TÜRKİYE TARİHİNE KARA BİR LEKE 28 ŞUBAT POSTMODERN DARBESİ

Öne çıkan

Devlet ile Vatandaşı arasında bir sözleşme olan Anayasanın büyük bölümü insan haklarının korunmasına ayrılmış olup Devletlerin en temel vazifesi hak ve özgürlüklerin korunması ve geliştirilmesidir. Vatandaşları arasında ayrımcı uygulama yapmaması da bu temel görevin bir gereğidir. Milli iradeye dayanmayan güçlerin bizzat veya baskısı ile Devleti oluşturan Yasama Yürütme ve Yargı organları zaman zaman devre dışı bırakıldığı darbe süreçleri ile ülkemiz meclisi, hükümeti ve yargısı ipotek altına alarak devre dışı bırakılmıştır. Malum olduğu üzere 1960 yılında yapılan darbesi, 12 Eylül Askeri Darbesi ve 28 Şubat Post Modern Darbesi ile ülkemizde hem demokrasi akamete uğratılmış hem de insan hakları ihlalleri hat safhaya ulaşmıştır.  1960 ve 1982 Askeri Darbeleri ile Anayasa lağvedilmiş, Milli İrade hiçe sayılmıştır. Yine 28 Şubat Post-modern Darbesi ile Milli irade hiçe sayılarak insan haklarına aykırı uygulamalar yapılmış ve algı operasyonları ile Milletimizin bir kısmı diğer kısmı ile düşman haline getirilmeye çalışılmıştır.
2016 yılı 15 Temmuz gecesi ve 16 Temmuz günü milletçe yaşamış olduğumuz emperyalist güç odaklarının desteği ile hain FETÖ Darbe girişimi Cumhurbaşkanımız ve Başkomutanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın “Halkın gücü üzerinde başka bir güç tanımam.” diyerek milletimizi darbecilere karşı durmak üzere hava meydanlarına ve meydanlara çağrısı üzerine milletimizin basireti ve cesareti ile darbe girişimi bastırılmıştır.
Uluslararası emperyalist güçleri, Türkiye’yi iç karışıklığa sürüklemek, milletin birlik ve beraberliğini parçalamak için desteklediğini Silahlı Kuvvetler içerisinde yuvalanan FETÖ mensuplarını harekete geçirerek ülkemizde bir darbe girişiminde daha bulunmuş ve 15 Temmuz darbe girişimine direnen 251 vatandaşımız şehit, 2 bin 734 vatandaşımız da yaralanarak gazi olmuştu. Bu insanlık dışı darbe teşebbüsü temel insan haklarının en önemlisi olan yaşama hakkını da ortadan kaldıran bir vahamete ulaşmıştır. Halkına ihanet eden darbeciler, elinde yalnızca bayrağıyla ihanete karşı duran sivillerin hayat hakkını acımasızca ellerinden almaktan kaçınmamışlardır. Başta TBMM olmak üzere pek çok kamu kurumunu bombalamış, ülkemizi milyarlarca lira zarara uğratmışlardır.
28 Şubat 15 Temmuz Bağlantısı
Şunu açıkça ifade etmek gerekir ki; 28 Şubat Post-modern darbesi de halkımız tarafından engellenebilseydi, darbeye destek veren tüm güçler kısa sürede yargılanabilseydi 15 Temmuz gecesi yaşanan hain FETÖ Darbe girişimi yaşanmayabilirdi.  O yüzden 28 Şubat Post-modern darbesinin tüm mağdurları ve hukuksuzluklarının bir kısmı giderilmiş olsa da halen Darbenin faillerinin tamamen yargılanması tamamlanmadığı sürece 15 Temmuz FETÖ darbe girişimi gibi darbe teşebbüslerinin önü tamamen kesilmeyecektir.
15 Temmuz darbe girişiminden sonra FETÖ üyelerine yönelik operasyonlarda ortaya çıkan somut bilgilere göre bu kararları veren yargıçların büyük çoğunluğu ya FETÖ üyesi olmaktan tutuklanmış ya da tutuklanmamak için yurtdışına kaçmıştır. Ayrıca bizzat Gülen’in 28 Şubat’ın jakobenlerini desteklemek için Refah-Yol Hükümetini hedef alarak söylediği “Beceremediniz, artık bırakın” ifadesinin dönemin darbeci medyası tarafından manşetlere ve ekranlara taşınması da sürecin ittifaklarını göstermesi açısından somut bir veridir. 28 Şubat darbesi Jakoben antidemokratik ve hukuksuzluğu ilke edinmiş kesimlerle işbirliği yapan FETÖ üyeleri tarafından örtülü şekilde belirli bir uyum içinde gerçekleştirilen bir darbedir. Hedefinde ise dindar ve muhafazakâr insanların varoluşsal değerleri vardır.
Bu ülke üzerinde emelleri olan darbeciler bütün bu yaşananlardan sonra yeni darbe stratejileri ve yöntemleri geliştirdiler. Darbeciler milleti bir arada tutan değerler yıpratılmadan ve sadece siyasete değil bütün kurumlara duyulan toplumsal güven yıkılmadan bu ülkede istedikleri hedeflere ulaşamayacaklarını düşündüler. Bu yüzden yeni dinamikler ve aktörler devreye sokularak başka bir yöntemle yapılacak 28 Şubat darbesi planlandı ve adım adım uygulandı. Öncelikle belirtmek gerekir ki 28 Şubat ilk bakışta göründüğü gibi sadece toplumun bir kesimine (dindarlara) karşı değil top-yekûn bu millete karşı yapılmıştır. Çünkü amaçlanan nihai hedef toplumu kutuplara ayırarak çatıştırmak ve oluşan kaos sonucu ülkeyi tamamen ele geçirmektir.
28 Şubat darbesinin hedeflerinden biri de o dönemde kendilerini darbenin faili zanneden yargı, medya, üniversiteler, sendikalar, meslek odaları ve ordudur. Bu kurumların hepsi millete karşı olan bir sürecin parçası olarak kendilerine duyulan toplumsal güveni kaybettiler. Darbeyi planlayanların istediği tam olarak buydu. Ama darbecilerin asıl kayıpları bu değildi. Dindar olanları tasfiye ettiklerinde yerine kendinden olanları yerleştirerek kadrolaşmalarını gerçekleştireceklerini sanıyorlardı. Hiç de öyle olmadı. Bütün kurumlarda boşalan kadrolar adeta bukalemun gibi renk değiştirebilen FETÖ yandaşlarınca dolduruldu. Acaba Çevik Bir, bin yıl sürmesini planladığı darbesinin geleceğini FETÖ’cülerin yuvalandığı bir orduya emanet etmeyi planlamış mıydı?
Yine 28 Şubat Döneminde FETÖ elebaşının 28 Şubat’ın başaktörlerinden birisi olan Çevik BİR’e yazdığı utanç verici mektubuyla “tüm okullarını ne zaman istenirse devretmeye hazırız” demesi yine FETÖ ile 28 Şubat arasındaki ve 15 Temmuz FETÖ darbe girişimi arasındaki bağlantı için önemli bir işarettir.
21 yıldır 28 Şubat hukuksuzluğu sürmektedir.
28 Şubat Post Modern Darbe’nin üzerinden tam 25 yıl geçti. Darbenin baş aktörlerinden de olan dönemin generallerinden biri “gerekirse bin yıl sürecek” diyerek ifade ettiği 28 Şubat Post Modern Darbesi; ülkemizin sosyal, kültürel, eğitim, ekonomik ve siyasi hayatına ağır bedeller ödetmiştir. Milletimizin hafızasında acı ve silinmez insanlık dışı izleri hâlâ devam etmektedir.
Kadınların başörtüsü olduğu için okullara sokulmadığı, dinini vecibelerini yerine getirmek isteyen insanların adeta kamusal alandan silindiği, var olan toplumsal düzeni korku ve tehlike mantığına endeksleyen kararların kâğıda döküldüğü günün adıdır 28 Şubat. Türkiye’nin yakın tarihine kara bir leke düşüren 28 Şubat Post-modern darbesi, küresel şer odaklarının Anadolu topraklarında her şeyden önce İslam’ı ve Müslümanlığı boğarak ülkenin yönetimini dizayn etme çabasının ürünüydü. Askerî vesayetin toplum iradesini ipotek altına aldığı süreçte halkın oylarıyla işbaşına gelen Necmettin Erbakan, Başbakanlık koltuğundan indirildi.
28 Şubat Post-modern darbesini yaşayan toplum medyada manipülasyon ve dezenformasyon içeren haberlerle halkın algısı biçimlendirilmeye çalışıldı, psikolojik harp taktikleri bir bir uygulandı. Sincan’da tanklar yürütülerek antidemokratik biçimde, irtica bahanesiyle Refahyol Hükümeti silahlı güçler tarafından istifaya zorlandı, milyonlarca insan fişlendi, yerinden yurdundan edildi. Başörtülü kadınların okuması, çalışması engellendi. İşten atılanlar, sürgün edilenler, işkenceye uğrayanlar, cezaevlerine konulanlar oldu. Siyasi, sosyal ve ekonomik boyutlarını da içinde barındıran bu darbe milyonlarca insanı mağdur etti, derin izler bıraktı. 28 Şubat Post-modern darbesinin bu yıl 25 inci yılı. Yıllar içinde birçok mağduriyet giderildi ama darbenin etkisi hâlâ devam ediyor. Bu etkinin bir boyutu da cezaevlerinde yaşanıyor. 28 Şubat mahkumları denilen, 90’lı yıllarda cezaevine konulan yüzlerce mahkum bulunuyor. Darbenin 25 inci yıldönümünde 28 Şubat’ın cezaevindeki mağdurları “Bu son 28 Şubat olsun!” diyorlar. Sayıları azalmış olsa da halen mağdur durumda cezaevlerinde hapis yatmaktadırlar. Hatta bazıları kendilerini mahkum eden FETÖ cü hakimlerle aynı cezaevinde kalmaktadırlar.
28 Şubat Yargı Kararları İptal edilmelidir.
Post-modern Darbe olan 28 Şubat döneminde algı operasyonları ile bağımsız yargıya yakışmayacak şekilde anti demokratik güç odaklarından brifing alan bir takım yargıç ve savcılar 15 Temmuz Hain FETÖ Darbe girişimi sonrası FETÖ üyesi olmakla yargılanmış ve mahkum olmuşlardır. Bu sebeple 25 inci yıldönümünde lanetle andığımız 28 Şubat 1997 tarihinde başlayan 28 Şubat Post-modern darbe sürecinde işkence ve kötü muamele gören, haksız yargı kararlarıyla kamudan ihraç edilen kamu görevlileri ve mahkum edilen siviller için yeniden yargılanma yolu açılmalıdır. Bu yolun açılabilmesi için öncelikle halen hapiste olan mazlumların yeniden yargılanabilmesi için bir kanun maddesi ile Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkı tanınmalıdır.
28 Şubat mağdurlarının dosyaları yeniden incelenip adaletin tesisi için çok geç de olsa bir adım atılmalıdır.
28 Şubat 2022
Mehmet Altuntaş

