Bakara 2/228 ayetinin tefsiri:

Bakara Suresi 228. ayette geçen “Erkeklere bir derece fazla hak verilmiştir” ne anlama gelmektedir?

İslâm’da evlilik hayatını sona erdiren beş tasarruf ve olay vardır: a) İlke olarak kocanın boşaması (talâk); b) sebepleri bulununca zarar gören tarafın başvurusu üzerine hakemlerin veya hakimin evliliğe son vermesi (tefrîk); c) kadının ödeyeceği bir meblâğ karşılığında boşanma sonucunu elde etmesi (muhâlea); d) eşin ölümü; e) eşlerden birinin İslâm dininden çıkması; erkeğin, eşinin annesi vb. bir yakınıyla cinsel ilişkide bulunması gibi bir sebeple evlenme engelinin oluşması. Burada tefsir edilmekte olan âyetler grubunda bunlardan ikisine (boşama ile muhâlea) temas edilmektedir.

Evliliği sona erdiren sebeplerden biri oluşunca kadının yeni bir evlilik yapabilmesi için aradan bir sürenin geçmesi gerekir ki buna iddet denilmektedir. İddetten muaf olanlar yalnızca cinsel ilişkide bulunulmadan boşanan kadınlardır (Ahzâb 33/49)

Boşanmış hâmile kadınların iddeti doğumla, herhangi bir sebeple aybaşı görmeyen kadınların iddeti ay hesabıyla olur (Talâk 65/4). Aybaşı gören kadınların iddeti ise bu âyette açıklandığı üzere üç aybaşı geçirmektir. “Aybaşı” olarak tercüme ettiğimiz “el-kur’u” kelimesi Arapça’da ay halinden temizliğe ve temizlikten aybaşı haline geçişi (geçiş sınırı) ifade ettiği için müctehidlerin kimi bunu aybaşı (hayız) kimi de temizlik (tuhr) olarak anlamışlardır. İslâm’da sünnete uygun boşama ancak kadın temizlik halinde iken yapılır. Kelimeye temizlik mânası verenlere göre, içinde boşama yapılan temizlik günlerini bir kur’ saydıkları için iddet kısalır. Hayız mânası verenlere göre ise iddet temizliği takip eden hayızla başlayacağı için biraz daha uzar. İddetin gerekçeleri arasında kadının hâmile olup olmadığının anlaşılması ve boşayan koca ile boşanan kadının salim kafa ile düşünüp taşınmalarının, ümit görüyorlarsa tekrar evlilik hayatına dönmelerinin temini vardır. İddeti hayızla hesaplayarak süreyi uzatan müctehidler, ailenin yıkılmamasına yardımcı olabilecek ihtiyatı ve tedbiri tercih etmiş olmaktadırlar.

İddet, doğum, hayız ve aylarla hesaplanmaktadır. Hâmilelik, ay halinin kesilmesi ve gerektiğinde muayene ile anlaşılır. Bununla beraber mümin kadınlar bu konularda doğru söylemeye, Allah’ın kendilerinde yarattığı bu durumları gizlememeye teşvik edilmişlerdir

Kadınları boşayan kocaları pişmanlık duyar ve iyi niyetle yeniden evliliğe dönmek isterlerse bakılır: Kadınlar henüz iddetlerini tamamlamamış ve kocalar da üç boşama haklarını kullanmamış olurlarsa, yani ric‘î denilen dönüşü mümkün boşamalarda, söz veya cinsel ilişki gibi fiille evliliğe dönmek mümkündür. Kocalar evliliğe dönme kararı verseler dahi sayılı boşama haklarını kullanmış olurlar. Boşanmış kadınlar iddetlerini tamamlamış olurlarsa –üçüncü defa boşanmamış bulunan kadınlarla– yeniden evlilik hayatına dönebilmek için kadının da bunu istemesi gerekir ve yeniden mehir belirlenerek nikâh kıyılır. Her iki durumda da ortada önemli ve meşrû bir engel bulunmadığı takdirde aile hayatına saygı, çoluk çocuğun ve yakınların hakları, uzun veya kısa müddet paylaşılmış bulunan evlilik hayatı göz önüne alınmış ve boşanmış kadınların eski kocalarına, diğerlerine nisbetle öncelik verilmiştir

