Dünyada Toplumsal Cinsiyet Karşıtı (Anti-Gender) Hareketler Anti-Gender Movements in the World

Dünyada Toplumsal Cinsiyet Karşıtı (Anti-Gender) Hareketler Anti-Gender Movements in the World Dr. Öğr. Üyesi Meryem ŞAHİN

Anti-Gender Movements in the World

Öz

Toplumsal cinsiyet, kadın hareketlerinin üzerinde ısrarla durduğu bir terimdir. Bu terim cinsiyetin biyolojik tanımının yanı sıra, onu sosyal bir yapı olarak ele almış, kadın ve erkek rollerinin toplumsal bir kurgu olduğunu dile getirmiştir. Yıllar içerisinde terimin kullanım alanı giderek genişlemiş, önemli politik metinlerde kendine yer bulmuş, toplumsal cinsiyet eşitliği uluslararası norm haline gelmiştir. Etki alanındaki bu genişlemeyle birlikte, özellikle 2010 yılından itibaren toplumsal cinsiyete karşı tepkiler de oluşmaya başlamıştır. Bu çalışmada çeşitli ülkelerde toplumsal cinsiyet bakış açısına ve buna dayalı uygulamalara gösterilen tepkiler ele alınmıştır. Toplumsal cinsiyet karşıtı olarak adlandırılan bu tepkiler Avrupa’dan Latin Amerika’ya kadar pek çok ülkede kendini göstererek geniş çaplı protestolara dönüşmüş, bazı ülkelerde yasal düzenlemelere etkide bulunmuş, toplumsal cinsiyet çalışmalarına sağlanan fonları engelleyebilmiştir. Türkiye’de de son yıllarda benzer tartışmaların tetiklendiği görülmektedir. Toplumsal cinsiyet karşıtı hareketlerde, toplumsal cinsiyet bakış açısının bilimsel değil, ideolojik olduğu vurgulanmakta; bu anlayış aileye, geleceğe ve uygarlığa yönelik tehdit olarak değerlendirilmektedir. Çalışmada toplumsal cinsiyet karşıtı hareketlerin etkili olduğu ülkeler, eylem biçimleri, geliştirdikleri söylemler, etki alanları, bu hareketlere karşı tepkiler ele alınmış ve literatür ışığında tartışılmıştır. Anahtar Kelimeler: Toplumsal cinsiyet, toplumsal cinsiyet karşıtı hareketler, toplumsal cinsiyet ideolojisi, feminizm Makale Türü: Derleme

Abstract

Gender is a term that women’s movements have insisted on it. This term, in addition to the biological definition of sex, considered it as a social structure and stated that the roles of men and women are social construct. Over the years, the use of the term has expanded, the term has found itself in important political texts and gender equality has become the international norm. With this expansion in the field of influence, especially since 2010, reactions against the gender have started to occur. In this study, the reactions to the perspective of gender in various countries are discussed. These reactions which are called anti-gender movements have become widespread protests in many countries, from Europe to Latin America, have influenced legal regulations in some countries and have been able to block funds for gender studies. Recently, it has triggered a similar debate in Turkey too. The perspective of gender in anti-gender movements is emphasized ideologically, not scientific; this term is considered as a threat to the family, the future and civilization. In this study, the countries where anti-gender movements are effective, their forms of action, their discourses and impacts, the reactions to these movements were discussed. Keywords: Gender, anti-gender movements, gender ideology, feminism Paper Type: Review

Makalenin tamamı için bağlantı: https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/1100444https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/1100444

İlgili bağlantılar

https://en.wikipedia.org/wiki/Anti-gender_movement?wprov=sfla1

Meryem Şahin’le dünyada anti-gender hareketler.

HAYVAN HAKLARI YASA DEĞİŞİKLİĞİ ÖNERİSİ ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME

Bu metin, Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkanlığının 12 Ekim 2020 tarihi itibariyle Meclis’e vermiş olduğu “5199 Sayılı Hayvanları Koruma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi”ni inceleyen bir değerlendirme metnidir. Gerekçe ifadesi yasa tasarısındaki öneriyi, itiraz ise ilgili maddeye ve gerekçelerine yönelik eleştiri ve alternatif önerileri içermektedir.