Yayımlayan => https://www.kayserianahaber.com/mehmetaltuntankaleminden-darbelervensanhaklarhlalleri-_d16650.html

https://www.kayserianahaber.com/mehmetaltuntankaleminden-darbelervensanhaklarhlalleri-_d16650.html

Cumhurbaşkanı: At izi it izine karıştı – Yeni Şafak 2016

Cumhurbaşkanı: At izi it izine karıştı
Cumhurbaşkanı Erdoğan, FETÖ ile mücadelede bazı kişilerce sergilenen yanlış tutumu eleştirdi. “Ben bir şey atayım da tutar’ diyenler var” ifadelerini kullanan Cumhurbaşkanı, “At izi it izine karışmış vaziyette. Bu tür şeylerden uzak kalmak lazım” görüşünü dile getirdi.
Haber Merkezi 07 Eylül 2016, 11:35 Yeni Şafak

FETÖ ile mücadele konusunda değerlendirmede bulunan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bazı iddiaların ortaya atılmasının yanlış olduğunu söyledi.
“FETÖ’den ihraç edilenleri kriptolar seçti, asıl kriptolar ise hale görevde” iddiaları sorulan Cumhurbaşkanı, “Bunu söyleyenler kendilerine göre doğru da söyleyebilirler. Ama şu var ki at izi, it izine karışmış vaziyette. ‘Ben bir şey atayım da nasılsa tutar’ diyenler var. Bazıları böyle yapıyor. Bunlar doğru şeyler değil. Bu tür yanlışlıklardan uzak durmak lazım” diye konuştu.
Cumhurbaşkanı, bazı suçlamalarla tutuklanan birtakım kişilerin işle hiç akalası olmadığını da belirterek, “O insana yaftayı yapıştırıyorlar” dedi.

https://www.yenisafak.com/gundem/cumhurbaskani-at-izi-it-izine-karisti-2526756

Yorum: At izini it izine karıştıranlar 28 Şubat Darbesi ile 15 Temmuz Darbe girişiminin arkasında olan karanlık güçlerdir

https://www.ahaber.com.tr/gundem/2016/09/07/erdogan-at-izi-it-izine-karistihttps://www.ahaber.com.tr/gundem/2016/09/07/erdogan-at-izi-it-izine-karisti

http://haberler.com/erdogan-uyardi-hukumet-harekete-gecti-at-izi-it-8773018-haberi/http://haberler.com/erdogan-uyardi-hukumet-harekete-gecti-at-izi-it-8773018-haberi/

https://www.sondakika.com/haber/haber-erdogan-su-an-bildiklerimi-soylemeyecegim-ama-8992497/https://www.sondakika.com/haber/haber-erdogan-su-an-bildiklerimi-soylemeyecegim-ama-8992497/

“At izi, it izine karıştı” sözünü Reis ne için demiş?

Gonca Yayınevi’nin FETÖ operasyonlarında basılarak yayınlarına el konması üzerine Hasan Başpehlivan’ın konuyu 40 yıllık arkadaşı olan Cumhurbaşkanı’na iletiyor. Çin gezisinde olan Cumhurbaşkanı ise o meşhur söylemi dile getiriyor…

Yakın zamanda “At izi, it izine karıştı” Söylemi ile ülkede yapılan OHAL ve Fetö operasyonlarında haksız kişilerinde mağdur edildiğine vurgu yapan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın o sözü neden söylediği ortaya çıktı.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 40 yıllık arkadaşı olan Hasan Başpehlivan ‘ın yaşadığı mağduriyet ibretlik nedeni ile Reis’i aradığı ifade edildi.

Geçmiş dönemlerde Fetö’ cülerin Gonca Yayınları adı altında bir şirket kurduğunu söyleyen Başpehlivan bu şirketi mahkeme kararıyla çok zaman önce kapatıldığını dile getirdi.

Başpehlivan:

“Fetö, operasyonu olunca polisler bizim dükkanı kapatmaya geldiler. Polislere baskın anında durumu izah ettik. Mahkeme kararlarını gösterdik. Ama polisler mahkeme kararını dinlemediler. Avukatlarımızın devreye girmeleri üzerine kapatmayı bir müddet ertelettik” dedi.

Başpehlivan daha sonra:

“Polis baskını olduğu gün bir arkadaşım vasıtasıyla Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ a ulaştım. Kendisi de o gün uçaktaymış, Çin’e seyahat ediyormuş. Mağduriyetimizi dile getirdim. O da sağ olsun bizimle ilgilendi” dedi.

Çin gezisi dönüşü ise Cumhurbaşkanı uçakta gazetecileri yaptığı açıklamada:

“Bu olay sonrası Cumhurbaşkanı Erdoğan Fetö operasyonu kapsamında At izi, iti izine karışmasın” dedi.

https://www-netgaste-com.cdn.ampproject.org/v/s/www.netgaste.com/amp/haber/2512622/at-izi-it-izine-karisti-sozunu-reis-ne-icin-demist-izine-karisti-sozunu-reis-ne-icin-demishttps://www-netgaste-com.cdn.ampproject.org/v/s/www.netgaste.com/amp/haber/2512622/at-izi-it-izine-karisti-sozunu-reis-ne-icin-demis?amp_js_v=a6&amp_gsa=1&usqp=mq331AQKKAFQArABIIACAw%3D%3D#aoh=16289200114370&referrer=https%3A%2F%2Fwww.google.com&amp_tf=%251%24s%20alan%C4%B1ndan&ampshare=https%3A%2F%2Fwww.netgaste.com%2Fhaber%2F2512622%2Fat-izi-it-izine-karisti-sozunu-reis-ne-icin-demishttps://www-netgaste-com.cdn.ampproject.org/v/s/www.netgaste.com/amp/haber/2512622/at-izi-it-izine-karisti-sozunu-reis-ne-icin-demis?amp_js_v=a6&amp_gsa=1&usqp=mq331AQKKAFQArABIIACAw%3D%3D#aoh=16289200114370&referrer=https%3A%2F%2Fwww.google.com&amp_tf=%251%24s%20alan%C4%B1ndan&ampshare=https%3A%2F%2Fwww.netgaste.com%2Fhaber%2F2512622%2Fat-izi-it-izine-karisti-sozunu-reis-ne-icin-demis

28 ŞUBAT POSTMODERN ASKERİ DARBESİ 1000 YIL SÜRMESİN

28 Şubat 2021 17:30

Türkiye’de, 1960 yılından itibaren, neredeyse her on yılda bir darbe gerçekleştirilmiştir. Demokrasinin askıya alındığı bu darbeler sonucu TBMM ve siyasi partiler kapatılmış, millet iradesi hiçe sayılmış, başta yaşam hakkı olmak üzere, temel insan hakları çiğnenmiştir. Bu darbelerden birisi de pek çok insan hakları ihlali ile sonuçlanan ve yüzbinlerce insanın mağdur olmasına neden olan ve diğer klasik anlamdaki darbelerden farklı özellikleri bulunması nedeniyle “Postmodern” olarak adlandırılan denilen 28 Şubat Askeri Darbesidir.