İslâm’dan önceki birçok dinde ve kültürde kadın cinsinin, hem insan olarak hem de haklar ve ödevler bakımından erkeğe nisbetle ikinci sınıf bir varlık olarak kabul edildiği bilinmektedir. Câhiliye Arapları’nda da kadının durumu farklı değildi; ana, eş, kardeş ve çocuklar olarak kızlar ve kadınların hakları erkeklerin istek ve keyiflerine bırakılmıştı; dilediklerini verir, dilediklerini alırlardı. Hz. Ömer bu tarihî gerçeği şöyle dile getirmiştir: “Câhiliye devrinde biz kadınları bir şey saymaz, hesaba katmazdık; bu durum Allah Teâlâ’nın onlar hakkında âyetler indirmesine ve kendilerine birtakım haklar vermesine kadar devam etti…” (Müslim, “Talâk”, 31 vd.). “Kadınların da ödevlerine denk haklarının bulunduğunu” bildiren âyet, özellikle o günün şartları dikkate alınırsa eşi bulunmaz bir “insan hakkı” kuralı ve “kadın hakları vesikası”dır. Hakları ve ödevleri teker teker saymak yerine bir genel çerçeve veren bu âyette yer alan üç kayıt, kadın haklarının mahiyeti, derecesi ve değişme kabiliyeti açısından büyük önem arzetmektedir: a) Kadın haklar bakımından erkeğe mutlak anlamda eşit değildir; her ikisinin hakları arasındaki nisbet “benzerlik ve denklik”tir. b) Nasların değişmez kıldıklarının dışında kalan haklar ve ödevlerin değişim ve dengesi sosyal şartlara ve kamu vicdanındaki meşruiyet ölçülerine (ma‘rûf) göre ayarlanabilecektir. c) Haklar ve ödevler karşılaştırıldıkları zaman erkeklerin haklarında bir derecelik fazlalık bulunduğu görülecektir.

Bu kayıtları biraz daha açmak gerekirse:

1. Ferdin topluma, toplumun da örgütlenme ve düzene ihtiyacı vardır. Devletten aileye kadar bütün kurumlarda düzen bir yönetimi, yönetim ise yöneten ve yönetilenlerin karşılıklı hak, salâhiyet, ödev ve sorumluluklarının belli ve dengeli kılınmasını gerekli kılmıştır. Kadını ve erkeği ile bütün insanlar insanlıkta ve insanlığa bağlı haklarla yükümlülüklerde eşittirler. Yönetimin ve düzenin gerektirdiği iş bölümüne ve farklı rollere gelindiğinde eşitlik yerine “denge, adalet, hakkaniyet, ehliyet, kabiliyet” gibi değer ve kriterler devreye girer. İslâm insan ve kul olmaya bağlı haklar ve ödevlerde kadınlarla erkekleri eşit kılmıştır. Kadınların insanlık ve kullukta erkeklerden aşağı derecede veya geri olduklarını ifade eden bütün söylemler ya dinî kaynakları bakımından sahih değildir ya da yanlış anlaşılmış ve yorumlanmışlardır. Kurumlar ve toplum içindeki farklı rollere bağlı haklar ve yükümlülüklere gelindiğinde ise kadınlarla erkekler arasında eşitlik değil, dengeli ve erkek hakkının dengi, misli olma ölçüsü vardır. Eski sosyo-ekonomik ilişkilerden bazı örnekler vermek gerekirse kadın ekmek ve yemek pişirirken kocası da âlet ve malzemeyi temin edecektir, kadın çocuğuna bakarken kocası rızıklarını temin edecektir, kadın kocasına sadık kalırken kocası da ona sadakat gösterecek, eşve çocuklarına karşı âdil davranacaktır. Karşılıklı iyi geçinmek, iffetleri korumak, geçimsizlik halinde hakeme başvurmak, aile idaresinde ve çocukların yetiştirilmesinde danışma ve işbirliği gibi konularda ise eşitliğe yakın hak ve ödev benzerliği vardır

