son derece etkili bir çözümdür. Günlük alışverişlerimiz esnasında siyonizmle mücadele edebiliriz!

Filistin Inisiyatifi’nin hazırladığı bu broşür, market alışverişlerinde en sık karşılaştığınız markalara yönelik bir bilgilendirmedir.

Küresel boyutta üretim yaparak sektörü elinde bulunduran, İsrail’le ekonomik iş birliği içinde olan ve İsrail’in işgal ettiği topraklarda yatırımları bulunan üreticilere ait markaları bu broşürde bulabilirsiniz.

Umarız siz de alışverişinizde bu hassasiyeti gözetir ve evinizin bereketini korursunuz.

Hayırlı alışverişler!

https://www.boykotrehberi.com

☑️9) 🔸Mardin Artuklu Üniversitesi öğrencileri siyonizmi boykot rehberi hazırladılar. Boykot e-Rehberine aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz:

https://drive.google.com/file/d/1NyCZZKsbHN-1SMpxGRbjInvdA8-W30YH/view?usp=drivesdk

REFERANS LİNKLER:
BOYKOT ÜRÜNÜ BULMA SİTESİ
https://www.bilinclituketim.com (Gerekçeli)
https://www.boykot.co (Gerekçeli)
https://boykotrehberi.com (Gerekçeli)
https://gencmuslumanlar.com/boykot-listesi (Gerekçeli)
https://bdsmovement.net/get-involved/what-to-boycott (Gerekçeli)
YERLİ ÜRÜN BULMA SİTESİ
https://www.yerlituket.com
https://www.yerli-markalar.com
https://www.gimdes.com
HER İKİ TÜRDE ÜRÜN BULMA SİTESİ:
https://www.boykotyolu.com.tr
https://boykoturunleri.com.tr (Gerekçeli)
https://kiminmali.com (Gerekçeli)
https://www.boykothareketi.com
-Şirketlerin kendi resmi siteleri.

Troy: Türkiye’nin Ödeme Yöntemi

Troy ödeme sistemine geçenler yahut başvuran arkadaşlardan bazı yorumları bilgilendirme mahiyetinde paylaşmak istiyorum.
🔸Akbank’ı aradım, Troy istiyorum dedim. Olmaz derseniz kartımı birazdan kaybedeceğim dedim :)) başvuruyu hemen aldılar. (E.K)
🔸Garanti bankasi telefon bankaciligindan 5 dakikada basvurumu aldilar. 5 gune teslim olacagini soylediler. Mevcut musterisiydim. Yurtdisi isleme kapali sadece. (S.O)
🔸Kuveytturk Troy kart bulunmaktadır. Şubelerde anında basım gerçekleştirilmektedir. (D.R)
🔸Ziraat hiç ikiletmedi (T.Ü)
🔸Kuveyt Türk mobil şubede kart başvuruları bölümünden online başvuru yapılabilir. Benimki hemen onaylandı, sanal kartımı da oluşturdum. Fiziksel kart da eve gelecek. (M.E)
🔸Akbank için bankaya gitmeye gerek kalmadan sadece müşteri hizmetlerine bağlanarak halledebiliyorsunuz. (D.İ)
🔸İşcepten bir dakikada hallettim (F.F)
🔸Vakıfbank internet bankacılığından Troy başvurusu yapılabiliyor (A.O)
🔸Bankam YKB az önce arasım, banka kartımı, kfedi kartımı ve 2 adet ek kartımı Troy kart ile değiştiemek istediğimi ilettim..uygulama üzerinden bir onay işlemi yaptım. hepsi bu kadar. (A.L)
🔸Yapı Kredi Gold hemen geçti, Platin’de olmadı, yeni kart talep ettik. İş Bankası’nda da yeni kart talebi yaparsak olabileceğini söylediler, uygulamadan başvurduk ve hemen onaylandı. İki bankanın da müşteri hizmetleri yetkilisi aynı özelliklerin devam edeceğini söyledi. (S.D)
🔸Halkbank’ı aradım, Mastercard kartımı Troy’a geçirmek istiyorum dedim, adres istendi, hepsi toplam iki dakika, işlem tamam. (M.M)
Gördüğünüz üzere çok basit ve kolay bir şekilde bu geçiş gerçekleşebiliyor arkadaşlar. GSM operatör değişikliği gibi.
Burada da bizim eksikliğimiz böyle bir sistem ve altyapı olmasına rağmen yeteri kadar reklam, bilgilendirme ve uyarı yapılmamasıdır. Maalesef kronik rahatsızlığımız bu bizim.
Sadece Filistin cephesinde siyonsti destelemiyor visa ve mastercard. Suriye’de, Libya’da, Afrika’da, Irak’ta ve hemen her yerde karşımıza dikilen terör örgütlerini de finanse ediyor. Hem de oturdukları yerden.
Bu vesileyle hem milyonlarca dolar ülkemizde kalacak, hem de bu tekere ciddi bir çomak sokulacaktır arkadaşlar.
Cem Murat
İ$R&€L veya onları destekleyen firmalara BOYKOTU ÖNEMSİYORUZ…
Amma esas can acıtacak olan bir kalem var ki, onu yapabildiğimizde,
CİDDEN BUYUK İŞ YAPMIŞ OLURUZ…
KREDİ KARTI VE BANKMATİK KART KULLANIMINDA ((( TROY))) ALT YAPISINI KULLANIMINI YAYGINLAŞTIRABİLİRİZ…
***
((( TROY KART ))) NEDİR?
Açılımı: Türkiye’nin ödeme yöntemi…
Siyonistlerin sahibi olduğu Mastercard ve Visa’ya yerli ve milli alternatif olarak geliştirildi.
Yurt içindeki tüm pos cihazlarında işlem yapıyor…
Yurt dışında bir çok ülkede aktif…
İnternet alışverişi yapar…
Taksit imkanı var….
#TroyKartaGeçiyoruz
***
Troy Karta nasıl geçilir?
Bankanızı arıyorsunuz.
Kartlarınızı Troy altyapısına geçirmek istediğinizi söylüyorsunuz.
HEPSİ BU KADAR….
Bu şekilde Siyonist destekçisi mastercard ve visa sisteminden çıkıyorsunuz…
Soykırımlara sponsor olmamak için #TroyKartaGeçiyoruz…
BANKALAR KARTLARI DA DEĞİŞTİRİYOR
VEYA SADECE SİSTEM ÜZERİNDEN DEĞİŞİKLİĞE DE GİDİYOR….

Visa Mastercard boykotu diğer bütün boykotlardan daha kıymetli. Yurt icinde tıpkı Visa ve Mastercardta olduğu gibi kullanabiliyoruz Troy kartı. Mevcut visa, mastercardlarınızı iptal ettirmeniz sahiplerinin de boykotun ciddiyetini anlamaları açısından önemli. Altyapısı Türkiye’ye yönelik olduğu için sadece yurtdışında kullanamıyorsunuz. Boykota kıymet veren herkesi Visa, Mastercard boykotuna destek vermeye çağırıyoruz. Yapmanız gereken tek şey bankanızı arayıp veya gidip TROY karta geçmek istediğinizi söylemek. Hepsi bu kadar!

Boykot yapsak ne olur? https://www.ahaber.com.tr/yazarlar/hilal-kaplan/2023/11/07/boykot-yapsak-ne-olur

Etkili bir boykot için neler gerekir? https://m.aksam.com.tr/cumartesi/etkili-bir-boykot-icin-neler-gerekir/haber-1414112

GAZZE İÇİN GOLDENSTONE RAPORU VE MAVİ MARMARA GERÇEĞİ

Öne çıkan

GAZZE İÇİN GOLDENSTONE RAPORU VE MAVİ MARMARA GERÇEĞİ
Mavi Marmara Gemisine Sadırı (Gaza Flotilla Raid) hadisesi nedir? diye bir soru sorulduğunda ne cevap verebilirim diye düşündüm. Gelecek kuşaklar için tarihe kayıt düşmek ve Gazze’ye yardım için yola çıkan Mavi Marmara Yardım Gemisini ve ona ve yolcularına yapılan saldırıyı çocuklarıma ve torunlarıma anlatmak isterim, bu benim vicdan borcumdur.

Bu yazı Kırklar Kulübü yayınlarından Mavi Marmara’ya Kırk Selam kitabında yeralan makalelerden biridir. Kitabı alıp tüm makaleleri okumak için
👉https://40lar.com/939/

Mavi Marmara Gemisi on yıllar sonrasında tarihte hafızalara kazınan önemli sembollerden birisi olmaya aday. Bu sembol; vicdanını, aklını ve insanlığını kaybetmemiş bir grup insanın insanlık tarihine bir armağanıdır.
Her dinden ve milletten insanın içine bindiği bir gemi, bir özgürlük gemisi yola çıktığında ne olacağını tam olarak kestiremiyordu. Zalimin zulmüne itiraz eden ve açık hava hapishanesine dönüşmüş bir toprağın mazlum insanlarına el uzatan bir avuç insanın uluslararası vicdan hareketiydi bu. Sonuçta bu yolda ölmeye değil ölüme açık hava cezaevine dönüştürülmüş Gazze halkına ve çocuklara destek vermeye gittiler ama uluslararası sularda haksız biçimde öldürüldüler. Ruhlar o yolda şahadetle buluştular sonsuzluğa uzandılar. BM İnsan hakları Komisyonunun hazırladığı ve Gazze’de insan hakları ihlalleri yaşandığını tespit eden 15 Eylül 2009 tarihli Goldstone Raporu yayınlandıktan yaklaşık sekiz ay sonra oldu olaylar hem de.
Mavi Marmara Yardım Filosuna Saldırı Olayı 8 Nisan 2010 da Amerika Birleşik Devletlerinde altı ay süren misafirliğin ardından ülkeme dönmenin huzurunu yaşadığım sırada yaşandı. O günlerde Amerikan kamuoyunun nasıl da yanıltıldığını, TV kanallarının tek taraflı yayınlarıyla Filistinlileri terörist gösterip, İsrail’in yapmış olduğu saldırıları görmezden gelmesi de ağrıma gitmişti. Amerikan halkı sanki bir kutu içerisinde hapsedilmiş bir civciv gibi, dış dünyadan haberleri gösterildiği kadarıyla görebiliyordu. Son on yılda sosyal medya gelişti artık pek çok konunun saklanması gerçekten zor. Ancak facebook, twitter ve youtube gibi sosyal medya platformlarının küresel güçler tarafından kendi lehlerine ve mazlum ülkeler aleyhine manipüle edildiği veya bu ihtimalin kuvvetli olduğu yönünde kanaatim var.
Şu husus açıktır ki, Mavi Marmara Uluslararası bir yardım organizasyonudur. 31 Mayıs 2010 tarihinde Gazze’ye insani yardım götürürken uluslararası sularda İsrail silahlı güçleri tarafından saldırıya uğradı ve yardım organizasyonuna ait gemide bulunan bir grup silahsız insan şiddet gördü ve dokuz sivil insan öldürüldü. Komor Adalarının bayrağını taşıyan gemi içindekilerle birlikte İsrail’in Aşdod Limanına götürüldü ve orada birtakım muameleye tabi tutuldu. İçinde Yunan, İspanyol, Türk, Müslüman, Hıristiyan ve Musevi her çeşit insan olduğuna herkes şahit oldu. Bir grup Müslüman Türkün ön plana çıkıp cesaret göstermesi sonucu şehit olmaları bu özelliğini değiştirmez.
Mavi Marmara sivil bir organizasyondur. Gönüllü olarak yola çıkan gemiye binen insanlar bu gemiye zorla bindirilmediler. Gönüllü olarak yardım organizasyonuna katılan insanlar herhangi bir devletin vatandaşı olsalar da o ülkelerden bağımsız bireylerin yer aldığı Mavi Marmara sivil bir organizasyondur. Türkiye’den hareket eden gemiye ne devlet ne de hükümet yetkilileri müdahale etmiştir. Pek çok görüşü bir arada barındıran bir Parti olan AK Parti de organizasyonu farklı değerlendirenler olsa da gemi uzaktan gözlendi. Farklı görüşler söylense de geminin hareketine karşı bir baskı gelmediği kanaatindeyim.
Mavi Marmara deyince aklıma şehitler, Bülent Yıldırım, Ebubekir Kurban, Hakan Albayrak, Furkan Doğan, Mavi Marmara Risalesinde “O güzel insanlar o güzel gemilere binip gittiler…” diyen Bülent Akyürek geliyor. Bülent ağabey Mavi Marmara Risalesini gemiye binemememsinin kefareti sayıyordu. Ya şehit Furkan Doğan’a ne demeli. Gençliğinin baharında bu vicdan gemisine binerek biz ihtiyarlamış ruhlara can verdi.
Mavi Marmara Gemisi Gazze’ye yardım götürmek için yola çıktığı tarihten 8 ay önce Gazze’de insan hakları ihlallerini ortaya seren bir rapor yayınlandı. Gladstone Raporu olarak nam salan rapor Richard Goldstone tarafından hazırlandığı için bu adı aldı. Rapor kısaca İsrail’in Gazze’de yaptığı insanlık dışı saldırıları özetliyordu. 27 Aralık 2008 tarihinde, İsrail’in dünyanın gözü önünde Gazze’ye saldırması dünya kamuoyunun büyük tepkisini çekti. BM İnsan Hakları Komisyonu, Gazze’de meydana gelen olayların araştırılması için 3 Nisan 2009 tarihinde 4 kişiden oluşan bir Araştırma Komisyonu kurdu. Komisyonun Başına Güney Afrika eski Anayasa Mahkemesi Başkanı ve Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi eski Savcısı olan Richard Goldstone getirildi. BM İnsan Hakları Konseyi İsrail’in Gazze’ye düzenlediği askeri operasyonları ‘savaş suçu’ olarak adlandıran ‘Goldstone Raporu’nu kabul etti. 47 ülkenin üye olduğu Konsey’de, İsrail aleyhine kullanılan 25 oyla İsrail’in suçlu olduğu kabul edildi. AB ülkelerinin çoğunluğu ve ABD İsrail lehine oy kullandılar.
Rapor 2010 yılında Filistin Platformu İmar ve Dayanışma Derneği tarafından Türkçe olarak yayınlandı. Bu eser Platformun da ilk yayını ve internet sitesinde yer almaktadır. Yine Platformun Goldstone Raporu ve Uluslararası Hukuk adıyla raporu ve uluslar arası mevzuatın analiz edildiği bir ikinci yayını daha bulunmaktadır.
2010 yılında yaşanan insanlık dışı bir saldırı ile BM in İnsan Hakları Komisyonunca hazırlanan ve Gazze’de yaşanan saldırıların bir insan hakları ihlali sayan Raporunun ortak yanı olmaz mı diye düşündüm. BM Güvenlik Konseyinde zorda olsa alınan tüm aleyhte kararları hiçe sayan bir anlayışın hüküm sürdüğü mevcut uluslar arası düzen açısından elbette Goldstone Raporu çok önemli. Ancak şurası da açık ki ne bu Raporu önemsiz kılacak, yok sayacak yorumlara ne de aşırı kutsama yoluna gidilmelidir diye düşünüyorum.
Amacım bu yazıda hem Mavi Marmara Yardım Gemisine yapılan saldırı olayını hatırlamak, hatırlatmak ve Goldstone Raporunu da bu vesileyle tanıtmaktır. Elbette ülkemizde Mavi Marmara Davası adıyla yargı süreci işlemektedir. Süreci aşağı yukarı herkes takip ediyordur. Bu konuda iyimserim. İHH gibi uluslararası sivil toplum kuruluşları ve onlarca avukatın takip ettiği dava görülmeye devam ediyor. Saldırıyı gerçekleştirenler yaptıklarının bir insanlık suçu olduğunu kabul etmek zorunda kalacaklar. En azından uluslararası hukuku ve insan haklarını hiçe sayan zalim anlayış yaptıklarının cezasız kalmayacağını görmüş olacak.
Mavi Marmara’ya yolcu olanlara selam olsun…

Mehmet Altuntaş
7 Temmuz 2014

https://40lar.com/939/
Öne çıkan

ARAPLAR BİZİ ARKADAN VURDU RETORİĞİ

ARAPLAR BİZİ ARKADAN VURDU RETORİĞİ
12 Ekim 2023 / Suat Gün

Gazze’de HAMAS’ın İsrail’e baskın düzenlemesinden sonra aynı gün Araplar bizi arkadan vurdu, topraklarını sattılar gibi bir takım İsrail’i haklı çıkartan, biz bu işe karışmayalım gibi yazı ve yayınlar paylaşılmaya başladı. Her ne kadar İletişim Başkanlığı yalan haberleri, başka olaylarda çekilmiş resim ve videoları paylaşıp hakikati anlatmaya çalışsa da doğrusu İsrail casusları çok iyi çalışıyor, insanlarımızı zehirlemeye devam ediyor. Propaganda üstünlüğünü ele geçirmiş durumdalar. Zaten sosyal medya Amerika merkezli (facebook, twitter, youtube) Yahudi kuruluşları olduğundan, haber ajansları CNN. FOX, AP ve Avrupa’nın haber ajansları hep onlara çalışıyor. Ak’ı kara göstermeyi başarıyorlar.
Verilen demeçlere bakılım:
Bu sadece İsrail’e yönelik bir saldırı değil, aynı zamanda Amerika’ya yönelik bir saldırıdır. Netanyahu
Bitir işlerini, @Netanyahu . Az önce yaptıklarının bedelini cehennemde ödemeliler. https://twitter.com/NikkiHaley Bu zilli de Amerikan başkan adayı Nikki Haley.
Ursula von der Leyen (Avrupa Komisyonu Başkanı); 2022 – Rusya-Ukrayna Savaşı: “Rusya’nın başta elektrik olmak üzere sivil altyapıya yönelik saldırıları savaş suçudur. Kış yaklaşırken erkekleri, kadınları, çocukları sudan, elektrikten ve ısınmadan mahrum bırakmak – bunlar saf terör eylemleridir.” Peki, Netenyahu yasaklı beyaz fosfor mermisi dâhil her silahı Gazze’de kullanıyor, elektriği, suyu, yiyecek ikmalini kesti, şehri ev ev yıkıyor! Terör suçu olmuyor mu?
Yalan haberlerden biri de şu; HAMAS 40 bebeğin boğazını kesti. Neden 41 değil, 39 değil tam 40, kim saydı? Daha HAMAS’ın ele geçirdiği bölgelere İsrail ordusu giremedi, hasar ve zayiat tespiti yapılamadı, nereden çıktı bu yalan?!
Araplar bizi arkadan vurdu propagandası tipik bir İsrail casusluğudur. Bu tür söylem ve paylaşımlar tipik bir İsrail propagandası, çoğu yalan yanlış analizlerdir. Filistin’e Yahudi göçü bütün zorlamalara rağmen Abdülhamit döneminde çok sınırlı kaldı. İttihat Terakki Partisi 1905’den itibaren güçlenip terör eylemlerine başladıktan ve 1908 darbesiyle devleti ele geçirdikten sonra Filistin’e Yahudi göçü hızlandı. İngilizler Filistin’de bir Yahudi devleti kurulmasını 3 Kasım 1917’de vaad ettiler. (Balfour Deklarasyonu) Filistin’de İsrail devleti 1918’den sonraki İngiliz işgalinden sonra kuruldu. İngiliz işgalinden sonra Araplarla Yahudiler 1921’den 1940’a kadar devamlı çatıştılar. Filistin Müftüsü Hüseyin el Emini İngilizlerin Yahudileri destekleyen politikası yüzünden Almanya’ya gittiği Hitler ile görüştü. II Dünya Savaşı’nı İngilizler ve Yahudiler kazanınca, hemen savaştan sonra İsrail devletini kurdular. Türkiye ve Osmanlı aleyhtarı çalışan Arap milliyetçilerinin çoğu Hristiyan kökenlidir adı üstünde George Habbas . Arap milliyetçiliğinin bizdeki benzeri olan Baascılık Hıristiyan olduğu sanılan aslında Yahudi olan Mişel Eflak tarafından icat edilmiştir.
Kirli ve yalan bilgilerin yayılmasına, İsrail yanlısı bu propagandaların yapılmasına müsaade edilmemelidir. Türkiye’de yeterinden fazla sabetayist ve İsrail lobisinin elemanı mevcuttur. 10 gün önce Israil ile Yunanistan bir hafta süren ortak tatbikat yaptı, bizim medya, bizim bir takım satılmış medya ne dedi biliyor musunuz? İsrail, İran’a karşı yapacağı harekâtın denemesini yapıyor. İran, batı tarafımızda bir ülke mi, İran’ın hudutları İtalya tarafında mı? İran nerede Girit açıkları nerede? Yunanistan kimin hasmı, Ege Denizi’nde kiminle çatışıyor? Yunanistan, İran’ın hasmı mı? Şayet bu tatbikat İran’a karşı olsaydı, Amerika ile birlikte Hint Okyanusu’nda yaparlardı. İsrail’in esas hedefi Türkiye ve maalesef bu tatbikat Türkiye’ye karşı yapılmıştır! Bu ortamda geçmiş tarihte şöyle olmuştu böyle olmuştunun gevezeliğini yapmak yerine İsrail’in Türkiye’yi hedef aldığını görmek lazım. BOP ve büyük İsrail projesini görmek lazımdır. İsrail’in (Netenyahu’nun ağzından) Ortadoğu haritasını değiştireceğiz demesini görmek lazım. Suriye ve Irak’ta Türkiye aleyhine terör koridoru oluşturmaya çalışan Yahudi destekli Amerikan çabalarını görmek lazım. Kaldı ki Türkleri Anadolu’ya yönelten Abbasi halifeleridir. Kerkük ve Samara’ya Türklerden müteşekkil askeri üsler kuran, Suriye topraklarına yerleştiren Abbasi halifeleridir. Hatta Ahilik teşkilatını kuran ve Anadolu’da yayılmasını teşvik eden de onlardır. Birinci Dünya Savaşı’nda İngiltere’ye karşı savaştık ama bugün müttefikiz. Mısır’daki kamplarda on binlerce askerimizi kör etmişlerdi. İngilizlerin askerimizi kör ettiğini söylemiyoruz, Çanakkale Cephesi’ne Gurkaları getirip Osmanlı askerini kör bıçakla (bıçağın adı kukuri ku) kestirdiklerini unutuyoruz. Dünyada ilk defa zehirli gazın İngilizlerce Osmanlı askerine karşı kullandıklarını söylemiyoruz. Daha üzerinden 10 yıl geçmedi, İsrail askerinin Mavi Marmara gemisine baskın yapıp 10 vatandaşımızı gaddarca öldürdüklerini konuşmuyoruz. 100 sene önce Urban adlı eşkıya çöl kabilelerinin yaptığı zalimlikler temcit pilavı gibi ısıtılıp ısıtılıp önümüze getiriliyor. Urban eşkıyalığı sadece Türklere karşı yapmıyordu ki, İngiliz, Fransız veya başka Arap kabileleri dahil herkese karşı yapıyordu. Adı üstünde eşkıya…
8 ay önce İsrail’in önde gelen Hahamlarından Kudüs İşleri Bakanı Amihai Eliyahu’nun babası Ortodoks Hahamı Shmuel Eliyahu; Kahramanmaraş depremini “Mısır kuvvetlerinin Kızıldeniz’de boğulmasına” benzetti. Allah düşmanlarımızı böyle kahrediyor, dedi.
Eliyahu, “Bizi mümkün olan her alanda karalayan Türkiye ile hangi hesapların görülmesi gerektiğini bilmiyoruz. Ancak, Tanrı bize vahyediyor ve tüm düşmanlarımızı yargılayacağını söylüyorsa, etrafımızda neler olup bittiğine bakmamız ve anlamamız yeterlidir. Olan her şey, dünyayı temizlemek ve daha iyi hale getirmek için oluyor” “Bize zarar veren çevremizdeki tüm uluslardan intikam alınacak.”
Bu ifadeler, bu düşmanlık, bu husumet neden görmezlikten geliniyor?
Günümüzde bazı Kürtlerde PKK’ya katılıyor diye Kürtleri topyekûn düşman mı ilan edeceğiz?
Osmanlıya 3 asır boyunca Türkmen aşiretleri de isyan etmiştir, (Ferman padişahın dağlar bizimdir diyen kimdir?)
Geçmişte olanlar geçmişte kalmıştır. Osmanlıya karşı tek bir Arap aşireti ayaklanmıştır. O da Şerif Hüseyin’in aşiretidir. Bu ayaklanma Irak, Suriye ve Arabistan’da tutmamıştır, İngilizlerin şiddetli kışkırtmalarına rağmen büyük Arap aşiretlerinin 6’sı Osmanlıyı desteklemiştir.
Şerif Hüseyin’in bizzat Atatürk’e işgallere karşı birlikte mücadele edelim diyen bir mektubu ve tekrar tekrar yazdığı teklif yazıları TBMM kayıtlarında mevcuttur. Aşağıda paylaşacağım resim Şerif Hüseyin’in oğlu Faysal’ın Ankara’da Atatürk’ü ziyaretinden çekilmiştir. Mustafa Sagir’i İngiliz casusu diyerek idam eden M. Kemal hazır ayağına gelmişken Cemal Paşa gibi yapıp Faysal’ı da İngiliz casusu diye astırabilir veya en azından azarlayarak huzurundan kovabilirdi. (Atatürk ve Faysal) (RESİM)
Eski İsrail Başbakanı Ehud Olmert şöyle demişti; “Türkiye’deki Yahudi lobisi İsrail’dekinden daha kuvvetlidir”. Türkiye, içerideki İsrail lobisi tarafından emniyet hissi verilerek uyuşturulmaktadır. Türkiye’nin esas düşmanı ne Araplar, ne de Kürtlerdir, bunları perde arkasından destekleyerek kışkırtan İsrail’dir, Amerika’daki İsrail lobisidir. Türkiye’ye F-35’lerin verilmesini kim engellemiştir? Suriye’deki Amerikan üslerinin varlığını kim destekliyor? Nükleer silahlarımız var, menzili Baltık Denizine erişiyor, gerekirse Ankara’nın göbeğine atom bombasını sallarız diyen kimdir?
Suriye’den kalkıp İstiklal Caddesi’nin göbeğinde bomba patlatan, Ankara’da Emniyet Genel Müdürlüğü’ne terör saldırısı yapanlar İsrail destekli teröristlerdir . İçimizdeki İsrail lobisidir. “Taraf olmak çok önemlidir. Kimden tarafsan ondansın.”

Kaynak: https://www.dikgazete.com/yazi/araplar-bizi-arkadan-vurdu-retorigi-6121.html

Ailenin korunması sempozyum bildirisi PDF

Öne çıkan

Haber linki https://m.yeniakit.com.tr/kart/haber/tihek-sempozyumu-sonuc-bildirisi-yayinlandi-aile-korunmazsa-toplum-coker-758658.html

https://www.tihek.gov.tr/kategori/pages/Ailenin-Korunmasi-Hakki-Bildiriler-Kitabi

2 uluslararası ailenin korunması sempozyum bildirisi PDF

Ailenin Korunması Hakkı Bildiriler Kitabı.  Aile, toplumun en temel yapı birimi olup sağlıklı ve müreffeh bir toplum, ancak ailenin korunması ve aileye sahip çıkılması ölçüsünde mümkün olacaktır. Ailenin korunması evrensel bir insan hakkı olup bireylerin yanında toplum ve devlet de aileyi korumakla yükümlüdür. Bu nedenle, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ve Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi “Aile, toplumun, doğal ve temel unsurudur, toplum ve devlet tarafından korunma hakkına sahiptir’’ hükmünü haizdir. 1982 Anayasası da aileyi Türk toplumunun temeli olarak saymış ve eşler arası eşitlik ilkesine dayandırmıştır. Anayasamız, Devlete, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alma ve teşkilatları kurma görevleri yüklemiştir. Bu bağlamda, herkes, ailenin korunmasını toplumu oluşturan tüm kişi, kurum ve kuruluşlar ile Devletten isteme hakkına sahiptir.

Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu, toplumumuzun doğal ve temel unsuru olan aile kurumunu insan haklarının korunup geliştirilmesi açısından önemsemektedir. Bu bağlamda, 29-30 Nisan 2019 tarihleri arasında Ankara’da “Ailenin Korunması Hakkı” temalı “II. Uluslararası İnsan Hakları Sempozyumu” nu düzenlemiştir.

Sempozyuma 16 farklı ülkeden akademisyen ve yazarlar ile sivil toplum, kamu kuruluşu ve uluslararası örgütlerden temsilciler katılmıştır. Sempozyumda katılımcılar tarafından sunulan tebliğler ile aile kurumunun önemi ve günümüzde karşı karşıya kaldığı sorunlar insan hakları bağlamında tartışılmış ve çözüme yönelik öneriler dile getirilmiştir.

Sempozyum bildirileri ışığında dile getirilen tüm görüş ve tartışmalar, “II. Uluslararası İnsan Hakları Sempozyumu Ailenin Korunması Hakkı Bildiriler Kitabı” ismi ile bir araya getirilerek kitaplaştırılmıştır. Basılan kitabımızın elektronik baskısı web sitesinde yayınlanmıştır.

Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumunca yayımlanan eserle, farklı disiplinlerden farklı bakış açılarına sahip dünyanın dört bir yanından değerli katılımcıların katkılarıyla, “ailenin korunması hakkı” nın literatürde öne çıkmasına, insan hakları bağlamında hak bilincinin yerleşmesine ve daha sağlıklı bir topluma ulaşma amaçlanmıştır.

Kitap, her birinin altında pek çok alt başlığın yer aldığı şu on bir ana başlıktan oluşmaktadır:

“Sürdürülebilir Kalkınma ve Ailenin Korunması, Uluslararası Belgelerde Ailenin Korunması Hakkı, Aile ve Din, Toplum, Göç ve Aile, Ailenin Korunmasında Aktörlerin Rolü ve Ödevi, Aile Hukukunda Tahkim ve Arabuluculuk Müessesi, Ailenin Korunmasında Farklı Yaklaşımlar,  Ailenin Korunması ve Farklı Ülkelerdeki Uygulamalar, Ailenin Şiddetten Korunması ve Devletin Müdahalesi, Ailede Çocuğun Korunması, Ailenin Korunması ve Boşanma”.

