Başıboş kedi köpek mevzuu çok geniş bir halk sağlığı sorunudur.

Barış isimli bir arkadaşımızın mesajı:

Zeus bana 9 aylık geldi ve 4üncü sahibiydim. Oradan oraya atılmış bir köpekti. İlk defa bir köpek sahiplendiğim için -büyük ihtimal ikincisi olmaz çok üzülünüyor- ne nasıl yapılır ona baktım. Köpek ırkları federasyonuna kaydettim, çip taktırdım -kanundan 10 yıl önce- ve ona ilk, yanında sahibin varken herhangi bir köpeğe bulaşmamayı öğrettim. Benim onu gerçekten koruduğumu anlayıncaya kadar, bırak da kendimi savunayım demek adına iki sefer beni ısırdı ki benden başka kimseyi de ısırmadı. Zaten sevgi dolu bir yaratıktı.

Bütün bunlara rağmen bir psikolog olarak, ben köpekten korkuyorum diyen olduğunda, bir şey yapmaz ulalalığı yapmadım ve ipini kısalttım, zira kimseyi huzursuz etme hakkım da yok. Evin içinde bakıyor olsaydım Zeus’u bir odaya hapsedip cezalandırmaz, ev Zeus’un, rahatsız oluyorsanız siz gelmeyin, ben size gelebilirim derdim. Yani koşullara göre herkesi korumak gerekiyor.

Sokakta ise daha da dikkat etmek gerekiyor. 50 santimlik bedeni ve sadece kullanabildiği elleri ile panik halinde akülü arabası bir yerlere saklanmaya çalışan birisini gördüğümde de korkma Zeus dünya tatlısıdır ukalalığı yapmayıp ipini kısaltıyordum.

Geçen Paşabahçe Tepeüstü hastanesinde psikiyatri kliniği önünde kediden korkan bir genç kadın çığlık çığlığa kaçarken, ben bir meslek elemanı olarak, korkan kadına korkma kedi bir şey yapmaz demedim. Mesleğime ihanet olur. Kediyi hastane dışarısına çıkarttım ki bu hayvan steril bölgelere de girebilir, ameliyat olmuş özen gösterilen hastalara -korkmayın kedinin taşıdığı mikroptan size zarar gelmez- mi diyeceğiz?

Ben demem. Anam, babam, kardeşim, dostumun sağlığı, benim için kedilerin özgür dolaşma hakkından daha önemli.

Sizin anlayacağınız başıboş kedi köpek mevzuu çok geniş bir halk sağlığı sorunudur.

Sorumlusu olduğu hayvanı vahşi yetiştiren, sorumlusu olduğu hayvana kötü davranan, başıboş hayvanlara eziyet eden kimseyi desteklemiyorum merak etmeyin. Orada da ciddi patoloji var ve insanı zorunlu tedavi edecek ruh sağlığı yasasının da ayrıca çıkması gerekiyor, bu tip kişi insana da doğal olarak zararlı çünkü.

Sözün sonu, anlamayanlar için ayrı bir şey daha yazmayacağım. Bu iş tribün kurup karşılıklı birbirine çemkirme konusu değil. Toplum ve doğa sağlığı konusu. Bilimsel bakmak ve dezavanlajlılar öncelikli olarak, hayvanlara da eziyet etmeden, barınaklarda kontrol altına alarak, insanı korumak gerekiyor.

Saygıyla.

Cinsel Sapıklığı Eşcinselliği norm/normal olarak tanımlayan, toplumu AHLAKSIZLIK zemininde formatlayan dayatmalara itiraz ediyoruz

Eşcinselliği norm/normal olarak tanımlayan, toplumu AHLAKSIZLIK zemininde formatlayan politikalara itiraz ediyoruz.

Son dönemde devletin yürüttüğü aile politikaları ve medya üzerinden gelen kültürel saldırılar nedeniyle kamuoyunda eşcinsellere ve eşcinselliğe karşı tepki ve hassasiyet gelişti.
Ancak kanaatimize göre LGBTQ+ bireyler sorunların failleri değil, genelde kurbanlarıdır. Eğer bu insanların -özellikle alt kesimden gelenlerin- ömür ortalamasına, intihar, cinayet ve şiddete uğrama oranlarına, bu insanlardaki uyuşturucu, alkol ve madde bağımlılık istatistiklerine; cinsiyet değiştirme ameliyatı adı altında adeta sakatlanan birey sayısına göz atılırsa, yaşadıkları hayatın çok zor ve sıkıntılı bir bedeli olduğu fark edilecektir. Bu yüzden öfkenin; bu bireylere değil, yeni nesle bu hayatı “normal” ve “özenilesi” gösteren algı merkezlerine yönelmesi gerektiğini düşünüyoruz.

Hedefimiz, fert ve birey olarak bu insanlar değildir. Hedefimiz, gerek insani sömürü, gerek yalnızlık ve çaresizlik, gerek güvenlik, gerek özürlülük, gerek bağımlılık, gerek toplumsal uyuşmazlıklar, gerek farklı zulüm ve sapkınlıklara karşı insanlık tarihinde bulunabilmiş en güvenli çözümün yani “ailenin” ve “akrabalık dayanışma döngülerinin”, “kutsanmış” bir “bencillik” ve “şehvetçilik” dini ile yok edilmesine itiraz etmektir.
– Tarihin tüm zamanlarında eşcinseller her toplumda var olagelmişlerdir. Fakat bu zamana kadar hiç bir devlet, toplumunu kanuni yaptırımlarla eşcinsel beğenisi ve ahlakı seviyesinde formatlamayı düşünmemiştir. Toplumun, ahlakın dışlandığı bir “şehvetperestlik” üzerinden formatlanmasına itiraz ediyoruz.
Binlerce yıllık insani tecrübeyi reddetmek ve dinlerin AHLAK temelli toplumunu dağıtmanın; onun yerine şehveti ve bencilliği referans alan hatta kutsayan bir hukuk sistemi kurmanın gerekçesi nedir? Kurulacak toplumun daha iyi bir toplum olacağına dair elimizde, hali vakti yerinde bazı eşcinsel ya da hiçbir değeri sahiplenme becerisi olmayan modern zaman aydınlarının(!) sanrılarından başka bir şey var mı? Şehvet ve bencilliği kutsayan hukuk anlayışının kovaladığı ahlak, namus, şeref, ırz, iffet, mahrem gibi erdemlerin arkalarında bıraktığı boşluğun sıradan insanların tahayyüllerini aşan sapkınlıklarca doldurulmakta olduğunun; hatta ensesti, pedofiliyi, zoofiliyi bile meşrulaştıran süreçleri çağırmakta olduğunun farkında değil misiniz?
– Tarihin hiçbir döneminde erkeğin kadınla ilişkisinde evlilik, gayrı meşru ve ahlaksız ilişkilerden daha riskli olmamıştı. Evliliğin, erkek için RİSK alanı olarak tanımlanmasına, evlilikten uzak durmaya ve nikâhsız ilişkilere zorlanmasına itiraz ediyoruz.