2. Nasların sabit kılmadığı hakların ve ödevlerin takdiriyle değişme ve gelişmesinde dinin hakem kıldığı ve rol verdiği bir meşrûluk ölçüsü de “mâruf”tur. Ma‘rûf “bozulmamış fıtrat, olumsuz bir şekilde şartlanmamış akıl, dinin temel amacı ve nasları çerçevesinde oluşan, gelişen ve gerektiğinde değişen değerler, kurallar, telakkiler, kabuller, gelenekler”dir. Kadının birden fazla erkekle aynı zamanda evli olması câiz değildir. Bu kural hem değişmez dinî naslarla sabittir hem de mâruf ölçütüne uygundur. Hakları eşitlemek veya dengelemek uğruna ya da–bazı Batı ülkelerinde yaygınlık kazanan nikâhsız birlikte yaşama olgusuna dayanılarak bu kural değiştirilemez. Ama eşle kocanın ev içinde ve dışındaki rollerinde –mârufun değişmesine paralel olarak– değişiklikler olabilir. Nitekim Hz. Peygamber damadı Ali ile kızı Fâtıma arasında rolleri dağıtmış (su taşıma, ev temizliği, ekmek ve yemek pişirme vb. iç işleri Fâtıma, dışişleri ise Ali yapsın demiş) olmasına rağmen bazı fıkıhçılar bu taksimin bağlayıcı ve devamlı olmadığını, mârufa göre değişebileceğini ifade etmişlerdir (İbn Kayyim, Zâdü’l-meâd, V, 186 vd.) İslâm’ın geldiği yıllarda yaşanan bir başka değişme ve gelişmeye de Hz. Ömer şöyle işaret etmektedir: “Biz Kureyşliler kadınlarımıza hâkim bir topluluk idik. Medine’ye gelince orada, kadınları erkeklerine hâkim (dediklerini yaptırır olmuş) bir toplum yapısı bulduk, bizim kadınlarımız da onlarınkilerden bunu öğrenmeye koyuldular… Bir gün eşime kızdım. Baktım bana karşılık verip itiraz ediyor, ben buna tepki gösterince eşim, ‘Sana karşı çıkmamı niçin yadırgıyorsun? Vallahi Hz. Peygamber’in eşleri de ona itiraz ediyorlar hatta bazıları sabahtan akşama kadar ona küs bile kalıyorlar’ dedi. Derhal gidip kızım Hafsa’ya sordum, o da bunu doğruladı…” (Müslim, “Talâk”, 34). Aynı kaynaktaki bir başka rivayete göre Hz. Ömer konuyu bir de Ümmü Seleme’ye sormuş; o da “Ömer, sana şaşıyorum! Her şeye karışıyorsun. Şimdi de Resûlullah ile eşlerinin arasına mı giriyorsun?” diyerek ona sitemde bulunmuştur (Müslim, “Talâk”, 31). Bu sahih rivayetler, İslâm’ın yaptığı büyük devrim sonucu kısa zamanda kadın-erkek ilişkilerinde meydana gelmiş bulunan önemli değişikliklere ışık tutmaktadır