Yayınımızın hayırlara vesile olması temennisi ile. https://www.tihek.gov.tr/kategori/pages/Ailenin-Korunmasi-Hakki-Bildiriler-Kitabi

Öne çıkan

MEHMET AKİF ERSOYUN HAK VE HÜRRİYET ANLAYIŞI

MEHMET AKİF ERSOY’UN HAK VE HÜRRİYET ANLAYIŞI
Mehmet Altuntaş ) Sebilürreşad
“Hakkıdır Hakka tapan milletimindir istiklal” diyerek bir milletin istiklal marşını yazan Mehmet Akif yaygın olarak vatan ve istiklal şairi olarak bilinse de kanaatimizce O, hak, hürriyet ve vicdan şairidir aynı zamanda. Hayatı çilelerle ve ıstıraplarla geçmiş olmasını neredeyse tüm şiirlerine yansıtmıştır. Birinci Dünya savaşı günlerini, Balkan ve Çanakkale Savaşlarını, hülasa koca Osmanlı Devleti’nin göz göre göre parçalanmasını görmüş, Anadolu’nun kurtuluşuna koşar adımla gitmiş, şehir şehir gezerek nefesi yettiğince milli mücadeleye gövdesi ile destek vermiştir. Sırtında paltosu olmamasına rağmen verilen ödüle tenezzül etmemiş yeni devletin marşını bila bedel yazmıştır. O’nun iman dolu göğsü vatan sevgisi ile doluyken işgale ve zulme geçit vermemiş, adaletsizliği gördüğünde gür sesini şiirleriyle haykırmış, milletin selameti için vatanını geçici olarak da olsa terk etmeyi göze almış bir mücahit idi O. Akif’in vicdanı her şeyden önce hakkı, hakikati ve hürriyeti vicdanının sesiyle gür biçimde dile getiren korkusuz bir şair idi.
Yeniden Sebilürreşad Dergisinin Editörü şair ve yazar Cevat Akkanat’ın “Özgün Bir Toplum Kurucu Mehmet Akif Ersoy” adlı eserinin giriş bölümünde Akif’i tanımlayan şu satırlar konumuza giriş yapmamız için çok anlamlı olacaktır. “Mehmet Akif”, imanıyla, ahlakıyla, ilmiyle, şiiriyle, fakat hepsinden önce cismiyle tam ve sağlam bir insandır. Milletinin gönül dili, iman, irade ve azim sesi olmuş büyük bir düşünce adamı ve şairdir. İlhamını Kuran ve Peygamberden alan Mehmet Akif, inandığını tam olarak yaşayan, her şeyini dinini ve milleti için feda edebilen büyük bir şahsiyettir.
Mehmet  Akif milli şairimiz olmasının yanında fikrî ve edebî çabasını milletinin hizmetine seferber etmişti. O, sadece Osmanlı Devleti için değil İslam coğrafyasında tüm Müslüman milletleri dert edinmiş, Dünyada Müslüman milletlerin sıkıntılarına çare bulmak için he türlü fedakârlığa varım demiştir. Kısacası Akif hak ve hürriyet yolunda idealleri olan münevver bir şairdi.
Ömrünün büyük kısmı vatanın düşman işgâlinden kurtuluşu ve milletin bağımsızlığı mücadelesiyle geçen Mehmet  Akif’in sahip olduğu değerler arasında hürriyet kavramının önemli bir yeri vardır. Denebilir ki hürriyet onun değerleri arasında, listesinin üst sıralarında yer alan birkaçı arasındadır. Hürriyet uğruna savaşılması gereken yüce bir değer, insan gibi yaşamanın olmazsa olmaz koşuludur. Hürriyet kavramı İstiklal Marşı dahil Akif’in Safahat’ta topladığı şiirlerinde otuzdan fazla yerde, hürriyet kavramı geçmektedir. Ayrıca Safahat’ta Hâlık-I Hürriyet’e ve Hürriyet başlıklı iki şiiri vardır.
HALIK-I HÜRRİYET’E*
Madem ki gördün bu güzel günleri artık,
Ey millet–i merhume hayatın ebedidir.
İkbalini teyid edecek nasr–ı Îlâhi
Ümmid kavi, çünkü mevâid kavidir.
fâkta enfüste ayân, şevk ile biz de
Kalkın edelim Hâlık–ı hürriyete secde.
21 Temmuz 1910
Hak kavramı; Akif sadece istiklal marşında 6 defa hak kelimesini kullanmıştır. Bunu kimi zaman yüce Allah anlamında kimi zaman insan hakkı anlamında kullandığı yerler bulunmaktadır. Mesela Hakkıdır Hakka tapan milletimin istiklal derken hem hakkıdır derken milletin hakkından hem de Hakka tapan derken Allah’tan bahsetmektedir.
Meclis’te şiirin ilk defa okunduğu 1 Mart celsesine Mustafa Kemal Paşa, resmen kabul olunduğu 12 Mart celsesine ise şiiri Meclis’te seslendiren şair ve yazar Hamdullah Suphi Tanrıöver başkanlık etmişlerdir. Son toplantıda, Mustafa Kemal Paşa’nın da Meclis’teki herkes gibi, büyük bir heyecan içinde, ön sırada ve ayakta alkışlayarak şiiri dinlediği tarihlerde kayıtlıdır. Sonraki günlerde beste çalışmaları yapıldığı sırada, Mustafa Kemal Paşa, “Marş’ın en beğendiği yerinin: Hakkıdır hür yaşamış bayrağımın hürriyet; Hakkıdır Hakk’a tapan milletimin istiklâl… mısraları olduğunu” söylemiştir.
Ömrünün büyük kısmı vatanın düşman işgâlinden kurtuluşu ve milletin bağımsızlığı mücadelesiyle geçen Mehmed  Akif’in sahip olduğu değerler arasında hürriyet kavramının önemli bir yeri vardır. Denebilir ki hürriyet onun değerleri arasında, listesinin üst sıralarında yer alan birkaçı arasındadır. Hürriyet uğruna savaşılması gereken yüce bir değer, insan gibi yaşamanın olmazsa olmaz koşuludur. Mehmed  Akif, hür, hürriyet ve istiklâl sözcükleri ile ifâde ettiği özgür yaşama biçiminin çocukluktan beri âşığıdır. Bu düşüncesini Zulmü Alkışlayamam adlı şiirinde açıkça ifade eder. Kimi mısralarında zalim, zulüm, mazlum ve haksızlık kavramlarını kullanmıştır. Onun haksızlık karşısında susmayan gür bir ses olduğunu da şu mısralarından hatırlıyoruz.
Zulmü alkışlayamam, zâlimi aslâ sevemem;
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.
Biri ecdâdıma sadırdı mı, hattâ boğarım…
– Boğamazsın ki!
– Hiç olmazsa yanımdan koğarım.
Üç buçuk soysuzun ardında zağarlık yapamam;
Hele hak nâmına haksızlığa ölsem tapamam.
Doğduğumdan beridir âşıkım istiklâle,
Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lâle.
Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum?
Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum.
Kanayan bir yara gördüm mü yanar tâ ciğerim,
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim.
Adam aldırma da geç git, diyemem, aldırırım.
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım.
Zâlimin hasmıyım amma severim mazlûmu..
(Asım)
Bu şiir, Mehmed  Akif’in çocukluğundan beri hürriyete/özgürlüğe karşı beslediği sevginin yanında geçmişine ve köklerine olan bağlılığın, değerbilirliğin ve vefâ duygusunun da somut bir belgesidir. Yere, zamana ve duruma göre davranan, menfaatleri için renkten renge giren ve bu uğurda her yolu mübah sayan tiplerin karşısında örnek alınması gereken saygın bir duruşu ifade etmektedir onun duruşu.
İstiklal ve hürriyeti bir yaşam tarzı olarak benimseyen hürriyet aşığı Mehmet  Akif,
Sade hürriyeti ilan ile bir şey çıkmaz
Fikri hürriyeti hazmettiriniz halka biraz.
dizeleriyle, sadece hürriyetin ilan edilmesinin yeterli olmadığını, herkesin bu bilince sahip olması, hürriyet fikrinin gönüllere yerleşmesinin gerektiğini ifade etmiştir.
Kurtuluş savaşımızın arka planında, vatanı işgalden, milletimizi baskılardan kurtarma, özgür bir ortama kavuşma, temel değerlerimizi hâkim kılma, dağılmış olan Müslüman potansiyelini yeniden birleştirme gibi gayelerin yattığı söylenebilir. Başka bir ifadeyle, kurtuluş savaşımızın özünde, temel hak ve hürriyetlerin elde edilmesi bulunmaktadır.
Zamanımızın önemli bir değeri olan insan hakları kavramı yirminci yüzyılın ortalarına doğru (10 Aralık 1948) ortaya çıkmış batı orijinli bir kavram olmasına rağmen Akif’in şiirlerinde hak ve hürriyet kavramını çok daha evvel dile getirmiştir. İnsanların haklarını birinci kuşak negatif statü hakları yani klasik haklar, ikinci kuşak pozitif statü hakları yani isteme hakları siyasi, ekonomik ve sosyal haklar, üçüncü kuşak olarak da adlandırılan aktif statü hakları veya dayanışma hakları şeklinde bir ayrıma tabi tutulmaktadır. Buna Jellinek Üçlüsü de denilmektedir. Alman hukukçu Georg Jellinek tarafından yapılan temel hak ve hürriyetleri ayırma yöntemidir. Bu yöntemde haklar üçe ayrılır. Bu haklar; negatif, pozitif ve aktif statü hakkıdır. Günümüzde insan hakları denince, öncelikle kişilerin yaşama hakkı, daha sonra da bununla yakından ilişkisi bulunan, işkence ve kötü muamele görmeme, ayrımcılığa tabi olmama, çalışma, seyahat, din ve vicdan hürriyeti, özel hayatın gizliliği gibi temel hak ve hürriyetler akla gelmektedir.

Anadolu halkının iman gücüne dayanılarak başlatılan Kurtuluş savaşımızın arka planında, vatanı işgalden, milletimizi emperyalist işgalcilerin baskılardan kurtarma, özgür bir ortama kavuşma, temel değerlerimizi hâkim kılma, dağılmış olan Müslüman potansiyelini yeniden birleştirme gibi gayelerin varlığı inkar edilemez. Binaen aleyh, kurtuluş savaşımızın özünde, temel hak ve hürriyetlerin elde edilmesi yeralmaktadır.
Günümüzde insan hakları denince, öncelikle kişilerin yaşama hakkı, daha sonra da bununla yakından ilişkisi bulunan, çalışma, seyahat, din ve vicdan hürriyeti, özel hayatın gizliliği gibi temel hak ve hürriyetler akla gelmektedir.
Çağdaş literatürde temel hak ve hürriyetler; a) şahsî hak ve hürriyetler, b) manevî hürriyetler, c) sosyal ve iktisadî hak ve hürriyetler ile d) siyâsî hak ve hürriyetler olmak üzere dört ana başlık altında incelenmektedir. Bunlar bağlamında Mehmet Akif’in bazı şiirleri, dikkatinize sunulacaktır.
Şahsi Hak ve Hürriyetler
Genel olarak şahsi hak ve hürriyetler, kişinin dokunulmazlığı, seyahat ve yerleşme hürriyeti ile özel hayatın gizliliğinden oluşmaktadır. Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.
Şahsî hak ve hürriyetler çerçevesinde ele alınan kişi dokunulmazlığı, insanın hem maddî, hem de manevî hayatı bakımından söz konusudur. Bunun tabiî bir sonucu olarak da, insanlara zulmedilmez; hâkim kararı bulunmadan hürriyetleri kısıtlanamaz.
İnsanın tabiî ve temel haklarından olan ve İslâm’ın güvence altına aldığı “kişinin dokunulmazlık hakkı”, ancak vatanın hür ve bağımsız olmasıyla mümkündür.
Mehmet  Akif’e göre, başta yaşam olmak üzere temel hak ve hürriyetlerin korunması ve özgürlüklerin yaşanması, vatanın hür ve bağımsız olmasına bağlıdır. İstiklal ve hürriyetlerini kaybeden toplumlar yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme haklarını yitirirler.
Bunu bir şiirinde şöyle anlatmaktadır:
Tarumar eyleyiversin de bütün ordumuzu,
Bizi kovsun elimizden alarak yurdumuzu…
Kimsesiz ailelerden kimi gitsin bıçağa;
Kimi bin türlü fecâ’atle çekilsin kucağa…
Birinin ırzı heder, diğerinin hûnu helâl…
İşte, ey unsur-i isyan, bu elîm izmihlal,
Başka bir şiirinde de şöyle demektedir:
İlâhî, altı yüz bin Müslüman birden boğazlandı…
Yanan can, yırtılan ismet, akan seller bütün kandı.
Ne ma’sûm ihtiyarlar süngüler altında kıvrandı!
Ne bîkes hânümanlar işte, yangın verdiler, yandı!
Şu küllenmiş yığınlar hep birer insan, birer candı!
Bunun için, başta yaşam olmak üzere temel hak ve özgürlükleri elde etmek amacıyla vatanın kurtuluşu için çalışmak, asla ümit kesmemek gerekir:
Atîyi karanlık görerek azmi bırakmak…
Alçak bir ölüm varsa, eminim, budur ancak!
Dünyâda inanmam, hani, görsem de gözümle:
İmânı olan kimse gebermez bu ölümle.
Ey dipdiri meyyit! “İki el bir baş içindir”
Davransana… Eller de senin, baş da senindir!

Sahipsiz olan memleketin batması haktır;
Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır,
Ayrıca ona göre, vatanın düşmandan kurtarılıp hürriyete kavuşması için, gerekirse can da dâhil, sahip olunan her şey fedâ edilmelidir.  kif bu inancını, İstiklal Marşımızın yedinci kıtasında şöyle ifade etmektedir:
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki fedâ
Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan şühedâ!
Canı, cananı, bütün varımı alsın da Hüdâ,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüdâ.
Manevî Hürriyetler
Manevî hürriyetler içinde yer alan hak ve özgürlükler, daha çok insanın kalbi ve vicdanı ile ilgili hürriyetler olup, genel olarak düşünce ve düşünceyi ifade hürriyeti ile bu çerçevede yer alan din ve vicdan hürriyetinden oluşmaktadır.
İnsanca yaşamanın, insan haklarının en önemlilerinden biri de din ve vicdan hürriyetidir. İnsanlar diğer hiçbir alanda olmadığından daha çok, din ve inanç hürriyeti konusunda duyarlı olmuşlar, inançlarını koruma noktasında ölümü dahi göze almışlardır. Din ve vicdan hürriyetinin muhtevasını; iman etmek, bağlı bulunduğu dinin esaslarına göre ibadet etmek, dinin emirlerini yerine getirmek, dinini öğrenmek ve öğretmek oluşturmaktadır.
Din ve vicdan hürriyeti açısından kurtuluş savaşımız gerçekten çok önemli bir yer tutmaktadır.
Mehmet  Akif, din ve vicdan hürriyeti başta olmak üzere temel hak ve özgürlüklerin yaşanabilmesi için ülkenin hür ve bağımsız olması gerektiğini savunur. Nitekim o, 15 Ekim 1920 Cuma günü Çankırı Ulu Cami’de yaptığı bir vaazda, hürriyet olmadan Cuma namazının kabul olmayacağını, kâfirin işgali altında olan ülkedeki halifenin de, halifeliğinin geçerli olmayacağını belirtmiş, vatanın kurtuluşu için cihat edilmesi gerektiğini ısrarla vurgulamıştır[1].
Akif, dini özgürlüklerin ancak hürriyet ve istiklalle mümkün olduğunu belirttiği bir şiirinde şöyle demektedir:
Düşmeden pençesinin altına istikbâlin,
Biliniz kadrini hürriyyetin, istiklâlin.
Söyletip başka memâlikteki mahkûmîni…
Hâkimiyyet ne imiş, öğreniniz kıymetini.
Yoksa, onsuz ne şu dünyâ kalır İslâm’a, ne din,
Kuşatır millet-i mahkûmeyi hüsrân-ı mübîn.
Mevlid Kandili münasebetiyle yazdığı “Pek Hazin Bir Mevlid Gecesi” başlıklı şiirinde ise, bu düşüncesini şöyle ifade etmektedir:
Yıllar geçiyor ki, yâ Muhammed,
Aylar bize hep Muharrem oldu!
Akşam ne güneşli bir geceydi…
Eyvâh, o da leyl-i matem oldu!
Alem bugün üç yüz elli milyon
Mazluma yaman bir âlem oldu:
Çiğnendi harîm-i pâki Şer’in;
Nâmûsa yabancı mahrem oldu!
Beyninde öten çanın sesinden
Binlerce minare ebkem oldu.
Allâh için, ey Nebiyy-i ma’sûm,
İslâm’ı bırakma böyle bîkes,
İslâm’ı bırakma böyle mazlûm.
Diğer taraftan, “Ordunun Duası” başlıklı şiirinde, Allâh’a sığınıp, din ve vicdan hürriyetini kaybetmemek için şöyle dua eder:
Türk eriyiz, silsilemiz kahraman…
Müslüman’ız hakka tapan Müslüman.
Putları Allâh tanıyanlar, aman,
Mescidimin boynuna çan takmasın.
“Amin!” desin hep birden yiğitler,
“Allâhu Ekber!” gökten şehitler.
“ mîn!” ,“ mîn!”, “Allâhu Ekber!”
Din ve vicdan hürriyeti, insanın hiçbir baskı ve zorlama olmaksızın düşünmesi, kendi aklıyla hadiseleri değerlendirmesi ve zihnî gayretleriyle doğruyu bulmasını gerektirir. İslâm’ın öngördüğü din özgürlüğü de böyledir. Zira din ve inanç, insanın vicdanıyla ilgili bir husustur; zorla kabul ettirilen inancın hiçbir anlamı yoktur. Bu husus Kur’an-ı Kerim’de, “Dinde zorlama yoktur.” (Bakara 2/256) hükmüyle ifadesini bulmuştur.
Buna göre insan, dinini seçme ve yaşama konusunda tam bir hürriyete sahiptir. Çünkü o, hür olarak yaratılmıştır. Akif insanın tam bir hürriyetle yaratıldığını ve hür iradesiyle iman etmesinin onu yükselteceğini, şöyle dile getirmektedir:
Ne irfandır veren ahlâka yükseklik, ne vicdandır;
Fazîlet hissi insanlarda Allâh korkusundandır.
Yüreklerden çekilmiş farz edilsin havf-i Yezdânın
Ne irfanın kalır te’sîri kat’iyyen ne vicdânın.
Hayat artık behîmîdir… Hayır ondan da alçaktır:
Ya hayvan bağlıdır fıtratla, insan hürr-i mutlaktır.
Allâh insanı hür yaratmış; ona irade, kendi fiillerini tercih etme yetisi vermiştir. Bunun için herkes, yaptıklarından sorumludur; kader ve tevekkülün ardına sığınamaz. Akif, sorumluluklarından kaçıp, kader ve tevekkül ardına gizlenenleri şöyle eleştirmektedir:
Kadermiş, öyle mi? Hâşâ bu söz değil doğru,
Belanı istedin Allâh da verdi doğrusu bu.
Talep nasılsa, tabi netice öyle çıkar,
Meşiyyetin sana zulmetmek ihtimali mi var?
Çalış dedikçe şeriat, çalışmadın durdun,
Onun hesabına birçok hurafe uydurdun.
Sonunda bir de “tevekkül” sokuşturup araya
Zavallı dini çevirdin onunla maskaraya
Bütün o işleri Rabb’im görür; vazifesidir…
Yükün hafifledi… Sen şimdi doğru kahveye gir.

Senin bu kopkoyu şirkin sığar mı imana?
Tevekkül öyle tahakküm demek mi Yezdân’a?
Kader senin dediğin yolda Şer’a bühtandır.
Tevekkülün hele, hüsran içinde hüsrandır.
Kader ferâiz-i imana dahil…  mennâ…
Fakat yok onda senin saymış olduğun mânâ.
Siyâsî Hak ve Hürriyetler
Vatandaşlık; seçme, seçilme ve siyasi faaliyetlerde bulunma; parti kurma, partiye girme ve ayrılma; kamu hizmetlerine girme; şikâyet ve dilekçe hakkı gibi hak ve özgürlükler siyasî hak ve hürriyetler kapsamında yer almaktadır.
Mehmet  Akif, siyâsî hakları savunmuş; baskıcı rejimleri ise tenkit etmiştir. Nitekim “Acem Şahı”, “İstibdâd”, “Hürriyet”  ve diğer bazı şiirlerinde, istibdadı yermiş, hürriyeti övmüştür. O şiirlerinde istibdâdı, kirli, aşağılık, karanlık gibi sıfatlarla vasfederken, hürriyeti beyaz entarisiyle Cennetten inmiş kar gibi kıza benzetmiştir.
Fakat o, hürriyeti kayıtsız-şartsız özgürlükler olarak görmez. Nitekim hürriyeti; bağırıp çağırma, nara atma; okuldan kaçıp sahnelere gitme; pis ve kirli konuşma; ana avrat sövme; bölücü yayınlar yapma; fuhuş yapma; din aleyhinde gösteri yapma; nefsani arzulara uyma vb. işleri yapmaya müsait bir ortam olarak anlayanlarla alay etmiş; milleti uyandırmaya çalışmıştır:
Bir de İstanbul’a geldim ki: Bütün çarşı, Pazar
Na’radan çalkalanıyor! Öyle ya… Hürriyet var!
Galeyan geldi mi, mantık savuşurmuş… Doğru
Vardı aklından o gün her kimi gördümse zoru.
Kimse farkında değil, anlaşılan, yaptığının;
Kafalar tütsülü hülya ile, gözler kızgın.
Sanki zincirdekiler hep boşanıp zincirden,
Yıkılıvermiş de tımarhaneyi çıkmış birden!
Eli bayraklı alaylar yürüyor dört keçeli;
En ağır başlısının bir zili eksik, belli!
Ötüyor her taşın üstünde birer dilli düdük.
Dinliyor kaplamış etrafını yüzlerce hödük!
Ne devairde hükümet, ne ahalide bir iş!
Ne sanayi, ne maarif, ne alış var, ne veriş.
Çamlıbel sanki şehir: Zabıta yok, rabıta yok;
Aksa kan sel gibi, bir dindirecek vasıta yok.
“Zevk-i hürriyeti onlar daha çok anlamalı”
Diye mekteplilerin mektebi tekmil kapalı!
İlmi tazyik ile ta’lim, o da bir istibdâd…
Haydi öyleyse çocuklar, ebediyyen âzâd!
Kör çıban neşterin altında nasıl patlarsa,
Hep ağızlar deşilip, kimde ne cevher varsa,
Saçıyor ortaya, ister temiz, ister kirli;
Kalmıyor kimseciğin muzmeri artık gizli.
Dalkavuk devri değil, eski kasâid yerine,
Üdebânız ana avrat sövüyor birbirine!
Mehmet  Akif, hürriyet ve istiklâl kavramlarından, sadece vatanın düşmandan kurtarılmasını ve özgürce yaşamayı anlamamıştır. O, makam ve mal hırsı gibi dünyalığın esaretinden kurtulmayı da hürriyet olarak değerlendirmiştir.
İnsan, tabiatında bulunan mal ve aşırı lükse düşkünlük gibi zafiyetlerden kurtulmalıdır.  Akif’e göre, bunların oyuncağı olmak, mal ve makam elde etmek için dalkavukluk yapmak esaret; bunlardan kurtulmak ise gerçek hürriyettir. “Zulmü Alkışlayamam” adlı şiirinde, bu konuda irade ve nefse hâkim olmanın kişiyi gerçek hürriyete kavuşturacağını ifade etmektedir:
Zulmü alkışlayamam, zâlimi aslâ sevemem;
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.
Biri ecdâdıma saldırdı mı, hatta boğarım…
– Boğamazsın ki!
                       – Hîç olmazsa yanımdan koğarım.
Üç buçuk soysuzun ardında zağarlık yapamam;
Hele hak nâmına haksızlığa ölsem tapamam.
Doğduğumdan beridir âşıkım istiklâle,
Bana hîç tasmalık etmiş değil altın lâle.
Mehmet  Akif bu mısralarında, hayatı boyunca hürriyetini, maddenin önünde tuttuğunu; hiçbir zaman onun esiri olmadığını ortaya koymuştur. Nitekim o, en sıkıntılı zamanlarında bile cebindekini ve elindekini fakir, kimsesiz ve yoksullarla paylaşmış; İstiklal Marşının yazılması için o günün parasıyla bir servet değerindeki mükâfatı hiç tereddütsüz reddedebilmiştir.  Akif bu söylemi ve özelliğiyle; yere, zamana ve duruma göre davranan, menfaatleri için renkten renge giren ve bu uğurda her yolu mubah sayan tiplerin karşısında, örnek alınması gereken saygın bir duruşu ortaya koymuştur.
Akif, bu ilkeli ve onurlu tavrını, İttihad ve Terakki Cemiyeti’ne üye olurken de göstermiştir. Üyeliğe kabulde imzalanan yemin metninde, “Cemiyetin bütün emirlerine kayıtsız şartsız uyacağım” ifadesini görünce, hemen itiraz etmiş, “Ben ancak akla ve vicdana uygun emirlere uyarım. Mutlak bağlılık sözü veremem” demiştir. Bu olay üzerine, uzun tartışmalar sonunda yemin metni değiştirilmiştir. Daha sonra Cemiyet’in batıcı, ırkçı, menfaatçi yaklaşımları nedeniyle, karşı duruş sergilemiştir.
İstiklal ve hürriyeti bir yaşam tarzı olarak benimseyen hürriyet aşığı Mehmet  kif,
Sade hürriyeti ilan ile bir şey çıkmaz
Fikri hürriyeti hazm ettiriniz halka biraz.
dizeleriyle, sadece hürriyetin ilan edilmesinin yeterli olmadığını, herkesin bu bilince sahip olması, hürriyet fikrinin gönüllere yerleşmesinin gerektiğini ifade etmiştir.

Manevî hürriyetler içinde yer alan hak ve özgürlükler, daha çok insanın kalbi ve vicdanı ile ilgili hürriyetler olup, genel olarak düşünce ve düşünceyi ifade hürriyeti ile bu çerçevede yer alan din ve vicdan hürriyetinden oluşmaktadır.
İnsanca yaşamanın, insan haklarının en önemlilerinden biri de din ve vicdan hürriyetidir. İnsanlar diğer hiçbir alanda olmadığından daha çok, din ve inanç hürriyeti konusunda duyarlı olmuşlar, inançlarını koruma noktasında ölümü dahi göze almışlardır. Din ve vicdan hürriyetinin muhtevasını; iman etmek, bağlı bulunduğu dinin esaslarına göre ibadet etmek, dinin emirlerini yerine getirmek, dinini öğrenmek ve öğretmek oluşturmaktadır.
Din ve vicdan hürriyeti açısından kurtuluş savaşımız gerçekten çok önemli bir yer tutmaktadır. Mehmet  Akif, din ve vicdan hürriyeti başta olmak üzere temel hak ve özgürlüklerin yaşanabilmesi için ülkenin hür ve bağımsız olması gerektiğini savunur. Nitekim o, 15 Ekim 1920 Cuma günü Çankırı Ulu Cami’de yaptığı bir vaazda, hürriyet olmadan Cuma namazının kabul olmayacağını, kâfirin işgali altında olan ülkedeki halifenin de halifeliğinin geçerli olmayacağını belirtmiş, vatanın kurtuluşu için cihat edilmesi gerektiğini ısrarla vurgulamıştır.
Gerek yıkımlarla dolu sıkıntı ve ıstırap dolu yılların  kif’i, gerekse bu yılların hemen akabinde başlayan Cumhuriyet devrinin  Akif’i, ideal bir toplumun ortaya çıkması için çabalayan, düşünen, fikir üreten ve aksiyon alıp harekete geçen lider ruhlu bir münevverdir.
Mehmed  Akif, Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’nda yenik sayılmasıyla Anadolu’nun savaş galibi emperyalist ülkeler ve işbirlikçileri tarafından işgali sonrası başlatılan millî mücâdeleye etkin olarak katıldı. Bir yandan şiir ve yazılarıyla halkı Millî Mücadele’ye katılma yönünde ikna etmeye çalışırken, diğer yandan Eskişehir, Bursa, Sandıklı, Dinar, Afyon, Antalya, Konya ve Kastamonu gibi farklı il ve ilçelerde câmilerde halka vaazlar verdi, cephede ise askerlere hitaben Millî Mücadele’yi destekleyen konuşmalar yaptı. “Mehmed  Akif‟in Ankara‟ya giderek “Kuvâ-yı Milliye‟ye katılmış olması, bütün millet üzerinde çok müsbet bir te‟sir uyandırmıştır. Mehmed  Akif‟in sağlam imanı, itidali ve akl-ı selimi ile, o ağır şartlarda mümkün olan en meşru, makul ve doğru olan kararı vereceğine güvenildiği için, onun bu harekete katılarak, onaylamış olması, Millî Mücâdele‟nin, Birinci Dünya Harbi‟ne katılışımız gibi, “İttihatçıların, sonu kötü bitecek bir macerası” olacağından korkan veya “devlete karşı isyan” olduğunu düşünerek samimiyetinden şüphe eden birçok kimseyi tatmin etmiş ve onların da maddî manevî güçleriyle mücadeleye katılmalarını sağlamıştır. Onun sessiz, mütevâzı, hiç kimsenin başına kakmadan, övünmeden, makam ve maaş beklemeden ve insanların kendisinden böyle bir şey beklemediği bir sırada, her şeyini tehlikeye atarak yaptığı bu büyük fedâkârlık ve kısacası “Büyük Vatanseverlik‟in değerini bilen tarih ve fikir adamları, hiç tereddüt etmeden Mehmed  Akif‟e, “İstiklâl Savaşımızın Manevi Önderi” sıfatını vermişlerdir.”
Böylesi felaketler çağının mütefekkir şairi olarak  Akif, milletinin bütün ıstıraplarını hissetmiş ve bunların giderilmesi için hiçbir fedakârlıktan kaçınmamıştır. Günümüz nesli bugün yaşadığımız modern çağın çarpıklıklarını çıplak biçimde gördükçe daha ötesi hissettikçe haktan, adaletten eşitlikten, vicdandan daha çok bahsetmeye başlamıştır. Malum gençliğin Mehmet Akif’ten bihaber Onun Asımın Nesli idealinden uzak kalması kabul edilemez. Son olarak önerimiz şudur: Hak ve hürriyet bilinci oluşturmak adına muhakkak lise düzeyinde Safahat okuma dersi konulmalı ve nesillerimiz adaleti, hakkı, hürriyeti, eşitliği asli asli menbaından öğrenmelidir.
Sonuç olarak Mehmet Akif iman sahibi hak aşığı bir şair olarak haksızlıklara karşı çıkmış, adaleti, hürriyeti savunmuş vicdanının sesi olmuş şiirlerinde bu ifadeleri güçlü biçimde dile getirmiştir. En büyük delili de İstiklal Marşında son satırlarda yeralan “Hakkıdır Hakka tapan milletimin istiklal” mısrasında özetlenmiştir.
Yararlanılan kaynaklar:
Cem TUNA, Safahat’tan Günümüz İnsan Hakları Eğitimine Yansımalar, Turkish Studies – Educational Sciences, eISSN: 2667-5609, Internatıonal Balkan Unıversıty http://www.turkishstudies.net/education, Araştırma Makalesi, Sponsored by IBU
Cevat AKKANAT, Özgün Bir Toplum Kurucu; Mehmet Akif, SR Yayınları, Ankara, 2020.
Gencay ZAVOTÇU, Mehmed Akif’in Şiirinde Hürriyet ve Vatan Kavramı, İnsan ve Toplum Bilimleri Araştırmaları Dergisi, 2012, Cilt.1, Sayı:1.
İbrahim PAÇACI, Mehmet Akif’in İstiklâl ve Hürriyet Anlayışı, http://ibrahimpacaci.com.tr/index.php/vaaz-ve-konferanslar/27-mehmet-akif-in-istiklal-ve-hurriyet-anlayisi
Mehmet Akif ERSOY, Safahat, Hece Yayınları, 3. Baskı, Ankara, Ocak 2010.
M. Ertuğrul DÜZDAĞ, Safahat, Bağcılar Belediyesi Kültür Yayınları, 1. Baskı Ekim 2014.
Mehmet GÜNEŞ, Mehmet  Akif’in Şiirlerinde Vicdan, Burdur Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi 3. Uluslararası Mehmet Akif Ersoy Sempozyumu, İstiklal Marşının Kabulünün 100. Yılı Bildiriler Kitabı
Necmettin TURİNAY, Safahat, İstiklâl Marşı’nın 100. Yılına Armağan- 1, TBMM Başkanlığı Yayını, 1. Baskı Mart 2021 Yazarlar Birliği Mehmet Akif Ersoy Sempozyumu

Renklerin ve İsimlerin Faşist Zihniyetle İmtihanı

Öne çıkan

Renklerin ve İsimlerin Faşist Zihniyetle İmtihanı: Afrika Evi, Somali Sofrası ve SAAB Kafe Restoran

Son aylarda hiç Kızılay’a gittiniz mi?