1993 Karanlık olaylar yaşandı. 28 Şubat darbesinin Başlangıç Sesleri 1993 Yılında Duyulmaya başlandı.

Ülkemiz 1990lı yıllarda demokrasisi ve insan hakları açısından bir cadı kazanına dönüşmüştü. 17 Nisan 1993 te Turgut ÖZAL’ın ani ölümünden önce de ülkemizde çok sayıda karanlık cinayetler işlendi ve suikastlar gündem oldu. “Son Darbe 28 Şubat” kitabında Mehmet Ali BİRAND bu cinayetleri sayar. Özellikle 1993 yılında işlenen cinayet ve suikastlar yeni bir dönemin başlangıcını haber veriyordu. 24 Ocak 1993, Uğur MUMCU evinin önünde öldürüldü, 28 Ocak 1993, Jack Kamhi roketle saldırıya uğradı ölümden döndü. Yine Turgut ÖZAL’ın ölümünden iki ay önce 17 Şubat 1993 te Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref BİTLİS içinde bulunduğu uçak düşerek öldü. Mehmet Ali BİRAND’a göre “17 Nisan 1993 te Turgut Özal’ın ani ölümünden sonra ülke 28 Şubat sürecine doludizgin sürüklenecekti..”, 28 Şubat 1997 günü alınan MGK Kararları Türkiye’nin siyasi tarihini uzun yıllar olumsuz yönde etkilemiştir.

Muğla Cumhuriyet Başsavcısı Ertem Türker’in Okuduğu “Savcılar Laiklik Bildirisi” süreci başlatan işaret fişeğidir.

Milletin iradesi ile seçilmiş meşru Hükümeti alaşağı etmeyi hedefleyen 28 Şubat Postmodern Darbe Sürecinin gerçekte ne zaman başladığı konusu ile ilgili çeşitli görüşler öne sürülmüş olsa da dikkate alınması gereken önemli bir tarih de 23 Nisan 1994 tür. Bu tarihte, Adalet Bakanlığı’nca Antalya’da düzenlenen “Yargı ve Cezaevleri Sorunu” konulu toplantıya katılan 76 il cumhuriyet başsavcısı, 8 DGM başsavcısı ve terör cezaevi bulunan 8 ilçenin cumhuriyet savcısının oy birliğiyle ‘Laiklik Bildirisi’ yayımlanmıştır. Bu bildiri sonrasında dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Doğan GÜREŞ Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bildiriden duyduğu memnuniyeti dile getirmişti. Bu ve benzeri açıklamalar Yargının açıkça nasıl baskı altına alındığını, siyaset ve yargı camiasından bazı isimlerin de bu baskıyı kabullendiğini göstermektedir.

Darbeciler yargılandılar ve yargı süreci halen devam ediyor.

28 Şubat 1997 tarihinde yayınlanan Postmodern bir Darbenin fitilini ateşleyen bildiri üzerinden 23 yıl geçti. Darbe sorumlusu sanıklar hakkındaki soruşturma tamamlanıp 22 Mayıs 2013’te dava açılmıştır. Ankara 5 inci Ağır Ceza Mahkemesince görülen 28 Şubat dönemine ilişkin 103 sanıklı davada, dönemin Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı ve Genelkurmay 2. Başkanı emekli Orgeneral Çevik Bir’in de aralarında bulunduğu 21 sanığın müebbet hapse çarptırılması, 68’inin beraatı, 14 sanık hakkındaki davanın ise düşürülmesine ilişkin gerekçeli karar 3 Temmuz 2018 de açıklandı. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 21. Ceza Dairesi, 28 Şubat davasında Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesince verilen hükmü hukuka uygun buldu. 28 Şubat davası dosyası halen Yargıtayda bulunuyor.

28 Şubat Postmodern darbe sürecinin en önemli aktörlerden biri de 15 Temmuz Hain Darbe girişiminde bulunan Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) dür.

FETÖ, 28 Şubat Darbesine her yönüyle lojistik ve maddi destek vererek toplum üzerinde yerleşmesi ve etkisini daha fazla göstermesi için gerekli tüm çalışmaları onlarla birlikte yapmış bir örgüttür. 28 Şubat Darbesi ile 15 Temmuz Darbe girişimini gerçekleştirmek isteyen güçler ve amaçları açısından ciddi benzerlikler vardır. 16 Nisan 1997’de FETÖ lideri Fetullah Gülen, 16 Nisan 1997 tarihinde katıldığı bir televizyon programında 28 Şubat Darbesini yapanları “Asker daha demokrat.” ifadelerini kullanarak övmüş ve desteklemiştir.4 Zamanın meşru hükümeti için “emaneti iade edin, çekilin!”, darbeciler için ise “asker daha demokrat.” beyanında bulunan, anti-demokratik MGK Kararları için de “İslami usullere göre değerlendirildiğinde bu bir içtihattır, hata yapsalar bile sevap alırlar” zırvalığını yapan da bizzat örgüt lideri olmuştur.

Pek çok hak ihlalleri giderildi, mağduriyetlerin bir kısmı halen devam ediyor.

28 Şubat Postmodern Darbe sürecinde hak ihlalleri yaşanmış, vatandaşlarımız eğitim, özlük, ticaret, memuriyet hakları başta olmak üzere birçok haktan mahrum bırakılmıştır. Son on yılda, Yükseköğrenimde ve kamuda kılık kıyafet yasağı gibi hak ihlallerinin ortadan kaldırılması için önemli adımlar atılmıştır. Ancak akademisyen, yazar, sendika, sivil toplum kuruluşları ile TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu TİHEK ve Kamu Denetçiliği Kurumu (KDK) gibi kurumların da vurguladıkları gibi tarafından o dönemde yaşanan insan hakları ihlalleri ve ayrımcılık yasağı ihlallerinden kaynaklı mağduriyetlerin halen devam ettiği ifade edilmektedir.

Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumunun 27 Şubat 2020 tarihli basın açıklaması da bu manada çok önemli öneriler içermektedir.

TİHEK adına REFAHYOL Döneminin Başbakanı rahmetli Necmettin Erbakan’ın da Müsteşar yardımcılığı ve bir süre müsteşarlığını da yapmış olan Sayın Mesut KINALI’nın açıklamasına göre 28 Şubat mağduriyetlerin giderilmesi ile ilgili bu güne kadar yapılanları sıraladıktan sonra yapılması gerekenleri de şu şekilde belirtmektedirler: “Son yıllarda Yükseköğrenimde ve kamuda kılık kıyafet yasağı gibi bazı hak ihlallerinin ortadan kaldırılması için önemli adımlar atılmıştır. Örneğin; okullarda ve kamuda başörtüsü yasağı kaldırılmış, 5525 Sayılı yasa ile bir bölüm memurun işine geri dönmeleri sağlanmıştır.”

Tüm bu olumlu gelişmelere rağmen halen hakları ihlal edildiğini söyleyen bir kısım mağdurların taleplerine de kulak vermek ve bu taleplerin gereğini yerine getirmek başta yargı, yürütme ve yasama olmak üzere herkesin üzerine düşen önemli bir görevdir. 28 Şubat Post-Modern Darbesinin neden olduğu insan hakları ihlalleri ve halen devam eden mağduriyetlerin bir an önce giderilmesinin de bir insan hakkı talebi olduğu kuşkusuzdur.

Mehmet ALTUNTAŞ
Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurulu Üyesi


28 Şubat mağdurları: Af değil yeniden yargılama istiyoruz

28 Şubat sürecinde müebbet hapse mahkum edilenlerin yakınları, yeniden yargılama talep ediyor. Abdullah Deniz’in ablası Hacire Deniz “28 Şubat’ın yarasını ömrümüz boyunca içimizde taşıyacağız. 28 Şubat mağdurları olarak ağabeyimin tekrar yargılanmasını istiyoruz” dedi. Mustafa Dayan’ın kardeşi Hanifi Dayan ise “Kardeşimi yargılayan savcı ve hakimlerin hepsinin, FETÖ’cü olduğu ortaya çıktı” dedi.

27.2.2018 12:02

28 Şubat sürecinde müebbet hapse mahkum edilenlerin Diyarbakır’daki yakınları, yeniden yargılama yapılmasını istiyor.

Ağabeyi Abdullah Deniz 22 yıldır cezaevinde olan Hacire Deniz, AA muhabirine yaptığı açıklamada, “28 Şubat’ın yarasını ömrümüz boyunca içimizde taşıyacağız. 28 Şubat mağdurları olarak ağabeyimin tekrar yargılanmasını istiyoruz.” dedi.

Ağabeyinin üniversite sınavı sonucunu öğrenmek için evden çıktığı sırada gözaltına alındığını belirten Deniz, “Bir ay boyunca ondan haber alamadık. 30 gün boyunca işkence görmüş. O dönem, suçlu suçsuz herkesi içeriye aldılar. Onların suçla ilişkilendirdiği tarihlerde ağabeyim okulda veya evdeydi.” diye konuştu.