– Kadına pozitif ayrımcılık adı altında adaletsizliğin meşrulaştırılarak erkeğin mahkemelerde bile çaresiz kılınması; erkeği madden iflas ettiren, her şart altında kadına verilen bitmeyen nafakalar, takılar ve devasa tazminatlar; her hâlükârda çocuğun anneye verilmesi, kadının, çocuk üzerinden erkeğe işkence ve eziyet etmesine imkân tanınması (EYS); kadının beyanının karşısında erkeğin beyanının değersizleştirilip erkeğin ümitsizliğe mahkûm edilmesi; 6284 garabeti ile erkeğin evde, kadının insafına kalmış bir sığıntı durumuna düşürülmesine de itiraz ediyoruz.
Erkeğin, kadının beyanını esas alan “aile içi tecavüz” iftirası ile yıllarca tecavüzcüler koğuşuna düşme ihtimalinin, kadının sinirlerini kontrol edebilen, ahlak, merhamet ve insaf sahibi birisi olmasına bağlanmasını ve diğer uygulamaları, erkeğe yapılmış, evini bir kadınla paylaşma, onunla nikâh kıyma ve sakın ondan çocuk sahibi olma tehdidi olarak okuyoruz. Özellikle son yıllarda hızla artan tek yaşayan insan sayısı, tehdidin toplum tarafından ciddiye alındığına işaret olarak görülebilir.
– İnsanlık, çocuk için AİLEDEN daha iyi ve güvenli ortamı şimdiye kadar var edemedi. Hatta elimizde alternatif bir teklif dahi yok. Bu nedenle bilinçli bir şekilde kadına verdiği “sorumluluğu tanımlanmamış haklar ile ”aileye tuzak kuran, kadın ile erkeği GÜÇ mücadelesine, cedele çağıran ve aile kurumunu “tarihte kalması gereken ölmüş bir kurum olarak gören” sömürgeci dille ailenin yaşayabileceği iklimin yok edilmesine itiraz ediyoruz. Son yıllarda evlenen çiftler arasındaki boşama oranlarının yüksekliği kurulan tuzağın işlediğine delil olarak gösterilebilir.

– Evliliğin; kadının, avukatlar ve devlet desteği ile erkeğe kurduğu tuzağa dönüştürülmüş olmasına itiraz ettiğimiz gibi gelenek ya da gösteriş adı altında, ağır masraflarla zorlaştırılmasına ve yürümeyen evliliklerde yeniden bir yuva kurulabilecek zeminin yok edilmesine yani boşanmanın zorlaştırılmasına da itiraz ediyoruz.

– Gayrı meşru ilişkilerin NORMALLEŞTİRİLEREK merkeze oturtulmasına ve nikâhın ANORMALLEŞTİRİLMESİNE de itiraz ediyoruz.
Adeta bir akıl tutulması çerçevesinde gençlerin zina yapması -bırakın cezaevi ile tehdit etmeyi- “kınamalardan, sitemlerden” bile korunurken, evlenmeleri ve nikâh kıymaları suç olarak tanımlanmıştır. Üniversitelerin çevresinde binlerce kızlı erkekli yaşayan grup hiç rahatsız edilemezken; kızla evlenen ve nikâh kıyan binlerce delikanlı cezaevine atılarak cezalandırılmıştır.

Kızla erkeğin “evlenmeme ve nikâh kıymama kaydı” ile aynı çatı altında yaşamalarının “normalleştirilmesini”, evliliğin ve nikâhın marjinalleştirilmesi ve PROBLEM olarak tanımlanması olarak okuyoruz. Gayrı meşru ilişkilerin NORM, kural haline getirilerek normalleştirilmesine, nikahın ve evliliğin marjinal, suç, günahmış gibi algı yaratılarak toplum dışına itilmesine de itiraz ediyoruz.
– Kanuni dayanağı olan İstanbul Sözleşmesi iptal edilmesine rağmen hâla eğitimde, kültürde, basında, TV’lerde devam ettirilen Toplumsal Cinsiyet Eşitliği projesi ile toplumun formatlanmaya devam edilmesine itiraz ediyoruz.

– Özellikle dilde yapılan oynamalarla, medya üzerinden genç neslin şuurunda ahlaki sapkınlıkların ve gayri meşru ilişkilerin meşrulaştırılmasına, insan fıtratını reddettiği gibi erkeği de kadını da reddeden ideolojik, sömürgeci kültürel saldırılara ve bunların devlet politikası olarak topluma dayatılmasına da itiraz ediyoruz.
Sorun sistemin sorunudur, devletin ve iktidarın sorunudur. Kurbanları hedef göstermek, asıl sorunluları ve gerçek failleri gizlemektir.

Bilginize arz ederiz. Kamuoyun duyurulur.