Gitmişseniz orada Afrika kökenli pek çok insana rastlamış olma ihtimaliniz yüksektir. Çoğusu öğrencidir onların.
Pek çoğu da Somalili güzel yüzlü insanları Kızılay’da Metro’da tren beklerken, Şeyh Şamil Camii’nde namaz kılarken veya SAAB kafede, eski adı Somali Sofrası yeni adı Güzelyurt Sofrasında kahvelerini yudumlarken görmeniz mümkündür.

SAAB Kafe Restoran önünde yarenlik eden Somalililer

Onları güven içinde huzurlu yüzlerle görmek beni gururlandırıyor. Özellikle güzel yüzlü insanlar Somalili kardeşlerimizin, onların Kızılay’da olmasından mutlu olduğumuz halde birileri onlardan rahatsız olduğunu öğrenince huzurum kaçtı. Konuyla ilgili bir araştırma yapınca 2021 yılının Eylül ayından itibaren Kızılay Sümer sokakta birtakım hadiseler yaşandığını öğrendim. Polis ‘Burası Kızılay, merkezimiz burada göçmen görünümlü yabancıları istemiyor’ demiş. Tarihe kayıt düşmek adına bu yazımda bu meseleye dil ve kültürel açıdan değinmek istiyorum.
2019 dan beri işletilen dükkanlar 2021 Ağustos ayından itibaren baskı altına alınmaya başladı Somalili yatırımcıların açtıkları dokuza yakın dükkanın çoğusu kapatıldı. Hem de polis baskısıyla. Bunlardan Somali Sofrası ve SAAB’ın hikayesini sizlerle paylaşacağım.
Birincisi 2019 açılan ve o zamandan beri açık olan Somali Sofrası adında kafe restoranın isminin Türkçe olmadığı gerekçesiyle isminin değiştirilmesi konusu. Evet yanlış duymadınız Somali kelimesi Türkçe değil denilerek adı Güzelyurt Sofrası olarak değiştirildi.
Burası küçük bir restoran, Somali usulü yiyeceklerin sunulduğu ve yine Somali usulü çay ve kahvenizi yudumlayabileceğiniz, 5-6 tane masanın bulunduğu bir dükkan.

İşin ilginci Somali Sofrası ismi Türkçe olmadığı gerekçesiyle Güzelyurt sofrasına çevrildi. Somali Sofrası ismi değiştirilmeden önce.

Diğeri ise biraz daha geniş alana sahip yine Sümer1 sokakta bulunan SAAB kafe restoran.
Burada da isterseniz Afrika usulü kahve çay içebilir ve Somali usulü yiyecekler ve içecekler alıp burada Somalili diğer tanıdıklarınız ile sohbet edebiliyorsunuz.

SAAB Kafe Restoranın Afrika Geleneksel renklerden oluşan ikinci tabelası.

Bir Diğer konu da SAAB kafe restoranın tabelasından Afrika yemekleri kısmının kaldırılması istendi. O kısmı kaldırdılar daha sonra Afrika geleneksel renkleri ile bir tabela yapıldı. Bu Tabelada bulunan renklerin terör örgütü propagandası yaptığı gerekçesiyle beyaza boyandı.
Aşağıda tabelanın boyandığı andaki fotoğrafı görüyorsunuz.

SAAB Kafe Restoranın tabelası polis baskısı ile beyaza boyatılıyor.


Şimdi bunlar olurken Ankara hamamönü’nde Afrika Evi adıyla cumhurbaşkanlığının himayesinde bir merkez açıldı. Burası Afrikalı insanların el emekleri ile göz nuru ile yaptıkları bir takım ürünlerin sergilendiği sosyal ve kültürel faaliyetlerin yapıldığı bir Merkez. Bu merkezin açılışı devlet eliyle yapıldı. Sayın Cumhurbaşkanımızın eşi Emine Erdoğan açılışa katıldı gerçekten güzel bir yer.

Emine Erdoğan hanımefendi Afrika Evinde


Afrika ülkeleri ile Türkiye’nin ilişkilerini geliştirmesi açısından güzel bir uygulama.
Şimdi aşağıda Afrika evinin logosunu görüyorsunuz. Bu logodaki renkler yine Afrika ülkelerin geleneksel renkleri bulunmaktadır. İçerisinde kahverengi, kırmızı yeşil turuncu sarı gibi renkler var. http://afrikaevi.com/tr/ adresinde logo ve fotoğraflar yakından incelendiğinde görülecektir ki SAAB kafenin tabela renkleri ile neredeyse aynı renkler yani kolluğun kastettiği gibi terör örgütü PKK nın renkleri ile alakası yok. Ayrıca bu konu zabıtayı ilgilendirdiği halde kolluğun ilgilenmesi de bir başka garabet.
Anlamadığımız konu şudur. SAAB kafenin aşağıda gördüğünüz tabelasındaki renklerle Afrika evinin logosundaki renkler neredeyse birebir aynı ülkemizin bayrağı nasıl ki kırmızı beyaz renklerden oluşuyorsa onların geleneksel renkleri de bunlar.

Afrika Evi Logosu Renkleri

Afrika evi Merkezi’nin logosunda da bu durum açıkça gözüküyor.
Ancak ne oluyorsa Afrika yemeklerin servis edildiği SAAB lokantasının tabelasındaki bu renkler birdenbire bölücü örgütün renklerini andırdığı gerekçesiyle komple beyaza boyatılıyor.

SAAB Afrika Yemekleri Restoranı Tabelası tamamen beyaza boyanmış halde

Diğer yandan Somali Sofrası isminde geçen Somali kelimesinin de yine Türkçe olmadığı söylenerek Güzelyurt Sofrası haline çevriliyor.

Türkçe olmadığı gerekçesi ile Somali Sofrası ismi Güzelyurt Sofrasına dönüştü yine de baskılar sona ermedi.

Her iki işletmenin sahipleri uzun yıllar ülkemizde, kimisinin eşi Türk vatandaşı, ortakları var. Ortakları Somalili kişiler birisi bir Türk’le evli. 15 yıldır Türkiye’de olan biri ülkemizde 3 üniversite okudu, yüksek lisans yaptı.

Bir Türkle evli olan SAAB’ın ortağı


Türkiye, Somali dahil Afrika’daki pek çok ülke ile iktisadi sosyal ve kültürel ilişkilerini geliştirmek için sayısız seferler düzenlemekte, anlaşmalar yapılmaktadır. Hatta kimi ülkelerde askeri işbirliği anlaşmaları yapılmaktadır?
Ülkemizde mütevazi bir şekilde Ankara Kızılay’da açılan bu küçük işletmelerin polis zoruyla kapatılmaya çalışılması akıl tutulması değil de nedir onu da siz söyleyin..

Köpek sorunu ile mücadele hukuku

Öne çıkan

6701 Sayılı Kanunda Engelli Hakları ve Başıboş Köpek Sorunu

2. Madde i) Makul düzenleme: Engellilerin hak ve özgürlüklerini tam ve diğer bireylerle eşit şekilde kullanmasını veya bunlardan yararlanmasını sağlamak üzere belirli bir durumda ihtiyaç duyulan, mali imkânlar nispetinde, ölçülü, gerekli ve uygun değişiklik ve tedbirleri,
Ayrımcılık yasağının kapsamı
MADDE 5- (2) Birinci fıkrada belirtilen hizmetlerin planlanması, sunulması ve denetlenmesinden sorumlu olan kişi ve kurumlar, farklı engelli grupların ihtiyaçlarını dikkate almakla ve makul düzenlemelerin yapılmasını sağlamakla yükümlüdür.
Not1: Belediyeler engellilerin ihtiyaçları doğrultusunda, başta görme engelli ve fiziksel engelli kişilerin ayrımcılık görmemesi için sokakta başıboş köpekleri toplamakla, kaldırım ve yollarda rastgele besleme yapılmasını engellemekle yükümlüdür.
Not2: Belediyelerin başıboş köpeklere mama temin etme yükümlülüğü yoktur.

5996 VETERİNER HİZMETLERİ, BİTKİ SAĞLIĞI, GIDA VE YEM KANUNU

Kanun Numarası : 5996 Resmî Gazete Tarihi: 13.06.2010 Resmî Gazete Sayısı: 27610 https://www.mevzuat.gov.tr/mevzuat?MevzuatNo=5996&MevzuatTur=1&MevzuatTertip=5

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

Hayvan Refahı ve Zootekni Hayvan refahı

MADDE 9- (1) Hayvan sahipleri veya bakımından sorumlu kişiler, hayvan refahının sağlanması amacıyla, hayvanların barınma, bakım, beslenme, sağlık ve diğer ihtiyaçlarını karşılamak, sorumluluklarındaki hayvanların insan, hayvan ve çevre sağlığı üzerinde oluşturabilecekleri olumsuz etkilere karşı gerekli önlemleri almakla yükümlüdür.

(2) Hayvanların kesimi ve hastalık kontrolü amacıyla itlafı, hayvanlarda heyecan, acı ve ıstırap oluşturmadan, uygun araçlar kullanılarak yerine getirilir.

(3) Hayvanlara ötenazi yapmak yasaktır. Ancak,

a) Hayvanlara acı ve ıstırap çektiren veya iyileşme durumu bulunmayan hastalık durumlarında,

b) Akut bulaşıcı bir hayvan hastalığının önlenmesi ya da eradikasyonu amacıyla veya insan sağlığı için risk oluşturan durumlarda,

c) Davranışları insan ve hayvanların hayatı ve sağlığı için tehlike teşkil eden ve olumsuz davranışları kontrol edilemeyen durumlarda,

veteriner hekim tarafından ötenazi yapılmasına karar verilebilir. Ötenazi işlemi veteriner hekim tarafından veya veteriner hekim gözetiminde yapılır.

(4) Hayvanların barınma, nakil, kesim öncesi ve kesimi sırasındaki hayvan refahı esasları Bakanlıkça belirlenir. Hayvan kesimlerinin Bakanlıktan onaylı kesim yerlerinde yapılması zorunludur.

(5) Bu maddenin uygulanması ile ilgili usul ve esaslar Bakanlıkça çıkarılacak yönetmelik ile belirlenir.

5199 sayılı kanunun 5996 sayılı kanun ruhu ile özdeş olacak şekilde hayvan refahı, insan ve çevre sağlığı hijyeni esas alınarak yeniden düzenlenmesi gerekmektedir. Aslında 5199 un 4g maddesi bu ilkeyi ortaya koymaktadır. Ancak bu ilke gözetilmeksizin belediyeler iline geldiği için 6. Maddeye istinaden başıboş köpekleri sokakta tutmaya beslemeye ve bu durumu normal göstermeye devam ediyor. İşin aslı sahipli hayvanlar ve köpekler için 5996 da bu kadar kısıtlama varken sokakların başıboş köpekler tarafından işgal edilmesine seyirci kalınması büyük bir çelişkidir.

Yargıtay kararı

Belediyenin hizmet kusuru

Avukat Algur, ”Bunlar idarenin kusura dayanan sorumluluk halleri ile idarenin kusursuz sorumluluğudur. Kusursuz sorumluluk halinde, idarenin kusurlu olup olmadığına bakılmaksızın zarardan doğan mağduriyetin karşılanması sağlanırken, kusura dayanan sorumluluk hallerinde idarenin sağladığı hizmetin hiç işlememesi, geç işlemesi ya da kötü işlemesi hallerine dayanılmaktadır. Danıştay’da sahipsiz bir köpeğin vatandaşa vermiş olduğu zararı belediyenin köpek üzerindeki denetim yükümlülüğünü gereği gibi yerine getirmemiş olduğu gerekçesiyle idarenin hizmet kusuru saymış ve ilgili belediyenin kamu hizmetinin işleyişindeki yetersizlik, aksaklık ve düzensizliğinin hizmet kusuru oluşturduğu gerekçesiyle tazminat sorumluluğu bulunduğuna karar vermiştir. Bu nedenle sahipsiz bir köpeğin saldırısına uğrayan mağdur kişi idari hizmetin hiç işlememesi, geç işlemesi ya da kötü işlemesi şeklindeki hizmet kusuru hallerine dayanarak idari hizmette yetersizlik, eksiklik ve düzensizlik bulunduğu gerekçesiyle, idarenin hizmet kusurunun bulunduğunu iddia ve ispat ederek idareye karşı maddi ve manevi tazminat davası açabilecektir” dedi.
https://m.star.com.tr/guncel/sokak-kopegi-saldirisinda-yaralanalar-kime-dava-acabilir-haber-1490880/

DANIŞTAY SAHİPSİZ KÖPEK SALDIRISINDA İDARENİN SORUMLULUĞUNA HÜKMETTİ

Danıştay 8. Dairesinin, sahipsiz köpekler tarafından saldırıya uğrayan davacının ısırılıp yaralandığı ve kuduz tedavisi gördüğü olayda idarenin hizmet kusurunun bulunduğu iddiasıyla ikame edilen manevi tazminat talep edilen 2020/7528 Esas dava dosyasında vermiş olduğu 2021/1532 sayılı ve 12.3.2021 tarihli kararı 01.07.2021 tarihli Resmî Gazete’de yayımlandı.

Danıştay 8. Dairesi, mevzuat hükümlerini değerlendirerek sahipsiz hayvanların, başta köpekler olmak üzere, korunması, bakım ve gözetimi, saldırgan olanların eğitilmesi ve sahiplendirilmesi, hayvan bakımevlerinin kurulması vb. birtakım görev ve sorumlulukların valiliklere, büyükşehir ve ilçe belediyelerine ait olduğu tespitini yapmış ve akabinde kamu idarelerinin yapmakla yükümlü bulundukları hizmetleri gereği gibi ifa etmekle beraber bu hizmetin işleyişini sürekli olarak kontrol etmek ve hizmetin yürütülmesi sırasında gerekli önlemleri almakla da yükümlü olduğu, idarece bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi suretiyle hizmetin kötü veya geç işlemesi ya da gereği gibi işlememesi sonucunda bir zarara sebebiyet verilmiş olmasının, idareye hizmet kusuru nedeniyle meydana gelen maddi veya manevi zararları tazmin sorumluluğu yükleyeceği kanaatine varmıştır.

 Kaynak: https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2021/07/20210701-14.pdf

Sahipsiz köpeklerin saldırması sonucunda yaralanan kişiye karşı belediyenin maddi ve manevi tazminat sorumluluğu vardır.

Danıştay 8. Daire
2010/3241 E. 2010/3782 K.

Danıştay: Köpek saldırısında valilik ve belediyeler sorumlu

Danıştay 8. Dairesi, sokak köpekleri tarafından bir vatandaşın ısırılmasında, ilçe belediyesinin yanı sıra büyükşehir belediyesi ile valiliğin de sorumlu olduğuna hükmetti.

Konya’nın Karatay ilçesinde yaşayan bir kişi, sahipsiz köpekler tarafından saldırıya uğradı. Köpeklerin ısırdığı kişi, kuduz tedavisi gördü.

Yaşanan olay nedeniyle idarenin hizmet kusuru bulunduğunu ileri süren kişi, Karatay Belediye Başkanlığı aleyhine Konya 1. İdare Mahkemesi’nde 3 bin lira manevi tazminat istemiyle dava açtı.

Yargılama sonucunda mahkeme, olayda ilçe belediyesinin hizmet kusuru bulunduğuna, başı boş köpeklerin saldırması sonucu yaralanan ve tedavi gören davacının yaşadığı acı, elem ile üzüntüsünün hafifletilebilmesi amacıyla 3 bin lira manevi tazminat ödenmesine hükmetti.

Yerel mahkemenin kararında, insan ve çevre sağlığı açısından tehdit mahiyetinde bulunan sokak hayvanlarını toplayıp rehabilite etme konusunda davalı idarenin görevini gereği gibi yapmadığı ve kusur sorumluluğu bulunduğu belirtildi.

Danıştay Başsavcılığı ise kararı kanun yararına temyiz talebiyle Danıştay 8. Dairesi’ne taşıdı.

Başsavcılığın temyiz isteminde, köpek saldırısını ve tedaviyi doktor raporuyla ortaya koyan davacıya manevi tazminat ödenmesinde hukuka aykırılık bulunmadığı ancak Konya Valiliği ve Konya Büyükşehir Belediye Başkanlığının da hasım konuma eklenmeden sadece Karatay Belediye Başkanlığı husumetiyle karar verilmesinde hukuka uyarlık görülmediği ifade edildi.

Hukuki sonuçları kalkmamak koşuluyla kanun yararına bozuldu

Dosyayı görüşen Danıştay 8. Dairesi, Başsavcılığın kanun yararına temyiz istemini kabul ederek, hukuki sonuçları ortadan kalkmamak üzere kararı bozdu.

Dairenin kararında, Karatay Belediye Başkanlığı’nın yanı sıra olayın özelliğine göre müteselsilen sorumluluğu bulunan valilik ile büyükşehir belediye başkanlığının da hasım konumuna eklenmesi gerekirken, sadece Karatay Belediye Başkanlığı husumetiyle karar verilmesinin yürürlükteki mevzuata aykırı olduğu belirtildi.

Büyükşehir Belediyesi Kanunu, Belediye Kanunu ve Hayvanları Koruma Kanunu’nun ilgili maddelerine atıfta bulunulan kararda, mevzuat hükümleri gereğince, başta köpekler olmak üzere sahipsiz hayvanların korunması, bakım ve gözetimi, saldırgan olanların eğitilmesi ve sahiplendirilmesi, hayvan bakım evlerinin kurulması gibi birtakım görev ve sorumlulukların valiliklere, büyükşehir ve ilçe belediyelerine ait olduğuna işaret edildi.

Kararda, hizmetlerin gereği gibi ifa edilmesinin yanı sıra hizmetin işleyişinin kontrol edilmesi ve gerekli önlemlerin alınmasının da kamu idarelerinin yükümlülükleri arasında yer aldığı aktarıldı.

İdarece, söz konusu yükümlülüklerin yerine getirilmemesi suretiyle hizmetin kötü veya geç işlemesi ya da gereği gibi işlememesi sonucunda bir zarara sebebiyet verilmiş olmasının, idareye hizmet kusuru nedeniyle meydana gelen maddi veya manevi zararları tazmin sorumluluğu yükleyeceği belirtilen kararda, bunun idare hukukunun yerleşmiş ilkeleri arasında yer aldığı vurgulandı.

Danıştay 8. Dairesi’nin kararında, “Olayda, ilgili mevzuat gereği sahipsiz hayvanların kontrolünü takip etmek, sahipsiz hayvanlarla ilgili sorunların tespiti ve bu sorunların çözümlerini karara bağlama konusunda görevli ve yetkili bulunan Konya Valiliğinin ve sahipsiz hayvanlara barınak yapmak, yaptırmak ve işletmek, işlettirmek görev ve sorumluluğu bulunan Konya Büyükşehir Belediye Başkanlığının da hasım mevkiine alınması gerekmektedir.” denildi.

https://www.trthaber.com/m/?news=danistay-kopek-saldirisinda-valilik-ve-belediyeler-sorumlu&news_id=592471&category_id=1

Sayıştay’dan sokak köpekleri raporu

Sayıştay’dan sokak köpekleri raporu
10.12.2021 – 00:29 Murat YILMAZ
Sayıştay denetçileri, “Sahipsiz sokak hayvanları sorunu belediyelerin en önemli sosyal sorunlarından biri haline gelmiştir” dedi ve Çankaya Belediyesi’ni örnek gösterdi. Köpek saldırıları ve ısırmaları nedeniyle belediye aleyhine sonuçlanan davalara dikkat çeken Sayıştay, Çankaya Belediyesi’nin 2015’ten bugüne 92 bin 968 TL tazminat ödediğini belirtti.

https://www.hurriyet.com.tr/yerel-haberler/ankara/sayistaydan-sokak-kopekleri-raporu-41957501

https://www.sabah.com.tr/ankara/2021/12/13/sokak-hayvanlari-icin-tazminat

Çankaya Belediyesi; sahipsiz sokak hayvanlarının saldırısı sonucunda vatandaşlara 92 bin TL tazminat ödedi. Sayıştay’ın 2020 denetim raporunda; sokak hayvanlarının verdiği zararlar nedeniyle açılan davaların Çankaya Belediyesi’ne mali yük getirdiğine dikkat çekildi. Raporda; “Yapılan denetimde sahipsiz sokak köpeği saldırısı ve ısırma vakalarından dolayı belediyeye davalar açıldığı; 2015’ten bugüne kadar belediyenin 92 bin 968 TL tazminat ödediği görülmüştür” denildi.

Rapor şöyle:* Çankaya Belediyesi sınırları içinde oluşan köpek saldırıları ve ısırmaları nedeniyle davalar açıldığı ve belediye aleyhine sonuçlanan bu davaların mali yük oluşturduğu görülmüştür. 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu ve Hayvanların Korunmasına Dair Uygulama Yönetmeliği’nin 7. Maddesinde de kanundaki gibi sahipsiz veya güçten düşmüş hayvanların toplatılması, kısırlaştırılması, aşılanması, gerekli tıbbî bakımlarının yapılması, işaretlenmesi ve alındığı ortama geri bırakılması, sahiplendirilenlerin kayıt altına alınmasıyla ilgili hususlarda belediyeleri gerekli tedbirleri almakla yükümlü kılmıştır.
* Bu düzenlemeler çerçevesinde belediyelerin Veteriner İşleri Müdürlüğü Sokak hayvanları için ‘Kısırlaştır, Aşıla ve Yerinde Yaşat’ çalışması yapmak zorunda kalmakta; belediye sınırları içinde yaşayan ilçe sakinlerinin maruz kaldığı hayvan saldırıları ve ısırmalarda etkin mücadele sağlayamamaktadır. Sokak hayvanlarının kısırlaştırılması, aşılanması ve rehabilite edilmelerinden sonra ‘alındıkları ortama’ yani sokağa salıverilmeleri bir kanun hükmü olduğu için belediyelerin bu hayvanları alıkoyma yetkileri bulunmamaktadır.
* Sahipsiz sokak hayvanları sorunu belediyelerin en önemli sosyal sorunlarından biri haline gelmiştir. Bu sorunla baş etmede artan köpek popülasyonunun dengelenmesi, mevcut kanundaki eksikliklerin (alındığı ortama bırakılması yerine kamu kurumları ve sivil toplum kuruluşlarıyla işbirliği içinde uygun ortama bırakılması gibi) giderilmesi, hayvan severlere de yerel yönetimler gibi sorumluluk yüklenilmesi, hayvan edinilmesi ve salıverilmesinin disiplin altına alıcı önlemler alınması zorunluluğu doğduğu müşahede edilmiştir.
* Çankaya Belediyesi Veteriner Müdürlüğü bünyesinde bu sorunları gidermeye yönelik çalışmalar yürütülmekle beraber il düzeyinde bütüncül bir mücadele olmadığı için yetersiz kaldığı görülmüştür. Yapılan denetimde sahipsiz sokak köpeği saldırısı ve ısırma vakalarından dolayı belediyeye davalar açıldığı; 2015 den bu güne kadar belediyenin 92.968,60 TL tazminat ödediği görülmüştür.
* Sahipsiz sokak hayvanlarının korunması kadar aynı çevrede yaşayan halkın da başıboş sürü halinde gezen hayvanların saldırısından korunmaya; can güvenliği ve huzur içinde yaşamaya hakkı bulunmaktadır. Bu mücadelede gerek Bakanlık gerekse büyükşehir ve ilçe belediyeler arasında karşılıklı iletişim, işbirliği ve koordinasyona dayalı daha etkin bir yöntem geliştirilmesi için gerekli çalışmalar yapılarak, uygulamaya konulması gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK BORÇLAR KANUNU MADDE 67
Bir hayvanın bakımını ve yönetimini sürekli veya geçici olarak üstlenen kişi, hayvanın verdiği zararı gidermekle yükümlüdür.
https://t.co/dSCoH59hju

Çevre Kanunu 20. Madde Çevreye Karşı Suçlar

İl Çevre ve Orman Müdürlüğü’nden verilmiş bir YHKG kimliği olmadan hayvan beslemesi yapmak suçtur. İki yıla kadar hapis cezası vardır.
Çevre Kanunu 20. Md. S fıkrasında umuma açık yerlerde HER NE ŞEKİLDE OLURSA OLSUN çevreyi kirletenelere 1362 TL ceza verileceği yazılmıştır.

https://t.co/eNCNxi4l3o

Türk Ceza Kanunu Madde 177

Hayvanın Tehlike Yaratabilecek Şekilde Serbest Bırakılması Suçu
TCK Madde 177
(1) Gözetimi altında bulunan hayvanı başkalarının hayatı veya sağlığı bakımından tehlikeli olabilecek şekilde serbest bırakan veya bunların kontrol altına alınmasında ihmal gösteren kişi, altı aya kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır.

Gözetimi altındaki köpeği serbest bırakan birine bu ceza veriliyorsa insanlara zarar vereceğini bile isteye kasti olarak sokakta onlarca hatta yüzlerce başıboş köpeği çiğ et ve “mama” adıyla hayvan yemi ile besleyen insanların durumu ne olur artık orasını düşünmek lazım. Bu kişilerin verdiği zararları, özellikle feci biçimde ölümlü olayları düşününce TCK 81e göre müebbet hapis cezası gerekir.

5199 baştan sona insan haklarına aykırı bir düşüncenin ürünü olduğu söylenebilir. Kanunun temel yaklaşımı çarpıktır çünkü “hayvan” olarak tamımlanan köpekleri insandan üstün tutmaktadır.

Kasten Öldürme Suçu Nedir? (TCK 81)
Kasten insan öldürme suçu, bir başkasının hayatına kasten son verilmesidir. Kasten öldürme suçunun temel şekli TCK md. 81’de, nitelikli şekli de TCK md.82’de düzenlenmiş olup suç ile korunan hukuki değer kişilerin yaşam hakkıdır.

İnsan yaşamına trafik kazası, iş kazası, doktor hatası vb. gibi nedenlerle taksirle son verilmesi halinde taksirle öldürme suçu meydana gelir. Kasten öldürme suçunun meydana gelebilmesi için failin bilerek ve isteyerek bir insanın yaşamına son vermesi gerekir.

5237 sayılı TCK’nın 81. maddesine göre, kasten adam öldürmenin basit şeklinin cezası müebbet hapis cezasıdır.