Abdullah Deniz’in o tarihlerde olay yerinde olmadığının kanıtlandığını vurgulayan Deniz, “Ağabeyim 28 Şubat mağdurlarından biriydi. Adil bir yargılama yapılmadı. Asılsız iftiralarla, yalanlarla kumpas kurdular. Birçok kişiyi bu şekilde cezaevine attılar. Ağabeyim de onlardan biri. Bilim adamı olmak istiyordu. Cezaevinde iki üniversite bitirdi. Beş dili, anadili gibi konuşuyor. 28 Şubat’ın yarasını ömrümüz boyunca içimizde taşıyacağız. 28 Şubat mağdurları olarak ağabeyimin tekrar yargılanmasını istiyoruz.” ifadelerini kullandı.

HANİFİ DAYAN: “AĞABEYİMİN DOSYASI AÇILSIN, YENİDEN YARGILANSIN”

Cezaevinde 23. yılını dolduran Mustafa Dayan’ın kardeşi Hanifi Dayan, ağabeyinin gözaltına alındığını 21 gün sonra öğrendiklerini söyledi.

Ailece büyük üzüntü yaşadıklarını anlatan Dayan, şöyle devam etti:

“İslami kimlikleri yüzünden cezalandırıldılar. Mahkemeye gelen tanıklar, kardeşimle yüzleştirildi. Tanıklar, kendilerine saldıran kişinin kardeşim olmadığını söyledi. Kardeşimi yargılayan savcı ve hakimlerin hepsinin, FETÖ’cü olduğu ortaya çıktı. Ağabeyimin dosyası açılsın ve yeniden yargılansın. Af istemiyoruz, merhamet istemiyoruz, yeniden yargılama istiyoruz.”

Dayan, ağabeyinin tıp okumayı hayal ettiğini ancak hayalini gerçekleştiremediğini aktardı.

68 yaşındaki anne Azize Dayan ise cezaevinde oğlunu evlendirdiğini, torunuyla teselli bulduğunu belirterek, “Eşim üzüntüden felç geçirdi ve oğlunu ziyarete gidemedi. Tek talebimiz yeniden yargılama.” dedi.

“İSTEĞİMİZ ADİL BİR ŞEKİLDE YARGILANSINLAR”

Oğlu Mustafa Ozan 22 yıldır cezaevinde olan Veli Ozan, oğlunun yargılanmasının 28 Şubat döneminde talimatla yapıldığını savundu.

Ozan, şu an 40 yaşında olan oğlunun, 1998 yılında Dicle Üniversitesi’nde birinci sınıfta okuduğunu, eve gelirken gözaltına alındığını belirterek, “Mahkemede hakimin ilk sorusu, ‘Camiye gidip kimlere ders verdin?’ oldu. Onlar için bu büyük suçtu. Dindar bir aile olduğumuz için başımıza bu geldi. Mahkemesi yaklaşık 10 yıl devam etti.” diye konuştu.

65 yaşındaki acılı baba, “İsteğimiz adil bir şekilde yargılansınlar. Çocuklarımızı yakalayan polisler, savcılar, hakimler cezaevinde. Kazdıkları çukura kendileri düştü.” dedi.

“TEK BEKLEDİĞİMİZ ADALET”

Ömür boyu hapis cezası verilen ve 23 yıldır cezaevinde bulunan 42 yaşındaki Mehmet Aksa’nın babası Naif Özboğa da, oğlunun camide ders verdiği sırada gözaltına alınıp tutuklandığını söyledi.

Eşinin üzüntüden kansere yakalandığını ve 2005 yılında vefat ettiğini anlatan Özboğa, şöyle konuştu:

“Oğlum Mescid-i Aksa’ya olan sevgisinden dolayı kendisinden izin alarak cezaevinde soyadını ‘Aksa’ olarak değiştirdi. Bugüne kadar Allah’a çok şükür ne devlet hakkında ne de millet hakkında bir hainlik yapmadım. Benim evladım 23 yıldır cezaevinde. Kimseyi öldürmedi, kimsenin malına zarar vermedi. Oğlumun üzerine suç atıldı. Birisini yaraladığını söylemişler. O kişi mahkemeye geldi ve ‘Beni yaralayan bu çocuk değil, siz masum insanları getirmişsiniz.’ dedi. Oğlumun dünyası yıkıldı.” diye konuştu.

Oğlunun Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) mağduru olduğunu savunan Özboğa, “Oğluma ceza veren FETÖ’cü hakim ve savcıların bağlı olduğu hain yapı, Meclis’i bombalayacak kadar bu ülkeye düşman. Bunlara ceza verenler de FETÖ’cülerdi.” dedi.

Sur ilçesinde terör mağduru olduğunu, terör örgütü PKK‘nın saldırıları nedeniyle evinin yıkıldığını aktaran Özboğa, “Tek beklediğimiz adalet. Tek isteğimiz oğlumu adaletle yargılasınlar. Adalet olursa benim oğlum zaten dışarı çıkar.” ifadelerini kullandı

Kaynak: https://www.sabah.com.tr/gundem/2018/02/27/28-subat-magdurlari-af-degil-yeniden-yargilama-istiyoruz

Haber: 28 Şubat darbe süreci

28 Şubat darbe süreci

 27.02.2018

Toplumun iradesine, inancına ve kültürüne vurulan karanlık bir darbenin adı olan 28 Şubat, yaşattığı acılar ve meydana getirdiği büyük tahribatlar nedeniyle lanetle anılıyor.

Askeri vesayetin öncülüğünde yargı, bürokrasi, medya ve sermaye bileşenlerinin kirli ittifakıyla İslam’ı ve onun yaşamdaki pratiklerini hedef alan 28 Şubat süreci, Türkiye tarihinde kara bir leke olarak duruyor.

Halkın alışageldiği darbelerden farklı olan 28 Şubat, İslam düşmanı bütün kesimlerin seferber edildiği, icrasında sivillerin etkin rol oynadığı bir darbeydi. Bu süreçte dönemin cumhurbaşkanın, muhalefetin, sendikaların, üniversite yönetimlerinin, çeşitli sivil toplum kuruluşlarının iş birliğiyle İslami kesime yönelik adeta bir cadı avı başlatıldı. Haber etiğini ayakları altına alan kartel medyası da ajitasyon ve manipülasyonlarla darbenin önemli bir ayağını oluşturdu.

Bu karanlık dönemde milyonlarca kişi fişlendi. Başörtülü kız öğrenciler okullarından uzaklaştırıldı. Binlerce memur dindar oldukları için işlerinden atıldı. Tüm kamusal alanda dindarlara yönelik baskı ve zulüm uygulandı. Cunta tarafından oluşturulan Batı Çalışma Grubu (BÇG) tüm kurum ve kuruluşları denetleyerek dindar insanları buralardan uzaklaştırdı.

Darbe sürecinin en vahşi tarafı ise özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yaşandı. Sadece dindar oldukları için ya da camide Kur’an dersi verdikleri için binlerce kişi gözaltına alındı ve akıl almaz işkencelerden geçirildi. Darbe sürecinin verdiği cesaretle dindarlara karşı öylesine pervasız davranıldı ki çocuklara, kadınlara ve yaşlılara dahi işkenceler edildi. İslam’ın mukaddesatlarına saldırıldı, tesettüre el atıldı, baskın adı altında camilere ayakkabılarla girildi. Dönemin mahkemeleri tarafından özellikle de FETÖ’cü yargıçların eliyle yüzlerce kişi delillere bakılmaksızın sadece iddialar üzerinden yargılanıp müebbet hapse mahkûm edildi.

28 Şubat darbe süreci nasıl başladı?

Dindarlara yönelik baskılar cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren süregelse de 28 Şubat darbesine giden süreç kendisini 1990’lı yılların başından itibaren gösterdi. O dönemde Türkiye’de yaşanan ekonomik istikrarsızlık, koalisyonlar, rüşvet ve yolsuzluk iddiaları, halkı yeni bir arayış içerisine soktu. Ekonomideki sorunlar 1994 yılında krize dönüştü. Bu gelişmeler üzerine “5 Nisan Kararları” olarak bilinen ağır ekonomik tedbirler hayata geçirildi.

Süreç içerisinde istikrarlı olarak büyüyen Refah Partisi, Batı dünyasında endişeye neden olurken Türkiye’de de özellikle İslam karşıtı çevreleri rahatsız ediyordu.

Refah Partisi Genel Başkanı Necmettin Erbakan’ın çeşitli platformlarda dile getirdiği “İslam Birliği” gibi söylemler sömürgeci Batıyı bilhassa siyonistleri korkutuyordu.  Erbakan’ın Türkiye’yi aşıp tüm İslam alemini kapsayan vizyonu, emperyalist güçlerin Türkiye içindeki uzantılarını harekete geçirmişti.  Tüm karalamalara rağmen Refah Partisi 1994 yılındaki yerel seçimlerde büyük başarı gösterdi, İstanbul ve Ankara gibi büyük şehirlerin belediyelerini kazandı. Refah Partisinin aldığı oylar cunta tarafından Türkiye’nin muhafazakarlaşması, dindarlaşması olarak algılandı ve bu gelişmeler “irtica” adıyla öcüleştirilerek ideolojik bir zemine oturtulmaya çalışıldı.