3. İstisnalar bir yana bırakılınca genel olarak erkeklerin, genel olarak kadınlardan bir derecelik hak fazlalığı nedir ve neye dayanmaktadır? Bu soruya cevap arayan eski müfessir ve müctehidler dayanak olarak erkeğin fizik gücünü, üstün aklını ve güçlü iradesini ileri sürmüşlerdir. Erkeğin fizik gücünün kadınınkinden fazla olduğunda şüphe bulunmadığından buna dayalı bulunan hak ve ödev farklılıkları da tabiidir. Erkeğin aklının daha fazla olduğu iddiası “Aklı ve dini eksik olanlar içinden, sizden fazla, akıl sahiplerine hâkim (galip) olanları görmedim!..” meâlindeki hadise dayandırılmıştır (Müslim, “Îmân”, 132). Halbuki bu hadisin söyleniş amacı kadınlarla erkekler arasındaki akıl farkını açıklamak değildir. Ayrıca burada geçen “akıl eksikliği”nden maksadın ne olduğu hanımlar tarafından Hz. Peygamber’e sorulmuş; akıl eksikliği, “şahitlikte bir erkeğe karşılık iki kadın şahit istenmesi”; din eksikliği ise “hayız halinde namaz kılmamak ve oruç tutmamak” olarak tanımlanmıştır. Şahitlik konusu ileride açıklanacaktır (Bakara 2/282). Kadınlar, aybaşı halinde iken menedildikleri için namazlarını kılmazlar, oruçlarını da –sonradan kazâ etmek üzere– tutmazlar. Bunun olumsuz mânada din eksikliği ile bir ilgisi olamaz. Buradaki “din”le bu kelimenin “yükümlülük” anlamının kastedildiği, dolayısıyla din eksikliğinin de “yükümlülükten muaf tutulma” anlamında kullanıldığı açıktır. Hadisin mâna ve maksadı bir vâkıayı dile getirdikten sonra buna dayanarak “Böyle olduğunuz, böyle yaptığınız halde yine de erkekleri etkiliyor ve kandırabiliyorsunuz. Bu özellik ve kabiliyetinizi kötüye kullanmayın” şeklinde bir uyarıda bulunmaktan ibarettir.

İrade gücü dahil olmak üzere kadınla erkeğin psikolojilerinde farkların bulunduğu inkâr edilmemektedir. İki cinsin fizyolojik ve biyolojik yapıları da birbirinden farklıdır. İstisnaları bulunmakla beraber genellikle evin geçimini sağlamada ağır yük ve temel rol de erkeğe aittir. İşte bu temel ve değişmez farklılıklara dayalı olarak erkeklere bir derece fazla hak verilmiştir. Bu hak, Nisâ sûresinde (4/34) açıklanan “koruma ve yönetme” (kavvâmlık) hakkıdır. Eski fıkıh âlimleri aile ve devlet yönetiminde erkeklerin önceliğini ittifakla benimsemişlerdir. Diğer hüküm ve yönetim alanlarında ise farklı ictihadlar vardır.

Kaynak: Diyanet Kuran Akademi

Adil Yasa Eşit Hak İstiyoruz..

Hatice Sunci Yazdı: Adil Yasa Eşit Hak İstiyoruz..
ANALİZ – 13-03-2021

https://www.ekrangazetesi.com/mobil/haber/21373/hatice-sunci-yazdi-adil-yasa-esit-hak-istiyoruz.html

Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayip Erdoğan‘ın “4. Yargı Paketi” kapsamındaki “İnsan Hakları Eylem Plânı” raporunda ilk vurguladığı konu “insanların eşit şekilde yargılanması ve eşit haklara sahip olması” gerektiğine ilişkindi. Aidiyet değerlerimiz ve “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi” açısından buna kimsenin itiraz etmeyeceği kanaatindeyiz. Öte yandan, Cumhurbaşkanımız 6’ncı maddedeki amacın kadına şiddeti ve aile içi şiddeti önlemek olduğunu, kadına şiddet ile ilgili mücadelenin devam edeceğini, bununla ilgili özel soruşturma bürolarının kurulacağını belirtti ve “kadına karşı şiddeti önlemede kararlıyız” dedi. Bu yaklaşım da gayet yerinde. Elbette aklıselim her insan kadına şiddette karşıdır. Kadına şiddet olmasın. Lakin biz diyoruz ki, kadın-erkek ayrımcılığı yapılmadan “kadına da, erkeğe de hatta hiçbir canlıya şiddet olmasın.”