Anayasamız Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir. Demektedir

Vatandaş olarak başıboş köpek severlere bu uyarıyı yaparak onlarla mücadele edin!

https://t.co/PhiJNv5tRt

“Hayvan Hakları Evrensel Beyannamesi” yalanı

İtperestlerin sakız gibi çiğnediği, @TBMMresmi nin 5199 sayılı kanunun gerekçesine yazdığı ve dayanak gösterdiği “Hayvan Hakları Evrensel Beyannamesi” hukuken geçerli bir belge değildir. Bu da @TC_Disisleri nin resmi #cimer cevabı. https://t.co/2gLB6vlblN

5996 Sayılı kanunun ÜÇÜNCÜ BÖLÜM Hayvan Refahı ve Zootekni Hayvan refahı MADDE 9- (1) Hayvan sahipleri veya bakımından sorumlu kişiler, hayvan refahının sağlanması amacıyla, hayvanların barınma, bakım, beslenme, sağlık ve diğer ihtiyaçlarını karşılamak, sorumluluklarındaki hayvanların insan, hayvan ve çevre sağlığı üzerinde oluşturabilecekleri olumsuz etkilere karşı gerekli önlemleri almakla yükümlüdür. (2) Hayvanların kesimi ve hastalık kontrolü amacıyla itlafı, hayvanlarda heyecan, acı ve ıstırap oluşturmadan, uygun araçlar kullanılarak yerine getirilir. (3) Hayvanlara ötenazi yapmak yasaktır. Ancak, a) Hayvanlara acı ve ıstırap çektiren veya iyileşme durumu bulunmayan hastalık durumlarında, b) Akut bulaşıcı bir hayvan hastalığının önlenmesi ya da eradikasyonu amacıyla veya insan sağlığı için risk oluşturan durumlarda, c) Davranışları insan ve hayvanların hayatı ve sağlığı için tehlike teşkil eden ve olumsuz davranışları kontrol edilemeyen durumlarda, veteriner hekim tarafından ötenazi yapılmasına karar verilebilir. Ötenazi işlemi veteriner hekim tarafından veya veteriner hekim gözetiminde yapılır.

Ev Hayvanlarının Korunmasına Dair Avrupa Sözleşmesi Madde1) Tanımlar 5. Başıboş hayvan, evi olmayan veya sahibinin veya bakıcısının evinin sınırları dışında
bulunan ve herhangi bir sahibin ya da bakıcının kontrolü veya doğrudan denetimi altında bulunmayan ev hayvanını ifade eder.

Hazırlayan: Mehmet Altuntaş

TÜRKİYE TARİHİNE KARA BİR LEKE 28 ŞUBAT POSTMODERN DARBESİ

Öne çıkan

Devlet ile Vatandaşı arasında bir sözleşme olan Anayasanın büyük bölümü insan haklarının korunmasına ayrılmış olup Devletlerin en temel vazifesi hak ve özgürlüklerin korunması ve geliştirilmesidir. Vatandaşları arasında ayrımcı uygulama yapmaması da bu temel görevin bir gereğidir. Milli iradeye dayanmayan güçlerin bizzat veya baskısı ile Devleti oluşturan Yasama Yürütme ve Yargı organları zaman zaman devre dışı bırakıldığı darbe süreçleri ile ülkemiz meclisi, hükümeti ve yargısı ipotek altına alarak devre dışı bırakılmıştır. Malum olduğu üzere 1960 yılında yapılan darbesi, 12 Eylül Askeri Darbesi ve 28 Şubat Post Modern Darbesi ile ülkemizde hem demokrasi akamete uğratılmış hem de insan hakları ihlalleri hat safhaya ulaşmıştır.  1960 ve 1982 Askeri Darbeleri ile Anayasa lağvedilmiş, Milli İrade hiçe sayılmıştır. Yine 28 Şubat Post-modern Darbesi ile Milli irade hiçe sayılarak insan haklarına aykırı uygulamalar yapılmış ve algı operasyonları ile Milletimizin bir kısmı diğer kısmı ile düşman haline getirilmeye çalışılmıştır.
2016 yılı 15 Temmuz gecesi ve 16 Temmuz günü milletçe yaşamış olduğumuz emperyalist güç odaklarının desteği ile hain FETÖ Darbe girişimi Cumhurbaşkanımız ve Başkomutanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın “Halkın gücü üzerinde başka bir güç tanımam.” diyerek milletimizi darbecilere karşı durmak üzere hava meydanlarına ve meydanlara çağrısı üzerine milletimizin basireti ve cesareti ile darbe girişimi bastırılmıştır.
Uluslararası emperyalist güçleri, Türkiye’yi iç karışıklığa sürüklemek, milletin birlik ve beraberliğini parçalamak için desteklediğini Silahlı Kuvvetler içerisinde yuvalanan FETÖ mensuplarını harekete geçirerek ülkemizde bir darbe girişiminde daha bulunmuş ve 15 Temmuz darbe girişimine direnen 251 vatandaşımız şehit, 2 bin 734 vatandaşımız da yaralanarak gazi olmuştu. Bu insanlık dışı darbe teşebbüsü temel insan haklarının en önemlisi olan yaşama hakkını da ortadan kaldıran bir vahamete ulaşmıştır. Halkına ihanet eden darbeciler, elinde yalnızca bayrağıyla ihanete karşı duran sivillerin hayat hakkını acımasızca ellerinden almaktan kaçınmamışlardır. Başta TBMM olmak üzere pek çok kamu kurumunu bombalamış, ülkemizi milyarlarca lira zarara uğratmışlardır.
28 Şubat 15 Temmuz Bağlantısı
Şunu açıkça ifade etmek gerekir ki; 28 Şubat Post-modern darbesi de halkımız tarafından engellenebilseydi, darbeye destek veren tüm güçler kısa sürede yargılanabilseydi 15 Temmuz gecesi yaşanan hain FETÖ Darbe girişimi yaşanmayabilirdi.  O yüzden 28 Şubat Post-modern darbesinin tüm mağdurları ve hukuksuzluklarının bir kısmı giderilmiş olsa da halen Darbenin faillerinin tamamen yargılanması tamamlanmadığı sürece 15 Temmuz FETÖ darbe girişimi gibi darbe teşebbüslerinin önü tamamen kesilmeyecektir.
15 Temmuz darbe girişiminden sonra FETÖ üyelerine yönelik operasyonlarda ortaya çıkan somut bilgilere göre bu kararları veren yargıçların büyük çoğunluğu ya FETÖ üyesi olmaktan tutuklanmış ya da tutuklanmamak için yurtdışına kaçmıştır. Ayrıca bizzat Gülen’in 28 Şubat’ın jakobenlerini desteklemek için Refah-Yol Hükümetini hedef alarak söylediği “Beceremediniz, artık bırakın” ifadesinin dönemin darbeci medyası tarafından manşetlere ve ekranlara taşınması da sürecin ittifaklarını göstermesi açısından somut bir veridir. 28 Şubat darbesi Jakoben antidemokratik ve hukuksuzluğu ilke edinmiş kesimlerle işbirliği yapan FETÖ üyeleri tarafından örtülü şekilde belirli bir uyum içinde gerçekleştirilen bir darbedir. Hedefinde ise dindar ve muhafazakâr insanların varoluşsal değerleri vardır.
Bu ülke üzerinde emelleri olan darbeciler bütün bu yaşananlardan sonra yeni darbe stratejileri ve yöntemleri geliştirdiler. Darbeciler milleti bir arada tutan değerler yıpratılmadan ve sadece siyasete değil bütün kurumlara duyulan toplumsal güven yıkılmadan bu ülkede istedikleri hedeflere ulaşamayacaklarını düşündüler. Bu yüzden yeni dinamikler ve aktörler devreye sokularak başka bir yöntemle yapılacak 28 Şubat darbesi planlandı ve adım adım uygulandı. Öncelikle belirtmek gerekir ki 28 Şubat ilk bakışta göründüğü gibi sadece toplumun bir kesimine (dindarlara) karşı değil top-yekûn bu millete karşı yapılmıştır. Çünkü amaçlanan nihai hedef toplumu kutuplara ayırarak çatıştırmak ve oluşan kaos sonucu ülkeyi tamamen ele geçirmektir.
28 Şubat darbesinin hedeflerinden biri de o dönemde kendilerini darbenin faili zanneden yargı, medya, üniversiteler, sendikalar, meslek odaları ve ordudur. Bu kurumların hepsi millete karşı olan bir sürecin parçası olarak kendilerine duyulan toplumsal güveni kaybettiler. Darbeyi planlayanların istediği tam olarak buydu. Ama darbecilerin asıl kayıpları bu değildi. Dindar olanları tasfiye ettiklerinde yerine kendinden olanları yerleştirerek kadrolaşmalarını gerçekleştireceklerini sanıyorlardı. Hiç de öyle olmadı. Bütün kurumlarda boşalan kadrolar adeta bukalemun gibi renk değiştirebilen FETÖ yandaşlarınca dolduruldu. Acaba Çevik Bir, bin yıl sürmesini planladığı darbesinin geleceğini FETÖ’cülerin yuvalandığı bir orduya emanet etmeyi planlamış mıydı?
Yine 28 Şubat Döneminde FETÖ elebaşının 28 Şubat’ın başaktörlerinden birisi olan Çevik BİR’e yazdığı utanç verici mektubuyla “tüm okullarını ne zaman istenirse devretmeye hazırız” demesi yine FETÖ ile 28 Şubat arasındaki ve 15 Temmuz FETÖ darbe girişimi arasındaki bağlantı için önemli bir işarettir.
21 yıldır 28 Şubat hukuksuzluğu sürmektedir.
28 Şubat Post Modern Darbe’nin üzerinden tam 25 yıl geçti. Darbenin baş aktörlerinden de olan dönemin generallerinden biri “gerekirse bin yıl sürecek” diyerek ifade ettiği 28 Şubat Post Modern Darbesi; ülkemizin sosyal, kültürel, eğitim, ekonomik ve siyasi hayatına ağır bedeller ödetmiştir. Milletimizin hafızasında acı ve silinmez insanlık dışı izleri hâlâ devam etmektedir.
Kadınların başörtüsü olduğu için okullara sokulmadığı, dinini vecibelerini yerine getirmek isteyen insanların adeta kamusal alandan silindiği, var olan toplumsal düzeni korku ve tehlike mantığına endeksleyen kararların kâğıda döküldüğü günün adıdır 28 Şubat. Türkiye’nin yakın tarihine kara bir leke düşüren 28 Şubat Post-modern darbesi, küresel şer odaklarının Anadolu topraklarında her şeyden önce İslam’ı ve Müslümanlığı boğarak ülkenin yönetimini dizayn etme çabasının ürünüydü. Askerî vesayetin toplum iradesini ipotek altına aldığı süreçte halkın oylarıyla işbaşına gelen Necmettin Erbakan, Başbakanlık koltuğundan indirildi.
28 Şubat Post-modern darbesini yaşayan toplum medyada manipülasyon ve dezenformasyon içeren haberlerle halkın algısı biçimlendirilmeye çalışıldı, psikolojik harp taktikleri bir bir uygulandı. Sincan’da tanklar yürütülerek antidemokratik biçimde, irtica bahanesiyle Refahyol Hükümeti silahlı güçler tarafından istifaya zorlandı, milyonlarca insan fişlendi, yerinden yurdundan edildi. Başörtülü kadınların okuması, çalışması engellendi. İşten atılanlar, sürgün edilenler, işkenceye uğrayanlar, cezaevlerine konulanlar oldu. Siyasi, sosyal ve ekonomik boyutlarını da içinde barındıran bu darbe milyonlarca insanı mağdur etti, derin izler bıraktı. 28 Şubat Post-modern darbesinin bu yıl 25 inci yılı. Yıllar içinde birçok mağduriyet giderildi ama darbenin etkisi hâlâ devam ediyor. Bu etkinin bir boyutu da cezaevlerinde yaşanıyor. 28 Şubat mahkumları denilen, 90’lı yıllarda cezaevine konulan yüzlerce mahkum bulunuyor. Darbenin 25 inci yıldönümünde 28 Şubat’ın cezaevindeki mağdurları “Bu son 28 Şubat olsun!” diyorlar. Sayıları azalmış olsa da halen mağdur durumda cezaevlerinde hapis yatmaktadırlar. Hatta bazıları kendilerini mahkum eden FETÖ cü hakimlerle aynı cezaevinde kalmaktadırlar.
28 Şubat Yargı Kararları İptal edilmelidir.
Post-modern Darbe olan 28 Şubat döneminde algı operasyonları ile bağımsız yargıya yakışmayacak şekilde anti demokratik güç odaklarından brifing alan bir takım yargıç ve savcılar 15 Temmuz Hain FETÖ Darbe girişimi sonrası FETÖ üyesi olmakla yargılanmış ve mahkum olmuşlardır. Bu sebeple 25 inci yıldönümünde lanetle andığımız 28 Şubat 1997 tarihinde başlayan 28 Şubat Post-modern darbe sürecinde işkence ve kötü muamele gören, haksız yargı kararlarıyla kamudan ihraç edilen kamu görevlileri ve mahkum edilen siviller için yeniden yargılanma yolu açılmalıdır. Bu yolun açılabilmesi için öncelikle halen hapiste olan mazlumların yeniden yargılanabilmesi için bir kanun maddesi ile Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkı tanınmalıdır.
28 Şubat mağdurlarının dosyaları yeniden incelenip adaletin tesisi için çok geç de olsa bir adım atılmalıdır.
28 Şubat 2022
Mehmet Altuntaş

Yayımlayan => https://www.kayserianahaber.com/mehmetaltuntankaleminden-darbelervensanhaklarhlalleri-_d16650.html

https://www.kayserianahaber.com/mehmetaltuntankaleminden-darbelervensanhaklarhlalleri-_d16650.html

MAJİT YAKYAHANİ, MEHMET ÖZER VE ASİYE’YE NE OLDU BİLEN VAR MI?

Öne çıkan

27 Mart 2012 yılında “Eryaman’da sabah sporu yapmak için sokağa çıkan İran uyruklu Majit Yakyahani sürü halinde gezen köpeklerin saldırısına uğradı. Yakyahani’nin yakınları yaşananlara isyan etti.” başlıklı haberi okuyunca çocuklarımı düşünerek çok korktuğumu hatta ürperdiğimi hatırlıyorum. Neden ürperdim ve korktum biliyor musunuz? Çünkü Eryaman Tunahan Mahallesi’nde sabah 08.00 sıralarında spor yapmak için dışarı çıkan ve bir anda karşısına çıkan 8-9 adet başıboş sokak köpeklerinin saldırısına uğrayan 60 yaşındaki İran uyruklu emekli öğretmen Majit Yakyahani’nin feci şekilde can verdiği mahalle benim oturduğum mahalleye çok çok yakındı.

Gaziantep‘te 2 pitbullun saldırısında ağır yaralanan ve sevk edildiği Antalya‘daki Akdeniz Üniversitesi Hastanesinde iki operasyon geçirdi.

Bu olayın üzerinden hemen hemen on yıl geçmişti. Geçen haftalarda yazılarımızı yayınlayan Kamu kamugundemi.com internet sitemizin değerli editörü Rıza Ceylan Bey kardeşimle eski günlerden havadan sudan sohbet ederken bir site içinde başıboş köpek besleyen bazı insanlar yüzünden sıkıntı yaşandığına şahit olduğunu ve bu sorunu çözmek için site yönetimi ve belediyeyi aramalarına rağmen çözüm bulunamadığını anlatınca biran İran Uyruklu 60 yaşında ölen emekli öğretmeni hatırladım. Ufak bir araştırma sonucunda bu başıboş köpek sorununun 5199 sayılı hayvanları koruma kanunun 6ncı maddesi yüzünden çözümsüz kaldığı kanaatine ulaştım.

Şimdi sizlere kısaca bu sorundan ve ilgili kanun maddesinden bahsedeceğim. 5199 sayılı kanun iyi niyetlerle hayvanlara eziyet edilmesini önlemek ve hayvanların korunması amacıyla uluslararası standartları yakalamak hedefi ile uzun uğraşlar sonucu bazı hayvan sever (!) derneklerin tek yanlı yönlendirmesi ile 2004’te çıkarıldığını; geçen sene de benzer dernekler tarafından Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonunu etki altına alınarak hazırlandığı iddia edilen bir rapor doğrultusunda revize edildiğini işte bu revizyon sırasında sokaklarda insanların sık sık yaralanmasına hatta parçalanıp ölmesine yol açan başıboş köpekler konusuna çözüm bulunamadığı, kamusal alanlarda köpeklerin tasmalı ve ağızlıklı gezdirilmesinin istisna haline getirildiğini görüyoruz.

14 Temmuz 2021 tarihli ve 31541 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 5199 sayılı kanunda değişiklik yapan 7332 sayılı kanunla bir dizi değişiklik yapıldı ve hayvanlar mal olmaktan çıkarılıp can denildi. Daha sonra hayvan candır mevzusuna başka bir yazımızda dönmek üzere burada bırakarak 5199 un altıncı maddesi ne diyor bir ona bakalım:

Sahipsiz ve güçten düşmüş hayvanların korunması Madde 6- Sahipsiz ya da güçten düşmüş hayvanların, 3285 sayılı Hayvan Sağlığı Zabıtası Kanununda öngörülen durumlar dışında öldürülmeleri yasaktır. Güçten düşmüş hayvanlar ticarî ve gösteri amaçlı veya herhangi bir şekilde binicilik ve taşımacılık amacıyla çalıştırılamaz. Sahipsiz hayvanların korunması, bakılması ve gözetimi için yürürlükteki mevzuat hükümleri çerçevesinde, yerel yönetimler yetki ve sorumluluklarına ilişkin düzenlemeler ile çevreye olabilecek olumsuz etkilerini gidermeye yönelik tedbirler, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığı ile eşgüdüm sağlanarak, diğer ilgili kuruluşların da görüşü alınmak suretiyle Bakanlıkça çıkarılacak yönetmelikle belirlenir. Sahipsiz veya güçten düşmüş hayvanların en hızlı şekilde yerel yönetimlerce kurulan veya izin verilen hayvan bakımevlerine götürülmesi zorunludur. Bu hayvanların öncelikle söz konusu merkezlerde oluşturulacak müşahede yerlerinde tutulması sağlanır. Müşahede yerlerinde kısırlaştırılan, aşılanan ve rehabilite edilen hayvanların kaydedildikten sonra öncelikle alındıkları ortama bırakılmaları esastır.

Yukarıda bir kısmını aldığım maddenin en can alıcı noktası “Müşahede yerlerinde kısırlaştırılan, aşılanan ve rehabilite edilen hayvanların kaydedildikten sonra öncelikle alındıkları ortama bırakılmaları esastır.” kısmıdır. Hâlihazırda uygulamada kısırlaştırma, aşılama işlemleri mali imkânsızlıklar nedeniyle yeterli düzeyde yapılamadığı gibi insanların başıboş köpek saldırılarından şikâyet etiği köpekler alınıp bir süre müşahede altında tutulduktan sonra aşılanarak öncelikle alındıkları yere bırakıldıkları görülüyor. Nedense kısırlaştırma konusunda gerekli özeni göstermeyen belediyeler insanların evlerinden çıkamaz hale geldikleri, çocukları okula gidemez hale gelmelerini belediyelere iletmelerine rağmen başka bir işlem yapılmadığı kamuoyuna yansıyan haberlere konu oluyor. En son Gaziantep’te Asiye adında küçük bir kız çocuğunun başıboş tehlikeli ve yasak ırk iki pitbul köpek tarafından parçalanması üzerine sayın Cumhurbaşkanımız halkın isyanını duyarak başıboş köpeklerin barınaklara toplanmasını, yeterli barınak yapılmasını tavsiye etti. Ne olduysa işte ondan sonra oldu.

Yakyahani’nin öldürüldüğü 2012 yılından bu yana 10 yıl geçmiş pek bir şey değişmemiş hatta son yıllarda özellikle Ankara Gölbaşı, Çankaya, Yenimahalle, Etimesgut, Pursaklar ve Altındağ ilçeleri başıboş köpek saldırı haberleri ile anılır oldu. Bu sorunun takipçisi olan @kopeksorunu twitter hesabına bakılırsa 300.000 den fazla insan mağdur olmuş. 4 Ocak 2019 tarihinde 14 yaşında lise öğrencisi Mehmet ÖZER’in 25 başıboş köpek tarafından parçalanarak öldürülmesi bence dönüm noktası oldu. Ancak kamuoyunda şiddetli biçimde yankı bulması 22 Aralık 2021 günü Gaziantep’te bir sitede apartman görevlisi olarak çalışan Hüseyin Ateş’in kızı Asiye, bahçede oyun oynarken başıboş 2 pitbull cinsi köpeğin saldırısına uğraması ve Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip ERDOĞAN tarafından başıboş köpekler toplansın çağrısı ile oldu.

Bu olay üzerine yüzbinlerce vatandaşımız zaman zaman sosyal medyada #KöpeklerToplansın, #KöpekSorunu ve #KöpekTehlikesi gibi konu başlıkları ile yaptıkları kampanyalarda yaşadıkları sorunları ve çözüm önerilerini dile getirdiklerine şahit oldum.

Özetle hayvan düşmanı olmadıklarını dile getiren ve her kesimden her düşünceden siyasi görüşten vatandaşlarımız, “sokakta, mahallede başıboş köpek olmayacağını, köpeklerin kurt ırkından tabiatı gereği saldırgan hayvan olduğunu muhakkak sahipli ve tasmalı olması gerektiğini çocukların, kadınların ve yaşlı insanların başıboş köpek saldırılarından ölümcül yaralar aldıklarını ve öldüklerini, ciddi yaralanmalara sebep olduğunu yaralanma olmasa bile çok ciddi travma geçirdiklerini, başıboş köpeklerin rastgele beslenmesinin çözümsüzlüğün ve sorunun temel sebebi olduğunu toplanan saldırgan köpeklerin tekrar aynı yere bırakılmasının çok yanlış olduğunu sözde hayvan sever ancak aslında sadece köpekleri dikkate alan kedilerin hatta sahipli evcil köpeklerinin dahi parçalandığını anlatan hayvan severlerin bulunduğu bundan çok şiddetli biçimde bizar olduklarını anlattılar. Çözüm olarak da 5199 sayılı kanunun 6ncı maddesinin acilen değiştirilmesi gerektiğini söylediler. Sanırım Cumhurbaşkanımız, Ak Partisi ve MHP milletvekillerine bu mesajlarını duyurmuş oldular.

Pek çok batı ülkesinde olduğu gibi başta can ve mal güvenliği olmak üzere eğitim hakkı, sağlıklı çevrede yaşam hakkı gibi insanların haklarını da dikkate alan bir düzenlemeye acil ihtiyaç bulunmaktadır. Başıboş köpeklerin sokaklardan alınıp temiz ve düzenli sağlıklı barınaklarda tutularak kayıt altına alınmasını, oradan sahiplendirilmesini teminen makul bir düzenleme ihtiyaçtır.

Umarız yüce meclisimiz her partiden milletvekilleri bir araya gelerek halkın bu acı çığlığını duyacaktır.

Mehmet ALTUNTAŞ

insanhaklarim@gmail.com

https://www.kamugundemi.com/majit-yakyahani-mehmet-ozer-ve-asiyeye-ne-oldu-bilen-var-mi-20014

Öne çıkan

İSLAM VE BATI MEDENİYETİNDE YAŞLI/İHTİYAR YAKLAŞIMI

İSLAM VE BATI MEDENİYETİNDE YAŞLI/İHTİYAR YAKLAŞIMI

Mehmet ALTUNTAŞ

Yaşlı/İhtiyar Kavramı

Sağlık Bakanlığının 2002 tarihli “Yaşlı Sağlığı Programı”nda yaşlılığı biyolojik, fizyolojik, duygusal ve fonksiyonel açıdan olmak üzere farklı şekillerde tanımlamaktadır. Yaşlanmaya bağlı olarak insan vücudunun yapı ve fonksiyonlarında meydana gelen değişiklikler biyolojik yaşlılık; değişikliklere bağlı olarak ortaya çıkan kişisel ve davranışsal değişiklikler fizyolojik yaşlılık; kişinin kendini yaşlı hissetmesine bağlı olarak yaşam görüşü ve yaşam şeklinin değişmesi duygusal yaşlılık ve aynı yaşta olan bireylerle karşılaştırıldığında toplum içinde fonksiyonlarının devam ettirilememesi ise fonksiyonel yaşlılık olarak adlandırılmaktadır.

İhtiyar kelimesi önceleri yaşlı acuze anlamında kullanıldığı gibi seçme seçilme ehliyetine sahip kişi anlamına da gelmektedir. İhtiyarlık (Yaşlılık) Allah Teâlâ’nın fıtrî bir kanunu, hayat ağacının aldığı son şekildir. Çocukluk, gençlik, olgunluk, dönemi derken ömrü olan herkes kendini ihtiyarlık potasında buluverir. Artık insan bu devrede güçlülük yerine âcizlik, güzellik yerine çirkinlik, ilerleme yerine gerileme, sıhhat yerine hastalık gibi kaçınılmaz hallerle baş başa kalır. Yaşlanmak veya ihtiyarlamak ömrü nasip olan her insanın muhakkak yaşayacağı bir evredir. Bu evreyi nasıl geçireceğimiz büyük oranda daha önce nasıl yaşadığımıza bağlıdır. Geniş ailenin unutturulduğu ve çekirdek ailenin yaygınlaştığı son yüzyılımızda tek başına evinde ölü bulunan hatta cesetleri kokan insan hikâyelerini daha sık duyar olduk. Bu neviden haberler Avrupa ülkelerinde sıradanlaşmış olmasına şaşırmasak da ülkemizde yaşanmaya başlamasına üzülmemek elde değil.

Yaşlılar için geçmişte “ihtiyar” denildiğini, kelimenin anlam değiştirerek, kötü bir anlamı varmış gibi bir algı oluşmuştur. Hâlbuki ihtiyar kelimesi akıl baliğ demektir, aklı başında olan, iradesi elinde olan. Bizim toplumumuz ihtiyarı, yaşlıyı sever. Bazı toplumlarda yaşlıların ötekileştirildiğine, farklı bir ortamda yaşamaya mahkûm edildiğine şahit oluyoruz. İnsan hakları teorisinde çocuklar ve engelliler gibi dezavantajlı gruplar arasında sayılabilen yaşlıların hayatlarında zorluklarla karşılaşmamaları için hem din hem de geleneklerimiz yaşlıya ihtimam gösterilmesini öğütler.

İslam Medeniyetinin Yaşlı/İhtiyar Yaklaşım

İhtiyar ya da yaşlı olarak adlandırdığımız bir dönemi ifade eden kavram her insanın ömrü yeterse yaşaması mukadder bir dönemini ifade eder. Seçme ve seçilme ehliyetine sahip insanın en verimli ve tecrübe dolu çağıdır bu zaman aralığı. İslam medeniyetinin ihtiyara yaklaşımı her canlının değerli görüldüğü bir anlayışla aynı çizgide buluşur. Engelli ve çocuklar gibi dezavantajlı kişilere yaklaşımında bir merhamet ruhu vardır. Mekanik değildir bu yaklaşım. Bu gün sömürge zihniyetin ürünü güney Amerika, Afrika ve Asya’da insanların köleliğinden beslenip temayüz eden ve dünyayı hegemonyasına alan kapitalist materyalist Batı medeniyeti yaşlı insanların bakımı meselesini yalnızca bir konfor meselesi olarak görmekte, baştan atılması gereken ayak bağı olarak gören bir yaklaşıma sahiptir. İslam medeniyeti ise anaya babaya bakmayı bir hak olarak görmekte ve Allahın emri gereği bir ibadet olarak görmektedir. Ne demişti aziz peygamber: Cennet anaların ayakları altındadır. Ahiret inancına sahip bir ihtiyar için bu evre bir vuslat evresi iken materyalizme göre bu evre yaşlı insanı üretmeyen fazlalık olarak görmektedir. Geleneklerimiz ve değerlerimiz bu duyarsızlığın karşısında kendince önlemler almaya çalışıyor ancak batıda kaybolan aile değeri yeniden diriltilmeye çalışılırken, biz de ihtiyar dede, nine anne baba ve torunlardan müteşekkil müreffeh birlikteliğin değerini anlamaya çalışmalıyız.

İslam Medeniyeti hem İslam dininin emir buyrukları, Allah Rasülünün bize kadar tevatüren gelen Kurana göre yaşadıkları, uyguladıkları ve sözleri ile İslamı kabul edip iman etmiş Türk, Arap ve İran vb milletlerin kültürlerinden, geleneklerinden ibaret bir birikimden oluşmaktadır. Ziya Gökalp millî kültürü meydana getiren din, ahlâk, hukuk, rasyonel faaliyetler, estetik, dil, ekonomi ve teknik gibi unsurların değişik milletlerin ortak hayatında aldığı şekle medeniyet diyor.

İslam medeniyeti anne karnından, bebekliğe oradan yaşlılığa ve daha sonra mezara kadar her aşamada insanı, insan olmaya davet eder ve esas olarak hüznü ve sefilliği değil bu dünyada refahı ve mutlu olmayı amaçlar. İslam’da ahiret inancı bu dünyada sefil yaşamanın gerekçesi değil bu dünyayı cennete çevirmenin gerekçesidir.

İslâm hukukuna göre cizye, İslâm devletinin Müslüman olmayan vatandaşından askerlik hizmeti karşılığında alınan bir vergidir. Bu bakımdan kadınlar, çocuklar, yaşlılar ve din adamları bu vergi ile yükümlü değildir. Burada yaşlılara pozitif ayrımcılık yapılarak ihtimam gösterildiği görülmektedir.

Cahiliye devrinde yapılan savaşlarda Araplar çocuk, kadın, yaşlı, hasta demeden hasımlarına acımasızca saldırır, esirleri çok defa işkence ederek öldürürlerdi. Çocukları ok atmak için hedef tahtası gibi kullanır, esirlerin organlarını kesip işkence ederlerdi. Hz. Peygamber, savaşın hedefini îlâ-yı kelimetullah (Allah’ın adını yüceltmek için cihad) olarak belirledi ve bütün bunları yasakladı. Mesela o, Hayber Gazvesi’ne çıkarken ashabına ganimet için değil Allah için savaşacak olanların ordusuna katılabileceğini söylemişti. Düşmanların çocuk ve kadınlarının, savaşa katılmayan yaşlı, hasta ve din adamlarının öldürülmesini, hayvanların ve mahsullerin yağmalanmasını, ağaçların kesilmesini, öldürülen düşman askerlerinin organlarının kesilmesini yasakladı.