Refah Partisi, yerel seçimlerde yüzde 19,14 oy olarak 15 büyükşehir belediyesinin 5’ini kazandı

27 Mart 1994- Refah Partisi, yerel seçimlerde yüzde 19,14 oy olarak 15 büyükşehir belediyesinin 5’ini kazandı. Bunlar arasında İstanbul ve Ankara da vardı. Millî Görüş geleneğinin ilk kez bu oranda oy alması tüm dikkatlerin bu parti üzerine yoğunlaşmasına neden oldu.

13 Nisan 1994- Erbakan’ın yerel seçimlerden sonra partisine yönelik tepkileri eleştirirken söylediği “Refah Partisi adil düzen getirecek, bu kesin şart, geçiş dönemi yumuşak mı olacak sert mi olacak, tatlı mı olacak kanlı mı olacak, altmış milyon buna karar verecek.” şeklindeki sözleri uzun süre tartışılan konulardan oldu. Erbakan’ın bu sözleri kartel medyası tarafından farklı alanlara çekilerek ısıtılıp ısıtılıp servis edildi.

27 Aralık 1995- Genel seçimler Refah Partisinin zaferiyle sonuçlandı.  Oyların yüzde 21,37’sini alarak sandıktan birinci çıkan Refah Partisi 1969’dan bu yana siyaset sahnesinde olan Millî Görüş geleneğinin ilk kez hükümeti kurma hakkı kazanmasına vesile oldu. Hükümeti kurma görevini alan Necmettin Erbakan, koalisyon için görüştüğü partilerden destek bulamadı ve görevi iade etti. İttifak turları sırasında askerlerin parti liderlerine Refah Partisi ile hükümet kurmamaları yönünde baskı kurdukları iddia edildi. Bunun üzerine Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, hükümeti kurmak için seçimlerden ikinci sırada çıkan DYP’nin lideri Tansu Çiller’i görevlendirdi. Çiller’in de başarısız olması sonucu görev Mesut Yılmaz’a verildi. Hükümet krizi devam ederken Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı, farklı siyasileri arayarak Refah Partisinin olası koalisyonların dışında tutulmasını istedi.

Erbakan başbakan olunca The İntependent gazetesi “Osmanlının geri dönüşü” manşetini attı

6 Mart 1996- Baskılar sonucu kurulan ANAP-DYP koalisyonu güven oyu aldı. Mesut Yılmaz başbakan oldu. Ancak bu hükümet 3 ay iktidarda kalabildi.

28 Haziran 1996- Cumhurbaşkanı Demirel, hükümeti kurma görevini bir kez daha Necmettin Erbakan’a verdi. DYP ile yapılan pazarlıklar sonucunda, Refah-Yol hükümeti kuruldu. 8 Temmuz’da güvenoyu alan hükümette liderlerin ikişer yıllığına başbakanlık yapacakları kararlaştırıldı. Erbakan’ın başbakan oluşunu İngiliz The İntependent gazetesi “Osmanlının geri dönüşü” manşetiyle okuyucularına servis etti.

10 Ağustos 1996-  Başbakan Erbakan ilk yurt dışı gezisini İran’a yaptı. Ardından Pakistan, Singapur, Malezya ve Endonezya’yı ziyaret etti. Ziyaret sırasında İran’la doğalgaz, petrol ve enerji iş birliği konularında anlaşmalar yapıldı. D8’in temellerini atan bu ziyaretler dünyada büyük yankı uyandırdı. Erbakan’ın Batı yerine Doğu’yu tercih etmesi hükümetin gelecekteki dış siyaseti ile ilgili önemli ipuçları veriyordu. Erbakan’ın özellikle İran ziyareti, ABD ve siyonistlerde büyük rahatsızlık meydana getirmişti.

2 Ekim 1996- Erbakan, Afrika ülkelerini kapsayan ziyaretlerine başladı. Sırasıyla Mısır, Libya ve Nijerya’yı ziyaret eden Erbakan’ın Libya ziyareti, 28 Şubat medyası tarafından sık sık gündeme getirildi.

24 Ekim 1996- Başbakan Necmettin Erbakan’ın davetlisi olarak Çırağan Sarayı’nda bir araya gelen 8 İslam ülkesinin devlet başkanları ekonomik iş birliği konusunda mutabakata vardı. Günümüzde de görevine devam eden D-8 kurulmuş oldu. İçten ve dıştan gelen tüm tepkilere rağmen Erbakan, İslam Ortak Pazarı, İslam NATO Gücü, İslam Dinarı gibi Müslümanları bir arada tutacak, emperyalizme karşı güçlü kılacak projelerden söz etmeye devam etti. Bu projelerin ilk adımı olarak G-7’ye karşı D-8’i hayata geçirmişti.

3 Kasım 1996- Türkiye’de derin devlet yapılanmasını ortaya çıkaran Susurluk’taki trafik kazası meydana geldi. Kazada araç içerisinde DYP Şanlıurfa Milletvekili Sedat Bucak, ‘Mehmet Özbay’ sahte kimliğini taşıyan, devletin yıllardır kırmızı bültenle aradığı Abdullah Çatlı ve polis okulu müdürü Hüseyin Kocadağ vardı. Kazaya karışan otomobilde çok sayıda silah ve sahte pasaport ile kimlikler çıktı. Skandal, hükümetin ortağı DYP’yi zor durumda bırakırken Refah Partisinin de olaydan olumsuz etkilenmesine neden oldu.

28 Aralık1996- Aczimendiler’in lideri Müslüm Gündüz üzerinden “irtica” haberleriyle gündem uzun süre meşgul edildi. Gündüz’ün evine kameralar eşliğinde yapılan baskın görüntüleri günlerce haber bültenlerinde yayınlandı.

CHP, başbakanlık konutunda verilen iftar yemeği için suç duyurusunda bulundu

7 Ocak 1997- 28 Şubat cuntasının baskısıyla Doğru Yol Partisinden bazı milletvekilleri partilerinden istifa etti. İstifa eden vekillerin gerekçeleri Refah Partisiyle devam etmek istememeleriydi. İstifa eden vekiller daha sonra Demokrat Partiye katıldı.

11 Ocak 1997-  Başbakan Necmettin Erbakan, Başbakanlık Resmi Konutu’nda çeşitli din adamlarını ve kanaat önderlerini iftarda ağırladı. Davetlilerin dini kıyafetleriyle programa katılmaları medyada genişçe yer buldu, askerle hükümet arasında gerilimin artmasına neden oldu.

16 Ocak 1997- CHP Genel Sekreteri Adnan Keskin ve bir grup milletvekili, Başbakanlık Konutu’nda verilen iftar yemeği için Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulundu.

17 Ocak 1997- Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı’dan Genelkurmay Başkanlığında brifing aldı.

26 Ocak 1997- Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı ve kuvvet komutanları, Gölcük Donanma Komutanlığında, 3 gün devam eden olağanüstü şurada toplandı.

28 Ocak 1997- Danıştay, Bakanlar Kurulunun, memurların çalışma saatlerinin Ramazan ayına göre düzenlenmesini öngören kararnamesini durdurdu. Danıştay, kararnameyi laikliğe aykırı bulduğu için durdurduğunu açıkladı.

31 Ocak 1997- Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı, MGK Genel Sekreteri Orgeneral İlhan Kılıç, Millî İstihbarat Teşkilâtı (MİT) Müsteşarı Sönmez Köksal, Cumhurbaşkanı Demirel’i ziyaret etti.  Ziyarette, “Taksim Meydanı’na cami yapılması, başörtüsü meselesi, Ramazan mesaisi” gibi konular hakkında konuşuldu.

Sincan Belediyesi tarafından Filistin’le dayanışma gecesi düzenlenince ilçeden tanklar geçirildi

31 Ocak 1997- Refah Partili Sincan Belediyesi tarafından Filistin’le dayanışma gecesi düzenlendi. Dünya Kudüs Günü’ne denk gelen bu geceye İran Büyükelçisi Muhammed Rıza Bagheri de davet edildi. Programda Filistin intifadasını canlandıran bir tiyatro sergilendi ve çeşitli konuşmalar yapıldı. Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız da burada bir konuşma yaptı.  Bekir Yıldız yaptığı konuşma nedeniyle 6 Şubat’ta gözaltına alındı. Daha sonra yargılandığı Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) tarafından 4 yıl 7 ay hapis cezasına çarptırıldı.  Sincan’daki etkinliği günlerce manşetlere taşıyan cunta medyası hükümeti zor durumda bırakmak için yoğun çaba sarf etti.

4 Şubat 1997- Başbakan Necmettin Erbakan, Sincan’daki etkinlik nedeniyle gerilen ortamı yumuşatmak amacıyla “Biri hataen bir resim asarak bu ülkeyi yıkamaz.” dedi. Aynı gün 20 tank ve 15 zırhlı araç Sincan kent merkezinden geçiş yaptı. Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Çevik Bir, tankların Sincan’dan geçişi ile ilgili olarak daha sonra yaptığı açıklamada “Demokrasiye balans ayarı yaptık.” ifadesini kullandı. Cumhurbaşkanı Demirel, Sincan’daki olaylar nedeniyle Başbakan Erbakan’a bir “uyarı mektubu” gönderdi.