Âdem Çevik, Türkiye Aile Meclisi ve Dünya Çocuk Hakları Derneği Başkanı

Başıboş köpek sorunu – Hakan Işık

Başıboş köpek sorunu
Değerli katılımcılar köpek saldırıları ve başıboş köpekler nedeniyle yaşanan elim olayları artık sıklıkla duymaktayız. Bu nedenle Yaşanabilir Şehir Platformu olarak başıboş köpek sorununu gündemimize aldık.
Öncelikle bizim konuya eğilmemize neden olan kısmı bu nedenle yaşanan ölümlerin durmasını istememizdir. Sadece 2022 yılında bu nedenle tam 29 insanımızı kaybettik.
Allah cc. Maide suresi 32. Ayette buyur du ki! “Kim bir cana karşılık veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmak sebebiyle olmaksızın bir kimseyi öldürürse bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir kimseyi (ölümden kurtarırsa) bütün insanları kurtarmış gibi olur.”
Rahmetli Mahra Melin Pınar’ın annesi Derya hanımın söylediği şu sözleri asla unutmayacağım. “Bize köpeğe bir şey yapmazsanız oda size zarar vermez dediler, inandık ve bedelini kızımızın canıyla ödedik eğer köpeklerin doğası gereği saldırabileceğini bilseydim ben evladımı köpeklerin bulunduğu alana bile isteye gönderir miydim?” demişti. Bu ve benzeri olaylardan ders almak zorundayız. İnsan aklı ve mantığı ile hareket eder. 
Her yerde ve sürüler halinde dolaşan başıboş köpekler insan yaşam alanlarında serbestçe gezerken insanlar özellikle gece ve sabah erken saatlerde dışarıya bile çıkmaya çekinir oldu. Kimse ortalama 50 kilo olan bir ısırıkta insan kemiğini parçalama kabiliyetinde bir canlıyla bire bir savunmasız kalmak istemez. Doğal olarak bizlerin de hayatta kalma güdüsü ile bundan sakınmak istememiz gayet doğaldır. Biliyoruz ki tüm hayvanlar ve elbette köpekler iç güdüleriyle hareket ederler ve ne zaman nerede ne yapacakları da belli değildir. Bizim de bu tehdidin ortadan kalkmasını istememiz de gayet doğaldır.
Öncelikle sizlere yaşanan örnek teşkil edebilecek bazı olayları anlatmak istiyorum.
İlk olarak Mehmet Özer’den bahsetmek istiyorum. Kayseri’nin hacılar ilçesinde yaşayan genç bir lise öğrencisi okuldan evine dönerken arkadaşıyla birlikte yaklaşık 20 başıboş köpeğin saldırısına uğradı. Arkadaşı derin yaralara rağmen hayatta kalmayı başarsa da Mehmet maalesef hayatını kaybetti.
Benzer bir olay Ankara’nın göbeği Yenimahalle’de Semra Işık’ın başına geldi. Günün erken saatinde işine gitmek için evinden ayrılan iki çocuk annesi Semra servis beklediği sırada 15 başıboş köpeğin saldırısına uğradı ve yaşamını yitirdi.
Özellikle bu iki olayı anlatmamdaki sebep belli bir yaşın üzerinde olması ve kendilerini koruyabilecek yaştaki insanların bile bu durumda korumasız kaldığını anlatmak içindi.
Elbette yaşananlar bununla da sınırlı değil. Van da 4 yaşında Ruken Kolcu, Urfa da 6 yaşında Davut Sana, Ağrı da 2 yaşında Ali Asaf Alptekin, Karaman da 65 yaşındaki Dudu Berk, Gaziantep de 72 yaşındaki Mustafa Topal da başıboş köpeklerin saldırması sonucu yaşamlarını yitirdiler.
Ölümle sonuçlanan olaylar sadece köpeklerin saldırmasıyla da yaşanmıyor. Bir de asli unsur olarak köpeklerin neden olduğu kazalarda yitip giden canlarımız var. En yakın örneği İstanbul un göbeğinde Bakırköy de başıboş köpekler tarafından kovalanırken karşıdan karşıya geçmeye çalıştığı sırada araba çarpması sonucu hayatını kaybeden Zana Rojhat CANYOVAY, henüz on yaşındaydı.
Başta da bahsettiğim, Antalya da 9 yaşında ki Mahra Melin Pınar evinin yakınındaki arsada oynarken orada bulunan 2 köpek tarafından yola kovalandı ve kamyon bacağının üzerinden geçti. Uzun süre yoğun bakımda kalan Mahra maalesef hayata tutunamadı.
Minik yavrumuzun babası Murat Pınar ve annesi Derya Pınar ın kuruculuğunu yaptığı Güvenli Sokaklar ve Yaşam Hakkını Savunma Derneği ülkemizde köpek sorunu üzerine kurulmuş ilk ve tek dernek olma özelliğini taşıyor.
Yine benzer şekilde Isparta da psikoloji bölümünde başarılı bir öğrenci olan Rabia Kallı köpeklerin kovalaması sonucu yola atladı ve geçirdiği kaza sonucu yaşamını yitirdi. Rabia’nın ailesi konuyu yargıya taşıdı, aldıkları raporda köpeklerin asli unsur oldukları mahkeme tutanaklarına geçti. Görüyorsunuz ki köpeklerin sokaklarda başıboş olması ısırmasa bile can kayıplarına yol açabiliyor.
Bu örnekleri çoğaltmak mümkün fakat köpeklerin yol açtığı kazalar sadece yayaları yola sürükleyip araç altında kalmasıyla sınırlı değil. Aynı zaman da başıboş köpekler nedeniyle oluşan kazalarda da her yıl birçok vatandaşımızın hayatını kaybettiğini gazete ve televizyonlarda görmekteyiz. Özellikle iki teker üzerinde yolculuk yapan insanlar nereden çıkacağı belli olmayan ve çıktıklarında gür sesle havlamaları nedeniyle temas olmasa bile ani refleks göstererek dengesini kaybederek düşebiliyor ve bu kazalarda ciddi yaralanmalar hatta ölümlere neden olabiliyor.
Bu olayların tamamında sahipli sahipsiz fark etmeksizin köpeklerin başıboş olması asli nedendir. Arada ki fark ise sahipli bir köpekte başıboş bırakıldığında insanlara zarar verirse TCK da bu bir suçtur ve karşılığında köpeğini tehlike yaratacak şekilde serbest bırakan kişi ceza alır. Fakat başıboş sahipsiz köpeklerin yol açtığı vakalarda sorumlu olan belediye, büyükşehir belediyesi ve valilik ölümlerde dahi sadece maddi tazminat yükümlülüğü altındadır. Giden bir canın maddi bir karşılığı olabilir mi?
Başıboş köpekler saldırarak sadece insanlara zarar vermiyor. Gün geçmiyor ki bir köpek sürüsü bir ağıla girmesin, bir kümese dalmasın. Özellikle küçükbaş koyun ve keçiler başta olmak üzere kanatlı hayvanları da boğarak telef ettiklerini artık sıklıkla duymaktayız.
Şehirlerimizde her isteyen bir parka kümes koyup tavuk besleyemez cezaya tabidir. Bırakın parkta beslemeyi kendi evinde, bahçesinde ya da apartman ve sitesinin ortak alanlarında bunu yaparsa hem hayvanlara el konur hem de cezai işlem uygulanır. Fakat bir istisna var ki başıboş köpekler! Bazı dernek ve stk lar bu konuyu o kadar sahiplenmiş ve köpekleri o kadar dokunulmaz kılmış ki size saldıran bir köpeği bile yaşam alanı olduğu gerekçesiyle sadece kısırlaştırma ve sözde rehabilitasyon amacıyla yerinden alıyor ve tekrar alındığı noktaya geri bırakıyor.
Bu durumu yaşayan herkes öncelikle garipsiyor elbette. Fakat 5199 sayılı kanun nedeniyle belediyeler bunu yapmak zorunda olduğunu söyleyerek insanları bu tehdit ile baş başa bırakıyor. Elbette sadece belediyelerin sorumluluğu değil, kanunun verdiği yetkiyle hayvan koruma dernekleri ve gönüllülerinin de bu konuda uyguladıkları akıl almaz baskıları belediyelere bu konuda fazla bir seçenek bırakmıyor.
Başıboş köpeklerin bire bir saldırıları ve kazaya neden olmaları dışında yarattığı başkaca sorunlara da değinmemiz gerekir ki bu aslında bir halk sağlığı sorunudur. Zoonoz ve zoonetik hastalıklar kontrolsüzce dolaşan evcil hayvanlardan insanlara birçok hastalık taşımaktadır. En çok bilineni kuduz ki daha çok kısa bir süre önce Bitlis’te 10 yaşındaki Mustafa Erçetin maalesef kuduz nedeniyle yaşamını yitirdi. Kuduz dışında kist hidatik vb birçok hastalığı da hem insanlara hem de çiftlik hayvanlarına bulaştıran başıboş köpekler halk sağlığını da ciddi anlamda tehlikeye atmaktadır.
Ben size buradan bazı bilgileri paylaşmak istiyorum.
İlk olarak kuduz riskli temas sayıları burada çok dikkat çekiyor. Kuduz yönetmeliği gereği kuduz riski taşıyan bir hayvan tarafından ısırılır ya da tırmalanırsanız dört doz da kuduz aşısı vurulmanız gerekiyor. Bu temaslar da kedi fare tilki gibi hayvanlar olmakla birlikte büyük çoğunluğunun köpek saldırısı sonucu olduğu hem dünya sağlık örgütü verilerinde hem de sağlık bakanlığı istatistiklerinde mevcut. Yıllara göre katlanarak artan bu temaslar köpek popülasyonun da artmasıyla yıllık 300 bin rakamını geçmiş durumda. Bu temasların iyimser bir bakış açısıyla yarısının köpekler tarafından olduğunu düşünseniz bile bu günde en az 250 insanımızın köpekler tarafından saldırıya uğradığı gerçeğini gözler önüne sermektedir.
Tabi ki bir çizik bile bu teması sağlamaya yeterli olsa da vücuduna 80 dikiş atılan Ömer Efe yavrumuz da kuduz riskli temas sayılıyor, uzuv kaybı yaşayan bir vaka da kuduz riskli temas sayılıyor. Mesela yine Ankara Pursaklar’da neredeyse vücudunda ısırılmadık tek bir yer kalmayan Enes Koca yavrumuzda kuduz riskli temas kategorisine giriyor. Tabi ki bu başarılı olmuş saldırılar haricinde belki de ömür boyu bir travma yaşatacak olan fakat bir şekilde kaçmayı başaran insanlarımız ve kaçarken ağır yaralar alan hatta ölen insanlarımız bu temas kategorisin de bile değiller.
Değerli katılımcılar bu aslında küçük gibi görünen devasa bir sorun. Buradaki konuşma süreme sığmayacak birçok ayağı var. Öncelikle bu sorunun mücadelesinde köpek dediğimiz canlının bir hayvan olduğunu idrak etmek geriyor. Bir keçi koyun inek de başıboş olmayacağı gibi bu hayvanın da başıboş olmaması gerektiğini anlamalıyız. Bu bağlamda çözüm önerimizi kısaca anlatmak istiyorum.
Elbette ki bu sorunun tamamen çözümü diğer medeni ülkelerde olduğu gibi sıfır başıboş köpek politikasıdır. Elbette bugünden yarına olamayacağını bildiğimiz için ilk aşama olarak 5199 sayılı kanunun 6. Maddesinin ivedilikle insan yararına revize edilmesini talep ediyoruz. Elbette ki yaban hayatta uygulanması gereken aldığı yere geri bırakma opsiyonu evcil bir hayvan olan köpekler için istisna tutulmalı öncelikle hayvan refahı yerine insan canı korunmalıdır. Her kapının önünü besleme noktasına çeviren bir kap su bir kap mama politikası ivedilikle terk edilmeli sorumsuzca ve her yerde besleme yapılması kesinlikle yasaklanmalıdır.
Buradaki köpekler ya başka kontrol edilebilir bir besleme odağı oluşturularak oralara taşınmalı besleme odaklarının dışına çıkışları engellenmeli bulundukları alanlar doğal yaşam haline getirilerek insanlarla temasının kesilmesi sağlanmalıdır
Şunu kabul etmeliyiz ki hiçbir yasa insan canını tehlikeye atamaz atmamalı. Eğer yasada bir aksaklık var ve bu aksaklık insanların canına mal oluyorsa öncelikle insan canını korumak için gerekli çalışma acil olarak yapılmalıdır.
Elbette süreç içerisinde bu durum konusunda uzman kişilerle bir araya gelinerek sıfır başıboş köpek konusu en uygun zeminde tartışılmalı nasıl ve ne şartlarda yapılacağı uzmanlar tarafından değerlendirmelidir.
Talebimiz Anayasanın 17. Maddesinde de anlatıldığı gibi “Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir” o nedenle biz Devletimizden bizi ve evlatlarımızı korumasını bu tehdidi ortadan kaldırmasını talep ediyoruz. 
Bütün katılımcılardan bu konuda duyarlı olmalarını konuyu gündeme almalarını ve konu hakkında ellerinden geldiğince kamuoyu oluşturmalarını ulaşılabilecek her yere ulaşarak konunun çözümü için acil aksiyon almaları konusunda yetkilileri uyarmalarını istirham ediyorum.
Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim. H. Işık 18.11.2022