Gerekçe 1- Yasa teklifinin “Genel Gerekçe” kısmında, eski yasanın hak temelli değil, koruma temelli bir ruha sahip olduğunu, bunun ise değiştirilmesi gerektiği ifade edilmektedir. Bu sebeple verilen teklif ile “Hayvanları Koruma Kanunu”n adının değiştirilerek yeni kanunun isminin “Hayvan Hakları Kanunu” olması talep edilmiş; hayvanları “hak temelli” ele alan düzenlemeler yapılması talep edilmiştir.

İtiraz 1- Bu talep temelde insan ile hayvanların eşitliği düşüncesine dayanmaktadır.[2] Türk toplumunun, dininde, kültüründe, geleneğinde Eşref-i Mahlukat olarak tanımlanan insan, “hak temelli” bir söylem ile hayvanlarla aynı konuma sahip bir varlık olarak tanımlanmak istenmektedir. Metnin hazırlanmasında referans alınan metinlere göre hayvanların gıda olarak kullanılması veya kurban edilmesi bir türün bir başka türü, yani insanın hayvanı sömürmesi olarak tanımlanmaktadır. Eğer eşit haklara sahip veya menfaatleri eşit önemsenen varlıklar konumundaysak, insan hangi hakla bir başka türü kurban edebilecektir. Nitekim bu felsefenin savunucuları, eşitliğin kriterini “acı çekmek” tanımlamakta ve bir bebek veya bir deliyi nasıl öldüremiyorsak, tıpkı onlar gibi acı çeken hayvanları da öldüremeyeceğimizi (yani kurban edemeyeceğimizi ve yemek yapamayacağımızı) ileri sürmektedirler[3].

Ayrıca taslak metinde, referans gösterilen “Evrensel Hayvan Hakları Beyannamesi” vb. metinlerle ilgili bir kavramsal yanıltıma da söz konusudur. Beyannamede geçen ifade refah (welfare) kavramıdır.[4] Bu kavram hak (right) kavramından ayrı bir anlayışı ifade eder. Hayvan çalışmaları literatüründe hayvan hakları ve hayvan refahı iki ayrı yaklaşımı ifade eder. Hayvan hakları savunucuları, hayvanların her türlü kullanımlarına karşıdırlar ve hayvanların da insanlar gibi başkalarının yararına feda edilemeyecek haklara sahip olduklarını, bu hakların da hem ahlaki hem de hukuki açıdan korunması gerektiğini vurgularlar. Hayvan hakları, hayvanların insanlar gibi vazgeçilmez çıkarları olduğu anlamına gelir. Bu yaklaşımın savunucuları hayvanlara eşya gibi muamele edilmesini engellemek, hayvanların da “kişi” olarak tanınıp, hukukun koruması altına alınmasını sağlamaya çalışmaktadırlar. Hayvan refahı ise hayvanların sürdürdüğü yaşam kalitesini yansıtan bir tanımlama olup, hayvanın zihinsel ve fiziksel sağlık durumunu, mutluluğunu ve uzun yaşam gibi özelliklerini içermektedir.[5] Eğer hayvanın doğuştan hakları olduğu varsayımı kabul edilirse, bu metinde yer alan kısırlaştırma eylemi de bir süre sonra şiddet eylemi olarak tanımlanacak ve böylece kısırlaştırma yasaklanacaktır. Kaldı ki bu durum tasarının çelişkisidir. Çünkü kısırlaştırma da bir tür şiddettir. Dolayısıyla metinde hak kavramının kullanılması, hayvan refahı konusunda örnek gösterilen ülkeler için bile “ileri” (!) bir kazanım olacaktır.