Kısa sürede Afrika’dan İspanya’ya, Balkanlardan Çin’e kadar yayılan İslam’ın insanın ruhuna hitap eden yönü ile bunu başardığı söylenebilir. Arap ve Endülüs Emevi Devleti ve Selçuklu Osmanlı Türk Devleti geleneklerinin insanlığa kazandırdığı medeniyetin bu günkü Batı Medeniyetini derinden etkilemiş olduğu konuyla ilgili tarihçilerin ekseriyetince kabul edilmektedir. 17. Yüzyıldan itibaren Avrupa’da yaşanan Reform ve Rönesans’ın etkisi ile maddi ve teknik zenginliğin kapılarını aralayan Batı bu gün emperyalizmin ve kapitalizmin gücü ile küresel güç haline gelmiş ve başat kültür olarak kendi değerlerini insanlığa dayatmaya başlamıştır.

Batı Medeniyetinde Yaşlı Kadın

Batı medeniyetinin yaşlıya bakışına dair bir örnek de Cadı avı olarak adlandırılan kültün ortaya çıkmasıdır. Ortaçağ Avrupasında cadı avı hadisesine otlarla tedavi yöntemleri araştıran büyücü olarak adlandırılan yaşlı ve çirkin kadınların konu olması tesadüf değildir. Cadı avı kültünden, Kıta Avrupası’nda, 13 üncü ve 17 inci yüzyılları arasında özellikle Katolikliğe özgü bir fenomen olarak bahsediyoruz. Cadı aslında tam anlamıyla bir büyücü değildir. Kast edilen, kadının döneme özgü yeteneklerine paralel olarak atfedilen unsurlarla şekillenen bir cadıdır. Bu sebeple de cadı avının kurbanı olan kişiler genellikle ebelikle ya da otlarla uğraşan, çirkin ve yalnız yaşayan, yaşlı ya da dul kadınlardan oluşuyordu. Bu kadınlar şeytanla işbirliği yapmak ve Sabbat’ta bir araya gelerek “sapkın ve korkunç” ayinler yapmakla suçlanırdı.

Farkında değiliz ancak Batı medeniyeti yaşadığı bu buhranı aşmak için arayışta. Yeniden aile değerlerini bulmaya çabalıyor. Dindarlığın %10 lara gerilediği pek çok Avrupa ülkesi yaşlanan insanları bakımı için kurumlar kurup onları kendi başlarına terk ediyor. Pek çok Alman emeklisi Türkiye’ye gelerek otellerde emekli maaşları ile zamanlarını geçiriyorlar ve bu politika Alman Devleti tarafından da teşvik ediliyor.

Avrupa’da Yaşlı Bakımı

Avrupa’da sosyal durum giderek değişiyor, toplum yaşlanıyor, boşanmalar artıyor, bir kadın başına düşen ortalama çocuk sayısı azalıyor, kadınların iş piyasasındaki katılımı artıyor, emeklilik yaşı artıyor. Bütün bunlar evdeki yaşlıya bakacak genç aile ferdi noksanlığına sebep olacağından bakım hizmetlerine ciddi ihtiyaç doğuracaktır. Avrupa yaşlanan nüfusu ve küçülen işgücüyle emekli aylığı, yaşlıların bakımı, sağlık sistemleri gibi konularda pek yakında çok büyük ekonomik güçlüklerle yüzleşmek zorunda kalacak. 21. yüzyıla girerken Avrupa nüfusunun %17’si 65 yaşının üzerindedir. 2025 yılında bu oranın %20’yi aşacağı tahmin edilmektedir.

Avrupa’da, bakım evlerinin maliyetleri yüksek, fonksiyonelliği az olduğundan son yıllarda hızla evde bakım hizmetleri yaygınlaştırılmaya çalışılıyor. Yunanistan ve İtalya’da bakım evleri çok azdır ve yaşlı nüfusun hızlı artışı aile fertleri için büyük bir sorun yaratmaktadır. Bunun çözümü olarak maddi durumu iyi olan aileler yurt dışından insanlar getirtmekte veya yabancı gurbetçilerden destek almaktadırlar.

Kanguru Ev Modeli: Dede, Nine, Çocuklar ve Torunlar Bir Evde

Ülkemizde çekirdek aile modelinin yaygınlaşması ile büyük aile modeli ve buna dayanan aile değeri zarar görmüş, bireyler egoistleşmiş ana babanın torunları ile kalabileceği evler yerine kentlerde dar ve ruhsuz evler türetilmiştir.

Son yıllarda yaşlı bireylerin korunması ve bakımı amacıyla yeni bakım modelleri üretilmektedir. Ülkemizde özellikle Anadolu’da yüzyıllardır süregelen yaşam modellerini referans alan “Kanguru Ev Tipi” bakım türü yine son dönemlerde en çok tartışılan modellerden birisi olmuştur. Kanguru Evler, ortak bir yaşam alanına açılan ve karma nüfus gruplarını barındıran bir yapılaşmayı amaç edinmektedir. Bu nedenle değişik sosyo-ekonomik gereksinimleri olan nüfus grupları bir arada dayanışma içinde yaşamın daha kolay sürdürülebilir olmasını sağlayabilmektedir.

Hollanda da muhafazakâr Hükümet partisi (CDA) Hıristiyan Demokratlar Birliği parçalanan ailenin korunması amacıyla bir proje yarışması düzenlenmiş. Türk asıllı bir mimarın Anadoluda halen yaşayan geleneklerimizden esinlenerek ürettiği ev projesi ödül kazanmaya değer bulunuyor. Bu projenin adı “Kanguru Ev Modeli”.

Muhterem Prof. Dr. Faruk Beşer de bir yazısında Hollanda’da tanıştığı adı geçen Türk mühendisin, İslamî değerlerden hareketle böyle bir proje üzerinde çalıştığını, “Kanguru Ev tipi” dediği bu ev tipinin Hollandalıların çok dikkatini çektiğini ve bu sebeple basının adeta ilgi odağı haline geldiğinden bahsetmekteydi.

İslam ve doğu geleneğinde yeralan geniş aile modelini yeniden kazanmak için hazırlanan Kanguru evleri olarak tabir edilen bu mimari projeye göre göre büyük ölçekli birbiriyle ilişkili evler yapılmalı. Bu yapılacak evlerde, dede, nine, çocuklar ve torunlar hep birlikte bir çatı altında yaşamalı. (CDA) partisi milletvekili Mirjam Sterk’e göre bu proje en ideal çözüm.

Projeye göre “Kanguru evler” birbirine bağlı olacak şekilde iki farklı evden oluşması, anne baba ve çocukların üst katta, yaşlı ve bakıma muhtaç olanların birinci katta kalacak şekilde iki kattan oluşması, veya yan yana yapılacak iki evin tek girişi olması, bağımsız ayrı ayrı evlerin birlikte ve tek çatı altında olması kısaca tüm ailenin kalabileceği büyüklükte bir ev olması öngörülmüştür.

Mirjam Sterk “Bu ev modelinin hem dede ve nine için hem de aile reislerin için en ideal ev modeli olduğu, anne ve babanın huzur içerisinde işine gidip çalışabileceğini söyledi. Yine anne ve babanın dede ve nineye de bakabileceklerini ve böylelikle bakım sorunun azalacağını” söylüyor. İslam Medeniyetinin öngördüğü bu çözüm halen yaşatılırken kıymeti anlaşılmamış olabilir ancak Hollanda, Danimarka ve Norveç gibi sosyal ve ekonomik açıdan müreffeh ülkeler bizim unutturmaya terk ettiğimiz bu değerleri keşfetmeye ve uygulamaya çalışmaları manidardır.

Her yaşlıya evde bakmak mümkün müdür?

Yaşlıları huzurevlerinde bakımevlerinde terk edilmiş halde bırakmak yerine mümkün olduğunca kendi evlerinde, aile ortamlarında zamanlarını geçirmelerini sağlamaya, onların bakım ve ihtiyaçlarını kendi ailelerinin içinde karşılamaya çalışmak gerekir. Ancak ileri derecede demans-geriatri hastası olan yaşlıların bakımı teknik olarak mümkün olmaması halinde ise yaşlıları huzurevlerinde, yaşlı bakım evlerinde ağırlanması onların sağlıkları için daha iyi olabilecektir. Hayatının son yıllarını Alzheimer alzaymır (alzheimer) rahatsızlığına duçar olan anneanneme bakan annemin ona bir çocuk gibi yemek yedirmesini unutmam. Tıpkı bir çocuk gibi onunla ilgilenir ve gönlünü alırdı. Bir huzurevine terk etmeyi düşünmez ve bunu kendisi için kabul edilemez bir davranış addederdi.

Aile ve Sosyal Politikalardan sorumlu Bakan da bir açıklamasında “Yaşlı bakım evleri ve huzurevleri konusunda politika değişikliğine gittiklerini belirtti ve yaşlıların daha çok ev ortamına yakın, sosyal hayatın içinde bakımını planladıklarını, bunun gelenek ve göreneklere daha uygun olduğunu düşündüklerini ifade etti.” Bu gerçekten takdir edilmesi gereken bir yaklaşımdır.

Kuranı Kerim ve Hadislerde Yaşlılık

Kur’an-ı Kerîm’de ihtiyarlık/yaşlılık ile ilgili ayetler yeralmaktadır. İnsanın hem bebeklik evresinde hem de yaşılık evresinde acziyetine şöyle dikkat çekilmektedir. “Sizi topraktan, sonra nutfeden (sperma), sonra alâkadan yaratan, sonra bebek olarak çıkaran, sonra sizi güçlü kuvvetli bir çağa erişmeniz, sonra da ihtiyarlamanız -ki daha önce vefat edenler de vardır- ve belli bir vakte ulaşmanız için yaşatan O’dur. Umulur ki düşünürsünüz!”

“Sizi Allah yarattı. Sonra sizi vefat ettirecek, daha önce bilgili iken hiçbir şeyi bilmez hale gelsin diye sizden bazı kimseler ömrün en zayıf (erzeli’l-ömr) çağına kadar yaşatılacak. Şüphesiz Allah her şeyi bilendir ve her şeye kadirdir.” (Nahl Suresi 70. Ayet)

PeygamberEfendimiz (sav) de: Allahım! Âcizlikten, tembellikten, korkaklıktan, ihtiyarlayıp ele avuca düşmekten ve cimrilikten… sana sığınırım ”

“Allah’ım!… İhtiyarlığın bunaklığına (erzeli’l-ömr) düçar olmaktan sana sığınırım” dualarıyla ihtiyarlığın bu müşkil halinden Allah’a sığınmıştır.

Doğrusu, tarih boyunca insan yaşlanmayı geciktirmek için türlü yollara başvursa da buna muvaffak olamamışlardır. Günümüzde bir takım estetik ameliyat ve tedavilerle vücutta yüzeysel bir iyileştirme yapılabiliyorsa da, bedendeki çöküşün ve bedenin zaman içinde tükenmesinin önüne geçilememektedir. Nitekim Peygamber efendimiz de bu duruma şöyle vurgu yapmaktadır:

“Ey Allah’ın kulları tedavi olunuz! Zira Allah Teâlâ ihtiyarlık hariç her hastalığın bir şifasını yaratmıştır.”

Aslında insan ihtiyarlayınca bu dünyada ebedi kalma arzusu ile depreşir. Firavunun yaptığı gibi cesetlerini mumyalatarak ölümsüz olacaklarını sanırlar. Ancak ebedî hayatın yaşanacağı ahirete hazırlıklı olanlar için ölüm; ruhun kafesten kurtularak ebedî âleme göçmesi ve dünya meşakkatlerinden sıyrılması demektir. İhtiyarlık ise aslında bu vuslat halinin son basamağıdır.

Yaşlıların toplum içindeki konumlarını böyle değerlendiren İslâm onlara bir çocuktan daha fazla itina gösterilmesini istemektedir. Buna göre yaşlıların incelmiş duyguları rencide edilmemeli, yaşlılıktan dolayı vuku bulabilecek bir takım halleri hoş karşılanmalı ve onların hayır duaları alınmalıdır. Ayrıca, piri fani olarak da adlandırılan ihtiyarların varlığının, rızkımızın genişlemesine vesile olduğu, bela ve musibetlere karşı birer kalkan vazifesi gördüğü unutulmamalıdır. Zira Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur:

“Zayıf ve düşkünlerinize dikkat ediniz! Zira siz ancak düşkünleriniz sayesinde yardım görür ve rızıklanırsınız.”

“Beli bükülmüş ihtiyarlar, süt emen bebekler ve otlayan hayvanlar olmasa idi üzerinize (bela ve) azap yağardı.”

Bu nedenle yaşlı kimselerin varlıklarına tahammül edememek, onlardan tiksinmek, bir an önce ölmelerini arzu etmek gibi menfi tavır ve düşüncelerin İslâm ahlâkında yeri yoktur. Dolayısıyla gerçek müminin çevresindeki yaşlıları, hele hele ihtiyar peder ve validesini tahkir edecek davranışlarda bulunması, onları huzur evi adıyla açılmış kimsesizler yurduna bırakması düşünülemez. Aksine onların huzur içerisinde hayatlarını devam ettirebilmeleri için imkân nisbetinde yanı başlarında hizmetlerine koşturması gerekir. Dolayısıyla bugünün genci -Allah ömür verirse- kendisi de yaşlanacak ve yaptığı hizmetin karşılığını mutlaka görecektir. Efendimiz (sav) buyuruyor ki:

“Allah Teâlâ, yaşından ötürü bir ihtiyara saygı gösteren gence, yaşlılığında hizmet edecek kimseler lutfeder.

Bir başka hadîs-i şerîfte de saçı sakalı ağarmış pîr-i fâni Müslümana saygı göstermenin Allah Teâlâ’ya duyulan saygı ve tazimden ileri geldiği ifade edilmektedir.

Bunun yanında Resûlullah (sav) gerek dünyevi gerekse uhrevi hususlarda ihtiyarlara daima kolaylık sağlanmasını tavsiye etmiştir. Malum olduğu üzere namazı çok uzatan imamı uyarırken yaşlı kimselere şöyle atıfta bulunmuştur:

“Sizden biriniz, insanlara namaz kıldırdığı zaman, hafif tutsun. Çünkü onların arasında zayıf, hasta ve yaşlılar vardır…”

Yine Enes bin Mâlik’in nakline göre, birgün Hz. Peygamber’i görmek isteyen yaşlı bir adam gelmişti. Ahâli ona yol açmakta ağır davranmıştı. Bunun üzerine Nebiyy-i Muhterem (sav) “Küçüğümüze merhamet etmeyen büyüğümüze hürmet göstermeyen bizden değildir” buyurmuştur.

Ayrıca Mekke’nin fethinde Hz. Ebû Bekir yaşlı babası Ebû Kuhâfe’yi Müslüman olmak için Hz. Peygamber’in huzuruna götürünce, Resûlullah (sav) “- Şu ihtiyarı buraya kadar yormayıp evinde bıraksaydın ben onu ziyaret ederdim” buyurur. Hz. Ebû Bekir ise: – Onun size gelmesi daha uygundur, diye cevap verir. Efendimiz (sav) ‘in ihtiyar Ebû Kuhâfe’ye olan bu nazik davranışı Hz. Ebû Bekir’e karşı iltifatının yanında yaşlı insanlara duyduğu saygının bir ifadesi olarak görülmelidir.

Diğer taraftan Peygamber efendimiz savaş için gönderdiği mücahitlerine tavsiyede bulunurken, kadınlar ve çocuklar yanında ihtiyarlara da dokunmamalarını emretmiştir.

Dünya Yaşlanma Konseyi

İstanbul Merkezli Dünya Yaşlanma Konseyi Örgütü Türkiyede Gerontolog Dr.Kemal Aydın
öncülüğünde 2009 yılında kurulmuştur. Dünya Yaşlanma Konseyi Genel Başkanı Dr. Kemal Aydın, 20 yıldır bu konuda çalışma yürüten nadir isimlerden birisidir. ellinin üzerinde ülkeden imzalar alındı ve dünyaya model olacak şekilde çalışma yürütmektedir.

1 Ekim “Birleşmiş Milletler Dünya Yaşlılar Günü” dolayısıyla Dünya Yaşlanma Konseyi’nin ortak organizasyonuyla gerçekleştirilen program ve projelerle ülkemizde yaşlıların hakları anlatılmakta ve Yaşlı Dostu Kentler projeleri ile yaşlar açısından yaşanabilir kentler oluşturulmaya çalışılmaktadır.

Sonuç

İslam kadını genç olsun yaşlı olsun erkeğin eşi olarak görür ve insan onuru açısından eşit görür. Bunu hem Kuranı Kerim de hem de hadisi şerifler ile sahabenin yaşantılarından görürüz.

Mehmet ALTUNTAŞ

*Not: Bu makale Kırklar Kulübü yayınları arasından “İslam Medeniyeti ve Batı Medeniyeti Arasındaki Kırk Fark” adlı çalışmada yeralan 40 makaleden birisidir.

En uygun fiyatla 11 TL ye almak için>> https://www.ehlisunnetkitap.com/islam-medeniyeti-ve-bati-medeniyeti-arasindaki-kirk-fark

Başıboş Köpek Sorunu ve Türkiye Yüzyılı Milli Eğitim Müfredat Modeli | Mehmet Altuntaş


Haberler / Yorum – Analiz
Başıboş Köpek Sorunu ve Türkiye Yüzyılı Milli Eğitim Müfredat Modeli | Mehmet Altuntaş
09.05.2024

Başıboş Köpek Sorunu ve Türkiye Yüzyılı Milli Eğitim Müfredat Modeli | Mehmet Altuntaş
    
Sokakta sahipsiz başıboş köpek olmaz, olmamalı. Bu vakıa, tabiata fıtrata, medeniyete, en basit evrensel trafik kurallarına, insan hakları evrensel değerlerine aykırıdır. Tüm kanunlar başta yaşam hakkı olmak üzere insan haklarını korumalıdır, bu anayasal zorunluluk ve haktır. Kanunlar hiyerarşisine göre eş durumda olan kanunlardan insanların yararına olan önceliklidir. Hayvanları merhamet adına koruyacağız, onları sokakta besleyeceğiz diye insan yaşamını hiçe sayamayız. Bu insan haklarına anayasaya uymaz. Eğitim müfredatı da insan yaşamını öncelemelidir. Hayvan sevgisi; evet bir erdem olabilir ancak sokakta başıboş köpek beslemek erdem ve fazilet değil medeniyet dışı bir olgudur. Eğitim müfredatı matematikten sosyal bilgilere kadar tüm belgeleri sokakta köpeği kutsayan metinlerden örneklerden ayıklanmalıdır.

Bu yazımızda milli eğitim bakanlığının hazırlamış olduğu Türkiye Yüzyılı Müfredat modelinde yer alan ve başıboş köpek sorunu yol açan merhamet sapmasını besleyen metinler, kavramlar tespit edilerek önerilerde bulunulmuştur. Belki tüm kaynaklar satır satır incelense de gözden kaçan hususlar olabilir. O yüzden her şeyden önce Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın 2021 yılının Aralık ayında yaptığı “Maalesef medyada sık sık çocuklara saldıran başıboş köpeklerin yol açtığı facialarla ilgili üzüntü verici haberlere rastlıyoruz. Öncelikle sahipsiz hayvanların yerinin, sokaklar değil barınaklar olduğunu unutmamalıyız” beyanları Türkiye Yüzyılı müfredat modelinin içeriği ile ilgili bize yol göstermektedir.



Sorunun Kaynağı Merhamet Sapması

Sokakta insanlara, çocuklara, kadınlara, yaşlılara ve engellilere saldıran, zarar veren, parçalayıp öldüren sahipsiz, başıboş köpekleri besleyen kişiler, yaptıkları eylemi merhamet, vicdan gibi erdem ve fazilet değerleri ile açıklıyor hatta hayvanlar (köpekler) “Allah’ın sessiz kulları”, “onlar da sizin gibi bir ümmet” gibi cümlelerle soslu dini argümanlar kullanarak kamuoyunu toplum vicdanını manipüle ediyorlar. Hâlbuki ki irade ve akıl sahibi eşref-i mahlûkat, Allah’ın halifesi olan insanın yaşamından daha değerli ne olabilir. Yüce yaratıcı açlıktan ölmek üzere iken haram kıldığı domuz etinden insanın ölmeyecek kadar yemesine izin vermişken, insan ile köpeği bir tutan zihniyeti merhamet sapması olarak tanımlamak daha doğru olur.

Başıboş köpekler okullarda öğrencilere zarar verirken köpek beslemeyi bir erdem gibi gösteren müfredat metinleri var. Okul yolunda pek çok öğrenci hayatını kaybetti. Örneğin 2019 yılında Kayseri Hacılar ilçesinde 14 yaşında lise öğrencisi Mehmet Özer, 25 başıboş köpek tarafından parçalandı. 2023 te Bitlis’te Mustafa Erçetin, okuldan eve dönerken bir kuduz köpek tarafından ısırıldı, kuduz olup can verdi. Ankara Pursaklar ilçesinde Cahit Zarifoğlu imam Hatip Lisesi öğrencisi Enes Koca, köpekler tarafından parçalandı. Yine 2023 yılında Ankara Keçiören ilçesinde Tunahan Yılmaz, okuldan eve dönerken 25 başıboş köpek tarafından parçalandı, hayatta kaldı ancak yenilmedik uzvu kalmadı.



Sayın Cumhurbaşkanımız, medeni şehirleri olan ülkelerde olduğu gibi sokakta sahipsiz başıboş köpeklerin toplanması taraftarı. Muhtemelen yakın zamanda kanun bu yönde değişecek. Nitekim Adalet Bakanı Yılmaz Tunç da başıboş sokak köpeği açıklaması yaptı ve 4 bakanlıkla çalışma olduğunu, İçişleri Bakanlığı, Çevre ve Şehircilik, Tarım Bakanlığı ile birlikte sokak köpeklerine bir çalışma yaptıklarını açıkladı. Yılmaz Tunç, şunları kaydetti:

“Elbette ki insanımızın can güvenliği her şeyden önemli. Bu konuda hem hayvanlarımızı koruyacak hem de insan sağlığını tehdit etmeyecek bir düzenlemeyi yapmak gerekiyor. Bu konuda Tarım ve Orman, Çevre ve Şehircilik, İçişleri ve Adalet bakanlıkları olarak ortak bir taslağımız, çalışmamız var. Bu çalışmayı gündeme getirmemiz lazım. Burada belediyelerimize, kamu kurumlarına düşen görevler var. Bu görevleri kanunda belirlemek ve ona göre hareket etmek lazım.” dedi.

Tarım ve Orman Bakanı İbrahim Yumaklı da başıboş sokak köpekleri konusunda yürütülen çalışmaların Meclis’in tatile girmesinden önce ele alınacağını ifade etti. Bakan Yumaklı, bu çalışmanın Tarım ve Orman Bakanlığı, Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, Adalet Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığı iş birliğiyle yürütüldüğünü belirtti. Tarım ve Orman Bakanı İbrahim Yumaklı, “Çalışma dâhilinde dünyadaki örnekler incelendi ve taslak hazırlandı. Herkes sorumluluklarını yerine getirecek, kanuni düzenleme gerekiyorsa yapacak, şimdi biz o kısımdayız” dedi.



Bu sebeple sahipsiz başıboş köpeklerin sokakta beslenmesini bir erdem, fazilet gibi göstermek insan haklarına İslam’ın eşrefi mahlûkat anlayışına aykırıdır.

Son 5 yılda sahipsiz başıboş köpekler tarafından 450 ye yakın insan öldürüldü. Başıboş köpekler yol kenarında beslendiği için 2700 trafik kazasına sebep oldu, 30 vatandaşımız kuduz nedeniyle hayatını kaybetti.

Tüm bunlar göz ardı edilip, sokakta vicdan, erdem adına öğrencilere köpek besleme, bir kap su bir kap mama mottosu ile merhamet sapmasına yol açılması kabul edilemez.

Bu yüzden matematik kitaplarında bile onlarca örnekte yer verilen sokakta köpek besleme dâhil sahipsiz başıboş köpek sorununu besleyen tüm örnek ve önermeler iptal edilmelidir. Sokak hayvanı hayvan hakları gibi hukuki olmayan tabirlerin kaldırılması sahipsiz ille de köpek örnekleri olacak ise başıboş köpek ve hayvan koruma tabirleri kullanılmalıdır.

Müfredatta yer alan sokak hayvanı/sokak hayvanları ibaresi geçen tüm metinler evcil hayvan, sahipli evcil köpek, hayvan hakkı tabiri hayvan koruma veya hayvan refahı ile “köpek maması” tabiri “köpek yemi veya köpek yiyeceği” şeklinde değiştirilmelidir.



Müfredat Belgelerinde Tespit edilen Bazı Örnekler:

1) ORTAOKUL MATEMATİK DERSİ ÖĞRETİM PROGRAMI: Sokakta sahipsiz başıboş köpek beslenmesi teşvik edilmektedir. Bunun yerine evcil sahipli köpek denilebilir.

Metin: “Ayrıca Sokak hayvanlarına eşit büyüklükte paketler hazırlama gibi bağlamlar ile öğrencilere hayvanlar için şefkat göstermenin ve merhamet değerinin önemi vurgulanabilir (SDB2.3, D9.3).” Sayfa 31

“Öğrencilerden ilgi duydukları toplumsal bir konu hakkında (sokak hayvanlarının barınma ve beslenme sorunu, tüketiciler için gıda güvenliği gibi) istatistiksel araştırma sürecini yürütebilecekleri toplumsal fayda veya sosyal farkındalık kazandırabilecek bir proje oluşturmaları istenebilir.”  Sayfa 156

2) SOSYAL BILGILER DERSI ÖĞRETIM PROGRAMI: Sokakta sahipsiz başıboş köpek beslenmesi önermesi sokak hayvanı tabiri yerine evcil köpek denilebilir.

Metin: “SB.5.4.4 Beyin fırtınası tekniği kullanılarak öğrencilerden muhtarlık, belediye, kaymakamlık veya STK ile iş birliği yapılarak giderilebilecek (okul bahçesinde ve okul yolunda güvenlik için konulması gereken tabelalar, kasisler, mahallenin güzelleştirilmesi ve temizliği, ihtiyaç sahiplerine yardım etme, sokak hayvanları ile ilgili beslenme, barınma ve güvenlik önlemleri vb.) ihtiyaç veya sorunları belirlemeleri istenir ve bu ihtiyaç ve sorunlar listelenir. Öğrencilerden listedeki sorun veya ihtiyaçlardan birini seçmeleri istenir. Belirlenen sorunların giderilmesinde toplumsal dayanışma ile bireysel davranış ve tutumların önemli olduğu vurgulanarak yardımseverlik (D20.2) ve duyarlılık (D5.2) değerleri üzerinde durulur. Seçilen ihtiyacın giderilmesi veya sorunun çözüm yolları hakkında bilgi toplaması için başvurabilecekleri yazılı, görsel veya dijital kaynakları belirlemeleri istenir (SDB1.2, OB1, OB2, OB4). Sayfa 55”



3) OKUL ÖNCESİ EĞİTİM PROGRAMI: Sokakta sahipsiz başıboş köpek beslemeyi teşvik eden cümle gözden geçirilmelidir. Barınaklarda veya kendi evinin bahçesinde besleme önerilebilir.

Metin: “Belirli gün ve haftalara uygun olarak örneğin, hayvanları koruma gününde hayvan barınaklarına mama toplamak. Yaşadığı mahallede hayvanların barınmasına yönelik kedi evi, köpek kulübesi, kuş yuvası gibi besleme ve korumaya yönelik etkinlikler düzenlemek.” Sayfa 125

Sonuç olarak yukarıda verilen örnekleri göz önüne alarak hükümetin 5199 sayılı hayvanların korunmasına dair kanunda yapacağı düzenleme, medeni şehirleri olan tüm ülkelerde olduğu gibi sokakta bir tane bile sahipsiz başıboş köpek olmayacağı üzerine olacaktır. Başıboş bir köpeğin bir insanı özellikle de çocuğu öldürdüğü, okul civarında köpek ısırması sonucu kuduz olup ölen çocuklar olduğu göz önüne alındığında sokakta sahipsiz başıboş köpek beslemek suç olacaktır. Nitekim dünyanın her yerinde bırakın sokakta köpek beslemeyi yabani hayvanların, sincapların beslenmesi yasaktır. O halde son beş yılda 500 e yakın insanımız ölmüş, 30 kişi köpek ısırığı nedeniyle kuduz olmuş, başıboş köpekler nedeniyle 2700 trafik kazası olmuş ise eğitim müfredatımızda sokakta başıboş köpek olmaması gerektiği, sokakta başıboş köpek beslemenin merhamet değil merhamet sapması olduğunu öğretmemiz gerekiyor. Başıboş köpekler okullarından evlerine dönerken çocuklarımızı parçalarken köpek beslemeyi bir erdem gibi gösteren müfredat metinleri kabul edilemez.

Son olarak eğitim müfredatının baştan aşağı sokakta sıfır başıboş köpek politikası doğrultusunda gözden geçirilmesi elzemdir. Aksi halde Türkiye Büyük millet meclisi 5199 sayılı kanunu sokakta başıboş köpek olmaması için sıfır başıboş köpek politikasına göre değiştirdiğinde Türkiye Yüzyılı müfredat modeli, sokak hayvanı, sokakta köpek besleme, sokakta köpek kulübesi, sokak hayvanlarına mama toplama vesaire örnekleri önermeleri boşlukta kalacaktır. Bu yüzden sokakta hatta hastane ve “her okula bir can dost” projesi ile okul bahçelerinde köpek beslemenin hayvan severlik olmadığını anlatmaya başlamalı ve bir an önce bu hatadan dönülmelidir.