AİLE KORUNMALIDIR-3 Musa Uzunkaya

AİLE KORUNMALIDIR- 3


Dini ve milli geleneklerimizin en temel taşı olan anne, baba ve evlatlardan oluşan çekirdek aileyle, dede, nine, hala, teyze, amca, dayı ve bunların çocuklarından meydana gelen geniş aileyi korumak her ferdin olduğu kadar devletimizin ve tabiatıyla siyasi iktidarlarımızın asli görevidir.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası 41. Maddesinin aileyi tanımı ve devletin aileyi karumayla ilgili mesuliyeti şu şekilde ifade edilmektedir;
“ Madde.41- Aile Türk toplumun temelidir ve eşler arasında eşitliğe dayanır. Devlet ailenin huzur ve refahıyla ve özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının öğretilmesi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır ve teşkilatı kurar.”
Maddenin ruhundaki temel unsurlar şunlardır;
a-) Aile, Türk toplumunun temelidir.
b-) Ailede kadın erkek eşittir.
c-) Devlet ailenin, huzur ve refahını sağlamak için gerekli tedbirleri alır.
d-) Özellikle anne ve çocukların korunmasını sağlar.
e-) Aile planlamasının öğretilmesi ve uygulamasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır, teşkilatlarını kurar.
(b) ve (e) bentleriyle alakalı mütalamı mahfuz tutarak esas konuya girmek istiyorum.
Öğrendiğimiz kadarıyla bu maddede yapılması düşünülen değişiklikle, çok kısa bir ilave yapılarak
“AİLE, KADIN VE ERKEKTEN OLUŞUR“ denilerek,
farklı tercih ve eğilimlerde bulunanların resmi olarak aile olamayacakları hükme bağlanacaktır.
Takdir edilirse görülecektir ki, 41. maddenin yasalaştığı o dönemde anayasada böyle bir ibareninin yer almasına gerek bile yoktu. Çünkü o dönemde evliliğin kadın ve erkek arasında cereyan eden resmi bir akit, yani nikah kavramıyla teyid edildiği biliniyordu. Ne var ki, seksenli yıllarda batı ülkelerinde başlayan hatta bazı ülkelerde resmiyet kazanan erkek erkeğe, kadın kadına evlilik cürmü, çok kısa zamanda farklı bölgelere, hatta bizler gibi, halkının % 99’u müslüman olduğu iddia edilen müslüman toplumlara da sirayet etmeye başlayınca yaslarda bazı tedbirlere baş vurma gereği hasıl olmuştur.
Yeterlimidir bu değişiklik çok emin değilim. Çünkü kanunların boşluklarından en son noktaya kadar istifade etmek gibi bir toplumsal hastalığımız vardır. Bu durum başka ülkelerde de geçerli bir husustur.
Ancak bizim dinimiz ve milli örfümüzden kaynaklanan bazı kırmızı çizgilerimiz vardır. Mesela bunlardan birisi de evliliğin olmazsa olması dediğimiz NİKAH AKTİDİR.
İster TMK ve isterse dini kurallara göre olsun sahih bir nikah akdi olmadan yapılacak evlilik, ne dini ne de hukuki açıdan meşru bir evlilik sayılmaz. Binaenaleyh, bu maddedeki değişikliğe yapılması gereken en önemli ilave zannımca,
“ Aile, NİKAHLI KADIN VE ERKEKTEN oluşur..” hükmünün zammedilmesidir.
Maalesef, toplumumuzda evlilik dışı ilişkilerin doğurduğu tehlikeler diğerlerinden ( LGBT) daha az değildir.
Gittikçe artma temayülü gösteren adına ne denirse densin, nikahsız birlikteliklerin, halk ve hukuk tabiriyle gayr-ı meşru ilişkilerin asimetrik büyüme gösterdiği günümüzde, nikah dışı ilişkilerin, onlu yaşlardan alınız da hemen her yaş seviyesinde kadın erkek birlikteliğine dönüşmesinin önüne geçilemez bir hal almıştır.
Bu garabetin TV ve sosyal medya mecralarında akıl almaz boyutta işlenip anlatılması, bu ilişkilerden meydana gelen çocukların DNA testleriyle kimlere ait olduğunun belirlenmeye çalışılması, güpegündüz, sereserpe milyonların önünde bunların sözümona çözüm amaçlı ekranlarda yapılıyor olması bu aziz milletin hiç bir değeriyle bağdaşmamaktadır.
Tabloya bu eksenden bakılınca, gayr-i meşru her tür ilişkiye kapıyı kapatacak, belki batı toplumları için söz konusu olabilen bu tür beraberliklere engel teşkil edecek sarih lafızlarla yasayı düzenlemeye ihtiyaç vardır.
Mademki anayasanın 24 . ve 41. maddelerinde toplumu rahatlatacak ve evlilik müessesesini koruyup, temel değerlere oturtacak bir çalışma parlamentonun gündemine girmiştir. Öyleyse, nikahsız birlikteliklerin önlenmesi, yıkılmasına sebep olduğu nikahlı evliliklerin korunması, esasen kendileri bigünah, babası belli olmayan nesillerin önüne geçilmesi için yukarda ifade ettiğim “ NİKAH” kavramının ilave edilmesi, yani;
“ AİLE, NİKAHLI KADIN VE ERKEKTEN OLUŞUR..” denmesi gerekmektedir.
Bugünlerde ele alınacak olan bu düzenlemenin sonuçları itibarıyla milletimiz için hayırlı olmasını diliyorum.
Selam ve dualarımla…

07.11.2022

Musa Uzunkaya

Aile Neden Çok Önemlidir? Vedat Kat

👉 AİLE, NEDEN ÇOK ÖNEMLİDİR ?

* Aile, dünyanın en stratejik kurumudur.
* Aile, toplumu oluşturan en önemli yapı taşıdır.
* Aile, ahlâkın, terbiyenin, değerlerin kazandırıldığı ilk yerdir.
* Aile olmadan ne devlet olur ne de vatan olur.
* Aile, sağlıklı nesillerin en önemli güvencesidir.
* Aile, her türlü kaosun, iç karışıklığın, terörün, mafyanın, suç örgütlerinin en etkili panzehiridir.
* Aile, toplumsallaşmanın ve kültür aktarımının en önemli merkezidir.
* Aile; birlik beraberlik, dayanışma, paylaşma, özveri, fedakarlık, diğerkamlık ve sabrın öğretildiği en muhteşem bir kurumdur.
* Aile, iletişim becerilerinin, duygu kontrol becerilerinin, çatışma çözme becerilerinin, empatinin öğretildiği en önemli birimdir.
* Aile, her türlü işgale, darbeye, saldırıya karşı üyelerini bilinçlendiren, vatanı savunmaya hazırlayan en önemli kurumdur.
* Aile, üyelerini ruhi hastalıkların olumsuzluklarından koruyan, rehabilite edici bir yuvadır.
* Aile, çocukların ve kadınların güvenliğini sağlayan en etkili yuvadır.