Son olarak metinde hayvanlar için “hak sahibi” olarak tanınmaları istenirken “sorumluluk” ile ilgili bir şeyden bahsedilmemektedir. Hak ile sorumluluk, birbirine içkin bir durumdur. Hak sahiplerinin sorumlulukları da vardır. Ancak burada tek taraflı bir uygulama söz konusu olup, hak verilmesi ama sorumluluk alınmaması önerilmektedir.

Sonuç olarak, hak temelli bir yaklaşım yerine “emanet” temelli bir yaklaşım, hem insanlar hem de hayvanlar için daha sağlıklı bir çerçeve oluşturacaktır. İnsan doğada yaşayan, doğayı ve diğer canlıları yöneten, şekillendiren bir varlıktır. Bu onun sorumluluğudur. Yani ona bir emanettir. Eğer doğaya ve hayvanlara bir emanet olarak bakılırsa ne doğa ve hayvanlar tahribata uğrayacak ne de insan ile eş tutularak yeni sorunlara yol açacaktır.

Gerekçe 2– Madde 5’in gerekçesine göre “insanların yaşayan tüm canlılara karşı, çektikleri acıyı hafifletme ya da engelleme gibi bir ahlaki yükümlülüğü vardır”.

İtiraz 2– Burada belirtilen ifade doğrudur. Mümkün olduğunca bir insan bu ilkeyi yerine getirmeye çalışmalıdır. Ancak burada pratikte var olan bir sorunun görmezden gelinmesi söz konusudur. Günümüzde özellikle başıboş sokak köpekleri sebebiyle milyonlarca insan bu köpekler tarafından ısırılmakta, saldırıya uğramakta veya korkutulmaktadır. Yakın zamanda başıboş sokak köpeklerinden kaçmaya çalışan üç insan, kaçma çabası esnasında kaza geçirip hayatını kaybetmiştir.[6] 1998 yılı verilerine göre yılda 10 milyon ısırma vakası kayıtlara geçmektedir.[7] Kayıtlara geçmeyen veya geçemeyenler hariçtir. Ayrıca Kanun taslağında da (Madde 11) ifade edildiği gibi son yıllarda köpek popülasyonunun artmasına binaen bu ısırma vakasının çok daha fazla arttığını söyleyebiliriz. Dolayısıyla bu madde kapsamında tüm canlılar denilecekse, buna başıboş sokak köpeklerinin neden olduğu korku ve acılardan kurtarılması gereken insanlar da dahil edilmelidir.

Gerekçe 3– Madde 6’da sokaklara salınan hayvanların başına gelen olumsuzluklar bir bir sayılırken, “hayvanların trafik kazaları neticesinde sakat kalmalarından” bahsedilmektedir. Yine aynı maddede, hayvanların bakımlarından sorumlu olan idari makamların sorumlulukları hatırlatılmıştır. Uzun bir gerekçe ihtiva eden 6. Madde’de son olarak da “toplu yaşam mekanlarında” yaşayan evcil hayvanların mağduriyetine değinilmiş, apartman yönetim planlarındaki hayvan yasağının, mevcut yasadan daha üstün tutulduğunu, bu yasak çerçevesinde komşuların şikayeti sonucu evcil hayvanların sokaklara terkedilmek zorunda kalındığını; bu problemin de aralarında başka problem olan insanların birbirini zora düşürmek için hayvanlar üzerinden hesaplaştığı ve bu sebeple “doğal yaşam ortamını insan yüzünden terk etmiş” masum hayvanların sokakta kaldığı ifade edilmektedir.

İtiraz 3– Üç başlıkta geliştireceğimiz itirazların birincisine göre, madde gerekçesinde hayvanların trafik kazaları neticesinde sakat kalmalarından bahsedilmektedir. Ancak bu kazalar tek taraflı değildir. İnsanlar da bu kazalardan olumsuz etkilenmektedir.[8] İnternette yapılacak küçük bir tarama, başıboş sokak hayvanları yüzünden kaza yapan, sakat kalan veya ölen insanlar olduğunu göstermeye yetmektedir. Dolayısıyla tek taraflı bir mağduriyetten bahsetmek mümkün değildir.