Mehmet Altuntaş

https://hertaraf.com/haber-basibos-kopek-sorunu-ve-turkiye-yuzyili-milli-egitim-mufredat-modeli-mehmet-altuntas-13205

Müfredat önerisi

Müfredat önerisi

Başıboş Köpek Sorunu ve Türkiye Yüzyılı Milli Eğitim Müfredat Modeli

Sokakta sahipsiz başıboş köpek olmaz olmamalı tabiata fıtrata medeniyete en basit evrensel trafik kurallarına insan hakları evrensel değerlerine aykırıdır. Tüm kanunlar başta yaşam hakkı olmak üzere insan haklarını korumalıdır, bu anayasal zorunluluk ve haktır. Kanunlar hiyerarşisine göre eş durumda olan kanunlardan insanların yararına olan önceliklidir. Hayvanları merhamet adına koruyacağız onları sokakta besleyeceğiz diye insan yaşamını hiçe sayamayız bu insan haklarına anayasaya uymaz. Eğitim müfredatı da insan yaşamını öncelemelidir. Hayvan sevgisi evet bir erdem olabilir ancak sokakta başıboş köpek beslemek erdem ve fazilet değil medeniyet dışı bir olgudur. Eğitim müfredatı matematikten sosyal bilgilere kadar tüm belgeleri sokakta köpeği kutsayan metinlerden örneklerden ayıklanmalıdır.
Bu yazımızda milli eğitim bakanlığının hazırlamış olduğu Türkiye Yüzyılı Müfredat modelinde yeralan ve başıboş köpek sorunu yol açan merhamet sapmasını besleyen metinler kavramlar tespit edilerek önerilerde bulunulmuştur. Belki tüm kaynaklar satır satır incelense de gözden kaçan hususlar olabilir. O yüzden herşeyden önce Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın 2021 yılının Aralık ayında yaptığı “Maalesef medyada sık sık çocuklara saldıran başıboş köpeklerin yol açtığı facialarla ilgili üzüntü verici haberlere rastlıyoruz. Öncelikle sahipsiz hayvanların yerinin, sokaklar değil barınaklar olduğunu unutmamalıyız” beyanları Türkiye yüzyıllar müfredat modelinin içeriği ile ilgili bize yol göstermektedir.
Sorunun kaynağı merhamet sapması
Sokakta insanlara çocuklara kadınlara yaşlılara engellilere saldıran zarar veren parçalayıp öldüren sahipsiz başıboş köpek besleyen kişiler yaptıkları eylemi merhamet vicdan gibi erdem ve fazilet değerleri ile açıklıyor hatta hayvanlar (köpekler) “Allah’ın sessiz kulları”, “onlar da sizin gibi bir ümmet” gibi cümlelerle soslu dini argümanlar kullanarak kamuoyunu toplum vicdanını manipüle ediyorlar. Halbu ki irade ve akıl sahibi eşref-i mahlukat Allah’ın halifesi olan insanın yaşamından daha değerli ne olabilir. Yüce yaratıcı açlıktan ölmek üzere iken haram kıldığı domuz etinden insanın ölmeyecek kadar yemesine izin vermişken, insan ile köpeği bir tutan zihniyeti merhamet sapması olarak tanımlamak daha doğru olur .
Başıboş köpekler okullarda öğrencilere zarar verirken köpek beslemeyi bir erdem gibi gösteren müfredat metinleri var.
Sokaklarda sahipsiz başıboş köpek olmaz olmamalı tabiata fıtrata medeniyete en basit evrensel trafik kurallarına aykırıdır.
Sayın Cumhurbaşkanımız medeni şehirleri olan ülkelerde olduğu gibi sokakta sahipsiz başıboş köpeklerin toplanması taraftarı. Muhtemelen yakın zamanda kanun bu yönde değişecek.
Adalet Bakanı Yılmaz Tunç da sokak köpeği açıklaması yaptı ve 4 bakanlıkla çalışmamız var, İçişleri Bakanlığı, Çevre ve Şehircilik, Tarım Bakanlığı ile birlikte sokak köpeklerine bir çalışma yaptıklarını açıkladı. Yılmaz Tunç, şunları kaydetti:
“Elbette ki insanımızın can güvenliği her şeyden önemli. Bu konuda hem hayvanlarımızı koruyacak hem de insan sağlığını tehdit etmeyecek bir düzenlemeyi yapmak gerekiyor. Bu konuda Tarım ve Orman, Çevre ve Şehircilik, İçişleri ve Adalet bakanlıkları olarak ortak bir taslağımız, çalışmamız var. Bu çalışmayı gündeme getirmemiz lazım. Burada belediyelerimize, kamu kurumlarına düşen görevler var. Bu görevleri kanunda belirlemek ve ona göre hareket etmek lazım.” dedi.
Tarım ve Orman Bakanı İbrahim Yumaklı da başıboş sokak köpekleri konusunda yürütülen çalışmaların Meclis’in tatile girmesinden önce ele alınacağını ifade etti. Bakan Yumaklı, bu çalışmanın Tarım ve Orman Bakanlığı, Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, Adalet Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığı iş birliğiyle yürütüldüğünü belirtti. Tarım ve Orman Bakanı İbrahim Yumaklı, “Çalışma dâhilinde dünyadaki örnekler incelendi ve taslak hazırlandı. Herkes sorumluluklarını yerine getirecek, kanuni düzenleme gerekiyorsa yapacak, şimdi biz o kısımdayız” dedi.
Bu sebeple sahipsiz başıboş köpeklerin sokakta beslenmesini bir erdem, fazilet gibi  göstermek insan haklarına İslam’ın eşrefi mahlukat anlayışına aykırıdır.
Son 5 yılda sahipsiz başıboş köpekler tarafından 450 ye yakın insan öldürüldü. Başıboş köpekler yol kenarında beslendiği için 2700 trafik kazasına sebep oldu, 30 vatandaşımız kuduz nedeniyle hayatını kaybetti.
Bu sebeple sokakta vicdan erdem adına öğrencilere köpek besleme bir kap su bir kap mama mottosu ile merhamet sapmasına yol açılması kabul edilemez.
Bu yüzden matematik kitaplarında bile onlarca örnekte yer verilen sokakta köpek besleme dahil sahipsiz başıboş köpek sorununu besleyen tüm örnek ve önermeler iptal edilmelidir. Sokak hayvanı hayvan hakları gibi hukuki olmayan tabirlerin kaldırılması sahipsiz ille de köpek örnekleri olacak ise başıboş köpek ve hayvan koruma tabirleri kullanılmalıdır.
Müfredatta yer alan sokak hayvanı/sokak hayvanları ibaresi geçen tüm metinler evcil hayvan sahipli evcil köpek, hayvan hakkı tabiri hayvan koruma veya hayvan refahı ile “köpek maması” tabiri “köpek yemi veya köpek yiyeceği” şeklinde değiştirilmelidir.
Müfredat belgelerinde tespit edilen bazı örnekler:
1) ORTAOKUL MATEMATİK DERSİ ÖĞRETİM PROGRAMI: Sokakta sahipsiz başıboş köpek beslenmesi teşvik edilmektedir. Bunun yerine evcil sahipli köpek denilebilir.
Metin: “Ayrıca sokak hayvanlarına eşit büyüklükte paketler hazırlama gibi bağlamlar ile öğrencilere hayvanlar için şefkat göstermenin ve merhamet değerinin önemi vurgulanabilir (SDB2.3, D9.3).” Sayfa 31
“Öğrencilerden ilgi duydukları toplumsal bir konu hakkında (sokak hayvanlarının barınma ve beslenme sorunu, tüketiciler için gıda güvenliği gibi) istatistiksel araştırma sürecini yürütebilecekleri toplumsal fayda veya sosyal farkındalık kazandırabilecek bir proje oluşturmaları istenebilir.”  Sayfa 156
2) SOSYAL BILGILER DERSI ÖĞRETIM PROGRAMI: Sokakta sahipsiz başıboş köpek beslenmesi önermesi sokak hayvanı tabiri yerine evcil köpek denilebilir.
Metin: “SB.5.4.4 Beyin fırtınası tekniği kullanılarak öğrencilerden muhtarlık, belediye, kaymakamlık veya STK ile iş birliği yapılarak giderilebilecek (okul bahçesinde ve okul yolunda güvenlik için konulması gereken tabelalar, kasisler, mahallenin güzelleştirilmesi ve temizliği, ihtiyaç sahiplerine yardım etme, sokak hayvanları ile ilgili beslenme, barınma ve güvenlik önlemleri vb.) ihtiyaç veya sorunları belirlemeleri istenir ve bu  ihtiyaç ve sorunlar listelenir. Öğrencilerden listedeki sorun veya ihtiyaçlardan birini seçmeleri istenir. Belirlenen sorunların giderilmesinde toplumsal dayanışma ile bireysel davranış ve tutumların önemli olduğu vurgulanarak yardımseverlik (D20.2) ve duyarlılık (D5.2) değerleri üzerinde durulur. Seçilen ihtiyacın giderilmesi veya sorunun çözüm yolları hakkında bilgi toplaması için başvurabilecekleri yazılı, görsel veya dijital kaynakları belirlemeleri istenir (SDB1.2, OB1, OB2, OB4). Sayfa 55”
3) OKUL ÖNCESİ EĞİTİM PROGRAMI: Sokakta sahipsiz başıboş köpek beslemeyi teşvik eden cümle gözden geçirilmelidir. Barınaklarda veya kendi evinin bahçesinde besleme önerilebilir.
Metin: “Belirli gün ve haftalara uygun olarak örneğin, hayvanları koruma gününde hayvan barınaklarına mama toplamak. Yaşadığı mahallede hayvanların barınmasına yönelik kedi evi, köpek kulübesi, kuş yuvası gibi besleme ve korumaya yönelik etkinlikler düzenlemek.” Sayfa 125
Sonuç olarak yukarıda verilen örnekleri göz önüne alarak hükümetin 5199 sayılı hayvanların korunmasına dair kanunda yapacağı düzenleme medeni şehirleri olan tüm ülkelerde olduğu gibi sokakta bir tane bile sahipsiz başıboş köpek olmayacağı üzerine olacaktır. Başıboş bir köpeğin bir insanı özellikle de çocuğu öldürdüğü, okul civarında köpek ısırması sonucu kuduz olup ölen çocuklar olduğu göz önüne alındığında sokakta sahipsiz başıboş köpek beslemek suç olacaktır. Nitekim  dünyanın her yerinde bırakın sokakta köpek beslemeyi yabani hayvanların sincapların beslenmesi yasaktır. O halde son beş yılda 500 e yakın insanımız ölmüş, 30 kişi köpek ısırığı nedeniyle kuduz olmuş, başıboş köpekler nedeniyle 2700 trafik kazası olmuş ise eğitim müfredatımızda sokakta başıboş köpek olmaması gerektiği sokakta başıboş köpek beslemenin merhamet değil merhamet sapması olduğunu öğretmemiz gerekiyor. Son olarak eğitim müfredatının baştan aşağı sokakta sıfır başıboş köpek politikası doğrultusunda gözden geçirilmesi elzemdir. Aksi halde Türkiye Büyük millet meclisi 5199 sayılı kanunu sokakta başıboş köpek olmaması için sıfır başıboş köpek politikasına göre değiştirdiğinde Türkiye yüzyılı müfredat modeli, sokak hayvanı, sokakta köpek besleme, sokakta köpek kulübesi, sokak hayvanlarına mama toplama vesaire örnekleri önermeleri boşlukta kalacaktır. Bu yüzden sokakta hatta hastane ve “her okula bir can dost” projesi ile okul bahçelerinde köpek beslemenin hayvan severlik olmadığını anlatmaya başlamalı ve bir an önce bu hatadan dönülmelidir.

Mehmet Altuntaş
Güvenli Sokaklar ve Yaşam Hakkını Savunma Derneği Başkan Yardımcısı

Ek: Belgeler:

ORTAOKUL MATEMATİK DERSİ ÖĞRETİM PROGRAMINDA SOKAK HAYVANI TABİRİ KULLANILMAKTADIR

ORTAOKUL MATEMATİK DERSİ ÖĞRETİM PROGRAMI


Ayrıca sokak hayvanlarına eşit büyüklükte paketler hazırlama gibi bağlamlar ile öğrencilere hayvanlar için şefkat göstermenin ve merhamet değerinin önemi vurgulanabilir (SDB2.3, D9.3). Sayfa 31


Öğrencilerden ilgi duydukları toplumsal bir konu hakkında (sokak hayvanlarının barınma ve beslenme sorunu, tüketiciler için gıda güvenliği gibi) istatistiksel araştırma sürecini yürütebilecekleri toplumsal fayda veya sosyal farkındalık kazandırabilecek bir proje oluşturmaları istenebilir. Sayfa 156

SOSYAL BİLGİLER DERSİ ÖĞRETİM PROGRAMI


SB.5.4.4 Beyin fırtınası tekniği kullanılarak öğrencilerden muhtarlık, belediye, kaymakamlık veya STK ile iş birliği yapılarak giderilebilecek (okul bahçesinde ve okul yolunda güvenlik için konulması gereken tabelalar, kasisler, mahallenin güzelleştirilmesi ve temizliği, ihtiyaç sahiplerine yardım etme, sokak hayvanları ile ilgili beslenme, barınma ve güvenlik önlemleri vb.) ihtiyaç veya sorunları belirlemeleri istenir ve bu  ihtiyaç ve sorunlar listelenir. Öğrencilerden listedeki sorun veya ihtiyaçlardan birini seçmeleri istenir. Belirlenen sorunların giderilmesinde toplumsal dayanışma ile bireysel davranış ve tutumların önemli olduğu vurgulanarak yardımseverlik (D20.2) ve duyarlılık (D5.2) değerleri üzerinde durulur. Seçilen ihtiyacın giderilmesi veya sorunun çözüm yolları hakkında bilgi toplaması için başvurabilecekleri yazılı, görsel veya dijital kaynakları belirlemeleri istenir (SDB1.2, OB1, OB2, OB4). Sayfa 55



OKUL ÖNCESİ EĞİTİM PROGRAMI

Belirli gün ve haftalara uygun olarak örneğin, hayvanları koruma gününde hayvan barınaklarına mama toplamak.

Yaşadığı mahallede hayvanların barınmasına yönelik kedi evi, köpek kulübesi, kuş yuvası gibi besleme ve korumaya yönelik etkinlikler düzenlemek.
Sayfa 125

Köpek barınaklarına mama toplamak ve
Yaşadığı mahallede hayvanların barınmasına yönelik kedi evi, köpek kulübesi, kuş yuvası gibi besleme ve korumaya yönelik etkinlikler düzenlemek okul öncesi eğitimin parçası olmamalı. Sayfa 125

Sokak hayvanları rant çetesi

Sokak hayvanları adı altında bağış toplayan, duygu sömürüsü yapan, iyi insanların güzel niyetlerini kullanan çeteleşmiş bir örgütlenme var.  Bu işi yapan insanlar o kadar çirkef ve saldırganlar ki, çektikleri videolarda konuşmalarıyla insanlar üstünde hipnoz etkisi yaratıyorlar. Bacağı yaralanmış bir hayvan dahi olsa hepsi aynı hayvanı 50 ayrı sayfada paylaşıp ayrı ayrı hesaplardan günlerce bağış topluyorlar. Bu işi o kadar profesyonel bir duygu yönetimiyle yapıyorlar ki bundan 3 sene önce hiçbir mal varlığı olmayan bu insanların hepsinin bu enflasyonist dönemde evi, arabası, bağ evi oldu… her gün mama dağıtıyoruz diye bağışlar toplanıyor ve bu bağış toplayanların birçoğunun uyuşturucu suçundan yatıp çıkmışlığı bile var. Aynı şekilde bağış topladıkları hesaplardan torbacılara para bile gönderiyorlar. Açtıkları paypal adreslerine ödeme alıyorlar Çünkü hiçbir kanıtı yok. Asıl acı olan ise bu hayvanlara kendileri zulüm edip, bu gariban canları acınası halde bırakıp videoya alarak, fotoğraflayarak bağışlarını toplarlar. Bu konuda çok dikkatli olup kimlere bağış yaptığımıza dikkat etmeliyiz. Gerekirse bu insanlar aracılığı ile değil kendimiz yapmalıyız. Gelelim şimdi bu yazıda bahsi geçen olayların örnek hesap sahiplerine.

Kaynak: https://twitter.com/alpklnctr/status/1773476466480513294?t=l2-eaRQ1V1Q7imJxLOGKXg&s=19

1.Burak Arslan / pawguards
Sürekli hesaplarına bağış toplayıp, devletin hizmetlerini de kullanarak kendisini ön plana çıkarmıştır. Acıtasyon videolarıyla topladığı bağışlardan kendilerine ev, araba, arsa alıp kalan paraylada torbacılarıyla uyuşturucu ticareti yapmıştır. O da yetmezmiş gibi hem de vergi kaçırmıştır. Faturalarını vet ödemesi yapıp kendi şirketine fatura kestirmiştir.

Bu gördüğünüz kişide Serkan Toper MHP’den Beşiktaş Belediyesi’ne aday, ve röportaj yaptığı kişi ise Burak Arslan’dır. Sokak hayvanları adı altında topladığı paralarla uyuşturucu ticareti yaptığının farkında bile değil. Bu insanları külliyelerde ve devletin makamlarında ağırlıyorlar. Davet eden kişi ise AK Parti milletvekili Müşerref Pervin Tuba Durgut’tur.

Ikinci videoyu mutlaka izlemelisiniz. Evinde uyuşturucu yakalansa bunu hayvan severlere izah edermiş ve sanatçıymış. İşin en komik yanı ise uyuşturucuya ödediği para yardım topladığı bağış hesabından yapılıyor. Hepsinin ağzı aynı şekilde laf yapıyor. Her türlü işin içinden çıkacağını iddia ediyor ve her zaman da çıkmış.

Merhamet Sapması

https://twitter.com/alpklnctr/status/1773495543483834389?t=rwqPqXPbWVZzb24UzHnnYA&s=19

0 parmağında 10 marifet ;

– Parklarda çocuklu annelere sataşıp “köpeğime top attı” diye kavga çıkartmak
– Birilerini kazığa oturtalım ekip hazır
– Hatay ‘da köylüyü “tarlasında köpek beslenmesini istemediği” için dövenlerin propagandası
– köpeğiyle olan videosu yorumsuz.

https://twitter.com/fethi_aslan1453/status/1773681371493417213?t=Ga1R2lfi2eW16JbyddPCwQ&s=19

3.Patikorg/ Ankara’da milyon liralar harcanarak açılan rehabilitasyon merkezleri varken, hayvanlar için sürekli borcu olduğunu söyleyip dilenen bu hesabı da yazın bir köşeye.

4.Köpekvelisi / Nakil ve tedavi parası dilenip duran bu hesabında Ankara’ya getirttiği hayvanların neredeyse tamamı acılar içinde can veriyor. Sürekli borcumuz var diyerek hayvanlar üzerinden dileniyor. İşin en kötü yanı ise altına araba alıyor ve orada borcum dediği tutar ise kendi arabasının fiyatı… Bu kadar borçlanıyor ve bu borcu hangi yardıma muhtaç hayvanlar için yaptığını da keşke belirtseydi.

5.Ciceginpatilerikedievi/ bundan yıllar önce Gaziantep’te oturacak evi dahi olmayan, sosya-ekonomik olarak çok düşük gelirli bir mahallede oturan bu hanımefendide ne hikmetse hayvanlara yardım parası toplamaya başlamasıyla Gaziantep’te bağ evi, araba, ev sahibi oluyor. En basit olaylarından birini söyleyeyim. Gaziantep’teki hayvan barınağı birçok ile göre çok iyi şartlarda olmasına rağmen barınaktaki hayvanlar için barınağı tüm çirkefliğiyle darlayıp, baskı yapıp, güzelce beslenen hayvanları zorla barınakta kalmasın diye sokağa saldırtıp sonra bu hayvanlar burada aç, beslenemiyor çirkefliği yapıp mama paraları toplayan bir hesaptan bahsediyoruz burada. Şimdi çıkıp benim sevgilim zengin diyebilir tabi ki ama zenginliği sevgiliden önce.

Birde şöyleleri var, hayvanlara hem kendileri zarar veriyorlar, kafalarını ve ayaklarını yaralıyorlar hem de onlara zehirli mama verip kusturuyorlar ve hayvanlar orada can çekişirken videolarını çekip üzerlerinden bağış topluyorlar.”

Sizlere anlatacağım en iğrenç vurgun, devletin sahiplendiği barınağa yerleştirdikleri cins veya normal hayvanları bulup kendi platformlarında paylaşıp bu hayvanlar üzerinden bağış toplamak. Sonra hayvan barınağına gidip o hayvanı sahipleniyorlar. Sahiplenmeden önce, kendi kurdukları çiftlik gibi bir yerde – adını “Yaşam Alanına” koyarak – o hayvanı hiç görmeyen birisine sahiplendirip, bu hayvan artık bu otelde kalacak denilerek her ay o kişiden 1200 TL gibi bir ücret alıyorlar. Aynı köpeği 10 farklı aileye sahiplendiriyorlar ve hiçbirinin birbirinden haberi yok.

GÜVENLİ SOKAKLAR İNSANLARIN HAKKIDIR


GÜVENLİ SOKAKLAR İNSANLARIN HAKKIDIR
Türkiye’de hayvanların rahat yaşamlarını ve hayvanlara iyi ve uygun muamele edilmesini temin etmek, hayvanların acı, ıstırap ve eziyet çekmelerine karşı en iyi şekilde korunmalarını, her türlü mağduriyetlerinin önlenmesini sağlamak amacıyla 2004 yılında 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu kabul edilmiştir. Bu Kanunun ardından 2006 yılında Hayvanların Korunmasına Dair Uygulama Yönetmeliği çıkarılmıştır. Türkiye’de yapılan bu düzenlemelerle sahipsiz köpeklerle ilgili sorumluluk belediyelere verilmiş bulunmaktadır. Ancak var olan düzenlemeler sahipsiz köpeklerin refahını sağlamadığı gibi insanlar ve diğer canlıların yaşadığı sorunları çözmekte yetersiz kalmaktadır. ABD, AB üyesi ülkeler, İngiltere, Japonya, İsviçre, Avustralya’da hatta Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde sahipsiz köpek sorunu bulunmamaktadır. Bu ülkelerde köpeklerin refah koşullarına ilişkin yapılan gerçekçi ve insan odaklı hukuki düzenlemeler bu sorunu önlemektedir.

Türkiye’de ise, sahipsiz köpek sorunu ciddi bir güvenlik ve sağlık problemi olarak varlığını sürdürmekte ve etkisini giderek artırmaktadır. Bazı kentlerde sahipsiz köpek sayısı ilçe nüfuslarını bile geçmiş bulunmaktadır. Sahipsiz köpekler çok ağır sokak koşullarında hayatta kalma mücadelesi verirken kendilerinin, sahipli köpeklerin, kedilerin, evcil-yabani diğer hayvanların ve doğanın zarar görmesine neden olmaktadır. İnsanlar açısından ise, Anayasa ile koruma altına alınan sağlık, güvenlik, maddi varlığını koruma, yaşama hakları gibi insan haklarını tehlikeye atmaktadır. Sahipsiz köpeklerin sayısı hızlı bir şekilde artmaya devam etmekte, bununla paralel olarak köpek saldırıları da büyük artış göstermektedir. Sahipsiz köpek saldırıları nedeniyle ölen kişilerin yakınları veya yaralanan kişiler ilgili belediyeye karşı dava açmakta ve davalarda hizmet kusuru nedeniyle maddi-manevi tazminat kararları verilmektedir. Belediyeler 5199 sayılı Kanun gereği bir şey yapamadıklarını ifade etmekte, ancak problem şiddetini artırmaya devam etmektedir. Kamu politikası oluşturulması beklenen problemin hükümet, siyasi partiler, belediyeler, sivil toplum kuruluşları, medya, toplum ve sahipsiz köpek saldırılarından doğrudan ya da dolaylı zarar görenler gibi pek çok tarafı bulunmaktadır.
Sokaklarda sahipsiz köpek olmaması bir uygarlık göstergesi olarak görülmektedir. Hindistan, Pakistan, Bangladeş başta olmak üzere şehirleri medeni olmayan ve başıboş sokak köpek sorunu ile boğuşan ülkeler gibi Türkiye’de de sahipsiz köpek sayısı çok hızlı bir şekilde artmaktadır. Sahipsiz köpekler ısırma ya da saldırma nedeniyle doğrudan ya da dolaylı şekilde insanların ve hayvanların ölmelerine, yaralanmalarına, kuduz gibi çeşitli hastalıklar kapmalarına, güvenlik sorunlarına, trafik kazalarına neden olmaktadır. Diğer taraftan sahipsiz köpekler, sokaklarda açlık, susuzluk, hastalık, soğuk, sıcak, trafik kazaları, sahipli ve sahipsiz köpeklerin saldırısına maruz kalma, insan, hayvan ve araçlardan kaynaklanan tehlikeler altında ağır şartlarda yaşam mücadelesi verirken önemli sorunlar yaşamaktadır.
Son aylarda Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip ERDOĞAN başta olmak üzere pek çok siyasetçi, sanatçı, gazeteci, sosyal medya fenomeni, akademisyen, doğa ve vahşi yaşam uzmanı avcı, hayvancılıkla uğraşan vatandaşlarımız, kontrollü köpek sahipleri, vs sorunun farkına varmış sokakta başıboş köpek sürüleri olmayacağını barınaklara alınması gerektiğini belirtmiştir. Bu çalışmanın amacı köpek düşmanlığı değildir, aksine hayvan refahı kavramı ile hareket ederek öncelikle sokakta başıboş beslenen köpeklerin sağlıklı bir ortamda tutulması ve insan yaşamının ve özellikle çocukların can güvenliğinin öncelikle ele alınmasıdır.
Türkiye’de başıboş  köpekler, ciddi ancak yeterli ilgiyi görmemiş  bir sorundur. Başıboş  köpeklerin vatandaşlara ve tüm topluma verdiği zarar medya, hayvan hakları aktivistleri ve yetkililer tarafından küçültülmüş, görmezden gelinmiş ve reddedilmiştir.   Başıboş  köpek sorunu “sokak hayvanı” sorunu olarak gösterilmeye çalışılmıştır.  İnsanlara zarar vermeyen, sık sık köpekler tarafından parçalanan kediler, başıboş  köpeklerle beraber aynı statüye sahipler. “Sokak hayvanı”, “sahipsiz hayvan”, “hayvan sorunu”, “kedi sorunu” yoktur, başıboş  köpek sorunu vardır.   Köpek,  şehrin içinde insanları öldüren tek hayvandır. Kediler, insanlara zarar vermiyor, öldürmüyor; trafik kazalarına sebep olmuyor, kuduz taşıyıcı değiller. Kediler ve diğer hayvanlar mutlaka başıboş  köpeklerden ayrı tutularak değerlendirilmelidir.
Sahipsiz köpek sorununun çözümü için insanların yaşama hakkı, güvenlik hakkı, sağlık hakkı, maddi varlığını koruma hakkı gibi kamu düzeninin de gereği olan hakları koruma altına alınmalıdır. Diğer taraftan sahipsiz köpeklerin sokaklarda beslenme, sağlık, barınma ve güvenlik alanlarında büyük riskler altında ve çok ağır koşullarda yaşam mücadelesi verdikleri dikkate alınmalı ve yaşamlarını sağlıklı ve güvenli bir şekilde sürdürebilecekleri modern, teknolojik bakımevleri inşa edilerek ihtiyaçları en iyi şekilde karşılanmalıdır.
Çözüm olarak tek adres vardır o da Devletimizdir onun değerli bürokratik kadroları ve yasama organıdır. Biz burada çözümün nasıl olması gerektiği hususu üzerinde durulmasından ziyade öncelikle en temel insan hakkı olan yaşam hakkı başta olmak üzere insanların can ve mal güvenliği, çocuk hakları, ibadet özgürlüğü gibi hakların esas alınmasıdır.
Bilindiği gibi ülkemizde 2700 ün üzerinde hayvan koruma ve yaşatma besleme amaçlı dernek bulunmaktadır. Ne var ki yaşlı engelli, çocuk gibi insanların haklarını korumak için kurulmuş dernek sayısı ise maalesef 250 civarında.


Yazımı müjdeli bir haberle sonlandırmak istiyorum. Antalya’da başıboş köpekler tarafından saldırıdan kaçarken kamyon altında kalarak can veren Mahra Melin Pınar’ın babası ve annesi geçen ay içinde Güvenli Sokaklar ve Yaşam Hakkını Savunma adında bir dernek kurdu. Allah hayırlara vesile kılsın. Ülkemiz adına çok önemli bir adım. Murat Pınar ve eşi Derya Pınar hanımefendiye bu girişimlerinden dolayı teşekkür ediyor başarıları için dua ediyorum. Dernek hakkında bilgi için http://www.guvenlisokaklar.org adresini bir melek yavrumuz Mahra Melin Pınar’ın anısına bir ziyaret etmenizi tavsiye ederim.
Mehmet ALTUNTAŞ

GAZZE İÇİN GOLDENSTONE RAPORU VE MAVİ MARMARA GERÇEĞİ

GAZZE İÇİN GOLDENSTONE RAPORU VE MAVİ MARMARA GERÇEĞİ
Mavi Marmara Gemisine Sadırı (Gaza Flotilla Raid)  hadisesi nedir? diye bir soru sorulduğunda ne cevap verebilirim diye düşündüm. Gelecek kuşaklar için tarihe kayıt düşmek ve Gazze’ye yardım için yola çıkan Mavi Marmara Yardım Gemisini ve ona ve yolcularına yapılan saldırıyı çocuklarıma ve torunlarıma anlatmak isterim, bu benim vicdan borcumdur.