Bu yüzden de “Aile Kurumu” nun sağlıklı ve güçlü olması çok önemlidir.

👉 Aile Kurumu Zayıflarsa Neler Olur?

* Toplum çöker.
* Devlet, hizmet etme gücünü kaybeder.
* Kaos, iç karışıklık artar.
* Vatan elden gider.
* Her türlü suç olayları, mafyalar çoğalır.
* Şiddet, cinayet olayları artar.
* Boşanmalar artar
* Çocukların ve kadınların güvenliği tehlikeye girer.
* Çocuklar, yaşlılar perişan olur.
* Ruhi hastalıklar, bunalımlar daha da çoğalır.
* Alkolizm, madde bağımlılığı, sanal bağımlılık daha da artar.
* Ahlâki değerler zayıflar.
* Kültür aktarımı kesilir.
* Eşcinsellik, fuhuş, kadın ticareti, çocuk ticareti, cinsel hedonizm, eğlence bağımlılığı artar.
* Toplumda güven azalır.

👉 Aile Kurumunun Zayıflamasını En Çok Kimler İster?

* Batılı emperyalist ülkeler
* Siyonizm
* Küresel kapitalizm
* Feminizm
* Eşcinsel ideoloji
* Toplumsal cinsiyet ideolojisi
* Farklı cinsel yönelimleri savunan bazı anarşistler, bazı ateistler, bazı solcular, bazı liberaller ve bazı demokratlar
* Satanizm
* Porno endüstrisi
* Terör örgütleri, mafyalar
* Hedonistler
* Bireyciliği putlaştıranlar

Tüm bu olup bitenleri algılayamayan, görmezden gelen akademisyenler, medya mensupları ve politikacıların bu süreçteki ihmali, vebali çok büyüktür.

Aile konusu şaka kaldırmaz.
Aile, ihmal edilmeyecek en etkili sosyal bir kurumdur.

“Aile Varsa Gelecek Vardır”

Vedat Kat
Psikolojik Danışman & Sosyolog

Ziya Selçuk: 12 yıllık zorunlu eğitim çok fazla

Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, Kanal 7 Ankara Temsilcisi Mehmet Acet´in sunduğu Başkent Kulisi´nde programında konuştu. Program Ankara Sıhhiye´de bulunan ve Bakan Ziya Selçuk´un da öğrenim gördüğü Ankara Atatürk Lisesi Müzesinde yapıldı.

Bakan Ziya Selçuk, zorunlu eğitim süresine ilişkin olarak şunları söyledi:

“Bütün dünyaya baktığımızda, gelir düzeyi ne olursa olsun, bir çocuk zorunlu eğitim denilen 8-9 yıllık öğretim süresi içerisinde, ki bizde çok yüksek, İngiltere gibi bir iki ülke dışında bu derece uzun bir öğretim süresi yok. Bir de Türkiye´de var, 12 yıllık eğitim süresi… Genel olarak 8-9 yıllık bir zorunlu eğitim süresi var.

Ülkeler, 8-9 yılda vatandaşlığın gereğini, temel bilgileri verip, ondan sonra uzmanlaşmaya yönlendiriyor.

Lisedeki bir çocuğun 15-16 tane dersi alması, anlaması, derinleşmesi mümkün değil. Sınıfta kalmanın hemen hemen hiç mümkün olmadığı bir ortamda da, öğrenci zaten ben geçeceğim diyor. O zaman da dört işlemi bilmeden lise bitiliyor. Üniversitede zayıf kalıyorlar. Bir çok dersten yüzeysel bilgi alacağına, yönelmek istediği, yeteneğinin olduğu alanda yoğunlaşsın. Her şeyden azar azar değil, belli konularda derinlik kazanması gerekiyor.

Bir çocuk küçük küçük çukurlar kazmak yerine, kuyu kazması gerekir. Kuyu kazmasa hayatta da kökleri zayıf kalır.”

İLKOKUL ÖNCESİNDEN ÇOCUKLARIN YETENEKLERİ ORTAYA ÇIKARILACAK

Nasıl bazı ülkelerde misal: Yeni Zelanda, Japonya´da lisede 5-6 ders varsa sonrasında uzmanlaşıyorsa bunu burada başarmalıyız. Bizde 5-6 derse indiremeyiz ama burada bir orta yol bulup, çocukların ve Türkiye´nin iktisadi menfaatlerini gözeterek yapılacak.

“LİSEDE DERSLERİ YARI YARIYA İNDİRECEĞİZ”


Biz şimdi yaptığımız planlamada okul öncesi bu çocuğun yeteneğini ortaya çıkaracağız. Bunu ilkokuldan itibaren yapacağımız için lise biterken artık kafasında ne var olmayacak. Liselerde 15-16 ders var. Yarı yarıya düşecek. Önümüzdeki eğitim yılında buna başlayacağız. Bundan sonra her ay büyük projeleri açıklayacağız.

https://milas23nisanilkokulu.meb.k12.tr/icerikler/ziya-selcuk-12-yillik-zorunlu-egitim-cok-fazla_6436376.html

HABERİN DETAYLI HALİ:

“12 Yıllık Zorunlu Eğitim Çok Uzun”
Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, 12 yıllık zorunlu eğitimin çok fazla uzun bir süre olduğunu belirtti. Müfredatla ilgili çalışmalar hakkında açıklamalarda bulunan Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, müfredatın değişmesinin kendi başına çok etkili olmayacağını söyledi. Selçuk, “Müfredat değişti, artık sistem değişiyor” gibi önermelerden vazgeçilmesi gerektiğini ifade etti. Mesleki teknik eğitim müfredatını bütünsel ölçekte sessizce değiştirdiklerini ve bu sene uygulamaya başlanacağını dile getiren Selçuk, sözlerini şöyle sürdürdü: “Genel müfredat için, bizim yeterli bir hazır olmaksızın bir çalışma yapıp, halihazırdaki öğrencilerin de huzurunu bozacak, ‘Bu sene yine değişti, bu benim müktesep hakkımdı niye değiştiriyorsunuz…’ Bunu yapmayacağız. İlk defa Türkiye’de şöyle bir şey olacak, bir müfredat değişmeden önce öğretmen eğitimi tamamlanacak” diye konuştu

Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, Kanal 7’de yayımlanan Başkent Kulisi programında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu, soruları yanıtladı.

Karne notunun önemli olduğunu ancak çocuk için “karnesi iyiyse iyidir, kötüyse kötüdür” denkleminin kurulmaması gerektiğini dile getiren Selçuk, hayata dokunmayan bir çocuğun bütünsel anlamda gelişmeyeceğini kaydetti.

Çocuğun “ders çalış” baskısıyla karşı karşıya bırakılmaması gerektiğini vurgulayan Selçuk, şöyle devam etti: “Bastırdığınız bir şey başka bir taraftan olumsuz bir şey olarak tekrar çıkacak. Çocuk bu süre zarfında hayatı tanımak ve sosyalleşmek, kendi ilgi ve ihtiyaçları doğrultusunda derinlik kazanmak gibi bir çabanın içerisindeyse asıl eğitim bu. Çocuk orada derinleşirse sabrı, dirayeti, azmi artar. Hayatta lazım olan enerjiyi biriktirir. Kendisine anlamsız gelen konularla zorunlu olarak yapması istenen şeylerle uğraştığında yaptığı iş daha da anlamsız hale gelmeye başlar ve okul açılmadan soğur. Çocuğun sosyal alanda gelişmemesi karnesi ne kadar iyi olursa olsun onun hayat başarısına hizmet etmiyor.”