İkinci olarak, hayvanların bakımından sorumlu olan idari makamlara sorumluluğu hatırlatılmaktadır. Ancak burada sadece idari makamlar sorumlu tutulmamalıdır. Madde 5’te de ifade edildiği gibi “gönüllü kurumlar ve kişiler olmaksızın” bu sorunların çözülmesi mümkün değildir. Eğer burada gönüllü kurumlar (STK’lar) ve gönüllü kişiler de paydaş olacaksa, onlar da taşın altına elini koymalı ve sorumluluğu idari makamlarla paylaşmalıdır. Örneğin yapılacak bir Avrupa Birliği Projesi kapsamında, proje desteği ile hayvan barınağı inşa edilmeli, yerel idari makamlar bu barınağın işleyişini sağlamalı, STK’lar da barınağın gıda ihtiyacını karşılamalıdırlar. Böylece sorunlar göreli olarak daha sağlıklı bir şekilde çözüme kavuşacaktır. Çünkü yerel idari makamların böylesi büyük bir popülasyonun hem kuruluş hem gıda hem de tedavi masraflarını karşılaması çok mümkün görünmemektedir. STK’lar tarafından yapılacak olan çok basit bir işleyişi organize etmektir: vatandaşın sokak hayvanlarına bıraktığı yiyecekleri toplayıp barınağa ulaştırmak. Zaten pek çok hayvan severin gönüllü olarak yaptığı bir iş olduğu için zor olmayacaktır.

Üçüncü olarak, site, apartman vs. gibi toplu yaşam alanlarında, kişinin eğer alerjik bir sorunu yoksa, insanları rahatsız etmeyen kedi, kuş, balık gibi hayvanların yaşamasına kimse itiraz etmemektedir. Asıl sorun apartmanda köpek besleyen ve köpeğin yerli yersiz havlamasıyla komşuları rahatsız etmesindedir. Sesten rahatsız olanların dışında kedi-köpek fobisi olanlar veya alerjisi olanlar da rahatsız olabilmektedir. Ancak yine de bu madde kapsamında sadece köpek devre dışı bırakılırsa sorunun önemli ölçüde aşılacağı düşünülmektedir. Ayrıca gerekçede örnek verilen iki kişi arasındaki başka bir problemden kaynaklı husumetin hayvanları mağdur etmesi meselesi, son derece uç bir örnektir. Medyaya veya sosyal medyaya yansıyan haberler daha çok köpeklerin komşuları rahatsız etmesi neticesinde meydana gelmektedir. Nihai olarak, maddede önerilen, apartmanda hayvan yasaklarının yasa ile devre dışı bırakılması, hayvanlar konusunda alerjik vb. hassasiyeti bulunan insanları dikkate almayan bir yasa olacağı için, pek çok toplumsal soruna yol açacaktır. Bu sebeple bazı yaşam alanları için bu yasak devam etmelidir.

Bunlara ilaveten oldukça problemli ve son dönemlerde yaygınlaşan bir söylemi de ele almakta fayda var. “Doğal yaşama ortamını insan yüzünden terk etmek zorunda kalmış” hayvanlar ifadesi veya sosyal medyada yer alan bir ifade olarak “doğal yaşam alanlarına sokaklar, caddeler, evler inşa ettiğimiz” hayvanlar ifadesi çok yanlış bir ifadedir. Bu ifade doğanın aslında hayvanlara ait olduğunu, biz insanların ise “işgalci” konumunda olduğunu ileri sürmektedir. Oysa insanlık uzaydan veya başka bir yerden gelmedi. Çok uzun bir zaman diliminden beri diğer canlılarla bu yaşamı paylaştı, paylaşmaya da devam etmektedir. Dağda, bayırda, ormanlarda köpek ve kedi görmemiz çok olası değildir. Onlar insanların olduğu yerlere gelirler. Çünkü yabani değil, evcil hayvanlardır. Bu sebeple biz insanlar nereye bir yerleşim kuracak olursak, kedi-köpek gibi evcil hayvanlar bu yerleşim yerine geleceklerdir. Bu sebeple insanları “hayvanların dünyasını işgal eden dış güçler” olarak tanımlamak son derece yanlış bir duruma işaret etmektedir.