15 Şubat 1997- Cunta’nın yönlendirmesi ile Ankara’da “Şeriata karşı kadın yürüyüşü” adı verilen bir organizasyon düzenlendi. Yürüyüşe TBMM Başkanvekili Uluç Gürkan ve CHP Genel Başkanı Deniz Baykal da katıldı.

24 Şubat 1997- Genel Kurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı israil’i ziyaret etti. Karadayı, dönemin israil başbakanı Benjamin Netanyahu ve genel kurmay başkanı Amnon Şahak ile görüştü. Karadayı, Netanyahu’ya “Türkiye ile israil arasındaki ilişkiler her zaman iyi olmuştur. Bundan sonra daha iyi olacaktır.” dedi. MGK kararlarından hemen önce israil’e yapılan bu ziyaret darbenin arkasında israil’in olduğu iddialarını güçlendirdi. Nitekim, ABD’deki Yahudi lobilerinden “Yahudi Ulusal Güvenlik Enstitüsü” (JINSA) 28 Şubat bildirisinden bir yıl sonra yaptığı açıklamada Erbakan hükümetini kendilerinin devirdiğini itiraf etmişti.

Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Güven Erkaya: İrtica PKK’dan daha büyük bir tehlikedir

24 Şubat 1997- Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Güven Erkaya, “İrtica PKK’dan daha büyük bir tehlikedir.” dedi.

28 Şubat 1997- Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel başkanlığında Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplandı. 9 saat süren toplantının ardından 28 Şubat kararları açıklandı. “Rejim aleyhtarı irticai faaliyetlere karşı alınması gereken tedbirler” başlıklı bildiri, toplam 18 maddeden oluşuyordu. Buna göre; temel eğitim 8 yıla çıkarılacak, imam-hatip okulları meslek okuluna dönüştürülecek, irticai faaliyetlere katıldıkları için TSK’daki görevlerine son verilen askerler belediyelerde istihdam edilmeyecekti. Tüm Kur’an kursları Millî Eğitim Bakanlığına bağlı okullara bağlanacak, tarikatların faaliyetleri yasaklanacak ve bunlarla ilişki içinde olan finans kuruluşları ve vakıflar kapatılacaktı. 28 Şubat kararlarının ayrıntılı düzenlemelerden ziyade çerçeve niteliğinde olması, kararları uygulayacak mercilere geniş bir inisiyatif vermiş, ilgili tüm alanlara askerin müdahalesi için açık kapı bırakmıştı.

4 Mart 1997- Başbakan Necmettin Erbakan, MGK Genel Sekreteri Orgeneral İlhan Kılıç’tan kararların yumuşatılmasını istedi, aksi halde bildiriyi imzalamayacağını söyledi. 13 Mart’ta Başbakan Necmettin Erbakan, medya tarafından MGK kararlarını “imzaladı” şeklinde sunuldu. Ancak 2013’te başlatılan “28 Şubat Post Modern Askeri Darbesi Davası” soruşturmasında Erbakan’ın kararları imzalamadığı MGK tutanakları incelenerek teyit edildi. Kararların açıklamasından sonra işçi ve işveren sendikaları konfederasyonları, 28 Şubat kararlarına destek verdiklerini açıkladılar.

5 Mart 1997- MGK Genel Sekreteri Orgeneral İlhan Kılıç, Başbakan ile görüşmesinden sonra, 28 Şubat kararları için imzaların atıldığını söyledi. Erbakan, MGK kararlarının uygulanmaması için harekete geçti. Kararların TBMM’de tartışılmasını istedi. Buna karşı TBMM Başkanı Mustafa Kalemli, “MGK kararlarının muhatabı hükümettir. Kesinlikle bunları Meclis’te tartıştırmam.” diyerek safını belirledi.

7 Mart 1997- Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, MGK kararlarının arkasında olduğunu göstererek söz konusu kararların uygulanmaması durumunda uygulamayanların sorumlu olacağını söyledi.

Binlerce Kur’an kursu ile dini eğitime ağırlık veren dernek ve vakıf kapatıldı

12 Mart 1997- 28 Şubat kararları doğrultusunda ilk olarak Ankara’da 3 Kur’an kursu kapatıldı. Daha sonra baskılar tüm ülkeye yayılarak binlerce Kur’an kursu ve dini eğitime ağırlık veren dernek ve vakıf kapatıldı.

22 Mart 1997- Millî Eğitim Bakanlığı, imam hatip liselerini de kapsayan bütün orta okulların aşamalı olarak kaldırılması yöntemi üzerinde durulduğunu açıkladı.

25 Mart 1997- Genelkurmay Başkanı Orgeneral Karadayı, Refah Partisini MGK kararlarına gösterdiği tepkilere cevap olarak “Burada alınan kararlar, herkesin riayet etmesi gereken kararlardır.” diyerek MGK’nın, hükümetin ve Meclisin üzerinde mercii olduğuna işaret etti.

31 Mart 1997- 28 Şubat’tan sonraki ilk MGK toplantısı yapıldı. Toplantıdan sonra açıklamada bulunan Genelkurmay İkinci Başkanı Çevik Bir, laiklik karşıtı akımlarla mücadele etmenin TSK’nın birinci önceliği olduğunu ifade ederek “İlk hedef irticadır.” dedi.

4 Nisan 1997- Darbe sürecinde hükümet karşıtı tavırlarıyla dikkat çeken TÜSİAD darbecilere açık destek verdi.  TÜSİAD Başkanı Muharrem Kayhan, yaptığı açıklamada “MGK sivillerin boşluğunu doldurdu.” dedi.

Fetullah Gülen, Refah-Yol hükümetine “Emaneti iade edin, çekilin!” çağrısı yaptı

16 Nisan 1997- FETÖ lideri Fetullah Gülen, katıldığı bir televizyon programında 28 Şubat darbesini destekledi. Gülen MGK kararları için “İslami usullere göre değerlendirildiğinde bu bir içtihattır. Hata yapsalar bile sevap alırlar.” dedi. 18 Nisan’da Hürriyet gazetesinin manşetinde Gülen’in Refah-Yol hükümetine çağırısı yer aldı. Gülen, “Emaneti iade edin, çekilin!” diyordu. Gülen daha sonra çıktığı bir televizyon programında ise cuntacıları överek “Asker daha demokrat.” ifadelerini kullandı.

17 Nisan 1997- 28 Şubat sürecinin verdiği cesaretle haddini aşan Erzurum Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Osman Özbek’in konuşması sırasında Başbakan Necmettin Erbakan’a küfür ettiği konuşması medyaya yansıdı.

14 Mayıs 1997- 28 Şubat kararları doğrultusunda Kılık Kıyafet Kanununa aykırı hareket edenlere karşı operasyonlar başladı. Tesettüre uygun giyinenler baskı altına alındı. Cübbe giyip sarık takanlar kamu kurumlarına alınmadı. Aileleri tesettürlü olan askerler büyük baskıya ve tecride maruz kaldı.

Yargıtay Başsavcısı, Refah Partisinin kapatılması için Anayasa Mahkemesine başvurdu

21 Mayıs 1997- Yargıtay Başsavcısı Vural Savaş, iktidardaki Refah Partisinin kapatılması için Anayasa Mahkemesine başvurdu. Türkiye’nin iç savaşa sürüklendiğini belirten Savaş, Refah Partisinin laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğunu savunarak kapatılmasını talep etti.

27 Mayıs 1997- Olağanüstü toplanan Yüksek Askerî Şûra (YAŞ) kararıyla 161 subay ve astsubay terfi beklerken sebep gösterilmeden ordudan atıldı.  Bu askerler ya namaz kıldıkları için ya da eşleri başörtülü oldukları için fişlenerek ordudan atıldı. Bu fişlemeler Batı Çalışma Grubu adı verilen illegal bir yapı tarafından yapılıyordu.

7 Haziran 1997- Genelkurmay Başkanlığı, sözüm ona irticai faaliyetleri desteklediğini iddia ettiği bazı firmalara ambargo koydu.

10 Haziran 1997- Genelkurmay Başkanlığına çağırılan Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay başkan ve üyelerine brifing verildi.

11 Haziran 1997- Genelkurmay Başkanlığında basın mensuplarına brifing verildi. Kendi programlarının her alanda uygulamaya girmesi için kamuoyunda baskı oluşturmak isteyen 28 Şubat cuntası daha sonra rektörler, STK temsilcileri gibi kesimlere de brifingler verdi. Brifinglerde Refah-Yol hükümeti hedef gösterildi.

Necmettin Erbakan başbakanlıktan istifa etti

18 Haziran 1997- Necmettin Erbakan başbakanlıktan istifa etti. Erbakan, istifasının nedeninin başbakanlığı Tansu Çiller’e devretmek olduğunu söyledi.

19 Haziran 1997- Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, hükümet kurma görevini teamülleri göz ardı ederek TBMM’de çoğunluğu olan Doğru Yol Partisi lideri Tansu Çiller yerine ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz’a verdi.