Selçuk, kilit faaliyetin kitap okumak olduğunu belirterek, kitap okuyan çocukların her zaman yaşamda fark attığını kaydetti.

“İŞE YARAYAN SOMUT ÇÖZÜMLER ÜRETMEMİZ GEREKİYOR”

Bakan Selçuk, 2023 Eğitim Vizyonu’nun 3 yıllık bir eğitim sürecinde ele alınacağını ifade etti. Altyapının 3 senede bir döngüye girebileceğini dile getiren Selçuk, çalışmalarının bir takviminin bulunduğunu söyledi.

Selçuk, vizyon kapsamında, en çok vurgulanan hususların dijital ve organizasyonel altyapının inşası ve mesleki teknik eğitim olduğunu bildirdi.

Mesleki teknik eğitimin çok önemli bir mesele olduğuna işaret eden Selçuk, ” Eğer biz mesleki teknik eğitimi bir yola koymazsak bu sefer toplumdaki gelir dağılımındaki eşitlikler, eşitsizlikler ya da toplumdaki rol ve görevlere dair bazı problemler daha da büyüyecek. Herkes yüksek öğretim mezunu olmak gibi bir hedefe kilitlenecek ki şu anda öyle zaten. Bunun önüne geçebilmek için insanlara sahici, işe yarayan birtakım somut çözümler üretmemiz gerekiyor.” değerlendirmesinde bulundu.

“TÜRKÇENİN SÖZ VARLIĞINA İLİŞKİN BİR ÇALIŞMA YAPIYORUZ”

Öğretmen eğitimine de önem verdiklerini kaydeden Selçuk, “Öğretmen ve yönetici eğitimi olmazsa olmaz dediğimiz şeyler. Yönetici eğitimi ve yöneticilerin atanmasına ilişkin hususlar konusunda geçen hafta bir yönetmelik çıktı. Bunun doğrultuda nisan ayında bir yöneticilik sınavı yapılacak. Güzel ve nitelikli bir sınav, ÖSYM tarafından gerçekleştirilecek” dedi.

Selçuk, Türkiye’de kelime ve söz varlığının bütünsel olarak bir çalışmasının olmadığını, Türkçe’nin söz varlığına ilişkin bir çalışma yapıldığını anlatarak, bunun tarihi bir önem taşıdığını, 1 yıl içinde bu konuda mesafe alacaklarını umut ettiğini kaydetti.

“DERS SAYILARI KESİNLİKLE AZALTILACAK, ALAN SEÇİMİ DAHA AŞAĞI İNECEK”

Milli Eğitim Bakanı Selçuk, ders sayılarına ilişkin birkaç aydır değişik taslaklar üzerinde çalıştıklarını belirterek, hatta bazı yerlerde bu konuya ilişkin yayımlanan bilgilerin geçerli olmadığını vurguladı. Selçuk, “Önümüzdeki 1-2 ay içerisinde ortaöğretimde ders sayıları, derslerin nitelikleri gibi konularda bir resmi açıklama yapacağız, lansman gibi bir çalışma yapacağız” diye konuştu.


Zorunlu eğitim sürecine ilişkin açıklamalarda bulunan Selçuk, şunları kaydetti: “Bir çocuğun 15-16 dersi alması, anlaması, derinleştirmesi ve içselleştirmesi asla mümkün değil. Sınıfta kalmanın hemen hemen hiç mümkün olmadığı bir ortamda, öğrenci diyor ki ‘Siz ne yaparsanız yapın, ben zaten geçeceğim’ diyor. O zaman da 4 işlemi bilmeden lise bitirilebiliyor ve çocuklar üniversitede zayıf olmaya başlıyorlar.

Biz de belki 5-6 ders yapamayız şu anda çünkü her branş ‘Bizim dersimiz çok önemli, asla bundan vazgeçmeyin’ diyor. Bunu yaparken, bilimsel gereklilikler mi, çocukların gerçekten ihtiyaçları mı, hayatın bizden bekledikleri mi diye bakmamız gerekirken, ‘sadece bizim branştan daha fazla ders olsun’ beklentisi var. Biz, burada orta yol bulup, çocukların menfaatini, Türkiye’nin iktisadi menfaatini dikkate alarak bir yol almak istiyoruz.

Ders sayıları kesinlikle azaltılacak, alan seçimi daha aşağı inecek. Şu an 15-16 ders var liselerde. Çok net bir şey söylemeyeyim şu anda ama oldukça düşecek. Mart içinde açıklayacağız.”

“Bu, önümüzdeki sezondan itibaren uygulamaya geçecek mi?” sorusuna Selçuk, “Geçecek” yanıtını verdi. Selçuk, tasarım beceri atölyeleri kuracaklarını ve Şubat ayında pilot uygulamaya başlanacağını da bildirdi.

Selçuk, iyi bir Milli Eğitim Bakanının özellikle gelecek için çalışacağına işaret ederek, bu dönemde de birçok somut projeyi açıklayacaklarını söyledi. Her ay bir proje açıklayacaklarını belirten Selçuk, “Ocak’ta açıklayacağız, şubat, mart, nisan, mayıs, haziranda her ay somut büyük bir projeyi açıklayacağız.” dedi.

“İLK DEFA TÜRKİYE’DE ŞÖYLE BİR ŞEY OLACAK…”

Müfredatla ilgili çalışmalar hakkında da açıklamalarda bulunan Selçuk, müfredatın değişmesinin kendi başına çok etkili olmayacağını söyledi. Selçuk, “Müfredat değişti, artık sistem değişiyor” gibi önermelerden vazgeçilmesi gerektiğini ifade etti.

Mesleki teknik eğitim müfredatını bütünsel ölçekte sessizce değiştirdiklerini ve bu sene uygulamaya başlanacağını dile getiren Selçuk, sözlerini şöyle sürdürdü: “Genel müfredat için, bizim yeterli bir hazır olmaksızın bir çalışma yapıp, halihazırdaki öğrencilerin de huzurunu bozacak, ‘Bu sene yine değişti, bu benim müktesep hakkımdı niye değiştiriyorsunuz…’ Bunu yapmayacağız. İlk defa Türkiye’de şöyle bir şey olacak, bir müfredat değişmeden önce öğretmen eğitimi tamamlanacak.”

Performans sistemini çok benimsemediğini ifade eden Selçuk, “Anne babaların performansına bakmıyoruz, öğretmenlerin performansına bakmıyoruz, sadece çocuklarınkini ölçüyoruz. Bu anlamda, öğretmenin belirli notlar üzerinden performansına dayalı bir sistem kurmak, şu an için gerekli şartlar hazırlanmadan yapılacak bir şey değil bence” değerlendirmesinde bulundu.

“PEDAGOJİK FORMASYON KALKACAK”

Pedagojik formasyona ilişkin de bilgi veren Selçuk, “Pedagojik formasyon kalkacak. Bu kalktığı için biz sadece atamasını yaptığımız öğretmenlere formasyon vereceğiz” dedi.

Yeni öğretmen ataması olup olmayacağına ilişkin de Selçuk, bunun tamamen Milli Eğitim Bakanlığının verdiği bir karar olmadığını, Hazine ve Maliye Bakanlığı ile teknik çalışmaları sürdürdüklerini anlattı. Selçuk, “Bu konuyla ilgili Hükümetimizin ve Maliye Bakanlığımızın teknik çalışmaları bitmek üzere, çok kısa sürede bir açıklama yapılacak. Rakam şu anda belli değil” diye konuştu.