Gerekçe 4– Madde 8’de “Hayvan hakları konusunda yerel yönetimlerin sorumluluklarını yerine getirmediklerinde, denetim mekanizması öngörülmüştür.” İfadesi yer almaktadır. Benzer şekilde Madde 15’de de yerel yönetimlerin sorumluluklarını yerine getirmelerini amaçlayan ifadeler kullanılmaktadır.

İtiraz 4– Bu noktada sorumluluk, sadece yerel yönetimler ve idari makamlara verilmemeli, bu sorunun çözümünde paydaş olanlar da sorumluluk almalıdırlar.

Gerekçe 5– Madde 9’da “maddenin kapsamı tüm hayvanları kapsayacak şekilde genişletilmiştir” şeklinde bir öneri getirilmektedir.

İtiraz 5– Madde kapsamı genişletiyor ancak her hayvan türünün özel şartları, durumları vs.leri göz önünde bulundurulursa çok fazla genel olacak bir tanımlama, öngörülemeyen başka sorunlara yol açabilecektir. Nitekim Madde 12’de “tehlikeli hayvanlar” ifadesi ile hayvanların özellikleri, nitelikleri vs.nin ayrı ayrı dikkate alınması gerektiği görülmektedir.

Gerekçe 6– Madde 13’te, “İl Hayvanları Koruma Kurulu’nun isminin, kanunun ismine uygun olarak ‘İl Hayvan Hakları Koruma Kurulu’ olarak değiştirilmesi” önerilmiştir.

İtiraz 6– Hak kavramının kullanılmasının sakıncalarına itiraz 1’de değinilmişti. Yine de kısaca ifade edilirse, insanın varlıklar/yaratılmışlar içerisindeki merkezi/üstün konumu gereği kanun, “Hayvanları Koruma Kanunu” olarak kalmalıdır. Bu yasanın adı değişse de aynı kalsa da; insanın merkeziliği kabul edilese de edilmese de bu yasayı değiştirme gücü ve uygulama yetkisi insandadır. Bu sebeple insan merkezi/üstün varlıktır.

Gerekçe 7– Madde 19’da “Hayvanlara çarpan ya da zarar veren sürücülerin ehliyetlerine bir yıl süreyle el konulması düzenlenerek sürücülerin hayvanlar konusunda daha hassas ve dikkatli olmaları amaçlanmıştır” denilmektedir.

İtiraz 7– “Hayvanlara çarpan ya da zarar veren” ifadesi “Bilinçli olarak veya zulmetmek amacıyla hayvanlara çarpan ya da zarar veren” şeklinde değiştirilmelidir. Çünkü hiçbir sürücü kolay kolay hayvanlara bilinçli olarak çarpmaz. Çarpma sonucunda aracı zarar gördüğü için kendisi de kayıp yaşamaktadır. Bu sebeple cümleye “Bilinçli olarak veya zulmetmek amacıyla” eklenmesi bir zorunluluktur. Üstelik insana çarpmanın ehliyete el koyma gibi bir cezai yaptırım getirmediği bir yerde hayvana çarpmanın böyle bir cezai yaptırım getirmesi, kamu vicdanını rahatsız edecek ve belki de bu sebeple hayvana çarpan sürücülerin yakalanmamak için çarptıkları hayvanları kaderine terk etmesi ile sonuçlanacaktır. Bu durum ise hayvanlar açısında daha da olumsuz bir duruma neden olacaktır.

Gerekçe 8– Madde 21’de “6. Madde kapsamına giren suçların, idari para cezası yerine hapis cezasına çevrilmesi, yani hayvanlara karşı her türlü eziyetin kabahat olarak değil de suç olarak kabul edilmesi esastır” ibaresi geçmektedir.

Yine aynı maddede yayın organlarında, eğitim kuşaklarında hayvan ve doğa sevgisi aşılayacak programlara yer verme ile ilgili öneri ve yaptırımlar ele alınmaktadır.