30 Haziran 1997- 28 Şubat cuntasının direktifleri doğrultusunda Mesut Yılmaz, Bülent Ecevit ve Hüsamettin Cindoruk’la birlikte ANASOL-D Hükümetini kurdu. Yeni hükümeti sıkı markajda tutan asker, 28 Şubat kararlarının uygulanması için İçişleri Bakanlığı ve Genelkurmay arasında ‘Emniyet, Asayiş, Yardımlaşma’ (EMASYA) protokolünü imzalattı. Bu protokolle askerin sivil bürokrasiyi kontrol etmesinin önü açıldı.

17 Ağustos 1997- ANASOL-D Hükümeti 8 yıllık zorunlu eğitim yasasını TBMM’den geçirdi. Bu yasanın amacı, imam hatiplerin orta kısmının kapatılması ve Kur’an kurslarına katılım yaşının ortaokulu bitirme yaşı olan 14’e çekmekti. Bu yasanın çıkarılış sürecinde gelen tepkilere aldırış etmeyen Başbakan Yılmaz, “Siyasi hayatıma mal olsa da bu yasayı çıkaracağım.” dedi

Başörtülü öğrenciler ikna odalarında başlarını açmaları için baskı gördü

7 Ekim 1997- İstanbul Üniversitesi başörtülü öğrencilerin kayıtlarını yapmadı. İstanbul Üniversitesi Rektör Yardımcısı Nur Serter’in öncülük ettiği ikna odalarında başörtülü öğrenciler başlarını açmaları için baskı gördü.

17 Aralık 1997- İsmail Alptekin başkanlığında Fazilet Partisi kuruldu. Fazilet Partisi, Refah Partisinin Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılma ihtimali üzerine kuruldu.

16 Ocak 1998- Refah Partisi, Anayasa Mahkemesi tarafından kapatıldı. Konu ile ilgili açıklamada bulunan dönemin Anayasa Mahkemesi Başkanı Ahmet Necdet Sezer, partinin “laik Cumhuriyet ilkelerine aykırı eylemlerin odağı olduğu” gerekçesiyle kapatıldığını söyledi. Refah Partisinin kapatılmasının ardından bağımsız kalan milletvekilleri Fazilet Partisine katıldı.

21 Nisan 1998- İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, 12 Aralık 1997’de Siirt mitinginde okuduğu şiir sebebiyle 10 ay hapis cezasına çarptırıldı. Erdoğan’ın aldığı hapis cezasından sonra Hürriyet gazetesi ” Muhtar bile olamayacak” manşetini attı. Erdoğan belediye başkanlığını bırakarak 26 Mart 1999’da cezaevine girdi. 24 Temmuz 1999’da tahliye oldu.

9 Haziran 1998- İstanbul Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksek Okulunda sınava girmek isteyen tesettürlü öğrenciler polis zoruyla okuldan çıkarıldı. Aynı üniversitenin Fen Fakültesinde 11 tesettürlü öğrencinin mezuniyetlerine bir hafta kala üniversite ile ilişikleri kesildi. Takip eden günlerde değişik üniversitelerde ve liselerde başörtülü öğrenciler sınavlara alınmadı.

Cami yapımını kısıtlayan yasa yürürlüğe girdi

24 Haziran 1998- Millî Eğitim Bakanlığı, 3 bin 500 öğretmeni başörtülü oldukları için görevden aldı.

2 Ağustos 1998-  Cami yapımını kısıtlayan yasa yürürlüğe girdi.

9 Temmuz 1998- Milli Askeri Stratejik Konsepti (MASK) değişti. “Yeşil sermaye” olarak adlandırdıkları İslami kesime ait şirketlere karşı kampanyalar başlatıldı.

9 Ağustos 1998- 28 Şubat’ın figürlerinden İstanbul Üniversitesi Rektörü Kemal Alemdaroğlu, üniversitelerde kılık-kıyafet yasağını serbest bırakan 2547 sayılı Kanun’un ek 17’nci maddesini üniversitenin mevzuat kitabından çıkarttırdı.

11 Ekim 1998- Başörtüsü yasağına karşı Türkiye genelinde eylemler yapıldı. Eylemlere müdahale eden polis 600 kişiyi gözaltına aldı.

26 Kasım 1998- İlahiyat fakültelerinde de başörtüsü yasaklandı.

11 Şubat 1999- İrticai faaliyetleri izlemek için emniyet müdürlerinden 20’şer kişilik izleme birimleri kuruldu.

6 Nisan 1999- FP lideri Recai Kutan imam hatiplerde okuyan 500 bin öğrenciden 150 bin öğrenci kaldığını söyledi.

18 Nisan 1999- Türkiye’de erken genel ve yerel seçimler yapıldı. Hiçbir parti tek başına iktidar olacağı çoğunluğu yakalayamadı.

3 Mayıs 1999- Merve Kavakçı’nın Mecliste başörtülü olarak yemin etmesi engellendi. Bülent Ecevit Mecliste yaptığı konuşmada Merve Kavakçı’yı kastederek “Burası devlete meydan okunacak yer değildir. Lütfen bu hanıma haddini bildiriniz!” dedi.

Kur’an-ı Kerim’in 12 yaşından önce öğrenilmesi yasaklandı

31 Mayıs 1999- Malatya’da görülen başörtüsü davasında sanıklar hakkında idam cezası talep edildi.

23 Temmuz 1999- Kur’an-ı Kerim’in 12 yaşından önce öğrenilmesinin yasaklanması ile ilgili kanun tasarısı DSP, ANAP ve MHP oylarıyla kabul edildi.

25 Ağustos 1999- İstanbul Valiliği, deprem mağdurlarına yardım eden Mazlum-Der ve İHH gibi sivil kuruluşların hesaplarına el koydu.

4 Eylül 1999- Genel Kurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu “28 Şubat bir süreçtir. İrtica tehdidi bin yıl sürerse 28 Şubat da bin yıl sürecek.” dedi.

Dönemin Genel Kurmay Başkanı Kıvrıkoğlu tarafından söylenen bu söz, 28 Şubat’la ilgili mağduriyetler gündeme geldikçe akıllara geliyor. Özellikle 28 Şubat sürecinde uyduruk delillerle ağır cezalar verilen mahkumların yeniden yargılanma taleplerinin reddedilmesi başta mağdurların aileleri olmak üzere toplumun önemli bir kısmını derinden yaralıyor. (Raif ACAR – İLKHA) 
Kaynak: https://dogruhaber.com.tr/haber/283724-28-subat-darbe-sureci/

DARBELER VE İNSAN HAKLARI İHLALLERİ:TÜRKİYE TARİHİNE KARA BİR LEKE 28 ŞUBAT POSTMODERN DARBESİ

Devlet ile Vatandaşı arasında bir sözleşme olan Anayasanın büyük bölümü insan haklarının korunmasına ayrılmış olup Devletlerin en temel vazifesi hak ve özgürlüklerin korunması ve geliştirilmesidir. Vatandaşları arasında ayrımcı uygulama yapmaması da bu temel görevin bir gereğidir. Milli iradeye dayanmayan güçlerin bizzat veya baskısı ile Devleti oluşturan Yasama Yürütme ve Yargı organları zaman zaman devre dışı bırakıldığı darbe süreçleri ile ülkemiz meclisi, hükümeti ve yargısı ipotek altına alarak devre dışı bırakılmıştır. Malum olduğu üzere 1960 yılında yapılan darbesi, 12 Eylül Askeri Darbesi ve 28 Şubat Post Modern Darbesi ile ülkemizde hem demokrasi akamete uğratılmış hem de insan hakları ihlalleri hat safhaya ulaşmıştır.  1960 ve 1982 Askeri Darbeleri ile Anayasa lağvedilmiş, Milli İrade hiçe sayılmıştır. Yine 28 Şubat Post-modern Darbesi ile Milli irade hiçe sayılarak insan haklarına aykırı uygulamalar yapılmış ve algı operasyonları ile Milletimizin bir kısmı diğer kısmı ile düşman haline getirilmeye çalışılmıştır.

2016 yılı 15 Temmuz gecesi ve 16 Temmuz günü milletçe yaşamış olduğumuz emperyalist güç odaklarının desteği ile hain FETÖ Darbe girişimi Cumhurbaşkanımız ve Başkomutanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın “Halkın gücü üzerinde başka bir güç tanımam.” diyerek milletimizi darbecilere karşı durmak üzere hava meydanlarına ve meydanlara çağrısı üzerine milletimizin basireti ve cesareti ile darbe girişimi bastırılmıştır.

Uluslararası emperyalist güçleri, Türkiye’yi iç karışıklığa sürüklemek, milletin birlik ve beraberliğini parçalamak için desteklediğini Silahlı Kuvvetler içerisinde yuvalanan FETÖ mensuplarını harekete geçirerek ülkemizde bir darbe girişiminde daha bulunmuş ve 251 vatandaşımız şehit olmuş 2196 vatandaşımızı da yaralamışlardır. bu insanlık dışı darbe teşebbüsü temel insan haklarının en önemlisi olan yaşama hakkını da ortadan kaldıran bir vahamete ulaşmıştır. Halkına ihanet eden darbeciler, elinde yalnızca bayrağıyla ihanete karşı duran sivillerin hayat hakkını acımasızca ellerinden almaktan kaçınmamışlardır. Başta TBMM olmak üzere pek çok kamu kurumunu bombalamış, ülkemizi milyarlarca lira zarara uğratmışlardır.