Selçuk, Liselere Geçiş Sistemi (LGS) kapsamında yapılan sınava ilişkin de şu bilgileri verdi: “Ben, sınavın adını ya da sistemini değiştirmenin, eğitimin bütünsel olarak sistemini değiştirmek anlamına gelmediğini düşünüyorum. Bizim bu sene değişiklik yapma ihtiyacımız yok, asıl hedef o değil. Biz sadece önceden söz verdiğimiz gibi çocuklarımıza sürpriz yapmayacağız. Biz bunun bu şekilde yürüyeceğini, fakat uygulamada aksaklıklar olduğunu, yerleştirmeye esas olan bazı kriterlerde bazı sıkıntılar olduğunu ve bunların tümüyle düzenleneceğini ve çok rahat bir yerleştirme olabileceğini söylüyoruz. Yoksa, ‘LGS sil baştan’ gibi böyle bir şey kesinlikle yok. Aileler, çocuklarımız rahat olsun.”

Bakan Selçuk, ayrıca sınavla öğrenci alan okulların sayısının düşeceğini belirterek, imkanı zayıf olan okulların imkanlarının geliştirilerek aradaki farkın da azaltılacağını bildirdi.

Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, Kanal 7 Ankara Temsilcisi Mehmet Acet’in sunduğu Başkent Kulisi’nde programında konuştu. Program Ankara Sıhhiye’de bulunan ve Bakan Ziya Selçuk’un da öğrenim gördüğü Ankara Atatürk Lisesi Müzesinde yapıldı.

Bakan Ziya Selçuk, zorunlu eğitim süresine ilişkin olarak şunları söyledi:

“Bütün dünyaya baktığımızda, gelir düzeyi ne olursa olsun, bir çocuk zorunlu eğitim denilen 8-9 yıllık öğretim süresi içerisinde, ki bizde çok yüksek, İngiltere gibi bir iki ülke dışında bu derece uzun bir öğretim süresi yok. Bir de Türkiye’de var, 12 yıllık eğitim süresi… Genel olarak 8-9 yıllık bir zorunlu eğitim süresi var.

Ülkeler, 8-9 yılda vatandaşlığın gereğini, temel bilgileri verip, ondan sonra uzmanlaşmaya yönlendiriyor.

Lisedeki bir çocuğun 15-16 tane dersi alması, anlaması, derinleşmesi mümkün değil. Sınıfta kalmanın hemen hemen hiç mümkün olmadığı bir ortamda da, öğrenci zaten ben geçeceğim diyor. O zaman da dört işlemi bilmeden lise bitiliyor. Üniversitede zayıf kalıyorlar. Bir çok dersten yüzeysel bilgi alacağına, yönelmek istediği, yeteneğinin olduğu alanda yoğunlaşsın. Her şeyden azar azar değil, belli konularda derinlik kazanması gerekiyor.

Bir çocuk küçük küçük çukurlar kazmak yerine, kuyu kazması gerekir. Kuyu kazmasa hayatta da kökleri zayıf kalır.”

İLKOKUL ÖNCESİNDEN ÇOCUKLARIN YETENEKLERİ ORTAYA ÇIKARILACAK

Nasıl bazı ülkelerde misal: Yeni Zelanda, Japonya’da lisede 5-6 ders varsa sonrasında uzmanlaşıyorsa bunu burada başarmalıyız. Bizde 5-6 derse indiremeyiz ama burada bir orta yol bulup, çocukların ve Türkiye’nin iktisadi menfaatlerini gözeterek yapılacak.

“LİSEDE DERSLERİ YARI YARIYA İNDİRECEĞİZ”

Biz şimdi yaptığımız planlamada okul öncesi bu çocuğun yeteneğini ortaya çıkaracağız. Bunu ilkokuldan itibaren yapacağımız için lise biterken artık kafasında ne var olmayacak. Liselerde 15-16 ders var. Yarı yarıya düşecek. Önümüzdeki eğitim yılında buna başlayacağız. Bundan sonra her ay büyük projeleri açıklayacağız.

https://www.tevhidhaber.com/12-yillik-zorunlu-egitim-cok-uzun-140205h.htm

Renklerin ve İsimlerin Faşist Zihniyetle İmtihanı

Öne çıkan

Renklerin ve İsimlerin Faşist Zihniyetle İmtihanı: Afrika Evi, Somali Sofrası ve SAAB Kafe Restoran

Son aylarda hiç Kızılay’a gittiniz mi?

Gitmişseniz orada Afrika kökenli pek çok insana rastlamış olma ihtimaliniz yüksektir. Çoğusu öğrencidir onların.
Pek çoğu da Somalili güzel yüzlü insanları Kızılay’da Metro’da tren beklerken, Şeyh Şamil Camii’nde namaz kılarken veya SAAB kafede, eski adı Somali Sofrası yeni adı Güzelyurt Sofrasında kahvelerini yudumlarken görmeniz mümkündür.

SAAB Kafe Restoran önünde yarenlik eden Somalililer

Onları güven içinde huzurlu yüzlerle görmek beni gururlandırıyor. Özellikle güzel yüzlü insanlar Somalili kardeşlerimizin, onların Kızılay’da olmasından mutlu olduğumuz halde birileri onlardan rahatsız olduğunu öğrenince huzurum kaçtı. Konuyla ilgili bir araştırma yapınca 2021 yılının Eylül ayından itibaren Kızılay Sümer sokakta birtakım hadiseler yaşandığını öğrendim. Polis ‘Burası Kızılay, merkezimiz burada göçmen görünümlü yabancıları istemiyor’ demiş. Tarihe kayıt düşmek adına bu yazımda bu meseleye dil ve kültürel açıdan değinmek istiyorum.
2019 dan beri işletilen dükkanlar 2021 Ağustos ayından itibaren baskı altına alınmaya başladı Somalili yatırımcıların açtıkları dokuza yakın dükkanın çoğusu kapatıldı. Hem de polis baskısıyla. Bunlardan Somali Sofrası ve SAAB’ın hikayesini sizlerle paylaşacağım.
Birincisi 2019 açılan ve o zamandan beri açık olan Somali Sofrası adında kafe restoranın isminin Türkçe olmadığı gerekçesiyle isminin değiştirilmesi konusu. Evet yanlış duymadınız Somali kelimesi Türkçe değil denilerek adı Güzelyurt Sofrası olarak değiştirildi.
Burası küçük bir restoran, Somali usulü yiyeceklerin sunulduğu ve yine Somali usulü çay ve kahvenizi yudumlayabileceğiniz, 5-6 tane masanın bulunduğu bir dükkan.

İşin ilginci Somali Sofrası ismi Türkçe olmadığı gerekçesiyle Güzelyurt sofrasına çevrildi. Somali Sofrası ismi değiştirilmeden önce.

Diğeri ise biraz daha geniş alana sahip yine Sümer1 sokakta bulunan SAAB kafe restoran.
Burada da isterseniz Afrika usulü kahve çay içebilir ve Somali usulü yiyecekler ve içecekler alıp burada Somalili diğer tanıdıklarınız ile sohbet edebiliyorsunuz.

SAAB Kafe Restoranın Afrika Geleneksel renklerden oluşan ikinci tabelası.

Bir Diğer konu da SAAB kafe restoranın tabelasından Afrika yemekleri kısmının kaldırılması istendi. O kısmı kaldırdılar daha sonra Afrika geleneksel renkleri ile bir tabela yapıldı. Bu Tabelada bulunan renklerin terör örgütü propagandası yaptığı gerekçesiyle beyaza boyandı.
Aşağıda tabelanın boyandığı andaki fotoğrafı görüyorsunuz.

SAAB Kafe Restoranın tabelası polis baskısı ile beyaza boyatılıyor.


Şimdi bunlar olurken Ankara hamamönü’nde Afrika Evi adıyla cumhurbaşkanlığının himayesinde bir merkez açıldı. Burası Afrikalı insanların el emekleri ile göz nuru ile yaptıkları bir takım ürünlerin sergilendiği sosyal ve kültürel faaliyetlerin yapıldığı bir Merkez. Bu merkezin açılışı devlet eliyle yapıldı. Sayın Cumhurbaşkanımızın eşi Emine Erdoğan açılışa katıldı gerçekten güzel bir yer.