Mavi Marmara Gemisi


Mavi Marmara Gemisi on yıllar sonrasında tarihte hafızalara kazınan önemli sembollerden birisi olmaya aday. Bu sembol; vicdanını, aklını ve insanlığını kaybetmemiş bir grup insanın insanlık tarihine bir armağanıdır.
Her dinden ve milletten insanın içine bindiği bir gemi, bir özgürlük gemisi yola çıktığında ne olacağını tam olarak kestiremiyordu. Zalimin zulmüne itiraz eden ve açık hava hapishanesine dönüşmüş bir toprağın mazlum insanlarına el uzatan bir avuç insanın uluslararası vicdan hareketiydi bu. Sonuçta bu yolda ölmeye değil ölüme açık hava cezaevine dönüştürülmüş Gazze halkına ve çocuklara destek vermeye gittiler ama uluslararası sularda haksız biçimde öldürüldüler. Ruhlar o yolda şahadetle buluştular sonsuzluğa uzandılar. BM İnsan hakları Komisyonunun hazırladığı ve Gazze’de insan hakları ihlalleri yaşandığını tespit eden 15 Eylül 2009 tarihli Goldstone Raporu  yayınlandıktan yaklaşık sekiz ay sonra oldu olaylar hem de.
Mavi Marmara Yardım Filosuna Saldırı Olayı 8 Nisan 2010 da Amerika Birleşik Devletlerinde altı ay süren misafirliğin ardından ülkeme dönmenin huzurunu yaşadığım sırada yaşandı. O günlerde Amerikan kamuoyunun nasıl da yanıltıldığını, TV kanallarının tek taraflı yayınlarıyla Filistinlileri terörist gösterip, İsrail’in yapmış olduğu saldırıları görmezden gelmesi de ağrıma gitmişti. Amerikan halkı sanki bir kutu içerisinde hapsedilmiş bir civciv gibi, dış dünyadan haberleri gösterildiği kadarıyla görebiliyordu. Son on yılda sosyal medya gelişti artık pek çok konunun saklanması gerçekten zor. Ancak facebook, twitter ve youtube gibi sosyal medya platformlarının küresel güçler tarafından kendi lehlerine ve mazlum ülkeler aleyhine manipüle edildiği veya bu ihtimalin kuvvetli olduğu yönünde kanaatim var.
Şu husus açıktır ki, Mavi Marmara Uluslararası bir yardım organizasyonudur. 31 Mayıs 2010 tarihinde Gazze’ye insani yardım götürürken uluslararası sularda İsrail silahlı güçleri tarafından saldırıya uğradı ve yardım organizasyonuna ait gemide bulunan bir grup silahsız insan şiddet gördü ve dokuz sivil insan öldürüldü.  Komor Adalarının bayrağını taşıyan gemi içindekilerle birlikte İsrail’in Aşdod Limanına götürüldü ve orada birtakım muameleye tabi tutuldu.  İçinde Yunan, İspanyol, Türk, Müslüman, Hıristiyan ve Musevi her çeşit insan olduğuna herkes şahit oldu. Bir grup Müslüman Türkün ön plana çıkıp cesaret göstermesi sonucu şehit olmaları bu özelliğini değiştirmez.
Mavi Marmara sivil bir organizasyondur. Gönüllü olarak yola çıkan gemiye binen insanlar bu gemiye zorla bindirilmediler. Gönüllü olarak yardım organizasyonuna katılan insanlar herhangi bir devletin vatandaşı olsalar da o ülkelerden bağımsız bireylerin yer aldığı Mavi Marmara sivil bir organizasyondur. Türkiye’den hareket eden gemiye ne devlet ne de hükümet yetkilileri müdahale etmiştir. Pek çok görüşü bir arada barındıran bir Parti olan AK Parti de organizasyonu farklı değerlendirenler olsa da gemi uzaktan gözlendi. Farklı görüşler söylense de geminin hareketine karşı bir baskı gelmediği kanaatindeyim.
Mavi Marmara deyince aklıma şehitler, Bülent Yıldırım, Ebubekir Kurban, Hakan Albayrak, Furkan Doğan, Mavi Marmara Risalesinde “O güzel insanlar o güzel gemilere binip gittiler…” diyen Bülent Akyürek geliyor. Bülent ağabey Mavi Marmara Risalesini gemiye binemememsinin kefareti sayıyordu. Ya şehit Furkan Doğan’a ne demeli. Gençliğinin baharında bu vicdan gemisine binerek biz ihtiyarlamış ruhlara can verdi.
Mavi Marmara Gemisi Gazze’ye yardım götürmek için yola çıktığı tarihten 8 ay önce Gazze’de insan hakları ihlallerini ortaya seren bir rapor yayınlandı. Gladstone Raporu olarak nam salan rapor Richard Goldstone tarafından hazırlandığı için bu adı aldı. Rapor kısaca İsrail’in Gazze’de yaptığı insanlık dışı saldırıları özetliyordu. 27 Aralık 2008 tarihinde, İsrail’in dünyanın gözü önünde Gazze’ye saldırması dünya kamuoyunun büyük tepkisini çekti. BM İnsan Hakları Komisyonu, Gazze’de meydana gelen olayların araştırılması için 3 Nisan 2009 tarihinde 4 kişiden oluşan bir Araştırma Komisyonu kurdu. Komisyonun Başına Güney Afrika eski Anayasa Mahkemesi Başkanı ve Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi eski Savcısı olan Richard Goldstone getirildi. BM İnsan Hakları Konseyi İsrail’in Gazze’ye düzenlediği askeri operasyonları ‘savaş suçu’ olarak adlandıran ‘Goldstone Raporu’nu kabul etti. 47 ülkenin üye olduğu Konsey’de, İsrail aleyhine kullanılan 25 oyla İsrail’in suçlu olduğu kabul edildi. AB ülkelerinin çoğunluğu ve ABD İsrail lehine oy kullandılar. 
Rapor 2010 yılında Filistin Platformu İmar ve Dayanışma Derneği  tarafından Türkçe olarak yayınlandı. Bu eser Platformun da ilk yayını ve internet sitesinde yer almaktadır.  Yine Platformun Goldstone Raporu ve Uluslararası Hukuk adıyla raporu ve uluslar arası mevzuatın analiz edildiği bir ikinci yayını daha bulunmaktadır.
2010 yılında yaşanan insanlık dışı bir saldırı ile BM in İnsan Hakları Komisyonunca hazırlanan ve Gazze’de yaşanan saldırıların bir insan hakları ihlali sayan Raporunun ortak yanı olmaz mı diye düşündüm. BM Güvenlik Konseyinde zorda olsa alınan tüm aleyhte kararları hiçe sayan bir anlayışın hüküm sürdüğü mevcut uluslar arası düzen açısından elbette Goldstone Raporu çok önemli. Ancak şurası da açık ki ne bu Raporu önemsiz kılacak, yok sayacak yorumlara ne de aşırı kutsama yoluna gidilmelidir diye düşünüyorum.
Amacım bu yazıda hem Mavi Marmara Yardım Gemisine yapılan saldırı olayını hatırlamak, hatırlatmak ve Goldstone Raporunu da bu vesileyle tanıtmaktır. Elbette ülkemizde Mavi Marmara Davası adıyla yargı süreci işlemektedir. Süreci aşağı yukarı herkes takip ediyordur. Bu konuda iyimserim. İHH gibi uluslararası sivil toplum kuruluşları ve onlarca avukatın takip ettiği dava görülmeye devam ediyor. Saldırıyı gerçekleştirenler yaptıklarının bir insanlık suçu olduğunu kabul etmek zorunda kalacaklar. En azından uluslararası hukuku ve insan haklarını hiçe sayan zalim anlayış yaptıklarının cezasız kalmayacağını görmüş olacak.
Mavi Marmara’ya yolcu olanlara selam olsun…

Mehmet Altuntaş
7 Temmuz 2014

Başıboş köpek sorunu ve terör örgütleri

SAHİPSİZ BAŞIBOŞ KÖPEK SORUNU BİR TERÖR FAALİYETİDİR

Bunu er geç hepiniz idrak edeceksiniz ve o zaman otoyol kenarında, çocuk parklarının dibinde vs koyun sürüsü gibi başıboş köpek besleyenler de tıpkı fetöcü teröristler gibi çıktıkları deliğe geri girmeye çalışacaklar,

PKK ve Fetullahçılar niçin başıboş köpek sorununun devamını istiyorlar:

Bu sokak köpeklerini teröristlerin savunmaya başladığını fark ettik artık. Muhtemelen yeni terör finansmanı köpek maması ve benzeri sahtekarlıklardan geliyor.

Fetullahçı Cevheri Güven köpekçi derneklerle birlikte dayanışma hâlinde
Ortalığı ağaç için yakan Geziciler köpekçilerle birlikte

İngiltere’de yaşayıp Türkiye’de başıboş köpek olmasını savunan bu adamın terör örgütü PKK hakkındaki paylaşımları…

▪️#KöpekTerörü bu millete yapılan bir aşağılamadır. #BiyolojikTerör faaliyetidir.
▪️Aynı operasyon (yakala-kısırlaştır-geri bırak) 1998’de Batı’dan fonlanan “hayvan hakları” aktivistlerinin baskısıyla Hindistan’da yapıldı ve bugün yılda 20 milyon saldırı, 17.000 bin #Kuduz vakası var..
▪️Dünyada hiçbir ülkede “hayvan hakkı (animal right)” diye birşey yoktur. Hayvan refahı (animal welfare) geçerlidir.

BAŞIBOŞ KÖPEK SORUNU BİR TERÖR FAALİYETİDİR–

Bunu er geç hepiniz idrak edeceksiniz ve o zaman otoyol kenarında, çocuk parklarının dibinde vs koyun sürüsü gibi başıboş köpek besleyenler de tıpkı fetöcü teröristler gibi çıktıkları deliğe geri girmeye çalışacaklar,

Hem haberi bilerek yayın ondan sonra da çıkıp köpek düşmanı diye hedef gösterip suçu başkalarına atmaya çalışın lütfen yemezler.

PKK’nın savunucusu köpekseverler
PKK’nın savunucusu köpekseverler

Pkk nın yayın organını neden takip ediliyor aceba ve paylaşım neden belli kişiler tarafından özellikle yayılıyor.

Pkk nın yayın organını neden takip ediliyor acaba ve paylaşım neden belli kişiler tarafından özellikle yayılıyor.

Kimseye iftira atmaya kalkmayın haberi kimlerin yaydığı apaçık ortada. Şerefli @TSKGnkur iftira ve karalamaya çanak tutanlar emri kimden aldı. Haberi kim servis etti ve yaymalarını kim istedi?

Erman Paçalı PKK’nın yayın organında

Başıboş köpek sorunu Yunus Emre Altuntaş

Başıboş köpek sorunu!
YUNUS EMRE ALTUNTAŞ
13.08.2023

Geçtiğimiz günlerde Kadıköy’de yaşanan köpek saldırısını görmüşsünüzdür. Sahibinin elinden kurtulan pitbull cinsi köpek, hemen yakındaki bir başka köpeğe ve sahibine saldırdı. Saldırgan köpeğin sahibi çaresizce ayırmaya çalıştıysa da başarılı olamadı. Diğer yanda saldırıya uğrayan köpeğin sahibi bayan ise küçük köpeğinin can verişini çığlıklar atarak izledi. Tam bir saat boyunca saldırgan köpeğin dişleri arasından diğer köpeği almaya çalıştılar. Köpeğine “kızım” diye seslenen bayanın bu travmayı atlatması ne denli mümkün olur hiç bilemiyorum.

Dikkat ederseniz burada bir “hayvan hakları” sorunundan söz edemeyiz. Burada söz konusu olan bir “başıboş köpek sorunu”dur. O pitbullun sahibi, yönetmeliğin emrettiği şekilde köpeğinin tasmasını-ağızlığını taksaydı bu dramatik sahneler yaşanmayacaktı. Milletimizin diğer hayvanlarla veya sahiplenilmiş, tasmalı-ağızlıklı şekilde dolaştırılan köpeklerle sorunu yok. Yaşanan sıkıntılar tamamen “başıboş” bırakılan köpeklerden kaynaklanıyor.

Uludağ’a çıkanlar bilir; ormanın kıyısına yaklaştığınızda bir levha sizi uyarır: “Dikkat! Ayı çıkabilir!” Bu uyarıyı görünce bilirsiniz ki o civarda yaşayan ayılar var ve bu hayvanlar kendilerini veya yavrularını tehlike altında hissederse saldırganlaşabilir. Uludağ’ın ormanlık bölgeleri, yaban hayvanlarının olduğu gibi ayıların da yaşam alanı olduğu için insanlar buralarda temkinli davranmak zorunda kalıyor. Tüm bu uyarılara rağmen Bursa Uludağ’da ayı saldırısında ölen bir vatandaşımız olmadı. En azından ben duymadım.

Oysa şehir merkezlerinde, sokaklarda, caddelerde, büyük AVM’lerin önünde, üniversite kampüslerinde başıboş köpeklerin saldırısı sonucu can veren onlarca isim sayabilirim. Sadece son bir yılda, başıboş köpek saldırılarında 28 insanımız can verdi. Binlercesi yaralandı. Dağın başındaki ormana “Dikkat! Ayı çıkabilir!” yazan ilgililerin/yetkililerin şehrin göbeğindeki ölümlü başıboş köpek saldırılarına sessiz kalması akıl alır gibi değil. Üstelik bu başıboş köpek saldırılarında can verenlerin çoğunluğunu çocuklar oluşturuyor.

Başıboş köpek saldırılarından insanların yanı sıra diğer hayvanlar da zarar görüyor. Aç kalan başıboş köpekler önce kendi içlerindeki zayıf köpekleri, sonra kedileri ve nihayet besi hayvanlarını parçalıyor. Burada başıboş köpekleri suçlayacak halimiz yok. Tıpkı ayı örneğinde olduğu gibi köpeklerin de doğasında saldırganlık var. Ne kadar eğitilirse eğitilsin hayvanın içgüdüsü bir noktadan sonra ortaya çıkıveriyor. Özellikle de aç kaldığında veya strese kapıldığında! Bunun binlerce örneği var. O köpeği besleyip büyüten ve yıllarca gözü gibi bakan sahipleri bile bu durumlarda çaresiz kalıyor. Kadıköy’de yaşanan olay bunun küçük bir örneğidir. O köpek, sahibini koruduğunu düşünerek bunu yapıyor. Stres altına girince daha da saldırganlaşıyor. Doğası bu… Sahibine sorulduğunda hayretler içerisinde, “benim oğlum böyle yapmazdı” diyerek 10 yıldır gözü gibi baktığı köpeğinin yaptığı katliamı anlamaya çalışıyordu. Demek ki 10 yıl boyunca kuzu gibi davranan köpek, bir noktadan sonra içgüdüsünün izinden gidiveriyor. Olan, insanlara ve diğer hayvanlara oluyor.

Başıboş köpek sorununda aklın yolunu izlemenin vakti geldi de geçiyor. Bu hayvanların sokağa atılması, başıboş bırakılması aklın kabul edebileceği bir çözüm yolu değil. “Sokak hayvanı” diye bir şey olmaz. Ne Avrupa’da ne de dünyada böyle bir tanım yok.  Şehrin sokaklarında ayıların, yılanların, kurtların dolaşmasına nasıl izin verilmiyorsa köpeklerin de dolaşmasına izin verilemez. Bu başıboş köpeklere mama taşıyarak, haftada bir yemek artıkları vererek vicdanlarını rahatlatan tipler kendilerini kandırmayı bırakmalı. Bu insanlar sevgilerinde samimi iseler o başıboş köpekleri sahiplenmeli ve mevzuat çerçevesinde başkalarına zarar vermeyecek önlemleri almalıdır. Gerçek hayvanseverlik budur.

İşin uzmanlarına göre, üç yıl önce 10 milyon civarında olan başıboş köpek sayısı bugün itibarıyla 16 milyonu bulmuş durumda. Şehrin göbeğindeki parklar, sokaklar, AVM önleri ve üniversite kampüsleri bunlarla dolu. Şehir çöplüğü civarında bırakılan binlerce başıboş köpek gün geçtikçe çoğalıyor ve baş edilemez hale geliyor. Kısırlaştırma çok yetersiz ve her köpek bir batında ortalama altı yavru doğuruyor. Bu algoritmayla baş etmenin imkânı yok. Başıboş köpeklere iyilik yaptığını zanneden sözde hayvanseverler aslında en büyük kötülüğü bu hayvanlara yapıyor. Birileri mama satarak rant elde ediyor olabilir lakin öte yanda ülkemizin geleceği olan Mahralarımız, Sametlerimiz, Ecrinlerimiz, Receplerimiz, Mehmetlerimiz bu başıboş köpeklerin saldırısında can veriyor.

“İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” demiş atalarımız. Bu kanlı kısır döngüye dur demenin zamanı gelmiştir. Devletimizin yarından tezi yok, yurt çapında yayılan başıboş köpekleri toplayarak isteyenlere sahiplendirmesi, kalanları da barınaklara toplaması, kapsamlı kısırlaştırma programı uygulayarak sayılarının çoğalmasını engellemesi bir zorunluluktur. Başka türlü bunun izahı yapılamaz. Hele ki çocuklarını bir hiç uğruna yitiren ailelerin sayısı arttıkça tepkiler çığ gibi büyüyecek ve şimdiye kadar olan biteni sessizce izleyenler hem madden hem manen bu çığın altında kalacaktır. Bundan kimsenin şüphesi olmasın!

https://www.dirilispostasi.com/amp/basibos-kopek-sorunu-16080835

Çankırı Valiliğine Dava Dilekçesi

KASTAMONU İDARE MAHKEMESİ’NE

YÜRÜTMENİN DURDURULMASI TALEPLİDİR

DAVACI : ………………………
ADRES : ………………
DAVALI : ÇANKIRI VALİLİĞİ
ADRES : Abdulhalik Renda Mahallesi, Ankara Caddesi, No:38 Çankırı
DAVALI : TÜRK KIZILAY DERNEĞİ ÇANKIRI ŞUBESİ
ADRES : Yeni Mahalle Taha Sok. Tayyibe Kutlu Apt. B Blok No:1/ÇANKIRI

KONU : Davalı idarenin 25.01.2024 tarihinde “Bir Pati De Sen Tut” Projemiz Hayata Geçiyor şeklinde Valilik resmi internet sitesi ve sosyal medya hesaplarında duyurduğu işleminin yürütmesinin durdurulmasına karar verilmesi talebimizdir.

AÇIKLAMALARIM
1. “Valiliğimiz himayesinde, Çankırı İl Tarım ve Orman Müdürlüğü ile 9. Bölge Müdürlüğü Çankırı Şube Müdürlüğü koordinasyonunda, Çankırı Hayvan Hastanesi ve Ankara Bölgesi Veteriner Hekimler Odası Çankırı İl Temsilciliğinin çalışmalarıyla, Türk Kızılay Çankırı Şubesine yapılacak bağışlarla yürütülecek “Bir Pati De Sen Tut” projemiz kaymakamlıklar, belediye başkanlıkları, gönüllü hayvan dostları, tüm kamu kurum kuruluşları, basın mensupları ve vatandaşlarımızın desteği ile hayata geçiriliyor.” denilerek ilgili kamu kurumları ile KIZILAY ÇANKIRI şubesi arasında bir protokol imzalandığı ve bağışların TR46 0001 0000 6900 0018 6852 75 nolu Ziraat bankası hesabına yapılması istenmiştir. Bu benim bir KIZILAY gönüllüsü olarak ziyadesiyle üzmüş bulunup 5537 sayılı Cumhurbaşkanlığı kararı KIZILAY tüzüğüne ve 5253 sayılı dernekler kanununa aykırıdır.
2. “Projenin uygulanmasıyla ilgili bir bağış kampanyası başlatılmıştır. Bağış kampanyasında bir köpeğin rehabilite gideri 2.000 TL olarak belirlenmiştir. Can dostlarımızla huzurlu bir ortamda yaşayabilmek amacıyla başlatılan kampanyada bağışlar Kızılay Çankırı Şubesi aracılığıyla gerçekleştirilecektir. Ayrıca projeye katılım sağlayan iş insanlarımız için vergi avantajı da sağlanacaktır.” şeklinde ifade ile bu bağışların köpekler için harcanacağı ve bunun da bir sosyal yardımlaşma ve dayanışma olmadığı aşikar bir şekilde belli edilmekte olup bu durum da 3294 sayılı Sosyal yardımlaşma ve dayanışmayı teşvik kanununa aykırıdır.
3. “Projenin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Güzel sonuç almayı umut ediyorum. Bir anda bütün hayvanları kısırlaştırmamız mümkün değil. Bu bir süreç gerektiriyor. Burada önemli ayrıntı 7 günlük rehabilite. 7 günlük rehabilite sürecini, canlının insancıl bir şekilde yakalanıp kısırlaştırıldıktan sonra aşılarını tamamlayıp sağlığına kavuşana kadar geçen zaman olarak ifade edebiliriz. Bu sebeple yüzlerce canlıyı bir anda alıp kısırlaştırmayacağız. Çünkü onları sağlıklarına kavuşturup geri bırakacağız. Bu yüzden bu işe uzun soluklu bakıyoruz. Çankırı’daki sokak hayvanları için, birlikte yaşadığımız can dostlarımız için güvenli bir ortam oluşturacağız. Aynı şekilde çocuklarımız ve vatandaşlarımız içinde huzurlu bir yaşam şehri oluşturacağımıza inanıyorum.” şeklinde bir açıklama yazılmış olup sokak hayvanlarının (tabir hukuki olarak yanlış olup hukukta sahipsiz başıboş köpek olarak geçmektedir) ve sahipsiz başıboş köpeklerin sorumluluğunun ilgili Valilik il ilçe belediyelerinin müselsilen sorumlu olduğuna dair bir çok Danıştay kararı da mevcuttur. 7 gün sonra tekrar sokaklara bırakılacağı , ve kişilerin ve toplumun köpekler ile yaşamaya zorlandığı aşikar olduğu ve bunun insan hayati ve çevreye vereceği zarar ve olumsuzluklar göz ardı edilmektedir. Üzerimizde toplumsal bir deney mi yapılmak istenmektedir.
4. Türkiye Cumhuriyeti Anasayası’nın 12’inci maddesine göre; Herkes, kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahiptir.Temel hak ve hürriyetler, kişinin topluma, ailesine ve diğer kişilere karşı ödev ve sorumluluklarını da ihtiva eder.
5. Türkiye Cumhuriyeti Anasayası’nın 17’uncu maddesine göre; Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir. Tıbbi zorunluluklar ve kanunda yazılı haller dışında, kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve tıbbi deneylere tabi tutulamaz. Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.
6. Türkiye Cumhuriyeti Anasayası’nın 19’inci maddesine göre; Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine sahiptir.
7. Türkiye Cumhuriyeti Anasayası’nın 23’inci maddesine göre; Herkes, yerleşme ve seyahat hürriyetine sahiptir. Yerleşme hürriyeti, suç işlenmesini önlemek, sosyal ve ekonomik gelişmeyi sağlamak, sağlıklı ve düzenli kentleşmeyi gerçekleştirmek ve kamu mallarını korumak; Seyahat hürriyeti, suç soruşturma ve kovuşturması sebebiyle ve suç işlenmesini önlemek; Amaçlarıyla kanunla sınırlanabilir.
8. Türkiye Cumhuriyeti Anasayası’nın 36’inci maddesine göre; Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir. Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz.
9. Davalı idare tarafından tesis edilen işlem ile Anayasanın kişilere verdiği hak ve hürriyetlere engel olunmaktadır. TESİS EDİLEN İŞLEMDE ÜÇÜNCÜ KİŞİLER BAKIMINDAN DA TELAFİSİ GÜÇ VE İMKANSIZ ZARARLAR ORTAYA ÇIKACAĞI AÇIKTIR. Dolayısıyla dava konusu idari işlemin uygulanması halinde telafisi imkansız zararlara neden olabileceği açıktır. Bu nedenle davalı idarenin 25/01/2024 tarih ve “Bir Pati De Sen Tut” isimli projenin yapılması yönünde tesis edilen işlemin kendim, ailem ve hatta 3.kişiler açısından TELAFİSİ İMKANSIZ ZARARLARA NEDEN OLACAĞI açıktır.
10. Bu doğrultuda Sayın Mahkemenizden 2577 sayılı yasanın 27/2. maddesinde öngörülen, idari işlemin uygulanması halinde telafisi güç veya imkansız zararların doğması ve idari işlemin açıkça hukuka aykırı olması şartlarının birlikte gerçekleştiği açıkça ortada olduğundan yürütmenin durdurulması istemimin kabulüne karar verilmesini talep etmek zorunluluğum hasıl olmuştur.
SONUÇ ve İSTEM :Yukarıda arz ve izah edilen ve Sayın Mahkemenizce re’sen göz önünde tutulacak nedenler dahilinde, davalı idarenin, 25.01.2024 tarihinde “Bir Pati De Sen Tut” Projemiz diye ilan edilen işleminin YÜRÜTMESİNİN DURDURULMASINA karar verilmesini saygılarımla arz ve talep ederiz.