İtiraz 8– Öncelikle bu ibarenin kanuna dönüştürülmesi kanunu işlevsiz kılacaktır. Çünkü bu eylemin kabahat değil de suç olarak tanımlanması, zaten yükü ağır olan mahkemelere bir çok yeni dosyanın gelmesine neden olacaktır. Eylemin kabahat olarak tanımlanması neticesinde idari birimler tarafından kesilecek ceza ile süreç hızlı bir şekilde tamamlanırken, ceza olarak tanımlanması durumunda adli birimlere yönlendirilecek ve adli birimlerin iş yükü daha da artacaktır. Ülkemizde hapishanelerin doluluk oranları da dikkate alınırsa belki de bu eylem sadece sosyal medyaya yansıyan olaylar haricinde adliye gelmeyecek, görmezden gelinecektir. Bu sebeple suç olarak tanımlanmak yerine kabahatin cezası arttırılabilir ve tekrarı halinde aşamalı bir şekilde daha da yükseltilebilir.

Üstelik hayvan severlerin insan karşısındaki tutumu dikkate alındığında toplumsal bir infiale neden de olabilir. Bu konuda bir örnek olarak Şanlıurfa ilimizde Nisan ayında yaşanan olaydır. Sokağa çıkma yasağının olduğu bir dönemde 6 çocuk sokağa çıkmış oyun oynarken köpeklerin saldırısına uğramış ve bir çocuk hayatını kaybetmiş, beş tanesi de yaralanmıştır. Olay sonrası yerel makamlar köpekleri almaya gelmiş, bu sırada hayvan sever derneklerden KİHAYKO Mersin İl Temsilcisi suçun çocuklarda ve ailelerde olduğunu ileri sürerek çocukları ailelerine para cezası verilmesini talep etmiştir. Bir çocuğun öldüğü, beş çocuğun yaralandığı bir olayda ailenin acısını paylaşmak yerine, hayvanların acısı paylaşılmış ve ailenin bu kapanmaz yarasına ek olarak para cezası da verilmesi talep edilmiştir. Bu olay bazı hayvan severlerin insana bakışını yansıtan ilginç bir örnektir.

TV programları ile ilgili olarak dikkat edilmesi gereken husus ise doğa ve hayvan sevgisi temasını işlerken dini bir ibadet olarak kurbanın değersizleştirilmemesidir. Çünkü kurban, tüm semavi dinlerde bulunan bir ibadettir. Oysa günümüzde sinema, TV, Sosyal medya vb. mecralarda doğa ve hayvan sevgisi işlenirken hayvanları kurban edenlerin acımasız, vahşi, kötücül karakterli kişilerce temsil edilerek, izleyenlerin bilinçaltında olumsuz bir izlenim bırakılması söz konusudur. Bu durum ise toplumun büyük bir kısmının dini duygularında zedelenmeye neden olmakta ve ülke insanı için toplumsal barışı tehdit eden bir sürece götürmektedir.

SONUÇ

Ülkemizde hayvan refahına yönelik bir değişiklik yapılacaksa bu değişiklik, ülkenin toplumsal, siyasal, kültürel, dini değerlerini göz ardı ederek gerçekleştirilmemelidir. Yapılacak değişiklik, insan ile hayvanı eşit derecede önemseyen bir bakış açısı ile ele alınmamalıdır. Bu taslak metin, insanın hayvandan üstün olmadığı, insan ile hayvanın eşit çıkara sahip olduğu felsefesini benimseyen HAYTAP’ın değişiklik önerisinin neredeyse birebir aynısıdır. Haytap ve benzeri hayvan hakları derneklerinin pozisyonu adeta insan karşıtı bir anlayışı yansıtmaktadır. Hayvan ile insanın aynı yaşam alanını paylaşmasından kaynaklı olarak sorunlar yaşaması doğaldır. Bu sorunların çözümü, insanın aleyhine hayvanın lehine bir düzenleme yapılarak çözülemez. Bugün başıboş sokak köpekleri, hem insanların canına hem güvenliğine hem ekonomisine zarar vermektedir. Ünlü İngiliz düşünür Thomas Hobbes’un ifade ettiği gibi İnsanlar doğa durumunda yaşarken güvenliklerini garanti altına almak için özgürlüklerinden fedakârlık ederek devlet denilen sınırlayıcı aygıta tabii olmuştur. Yani devletin asli amaçlarından birisi, vatandaşının can ve mal güvenliğini temin etmektedir.