Fakat “İstanbul Sözleşmesi”nde sadece kadın olgusu ele alınarak, kadına şiddetin önü alınması amacıyla çıkarılan yasalar kapsamında önleyici tedbir olarak sadece “Kadının beyanı esastır” ilkesinin istismarı sonucu (birçoğu haksız iftira ve tezvirat içerikli beyanlarla) evden uzaklaştırmalardan dolayı son 5 yıl içerisinde (yalnızca bu kapsamda) 2 milyon dolayında erkek mağdur edildi.

Adalet Bakanlığı Adli Sicil İstatistik Genel Müdürlüğü’nden aldığımız verilere göre son 5 yılda 1 milyon 973 bin yani 2 milyon dolayında erkek evden uzaklaştırılmış. Diğer konularla ilintili olaru aslında mağduriyet 4 milyonu aşmış durumda. Bu durumun ülkemiz için bir milli güvenlik sorunu ve geleceğimiz için bir tehdit olduğu kanaatindeyiz.
Üzülerek şunu da belirtmiş olalım ki, “İstanbul Sözleşmesi” yürürlüğe girdikten bu yana iftira ve haksızlığa uğramış nice erkeklerin bozulan psikolojileriyle şiddete teşne hâle getirildiklerine ve şiddet içerikli fiillerde bulunduklarına tanık olmaktayız. Zira haksızlığa ve çeşitli mağduriyetlere maruz kalan bir insanın kin, düşmanlık ve şiddet olguları bağlamında tahrik olmaması mümkün değildir. Özellikle evden uzaklaştırılmış bir erkeğin henüz boşanmamış olduğu eşinin edindiği partnerini eve almak için savcılığa müracaat edip kapısının önünde nöbet tutması için polis talebinde bulunması cinayete davetiyeden başka bir şey değildir. Avrupa’daki yaşam biçimi bu tür ilişkileri kaldırmaktadır. Zira onların hayat mentaliteleri farklı. Batı’da modern relaks yaşam ve namus olgusuna değer vermeme had safhada. Bu nedenledir ki, “İstanbul Sözleşmesi”nin dört ayrı yarinde “sözde namus” vurgusu geçmektedir. “Sözde namus” ifadesi ile “namus” olgusunun geçerliliği olmadığı ibraz edilmiş oluyor. Yani kabullenilmeyen, geçerliliği olmayan, hatta meşruiyeti olmayan bir olgu olarak lanse ediliyor. Batılı ülkelerde zaten olay bundan ibaret…
“İstanbul Sözleşmesi”nde zahiren “kadına pozitif ayrımcılık” görülüyor olsa da aslında bu tür yasal düzenlemelerle kadının hayatı tehlikeye atılmaktadır. Bu yasalarla adeta kadına tuzak kurulmaktadır. Zira İstanbul Sözleşmesi’nin yürürlüğe girdiği

2011 yılında kadına şiddet oranı 120 dolayında iken, 2019 yılında bu sayı 500’e kadar artmıştır.

Kısacası, kadına şiddet olayları “İstanbul Sözleşmesi”nin yürürlüğe girmesiyle tırmanışa geçmiştir. Bu şekilde “eşit adalet ve eşit yargılanmak” mümkün değildir. Devlet ekekleri “evden uzaklaştırma” yerine aile bütünlüğü ve ailenin insicamı zedelenmeyecek şekilde yaklaşım sergileyerek sorunların hâlline gitmelidir. Şiddetin kaynağı alkol mü, uyuşturucu mu, ekonomik nedenler mi? Kadının kocasını aldatması veya başka sebepler var mı, bunlar araştırılmalıdır. Yaşanan olumsuz hadiselerden yola çıkarak ifade edecek olursak erkeği evden uzaklaştırmak çözüm yerine çözümsüzlük getirmiştir.