Mehdilik hakkında

Bu akademik çalışma, “mehdilik” konusuyla alakalı zihinleri berraklaştırıcı bilgiler içeriyor…
Çalışmadan önemli başlıklar…👇
▪️Hidâyete eren, hidâyete vesile olan, doğru yolu bulan, hak yola giren, yol göstermek veya tarif etmek gibi anlamlara gelen mehdî, dinî ıstılahta, kendisinden önce, zulüm ve haksızlıkların sardığı yeryüzünü adaletle dolduracak kimse demektir. Bu anlamıyla mehdî daha çok bir kurtarıcı olarak görülmektedir. Bu kavram yerine Yahûdîlik ve Hıristiyanlıkta kullanılan kelime, Mesîh’tir. Muhtelif dinlerde dünyanın sonuna doğru gelmesi beklenen kurtarıcının Yahûdîlik ve Hıristiyanlıktaki adı Mesîh’tir. Yahûdîlere göre de beklenen Mesîh henüz gelmemiştir.
▪️Kur’an-ı Kerim’de hidâyet kökünden türeyen fiil ve isim kalıbında birçok kelime bulunmakla birlikte mehdî kelimesi yer almamaktadır.
▪️Mehdî/ kurtarıcı lider tasavvuru, daha çok umudu kırılmış ve kendisini çaresizlik zindanında hisseden bireylerde ve toplumlarda gözlenmektedir. Dolayısıyla bu inancın sadece İslâm’a ait veya İslâm’la başlamış bir inanış olmadığını, birçok din ve anlayışta görülen bu algının genel olarak SIKINTIYA DÜŞMÜŞ DİN/MEZHEP MÜNTESİPLERİNİ KURTARMAK İÇİN GELMESİ BEKLENEN KUTSAL BİR KURTARICI MOTİFİNİ OLUŞTURDUĞU unutulmamalıdır.
▪️Sosyo-kültürel boyutta mehdîlik algısının ortaya çıkış ve gelişim süreci, bize bu olgunun aslen ESKİ İNANIŞLARDA VAR OLAN YAYGIN BİR KURTARICI KABULÜNÜN SONRADAN İLÂHÎ DİNLERİN İDDİALARI ARASINA SOKULDUĞUnu, insanlık tarihinin başından beri süregelen İYİ VE KÖTÜ MÜCADELESİNİN BU ŞEKİLDE İYİNİN LEHİNE SON BULACAĞI DÜŞÜNCESİNE GÖTÜRDÜĞÜnü göstermektedir. Diğer bir ifadeyle burada CÂRÎ KÜLTÜRÜN RİVÂYET KÜLTÜRÜNÜ ETKİLEMESİ söz konusu olmuştur.
▪️Tarihten günümüze kadar toplumlar nezdindeki mehdî algısının çıkış nedenleriyle ilgili gözlemler üst üste konulduğunda, İNSANLARIN HAKSIZLIĞA UĞRADIKLARINDA, ACİZ VE ÇARESİZ KALDIKLARINDA BÖYLE BİR BEKLEYİŞ İÇİNE GİRDİKLERİ anlaşılmaktadır. Bir başka ifadeyle MEHDÎ TELÂKKİSİ, HER TOPLUMDA YANKI BULAN BİR SIĞINMA MEKANİZMASIDIR. Mevcut durumlarında ideal mutluluğu bulamadıklarına inanan insanlar özellikle sosyal şartların bozulup zulmün arttığı dönemlerde bir KURTARICI BEKLENTİSİne girmiş daha sonra da BU BEKLENTİ DİNÎ BİR İNANIŞA BÜRÜNEREK MEHDÎ İNANCI ŞEKLİNDE ORTAYA ÇIKMIŞTIR.
▪️Nitekim dinlerin çoğunda insanlığın maddî ve manevî sıkıntılarını sona erdirecek, içtimaî ve dinî hayatı ideal olgunluğa ulaştıracak bir otoritenin er geç geleceği inancı olagelmiştir. Mehdî kavramının kökleri ve gelişmesi konusunda bu inancın her dinin kendi içinde, kendi tarihî, psikolojik ve sosyolojik şartlarına göre doğup geliştiği anlaşılmaktadır. Bu anlamda Mehdî, farklı kültür ve dinlere göre dünya tarihinin sonunda (âhir zaman) Tanrı tarafından yeryüzüne gönderilecek ve yeryüzünü hâkimiyetine alacak bir hükümdar, insanlara doğru yolu gösterecek bir peygamber, dinî bir lider veya Hinduizm’de olduğu gibi bir tanrıdır.
▪️Kavramın içeriğindeki âhir zaman, hükümdarlık, dini yenileme, kurtarıcılık gibi ana özellikleri değişmemekle birlikte içinde bulunduğu dinin karakterine göre ayrıntılarda farklılıklar görülmekte, bu kavramı ifade eden kelimeler de dinlere ve kültürlere göre değişebilmektedir.
▪️İlkel dinlerde olduğu gibi BÜYÜK DİNLERDE DE GÖRÜLEN MEHDÎ İNANCI, TARİHTEN GÜNÜMÜZE BAZI DİNÎ-SİYÂSÎ HAREKETLERİN GÜÇ KAYNAĞINI DA OLUŞTURMUŞTUR. Tarih boyunca sosyal sarsıntılara ve zulme maruz kalan toplumların bir moral kaynağı olarak benimsedikleri anlaşılan ileride gelecek bir mehdî/ kurtarıcı telâkkisi hakkında İslâm tarihinde değişik görüşlerin ortaya atıldığı görülmektedir. Keza İslâm dünyasında konunun ortaya çıkması, Peygamber sonrası yönetimi devralan halifelerden itibaren siyâsî, sosyal kargaşalara, bunların iç savaşlara da dönüşen, siyâsî ve psikolojik tezahürlerine rastlanmaktadır.
▪️Daha önce muhtelif mehdî tasavvurlarına sahip çeşitli dinlere mensup insanların da katkısıyla inananlar, ilerleyen zamanlarda söz konusu kargaşa ve sosyal/ zihnî sarsıntı ortamında “yeni müslümanlar”ın “eski bilgiler”i ışığında bir umut uğruna bu inanca yönelmeye başlamışlardır. İlk dönemlerde yakın bir zamanı hedefleyen ve hatta muayyen şahıslara yönelen ancak bir türlü karşılık bulmayan bu beklenti, zaman geçtikçe daha bir sistematize edilmiş ve fakat gittikçe ötelenmek ve böylece süreç içerisinde âhir zamana terkedilmek durumunda kalınmıştır. Haliyle bu da İNSANLARIN ZULME KARŞI EYLEME GEÇMESİNİ ENGELLEMİŞ, KİTLELERİ MEHDÎYİ BEKLEMEYE İTMİŞ, ZULMÜ MEHDÎ DIŞINDA BİRİNİN YOK EDEMEYECEĞİ DÜŞÜNCESİNİ ZİHİNLERE YERLEŞTİRMİŞ VE MÜSLÜMANLARI ÇÖZÜMSÜZLÜĞE SÜRÜKLEMİŞTİR. Mamafih mehdî inancı, dinî deliller açısından sübut bulmamasının ötesinde İslâm tarihinin akışında birçok olumsuzluğun kaynağı da olmuştur. SİYÂSÎ İKTİDARA GÖZ DİKEN PEK ÇOK KİMSE MEHDÎ OLDUĞU İDDİASIYLA ORTAYA ÇIKARAK MÜSLÜMANLARIN SOSYAL BİRLİĞİNİ PARÇALAMIŞ VE SAVAŞLARA YOL AÇMIŞTIR.
▪️Kadim dönemlerde sömürülen zayıf toplumların bir çeşit beklentisi olan mehdî inancı, modern toplumlar için de bir motivasyon vesilesi olmuş ve son bir kaç yüzyıl içinde KENDİSİNİN MEHDÎ OLDUĞUNU SÖYLEYEN VEYA İMA EDEN BİRÇOK İSİM PEYDA OLMUŞTUR. Hatta bunlardan bazıları daha sonra kendilerine vahiy geldiği iddiasıyla peygamberliklerini iddia etmiş ve müstakil bir din haline bile gelmişlerdir.
▪️Mehdî inancının menşei ile müslümanlar arasında ortaya çıkışını şu sebeplere bağlamak mümkün gibi gözükmektedir. Artık dönem ve bölgeye göre bunlardan hangisinin ne kadar etkili olduğunun tespiti ayrı bir konudur. Kaldı ki bunların kümülatif etkisi de göz ardı edilmemelidir:
▪️a. Mehdî telâkkisi her toplumda yankı bulan bir SIĞINMA MEKANİZMASIDIR. Sosyal şartların bozulup zulmün arttığı dönemlerde halk bir KURTARICI BEKLENTİSİ içine girmiş, daha sonra BU BEKLENTİ DİNÎ BİR İNANCA BÜRÜNEREK MEHDÎ İNANCI ŞEKLİNDE ORTAYA ÇIKMIŞTIR.
▪️b. MEHDÎ ANLAYIŞI YAHÛDÎLİK, HIRİSTİYANLIK VE MANİHEİZM GİBİ FARKLI DİNLERE AİT BİR İNANÇ OLUP Kâ’b elAhbâr (v.32/652) ile Vehb b. Münebbih (v.114/732) tarafından Peygamber’e atfedilen RİVÂYETLER YOLUYLA MÜSLÜMANLAR ARASINDA YAYILMIŞTIR. Mehdî kelimesinin Mesîhin Arapçaya tercümesi olması da bunun kanıtını teşkil etmektedir.
▪️Hicri birinci yüzyılda başlayan fitneler ve savaşlar sebebiyle kaos yaşayan ve karamsarlığa düşen Müslümanların daha önce Yahûdî ve Hıristiyanların umut bağladığı kurtarıcı inancını, bilgi ve kültür iletişimi sonunda benimsedikleri ve kültürlerine sindirerek dinsel bir nitelik verdikleri, KİMİ AYETLERİ BU KÜLTÜREL PERSPEKTİFTEN YORUMLAYARAK VE HADİS FORMUNDA SESLENDİREREK KİTAP EHLİ GİBİ BİR DECCÂL, MEHDÎ VE MESÎH EDEBİYATI GELİŞTİRDİKLERİ, ortak söylem ve benzerliklerden anlaşılmaktadır.
▪️c. MEHDÎLİK, iktidar mücadelesinde yenilgiye uğrayan veya mevcut iktidarını güçlü kılmak isteyen siyâsî zümreler tarafından ortaya atılmış, önce aşırı Şîa (Galiyye), ardından mutedil Şîa ve Sünnîler tarafından İslâm dinine mal edilmiş SİYÂSÎ KÖKENLİ BİR İNANÇTIR.
(“Siyasi iktidarı bir türlü ele geçiremeyen muhalif gruplar ise iktidar ümitlerini canlı tutmak için kurtarıcı mehdi inancını icat etmişlerdir.” Yusuf Şevki Yavuz)
▪️Şîî düşüncesinden etkilendiği kabul edilen TASAVVUF EHLİNİN MEHDÎ İNANCINI BENİMSEMESİ ise bu akidenin müslümanların çoğunluğu arasında yayılmasına zemin hazırlamıştır.
İsnâaşerîyye Şîası ile Sünnîlerce de benimsenen bu görüşler; rasyonel ve reel bilgilere aykırı bulunmuş, Yahûdîlik, Hıristiyanlık ve Maniheizm’e ait inancın yansımaları olarak kabul edilmiş, kanıt diye gösterilen âyetler konuyla alâkasız, hadisler ise zayıf veya uydurma olarak değerlendirilmiş, mehdînin kimliği, soyu, nitelikleri hususunda nakledilen bilgilerin çelişkili olması ve her mezhebin kendi mehdîsini icat etmesi bunun kanıtları arasında gösterilmiştir.
▪️Buna göre MEHDÎLİK MESELESİ, NE DİNİN ASLINDAN NE DE FÜRUUNDAN BİR HUSUSTUR. Aksine sosyo-kültürel dayanakları olan insanlık tarihinin ortak mitik fenomenlerinden biridir. Kabulü ve reddi ayrıcalık sağlamadığı gibi tamamen zannî (tartışmalı) zayıf rivâyetlere dayandığı için sıradan bir kanaati ifade etmenin ötesine de geçemez.
İslâm düşüncesine uydurma rivâyetler ve Peygamber’in otoritesi üzerinden sokulmaya çalışan mehdîlik (kurtarıcı) algısı bu bağlamda İTİKÂDÎ DEĞİL İNSANÎ VE SOSYO-POLİTİK BİR KABULDÜR.
▪️Hadis külliyatının bir kısmında ve farklı şekillerde yer alan sened, râvî ve metin açısından problemli olan bu kabulü Peygamber döneminden günümüze İslâm inanç ilkeleri arasında var olarak göstermek tartışmalı bir konudur. Bu şekilde bir fikri yaygınlaştırmanın aklını kullanan ve değişikliğe önce kendi nefsinden başlayarak TOPLUMU DÖNÜŞTÜRMEYİ HEDEF ALAN MÜSLÜMAN BEKLENTİSİNDEN UZAK OLDUĞUnu belirtmek gerekir.
▪️Kaldı ki Peygamber dini tam anlamıyla tebliğ ve teybin ettiyse gelen mehdî ne yapacaktır? İslâm dininin sarsılmaz ana kaynağı Kur’an bu konuyu neden hiç değerlendirmemiştir? Din tamamlanmış, sorumluluk insana verilmişse mehdînin kabulü, sorumluluğu bir yerde ortadan kaldıracak mıdır? Mehdîye inanmayıp tâbi olmayan Müslümanların hali ne olacaktır? Nisa Suresi 136. ayette iman esasları sayılıp bunların inkârı ise küfür olarak tanımlanmışken Kur’an’da hiç geçmeyen bu hususu reddetmek küfürle, kabul etmek imanla tanımlanabilinir mi? Bu ve buna benzer sorular mehdîlik fenomenini bir inanç ilkesiymiş gibi savunan ekoller tarafından cevabı verilmesi gereken sorular olarak durmaktadır.
▪️Şîa Düşüncesinde Mehdî İnancı
Şîa, imâmet sorununu her şeyden önce dinî bir mesele olarak görür ve SİYÂSETİ DE DİNDEN BİR CÜZ SAYAR. Akabinde meselenin fıkhî, felsefî ve kelâmî, kısaca nazarî boyutlarını ele alır. Bu çerçevede siyâsî konularda beşerî vâkıaya nispeten daha bağlı kalan Sünnîlerin tersine Helenistik ve başta eski Pers/ Fars kültürü olmak üzere doğu siyâset geleneklerinden unsurlar alarak hareket eden ŞÎA, İMÂMETİN TANRI’NIN NASLA BELİRLEDİĞİ, PEYGAMBERİN TAYİN ETTİĞİ EHL-İ BEYTE MENSUP BİR KİŞİNİN (İMÂM) UHDESİNDE OLDUĞUNU VURGULAR. İmâmın gâib olması sorununu “mümessil (Ayetullah)” yoluyla çözüp süreci mehdîlikle kapatan Şîa’ya göre, her birisi Tanrı’yla irtibatlı olduğundan dinî ve dünyevî otorite, imâmların elinde bulunmalıdır.
Onlara göre Hakîkat-ı Muhammedî, On Dört Ma’sûm tarafından temsil edilir ve bunlar Nûr’ul-Envâr’dır. Sürekli Tanrı’ya bağlı olan imâmlar ve temsilcileri (ulemâ), söz konusu ilâhî özelliklerinden dolayı aynı zamanda bir “RUHBAN SINIFI” da oluştururlar.
Başka bir ifadeyle Şîa’da Peygamber (s) ailesinden; dinî alanda ıslahat yapacak ve dünyada adaleti tesis edecek olan mehdînin geleceğine inanma Sünnîliğin aksine başlangıçtan beri yaygın ve aslî inançlardan birini teşkil etmiştir.
▪️İlerleyen zamanda Sünnî toplum içerisinde de genel bir kabul gördüğü malumdur. MEHDÎLİK ALGISININ SÜNNÎ DİNÎ CEMAAT VE GRUPLAR TARAFINDAN DA BENİMSENMESİ, bu derece yaygınlaşmasının önemli nedenlerinden biri olmuştur. Bu gruplar, öncelikle kendi dinî liderlerini ‘mehdî’, ‘zamanın kutbu’, ‘bediüzzaman’, ‘asrın müceddidi’, ‘gavs’, ‘hazret’ veya ‘kâinat imâmı’ gibi unvanlarla tanımlarlar. Onlarda liderlerini yegâne dinî otorite görme isteği ve beklentileri vardır. Tabiî olarak kendi dinî gruplarının liderinin otoritesini kabul etmeleri, onların grup içerisindeki aidiyet motivasyonunu arttıran, gruba bağlılığını perçinleyen bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır.
▪️Mehdî inancının Şîa itikâdının kilit taşlarından biri olmasını, tarihsel süreçte yaşadıkları hayal kırıklıkları ve maruz kaldıkları baskılarla yakından alakalı görmek mümkündür. Burada tarih boyunca sosyal sıkıntıların ve bunalımların yaşandığı dönemlerin bir kurtarıcı fikrini ön plana çıkardığını vurgulamak gerektir. Hüseyin’in (r) Kerbelâ’da öldürülmesiyle başlayan bunalım sürecinin Şîa açısından da benzer motifler taşıdığı muhakkaktır. Bu yüzden ŞÎÎLİKTEKİ MEHDÎ ALGISI, EMEVÎ VE ABBÂSÎ İDARELERİNE KARŞI GİRİŞİLEN İKTİDAR MÜCADELELERİNDE YAŞANAN BAŞARISIZLIK VE HAYAL KIRIKLIKLARININ BİR SONUCU OLDUĞU anlaşılmaktadır.
▪️Şîa’da oluşan mehdî inancının ortaya çıkışında ESKİ İRAN KÜLTÜRÜ DE GÖZ ARDI EDİLEMEZ DERECEDE BİR ETKİYE SAHİPTİR. O kültürden gelen en önemli etki hiç şüphesiz, İslâm’dan önce yaklaşık bin yıllık bir süreyle İRANLILARIN DİNİ OLAN ZERDÜŞTLÜKTEKİ KURTARICI DÜŞÜNCESİdir. Zira Zerdüşt, bir kurtarıcının geleceğini ve onun emri altında ışık güçlerinin tam bir zafer kazanacağını söylerdi. İşte Şîa da, baskılara karşı çaresiz kalan Zerdüştî ve Mazdekî gibi geçmiş bazı topluluklardakine benzer şekilde UMUTLARINI, GERİ GELECEĞİNİ BEKLEDİKLERİ (RİC’AT) BİR KURTARICIYA, YANİ MEHDÎ’YE BAĞLAMIŞLARDI. Üstelik bu ric’at efsanesini temellendirmek için YIĞINLA APOKALİPTİK RİVÂYET DE ÜRETMİŞLERDİR. Nitekim zamanla sayısı artan İranlı mühtedilerin arzularını yansıtan bir dizi rivâyetin İmâmî literatürde yer bulabildiği malumdur. IX. yüzyıl İran’ındaki HADİSÇİLER İSE, MEHDÎCİ RİVÂYETLERİN İMÂMÎ KÜLLİYAT İÇERİSİNDE KABUL GÖRMESİNDE ANAHTAR ROL OYNADILAR.
▪️Kıyâmetin kopmasından önce müslümanları içinde bulundukları kötü durumdan kurtaracak bir mehdî çıkacaktır ve bu da “Sâhibüzzamân” olarak da anılan On İkinci İmâm Muhammed b. Hasan el-Mehdî’dir. Babasının vefatından (260/874) sonra insanlardan gizlenen Muhammed el-Mehdî ölmemiştir. Deccâl’in ortaya çıkışının ardından Mekke’de zuhûr edip iktidarı ele geçirecek, zalimleri cezalandırıp adaleti hâkim kılacak, İlâhî emirlere itaat edilmesini sağlayacak ve müslüman olmayanları öldürecektir. İsnâaşerîyye anlayışına göre Kur’an’da kırktan fazla sûrenin 100’den çok âyetinde Muhammed b. Hasan’ın mehdî olarak geleceğine işaret edilmiş ve Peygamber’e ulaşan rivâyetlerde ilgili âyetlerin bu anlamı içerdiği belirtilmiştir.
Rüşdünü idrâk etmemiş bir çocuk olduğu belirtilen MUHAMMED B. HASAN’IN ON İKİ ASIRDAN BERİDİR YAŞAMAKTA OLMASI VE ORTAYA ÇIKACAĞI ZAMANA KADAR YAŞAYACAĞI İDDİASININ BİLİMSEL YÖNDEN TUTARSIZ OLDUĞU açıktır. Allah’ın vazettiği tabiat kanunlarını bu kişi için geçersiz kıldığına dair herhangi bir dinî veya aklî gerekçenin bulunmadığı malumdur. Eğer Allah, salih bir kulu vasıtasıyla zulmün kaldırılıp insanlar arasında adaletin hâkim kılınmasına yardım edecekse, bir çocuğu asırlarca yaşatması yerine bu değişimin vuku bulacağı zamanda murat edeceği bir kişi vasıtasıyla bunu gerçekleştirmesi daha makuldür. Sonuçta insanların aldatılmasına ve dolayısıyla fitneye sebep teşkil eden bu tür telâkkilerin yanlışlığı ortadadır. Kaldı ki MEHDÎ’NİN HÜSEYİN VEYA HASAN’IN SOYUNDAN ÇIKACAĞI İDDİASI DA SOYLA ÖVÜNMEYİ ÖN PLANA ÇIKARAN CÂHİLÎ DÜŞÜNCELERİ ÇAĞRIŞTIRDIĞI açıktır.
▪️Aliya İzzetbegovic’in (v.1424/2003) dediği gibi şunu iyi bilmeliyiz: “Mehdi bizim tembelliğimizin adıdır.” İzzetbegovic, bunu şöyle ifade ediyor:
“İslamî toplum insanî ve doğal kaynaklarının seferber edilmesi için üzerine görev almalı ve kendine tedbirlerle çalışmayı ve hareketliliği (canlılığı) teşvik etmelidir. İslamî toplumun hayatta kalması, güçlü veya zayıf olması, çalışma ve mücadele kanununa bağlıdır ve diğer toplumlarınki ile aynıdır ve bu manada bizim toplumumuz Allah indinde herhangi bir imtiyaza sahip değildir.
Bizim açık düşünce psikolojimizden iki şeyi ortadan kaldırmak gerekir: Mucizeye inanç ve başkalarının yardımı. İnsanların çalışma ve bilgi sonucunda ürettikleri mucizeler dışında mucize yoktur. Düşmanları mucizevî yolla kovacak, fakirliği ortadan kaldıracak, refah ve aydınlığı (eğitimi) ekecek herhangi bir mehdi yoktur. Mehdi bizim tembelliğimizin adıdır veya sıkıntılar ve sorunların ağırlığı imkânlar ve mücadele vasıtalarla kıyaslanamayacak derecede büyük olduğunda, güçsüzlüğümüzden büyüyen yalancı bir umuttur.”

Kaynak: https://www.sosyalarastirmalar.com/articles/the-dilemma-between-scientific-studies-regarding-belief-of-mehdi-savior-andthe-peoples-traditional-faith-its-effects-and.pdf

Gazzede Yaşanan Zulme Sessiz Kalmayanlar

Gazze’de Yaşanan Zulme Sessiz Kalmayanlar
Gazze’de herkesin gözü önünde canlı biçimde yaşanan ve hepimizin çaresizce seyrettiği insanlık dramını tarif etmek imkânsız. Osmanlı Devletinin parçalanarak toprakları işgalci emperyalist güçler tarafından bölünüp kukla devletler kurulduğundan bu yana yaklaşık 75 yıldır Ortadoğu’da ve dünyada huzur kalmadı. Batılılar tarafından Ortadoğu olarak tanımlanan bölgede özellikle Filistin’de birinci dünya savaşından bu yana büyük bir zulüm hatta soykırım yaşanıyor. Sorunun adı belli: İsrail Sorunu. Nazilerin yaptıklarını bu gün de yapanları eleştirmeyi nefret suçu olarak görenler Gazze’de Siyonist İsrail’in yaptığı soykırımı görmezden gelenler olsa da Dünya’nın vicdanlı insanları da bulunmaktadır. Gazze’de yaşanan katliamı protesto eden ve Filistinliler’e destek için yüzbinlerce vicdan sahibinin İstanbul’da, Ankara’da, Londra’da, Stockholm’de, Kopenhag’da, Madrid’de, Paris’te protestolarına şahit olduk. Umut verdi bize insanlık onuru adına ışık yaktı. Tıpkı 21 yaşında Gazze’de İsrail buldozerinin altında kalarak can veren Rachel Corrie, dedesi ve babası İsrail generali olan barış aktivisti Miko Peled ve ailesini holokostta kaybetmiş bireysel protestocu aktivist Yael Kahn gibi.
Gazze insanlık için son sınavı
Gelecek nesillerimiz, I. ve II. Dünya Savaşlarının ardından kurulan dünya sisteminin nasıl yerle bir olduğunu artık insan haklarından demokrasiden bahsetmenin anlamsızlaştığını yeni bir dünya düzeninin kurulacağından habersiz kalmayacaklar. Bir yanda Siyonizm ve onun makinası ırkçı İsrail yönetimi bir ur gibi Ortadoğu’da batılı sömürgecilerin son temsilcisi ABD ve onun destekçileri AB, İngiltere, Almanya ve Fransa’nın tavırları bir yanda insanlık onuru ve haysiyeti. Ademin çocukları Kabil Habil’i öldürürken onları seyreden kimse yoktu şimdi hepimiz katliamı seyrediyoruz. Belki dua ediyoruz, İsrail firmalarını ve onlarla işbirlikçi markaları şirketleri ve ürünlerini elimizden geldiğince boykot ediyoruz veya imkânlarımız çerçevesinde maddi yardımlarda bulunuyoruz. Bunlar bir nebze içimizi rahatlatsa da yetersiz kalıyoruz elbette. Bir Rachel Corrie gibi buldozerin önüne çıkıp can veremiyoruz. Bir Miko Peled gibi gerçekleri anlatamıyoruz. Gazzeli savaşçılar canlarını vererek direniyor, masum çocuklar insanlar can veriyor. Bir tane bina bırakmayan zalimler hastaneleri bombalıyor atom bombası atmayı düşündüklerini söyleyenler fosfor bombalarını sıradanlaştırıyor. Artık soykırım, holokost, apartheid kelimeleri bile yetersiz kalıyor acı manzarayı anlatmak için. Sırpların Serebrenitza’da gerçekleştirdiği soykırımı ve insanlık suçlarını uluslararası Lahey Ceza Mahkemesinde yargılarken birden Irak’ta, Afganistan’da, Suriye’de Yemen’de milyonlarca insanın, çocuğun öldürüldüğü işkence edildiği günleri yaşadık. Daha kötüsü olur mu diye insnlık düşünmeye fırsat bulamadan daha kötüsü yaşanıyor halen. Bir buçuk aydır dünyanın gözü önünde insanlık katlediliyor. Açık hava hapishanesinde yaşamaya mahkumiyeti bile çok görülüp yıllardır bombalanan Gazze şimdi tamamen yok ediliyor. İnsanımsı varlıklar bize höykürerek hayvanlarla mücadele ettiklerini, nefsi müdafaa masalları ile dünyanın tüm şer güçleri uçak gemileri askerleri silahları ile bu zulme ortak oluyor.

Dünya bir milat yaşıyor.
İsrail’in zulmüne karşı çıkanlar arasında Yahudiler de bulunuyor. Nazi Almanyası’nda ailelerini kaybeden Yahudiler, İsrail’in Filistinlilere yaptığı soykırımı kınayarak, İsrail yönetimini eleştiriyor. Bunlardan biri de Yael Kahn.

Linkini 1 nolu dipnotta paylaştığım adreste izleyeceğiniz videoda Nazi zulmünden dolayı ailesini holokostta kaybetmiş Yael Kahn adlı Yahudi bir kadın göğsüne taktığı afişte İsrail’in Gazze’de yaptıklarının Nazi zulmü olduğunu ve soykırım olduğunu söylüyor, alman polisi de kadını nefret suçu işlediği gerekçesi ile O’nu gözaltına alıyor. Ne ilginç zamanları yaşıyoruz. “Yahudilerin böyle bir insanlık suçunu işlediğini söylemek değil sizin bunu ifade etmemi protesto etmemi engellemeniz asıl nefret suçudur” diyor.

Yukarıdaki Fotoğraf açıklaması: Londra’da İngiliz vatandaşı bir yahudi olan Yael Kahn adlı bir kadın ailesini holokostta kaybetmiş, elinde Filistin bayrağı ile İsrail’i protesto ediyor.

Bugün yaşananlar bir dönüm noktası. Bugün yaşananlarla ilgili çocuklarınız, torunlarınız ve sizden sonra gelen nesilleriniz bugün kimi desteklediğinizi soracaklar. Bugün onlara bir utanç mı yoksa bir onur mu bırakacağınızla ilgili bir karar günü. Dini, milliyeti ve soyu ne olursa olsun, insan bugün gelecek nesillerini bir utançtan kurtarıp kurtarmamaya karar veriyor. Bugün bu soykırımın mı yoksa Filistin’in mi yanında olduğunuzu önce çocuklarınız, sonra da torunlarınız soracak. Bu videoda yaşananlar nefret suçunda derinlik algımızı altüst eden bir diyalog yaşanıyor. Muhtemelen bu yazıda bunları ifade etmemizi de nefret suçu sayardı batılı medeniyetsizler.

İsrail Sorununu anlatan ve işgale direnen sembol isimlerden ikisine yer vererek yazımı tamamlamak istiyorum. Bu isimlerden ilki Amerikalı kadın aktivist Rachel Corrie diğeri de İsrailli barış aktivisti ve Generalin Oğlu kitabının yazarı Miko Peled.

Rachel Corrie’nin İsrail Zulmüne Karşı Direnişi Efsane Oldu

Son olarak çocuklarımıza 16 Mart 2003 te Filistin’de İsrail Buldozerinin önünde durup ölüme giden Rachel Corrie isimli yiğit bir kadını da tanıtmamız gerekir.
10 Nisan 1979 doğumlu Rachel Amerikalı bir barış aktivisti idi. Asıl adı Rachel Aliene Corrie (d. 10 Nisan 1979 – ö. 16 Mart 2003) ISM (International Solidarity Movement-Uluslararası Dayanışma Örgütü) gönüllüsü Amerikalı bir barış aktivistidir.

Gazze Şeridi’nin güneyinde Refah’ta İsrail Savunma Kuvvetlerine (İSK) bağlı zırhlı bir buldozer tarafından öldürülmüştür. Gazze’deyken İsrail Ordusu’nun Filistinlilerin evlerinin yıkılmasına şiddet dışı eylemlerle engel olmaya çalışan ISM aktivistleriyle tanıştı. Gazze’ye geleli henüz iki ay olmamıştı ki, 16 Mart 2003 tarihinde iki İsrail buldozerine karşı 8 ISM aktivistinin 3 saatlik direnişi sonrasında öldürüldü. Ölümü öncesinde üzerinde parlak, fosforlu, turuncu bir yelek vardı ve megafon kullanıyordu. Öldürüldüğü esnada Filistin’deyken tanıştığı dostu eczacı Samir Nasrallah’ın ailesinin evini yıkmaya çalışan İsrail buldozerinin karşısında duruyordu. Buldozer tarafından iki kez çiğnendi ve parçalanarak hayatını kaybetti. Zalimler bilerek yaptılar ancak kaza dediler hiç utanmadan.

Amerika’dan gelen barış gönüllüsü Rachel Corrie, Flisitinli çocuklar için Gazze’ye gitti ve orada zulme karşı direnirken 24 yaşında hayatını kaybetti. Rachel Corrie’nin 1989’da daha 10 yaşında ilkokuldan mezun olurken yaptığı konuşmayı da 1 nolu linkten izlemenizi öneririm.
Dünya böyle işte, bir yanda zalim ve caniler bir yanda Habil misali mazlumlar ve mazlumların yanında saf tutanlar diğer yanda kardeş katili Kabil misali insanlık suçunu işleyen ve sessiz kalarak destek vererek zalimlerden yana olanlar.

Miko PELED Generalin Oğlu

Miko PELED Generalin Oğlu


Bir diğer aktivist ise Filistinlilerin haklı davasına canı gönülden destek veren İsrail vatandaşı da olan Miko Peled. Generalin Oğlu ve Adaletsizlik kitaplarının yazarı Miko Peled, 1961’de Kudüs’te tanınmış bir Siyonist ailede dünyaya geldi. Dedesi İsrail Bağımsızlık Bildirgesi’ni imzalayan 40 kişiden birisiydi. Babası Matti Peled, 1948 İsrail Bağımsızlık Savaşı’nda savaşmış, 1967’de İsrail’in Gazze’yi, Golan Tepelerini, Sina’yı ve Batı Şeria’yı işgali ile sonuçlanan Altı Gün Savaşı’nda general olarak görev yapmıştır. General Peled, yaşamının ilerleyen dönemlerinde banş eylemcisi oldu ve FKO (PLO) ile İsrail diyaloğunun lider bir savunucusu oldu. Miko Peled’in Generalin Oğlu kitabı Türkçeye de çevrilerek 2022 yılında yayınlandı.
2016’da Ankara’da bizzat dinlediğimde çok etkilenmiştim. İsrailli yazar ve aktivist Miko Peled, ülkesinin Filistin’e karşı tutumunu en çok eleştiren isimlerden biri.. Peled, Filistinlilere bomba yağdıran İsrail’in terör devletini olduğunu ifade etmekten çekinmiyor. Bahsedilen video için 3 numaralı dipnottaki adrese müracaat ediniz.

Miko PELED Generalin Oğlu Kitabının yazarı


Kudüs’te dünyaya gelen Miko Peled son derece politik bir ortamda büyüdü. Genç bir vatansever olan Peled, İsrail Savunma Güçlerindeki Özel Kuvvetler Komando Birliği için gönüllü oldu, daha sonra pişmanlık duymaya başladı. 1997’de Kudüs’teki yeğeni Smadar’ın (12 yaşında) ölümü, intikam yoluyla değil, anlayış yoluyla adalete başvuran bir adamın olağanüstü, kişisel öyküsünün başlangıç noktasıydı yüreğini değiştiren bir anlayış ve onu barış yanlısı bir aktivist hayatına açtı.
İsrail, Japonya ve Amerika’da eğitim gören Peled, İsrail ve Filistin arasında barışı sağlamaya, İsrail’in ayrım duvarını yıkmaya ve İsrail ve Filistinlilere eşit haklan savunmaya adamış bir yazar. Amerika Birleşik Devletleri ve başka ülkelerde üniversitelerde dersler vermiş ve çok sayıda radyo programında yer almış bir konuşmacıdır. Şu an BAU International University Washington, DC’de öğretim üyeliği yapmaktadır.

Miko Peled

Notlar:
1)https://www.instagram.com/reel/CzUAjbQr7uF/?igshid=MTc4MmM1YmI2Ng%3D%3D

-https://www.ahaber.com.tr/video/gundem-videolari/yahudi-kadindan-katil-israile-tepki-ingiliz-polisi-tepki-gosteren-kadini-gozaltina-aldi/amp

2)https://youtu.be/JPh4LAlfQis?si=TEl1SB2g3nkoKhOm
3)https://www.sabah.com.tr/video/turkiye/israilli-yazar-miko-peled-a-habere-konustu-israil-teror-devletidir-dedi