Eğer bu can ve mal güvenliği temin edilemezse vatandaş kendi tedbirlerine yönelecektir. Muhtemeldir ki son zamanlardaki toplu köpek katliamları ve köpeklere yönelik şiddet, bu tür bir kaygı ve tehdit nedeniyle artmaktadır. Örnek bir vaka olarak Adana’da oğluna köpekler saldıran bir baba, evdeki silahını alarak parka gelmiş ve kendisine de saldırmaya çalışan köpekleri vurmuştur. Bu olay, aslında bu sorunun nereye gideceğini gösteren önemli bir örnektir. Bu sebeple mevcut yasa tasarısı üzerinde Haytap gibi hayvan sever derneklerin dışında başka STK’lardan, yerel ve idari makamlardan ve en önemlisi de vatandaşlardan da görüş alarak yeni bir taslak üzerinde çalışmak gerekmektedir. Bu taslak, mevcut hali ile sorunu çözmek yerine hayvana şiddeti arttıracak bir sürecin önünü açacaktır.

[1] Afyon Kocatepe Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü Öğr. Üyesi. ahmetakoyuncu@hotmail.com

[2] https://www.haytap.org/tr/manifestomuz Erişim Tarihi: 02.11.2020. Ayrıca Bkz. Peter Singer, (2015), Pratik Etik, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.; Peter Singer, (2018), Hayvan Özgürleşmesi,İstanbul: Ayrıntı Yayınları.; Derek Ryan, (2019), Hayvan Kuramı: Eletirel Bir Giriş, İstanbul: İletişim Yayınları.; Kymlicka ve Sue Donaldson, (2016) Zoopolis, İstanbul: Koç Üniversitesi Yayınları.; David Degrazia, (2006), Hayvan Hakları, Ankara: Dost Yayınları.

[3] Peter Singer, Derek Ryan, Tom Regan, vd.nin eserlerine bakılabilir.

[4] Beyannemedenin İngilizce karşılığı “Universal Declaration on Animal Welfare” şeklindedir. https://www.haytap.org/tr/universal-declaration-on-animal-welfare-

[5] Konu ile ilgili Singer, Ryan, Regan, Degrazie gibi isimlerin ilgili eserlerine bakılabilir. Yaklaşımları özet olarak görmek için, Engin Arıkan, (2016), Hayvan Hakları İnsan Hukuk, Bursa: Ekin Yayınları, 7-54. Adnan Koşum, (2018), İslam Hukukunda Hayvan Hakları, Ankara: Diyanet Yayınları, 21-33.

[6] https://www.hurriyet.com.tr/video/kopekten-kacan-bisikletli-dusup-basini-refuje-carparak-oldu-41627278 ; https://www.trthaber.com/haber/turkiye/kopekten-kacarken-otomobilin-carptigi-cocuk-oldu-522312.html ; https://www.ensonhaber.com/3-sayfa/izmirde-kopekten-kacan-cocuk-kamyonete-carpti-hayatini-kaybetti Erişim Tarihileri: 02.11.2020.

[7] Kenan Gürsoy vd., (2019), “Hayvan Isırmasına Bağlı Baş ve Boyun Bölgesi Yaralanmaları: Klinik Deneyimlerimiz”, Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesi Tıp Dergisi, C.52, S. 2, 101-107.

[8] https://www.hurriyet.com.tr/arama/#/?page=1&key=otomobil-kopege-carpti&order=Yeniden%20Eskiye&where=/&how=Article,NewsVideo,NewsPhotoGallery,Column,Recipe&isDetail=false