Emine Erdoğan hanımefendi Afrika Evinde


Afrika ülkeleri ile Türkiye’nin ilişkilerini geliştirmesi açısından güzel bir uygulama.
Şimdi aşağıda Afrika evinin logosunu görüyorsunuz. Bu logodaki renkler yine Afrika ülkelerin geleneksel renkleri bulunmaktadır. İçerisinde kahverengi, kırmızı yeşil turuncu sarı gibi renkler var. http://afrikaevi.com/tr/ adresinde logo ve fotoğraflar yakından incelendiğinde görülecektir ki SAAB kafenin tabela renkleri ile neredeyse aynı renkler yani kolluğun kastettiği gibi terör örgütü PKK nın renkleri ile alakası yok. Ayrıca bu konu zabıtayı ilgilendirdiği halde kolluğun ilgilenmesi de bir başka garabet.
Anlamadığımız konu şudur. SAAB kafenin aşağıda gördüğünüz tabelasındaki renklerle Afrika evinin logosundaki renkler neredeyse birebir aynı ülkemizin bayrağı nasıl ki kırmızı beyaz renklerden oluşuyorsa onların geleneksel renkleri de bunlar.

Afrika Evi Logosu Renkleri

Afrika evi Merkezi’nin logosunda da bu durum açıkça gözüküyor.
Ancak ne oluyorsa Afrika yemeklerin servis edildiği SAAB lokantasının tabelasındaki bu renkler birdenbire bölücü örgütün renklerini andırdığı gerekçesiyle komple beyaza boyatılıyor.

SAAB Afrika Yemekleri Restoranı Tabelası tamamen beyaza boyanmış halde

Diğer yandan Somali Sofrası isminde geçen Somali kelimesinin de yine Türkçe olmadığı söylenerek Güzelyurt Sofrası haline çevriliyor.

Türkçe olmadığı gerekçesi ile Somali Sofrası ismi Güzelyurt Sofrasına dönüştü yine de baskılar sona ermedi.

Her iki işletmenin sahipleri uzun yıllar ülkemizde, kimisinin eşi Türk vatandaşı, ortakları var. Ortakları Somalili kişiler birisi bir Türk’le evli. 15 yıldır Türkiye’de olan biri ülkemizde 3 üniversite okudu, yüksek lisans yaptı.

Bir Türkle evli olan SAAB’ın ortağı


Türkiye, Somali dahil Afrika’daki pek çok ülke ile iktisadi sosyal ve kültürel ilişkilerini geliştirmek için sayısız seferler düzenlemekte, anlaşmalar yapılmaktadır. Hatta kimi ülkelerde askeri işbirliği anlaşmaları yapılmaktadır?
Ülkemizde mütevazi bir şekilde Ankara Kızılay’da açılan bu küçük işletmelerin polis zoruyla kapatılmaya çalışılması akıl tutulması değil de nedir onu da siz söyleyin..

Uzmanlar uyardı: Türkiye’de hala insan kuduzu var

Uzmanlar uyardı: Türkiye’de hala insan kuduzu var
Türkiye Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Uzmanlık Derneğinden yazılı bir açıklama geldi. Açıklamada, kuduzun, etkin aşısı olmasına rağmen insanlarda ve birçok memeli hayvanda ölümcül seyreden beyin ve omurilik iltihabına yol açan zoonotik bir hastalık olduğuna dikkat çekildi.

Bildirim sorunları nedeniyle dünyada olguların resmi rakamlardan çok daha fazla olduğu ifade edilen açıklamada, kuduza bağlı ölüm rakamlarına ilişkin şu bilgiler verildi:

“Yılda 40 bin-100 bin kişinin kuduz nedeniyle öldüğü tahmin edilmektedir. Ülkemizde yılda yaklaşık 200 bin kişi kuduz riskli temas nedeniyle aşılanmaktadır. Maalesef her yıl 1-2 kuduz vakası ülkemizde görülmektedir.

Ülkemizde son 20 yıl değerlendirildiğinde, kuduz olan hayvanların büyük çoğunluğunun sahipsiz kedi ve köpeklerle birlikte yaban hayvanlarından korunamayan evcil hayvanlar olduğu görülmektedir. Virüs taşıyan kedi ve köpeklerde muhakkak 10 gün içinde ölüm gerçekleşmektedir.”

“SEMPTOMLARIN ORTAYA ÇIKMASINDAN SONRA AŞILAR FAYDASIZDIR”

Kuduzun standart tanısında, enseden alınan deri biyopsisi, kan, tükürük, beyin omurilik sıvısı ve beyin dokusundan alınan örneklerin kullanıldığı aktarılan açıklamada, kuduz bir hayvan tarafından ısırılmayı takiben, hastalığın kuluçka süresinin genellikle 14-90 gün olduğuna işaret edildi. Kuluçka süresinin 4 gün kadar kısa olabileceği gibi literatürde 27 ay, 6 yıl ve hatta 19 yıla kadar uzayan vakaların da bildirildiğine işaret edilen açıklamada, “Semptomların ortaya çıkmasından sonra aşılar faydasızdır ve ortalama 18 gün sonra ölüm gözlenir. Özel bir tedavisi bulunmamaktadır.”denildi.

Açıklamada, hastalara yoğun bakım şartlarında uyutularak, yaşam desteği sağlandığı, klinik bulgular ortaya çıktıktan sonra iyileşen vakaların çok nadir görüldüğünün altı çizildi. Hasta hayvanın tükürüğündeki virüsün, kas içindeki sinirler boyu ilerleyerek omuriliğe, sonra beyine ulaştığı anlatılan açıklamada, şunlar belirtildi:

“Kuduz virüsünün girişinin ve ilerlemesinin durdurulması için en önemli basamak, yara içine basınçlı bol su verilerek, yaranın su ve sabunla 10-15 dakika temizlenmesidir. Bu şekilde kuduz hastalığı yüzde 90 oranında önlenmiş olur. Daha sonra en yakın sağlık kuruluşuna başvurulmalıdır.

Özellikle kafa, boyun, yüz gibi beyine yakın yaralanmalar ve parmaklar gibi sinirlerden zengin dokuların yaralanmaları virüsün daha hızlı beyine ulaşmasına neden olduğundan daha önemlidir. Sağlık kuruluşları tarafından ücretsiz yapılan modern doku kültürü ile hazırlanmış aşılar ve kuduz immunglobulini (RIG) beraber uygun dozda ve zamanda uygulandığı takdirde kuduz hastalığının önlenmesinde yüzde 100’e yakın başarı sağlanmaktadır.”

“AŞI VE İMMUNGLOBULİN UYGULANMASI İLE HASTALIĞA YAKALANMAKTAN KURTULDU”

Bitlis’in Adilcevaz ilçesinin Göldüzü Köyü’nde 21 Ekim 2022’de yaşanan olayda, sokak köpekleri tarafından ısırılan ve kuduz teşhisi konulan 10 yaşında erkek çocuk hasta nedeniyle Türkiye’de halen insan kuduzunun görüldüğünün kamuoyuna duyurulduğu belirtilen açıklamada, “Aynı bölgede temaslı hasta taraması yapılırken, köpek tarafından ısırıldığını söyleyen başka bir çocuk ise uygun ve zamanında aşı ve immunglobulin uygulanması ile hastalığa yakalanmaktan kurtulmuştur.” bilgisi verildi.

AA’ya yapılan açıklamada ayrıca kuduz hastalığı ve kuduz riskli temas olgularıyla mücadelede başarılı olabilmek için olguların kayıtları düzenli tutulması, yaban hayvanlarının aşılanma çalışmalarına devam edilmesi, vatandaşların erken başvuru, yara bakımı ve evcil hayvanların aşılanması konusunda bilinçlendirilmesi gerektiğinin altı çizildi.

AA

https://www.yenicaggazetesi.com.tr/service/amp/kuduz-kopek-isirinca-ne-yapmali-595653h.htm