28 Şubat 15 Temmuz Bağlantısı

Şunu açıkça ifade etmek gerekir ki; 28 Şubat Post-modern darbesi de halkımız tarafından engellenebilseydi, darbeye destek veren tüm güçler kısa sürede yargılanabilseydi 15 Temmuz gecesi yaşanan hain FETÖ Darbe girişimi yaşanmayabilirdi.  O yüzden 28 Şubat Post-modern darbesinin tüm mağdurları ve hukuksuzluklarının bir kısmı giderilmiş olsa da halen Darbenin faillerinin tamamen yargılanması tamamlanmadığı sürece 15 Temmuz FETÖ darbe girişimi gibi darbe teşebbüslerinin önü tamamen kesilmeyecektir.

15 Temmuz darbe girişiminden sonra FETÖ üyelerine yönelik operasyonlarda ortaya çıkan somut bilgilere göre bu kararları veren yargıçların büyük çoğunluğu ya FETÖ üyesi olmaktan tutuklanmış ya da tutuklanmamak için yurtdışına kaçmıştır. Ayrıca bizzat Gülen’in 28 Şubat’ın jakobenlerini desteklemek için Refah-Yol Hükümetini hedef alarak söylediği “Beceremediniz, artık bırakın” ifadesinin dönemin darbeci medyası tarafından manşetlere ve ekranlara taşınması da sürecin ittifaklarını göstermesi açısından somut bir veridir. 28 Şubat darbesi Jakoben antidemokratik ve hukuksuzluğu ilke edinmiş kesimlerle işbirliği yapan FETÖ üyeleri tarafından örtülü şekilde belirli bir uyum içinde gerçekleştirilen bir darbedir. Hedefinde ise dindar ve muhafazakâr insanların varoluşsal değerleri vardır.

Bu ülke üzerinde emelleri olan darbeciler bütün bu yaşananlardan sonra yeni darbe stratejileri ve yöntemleri geliştirdiler. Darbeciler milleti bir arada tutan değerler yıpratılmadan ve sadece siyasete değil bütün kurumlara duyulan toplumsal güven yıkılmadan bu ülkede istedikleri hedeflere ulaşamayacaklarını düşündüler. Bu yüzden yeni dinamikler ve aktörler devreye sokularak başka bir yöntemle yapılacak 28 Şubat darbesi planlandı ve adım adım uygulandı. Öncelikle belirtmek gerekir ki 28 Şubat ilk bakışta göründüğü gibi sadece toplumun bir kesimine (dindarlara) karşı değil top-yekûn bu millete karşı yapılmıştır. Çünkü amaçlanan nihai hedef toplumu kutuplara ayırarak çatıştırmak ve oluşan kaos sonucu ülkeyi tamamen ele geçirmektir.

28 Şubat darbesinin hedeflerinden biri de o dönemde kendilerini darbenin faili zanneden yargı, medya, üniversiteler, sendikalar, meslek odaları ve ordudur. Bu kurumların hepsi millete karşı olan bir sürecin parçası olarak kendilerine duyulan toplumsal güveni kaybettiler. Darbeyi planlayanların istediği tam olarak buydu. Ama darbecilerin asıl kayıpları bu değildi. Dindar olanları tasfiye ettiklerinde yerine kendinden olanları yerleştirerek kadrolaşmalarını gerçekleştireceklerini sanıyorlardı. Hiç de öyle olmadı. Bütün kurumlarda boşalan kadrolar adeta bukalemun gibi renk değiştirebilen FETÖ yandaşlarınca dolduruldu. Acaba Çevik Bir, bin yıl sürmesini planladığı darbesinin geleceğini FETÖ’cülerin yuvalandığı bir orduya emanet etmeyi planlamış mıydı?

Yine 28 Şubat Döneminde FETÖ elebaşının 28 Şubat’ın başaktörlerinden birisi olan Çevik BİR’e yazdığı utanç verici mektubuyla “tüm okullarını ne zaman istenirse devretmeye hazırız” demesi yine FETÖ ile 28 Şubat arasındaki ve 15 Temmuz FETÖ darbe girişimi arasındaki bağlantı için önemli bir işarettir.

21 yıldır 28 Şubat hukuksuzluğu sürmektedir.

28 Şubat Post Modern Darbe’nin üzerinden tam 21 yıl geçti. Darbenin baş aktörlerinden de olan dönemin generallerinden biri “gerekirse bin yıl sürecek” diyerek ifade ettiği 28 Şubat Post Modern Darbesi; ülkemizin sosyal, kültürel, eğitim, ekonomik ve siyasi hayatına ağır bedeller ödetmiştir. Milletimizin hafızasında acı ve silinmez insanlık dışı izleri hâlâ devam etmektedir.

Kadınların başörtüsü olduğu için okullara sokulmadığı, dinini vecibelerini yerine getirmek isteyen insanların adeta kamusal alandan silindiği, var olan toplumsal düzeni korku ve tehlike mantığına endeksleyen kararların kâğıda döküldüğü günün adıdır 28 Şubat. Türkiye’nin yakın tarihine kara bir leke düşüren 28 Şubat Post-modern darbesi, küresel şer odaklarının Anadolu topraklarında her şeyden önce İslam’ı ve Müslümanlığı boğarak ülkenin yönetimini dizayn etme çabasının ürünüydü. Askerî vesayetin toplum iradesini ipotek altına aldığı süreçte halkın oylarıyla işbaşına gelen Necmettin Erbakan, Başbakanlık koltuğundan indirildi.

28 Şubat Post-modern darbesini yaşayan toplum medyada manipülasyon ve dezenformasyon içeren haberlerle halkın algısı biçimlendirilmeye çalışıldı, psikolojik harp taktikleri bir bir uygulandı. Sincan’da tanklar yürütülerek antidemokratik biçimde, irtica bahanesiyle Refahyol Hükümeti silahlı güçler tarafından istifaya zorlandı, milyonlarca insan fişlendi, yerinden yurdundan edildi. Başörtülü kadınların okuması, çalışması engellendi. İşten atılanlar, sürgün edilenler, işkenceye uğrayanlar, cezaevlerine konulanlar oldu. Siyasi, sosyal ve ekonomik boyutlarını da içinde barındıran bu darbe milyonlarca insanı mağdur etti, derin izler bıraktı. 28 Şubat Post-modern darbesinin bu yıl 21. yılı. Yıllar içinde birçok mağduriyet giderildi ama darbenin etkisi hâlâ devam ediyor. Bu etkinin bir boyutu da cezaevlerinde yaşanıyor. 28 Şubat mahkumları denilen, 90’lı yıllarda cezaevine konulan yüzlerce mahkum bulunuyor. Darbenin 21. yıldönümünde 28 Şubat’ın cezaevindeki mağdurları “Bu son 28 Şubat olsun!” diyorlar. Yaklaşık 600 mağdur halen cezaevlerinde hapis yatmaktadırlar. Hatta bazıları kendilerini mahkum eden FETÖ cü hakimlerle aynı cezaevinde kalmaktadırlar.

Son 28 Şubat Olsun

Çok şükür başta üniversiteler olmak üzere Kamuda çalışan kamu görevlileri açısından kılık kıyafet yasağı uygulaması son bulmuştur. 28 Şubat 1997 post-modern darbe döneminin izlerini tamamen silmek ve kamu görevlileri eliyle yapılan yanlış ve haksız uygulamalar sonucu yaşanan mağduriyetleri ortadan kaldırmak için başlatılan girişimlerin devam etmesi, hukukun üstünlüğü ve demokrasi adına gereken, mağdurlar ve insan hakları açısından beklenen çabalardır.

28 Şubat Yargı Kararları İptal edilmelidir.

Post-modern Darbe olan 28 Şubat döneminde algı operasyonları ile bağımsız yargıya yakışmayacak şekilde anti demokratik güç odaklarından brifing alan bir takım yargıç ve savcılar 15 Temmuz Hain FETÖ Darbe girişimi sonrası FETÖ üyesi olmakla yargılanmış ve mahkum olmuşlardır. Bu sebeple 21 inci yıldönümünde lanetle andığımız 28 Şubat 1997 tarihinde başlayan 28 Şubat Post-modern darbe sürecinde işkence ve kötü muamele gören, haksız yargı kararlarıyla kamudan ihraç edilen kamu görevlileri ve mahkum edilen siviller için yeniden yargılanma yolu açılmalıdır. Bu yolun açılabilmesi için öncelikle halen hapiste olan mazlumların yeniden yargılanabilmesi için bir kanun maddesi ile Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkı tanınmalıdır.

28 Şubat mağdurlarının dosyaları yeniden incelenip adaletin tesisi için çok geç de olsa bir adım atılmalıdır. İlgilileri bu mağdurların senelerdir devam eden mağduriyetlerini telâfi edici hukukî adımları atmaya davet ediyorum.

İlk yayın tarihi: 28 Şubat 2018

Mehmet Altuntaş