İlk etapta bizim önerimiz o ki; çocuk icraları kalkmalı ve çocuğun velayeti kimde olursa olsun haftada iki gün velayeti olmayan ebeynin çocuğunu görme hakkı sağlanmalıdır…

İlk başta bahsettiğimiz eşitlik anlayışı insan hakları eylem planı şu maddeler ile belirlenmiş bulunmaktadır:
1- Çocuk haczi..
2- Süresiz Nafaka..
4- Evden uzaklaştırma..
5- Genç Evlilikler..
6- İftira..

Bu konular ile ilgili düzenlemeler yapılmadan sayın Cumhurbaşkanımızın “İnsan Hakları Eylem Plânı”nda sözü edilen “eşit hak ve eşit yargılanma”dan bahsetmek mümkün değildir.

Bizde kadının ve erkeğin eşit haklara sahip olmasını istiyoruz. Kadına şiddete “sıfır” tolerans denilerek aileyi onarma adına müspet bir yaklaşım gibi görülen bu tutum aslında “İstanbul Sözleşmesi” ile işin içinden çıkılmaz sorunlar yumağını beraberinde getirmektedir.

Kaldı ki ülkemizde erkek ölümleri kadın ölümlerinin 12 katı iken neden devamlı medyada “kadın cinsel istismarı, kadın cinayetleri ve kadına şiddet” işleniyor? İlgili basın kuruluşları bu haberleri yaparken dezenformasyon ve manipülatif bir yaklaşımla “bulaştırma” yapıp adeta toplumda “her kadın şiddete uğruyor, her erkek tacizci” gibi yanlış bir algı oluşturuluyor. Bu ülkenin bir kadın vatandaşı olarak ifade edecek olursam, kadın olgusu üzerinden, “kadını koruyup güvence altına alacağız” derken aslında kadını yalnızlaştırdıklarının ve kadını küçük düşürdüklerinin farkında değiller. Öte yandan ülkesi için, gözünü kırmadan “canım sana feda olsun vatanım” diyerek bu toprakları kanları ile sulamış veya sulamaya namzet şanlı şerefli her erkeği, hangi ara potansiyel tecavüzcü ilân edip, aşağılar olduk?

Ne kadın ne erkek ne de çocuklarımız bu “İstanbul Sözleşmesi” kriterlerini hak ettiğine inanmıyorum. Başta Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın ve birçok siyasî yetkilimizin ifade ettiği gibi “tabu” olmayan bu sözleşmeyi iptal etmek hükümetin elindedir. Bizim de beklenti ve kanaatimiz bu yöndedir. Aile bizim için kutsal bir müessesedir. Ailenin huzuru, ailenin birliği, ailenin dirliği ve insicamı için yeni bir formasyon ile öz değerlerimize dönmemiz gerekir. Bin yıllık geçmişimizle, bizi biz yapan inanç, örf, anane ve kültürel birikimimizle biz bize yeteriz. Yeter ki biz sevgi ve merhamet temeline dayalı aidiyet değerlerimize sahip çıkalım. Sonuç olarak, çocuklarımızın ve aile müessemizin güvencesi ve geleceği için ivedilikle bu ucube “İstanbul Sözleşmesi”nden çıkmamız gerekmektedir. Unutmayalım “mutlu çocuk mutlu ailede yetişir.”

(Aileyi Yaşatma Ve Koruma Derneği Başkanı Çocuk Gelişim Uzmanı)

Kaynak: https://www.ekrangazetesi.com/mobil/haber/21373/hatice-sunci-yazdi-adil-yasa-esit-hak-istiyoruz.htmlhttps://www.ekrangazetesi.com/mobil/haber/21373/hatice-sunci-yazdi-adil-yasa-esit-hak-istiyoruz.html